Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

18 KASIM 2022

17 Kasım 2022 Perşembe 18:31
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Dünya genelinde altı milyondan fazla, ülkemizde yüz binin üzerinde can kaybına yol açan Koronavirüs (COVID-19) belasından, aşılarımızı olarak, sosyal mesafelerimizi koruyarak, hijyen kurallarına sıkı sıkıya uyarak, maskelerimizi kapalı alanlarda ve toplu taşıma araçlarında çıkartmamaya çalışarak korunmaya devam ediyoruz. Umuyoruz çok yakında bu beladan kurtulacağız tamamen!
Tarih 2 Temmuz 2021’i gösterdiğinde sinema salonları yine izleyicileri ağırlamaya başlıyor; perdeler umduğumuz o ki, bir daha kapanmamak üzere açılıyordu! Sinemalar açılmadan önce her hafta, naçizane iyi filmler ve diziler önerdim sizlere! 2020 Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaştım. 5 Mart 2021’den itibarense, sinema salonları perdelerini açana dek, her yeni hafta, o tarihe ait eski ‘sinemadan çıkmış insan / vizyonda bu hafta köşeleri’ni sizlerle buluşturdum. Sizlere her hafta sinema tarihinden 5 klasik film önerdiğim ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bölüm ve geçmiş vizyon haftalarını anımsadığımız ‘Tarihte Bu Hafta’ adlı bölümler devam edecek!
Önce sağlık; gerisi hikâye! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Kurda kuşa yem olmayın bir de!


ÖNCE TAVSİYELER…

SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK

Les rendez-vous d’Anna / Anna’nın Buluşmaları
(Yönetmen: Chantal Akerman / 1978)

Pauline à la plage / Pauline Plajda
(Yönetmen: Eric Rohmer / 1983)

 Sans toit ni loi / Yersiz Yurtsuz
(Yönetmen: Agnès Varda / 1985)

Les harbes folles / Yabani Otlar
(Yönetmen: Alain Resnais / 2009)

36 vues du Pic Saint Loup / Saint Loup Tepesi’nin 36 Manzarası
(Yönetmen: Jacques Rivette / 2009)

 

Vizyonda bu hafta (18 Kasım 2022)

Üçü yerli yapım olmak üzere yeni hafta beş yeni filme ev sahipliği yapıyor!

Haftanın iki yabancı filmi; mizahi unsurlar da içeren ‘eleştirel’ korku-gerilim ‘The Menu’ ve başta küçük yaştaki izleyiciler olmak üzere her nesle seslenmeyi başaran animasyon katkılı komedi macera ‘Lyle, Lyle, Crocodile / Tim, Tim, Timsah’ notlarımız arasında. 


THE MENU
-Afiyet olsun!-

Mark Mylod imalı ‘The Menu’, her şeyden önce yaşadığımız günlerin sosyo ekonomik ve kültürel ahlaki düzlemine uçan tekmeyle girişiyor! Kapitalist acımasızlığın yok ettiği küçük emekçi insanın intikamı olarak da adlandırabiliriz bu ürkütücü lezzet davetini!
Seth Reiss ve Will Tracy’nin kalame aldıkları öykü, Michelin yıldızlı dünyaca ünlü bir şefin, ıssız bir adada yer alan son derece lüks lokantasında geçiyor! Aralarında ünlü gastronomi yazarları, aktörler ve iş adamlarının bulunduğu bir grup seçkin davetli, Şef Slowik’in sürprizlerle dolu ilginç menüsünü tatmak üzere adaya gelirler. Her masanın kendine ait sırları, şefin beklenmedik ikramlarıyla açığa çıkacaktır!
Usta aktör Ralph Fiennes’e, Anya Taylor-Joy, Nicholas Hoult, Janet McTeer ve John Leguizamo eşlik ediyorlar. İncelikli yapım tasarımıyla dikkat çeken yapım, politik iğnemeleri ve sosyal mesajıyla isyankâr ve anarşist bir ruh haline sahip. Etiğini ve vicdanını çoktan yitirmiş tüketim toplumunun hicvi, hemen her şeyin açık pazarlarda alınıp satıldığı günümüzde ruhunu yitiren insanın röntgenini de çekiyor!
Davetliler arasında yer alan genç çifti odağa yerleştiren fakat ters köşe kırılma anlarıyla ilerleyen sürprizli öykü, adada yer alan hemen herkesi, ‘masumiyetin yitirilişi’ kavramına olan mesafeleriyle yargılıyor! İyi yönetilmiş, iyi yazılmış, oyuncu kadrosu ve sanat yönetimi ile öne çıkan yapım, yemek kültürü üzerine yazılmış hemen her metin gibi sert eleştirilerle yüklü. Acıkmayla-tıkanma arasında gidip gelirken, zihne Marco Ferreri’nin 1973 tarihli başyapıtı La Grande Bouffe / Büyük Tıkınma’nın düşmemesi elde değil! Şef Slowik’in el çırpışlarıyla dikkatimizi, dünyaya ve vicdanımıza çevirdiğimiz anlar kıymetli. (3,5 / 5)


TİM. TİM, TİMSAH
-Evde Timsah var!-

New York’ta bir evde yaşayan ve şarkı söyleyen bir timsah! Bundan daha normal bir şey yok diyorsanız, buyurun salona! Barnard Waber’in (1921-2013) çocuklar için kaleme aldığı seri kitaplardan perdeye uyarlanan animasyon katkılı müzik yüklü macerada usta aktör Javier Bardem’e, ‘Lyle / Tim’ adlı Timsah eşlik ediyor. Scoot McNairy, Constance Wu, Brett Gelman ve genç aktör Winslow Fegley, oyuncu kadrosunun öne çıkan diğer isimleri. Filmin tek animasyon karakteri olan Tim’i ise şarkıcı Shawn Mendes seslendirmiş.
Şarkı söylemekten ve banyo yapmaktan çok hoşlanan evcil ve sihirli timsah Tim’i, şöhret avcısı, menajer,  sihirbaz, müzisyen ve eğlence dünyasının iyi kalpli duayeni Hector P. Valenti keşfedip, New York’taki apartmanına getirmiştir. Tim’i topluluk karşısında şarkı söyleyememe durumu yani sahne korkusu yüzünden, şöhret yapamadan evden para kazanmak üzere uzaklara turneye giden Valenti’nin ardından eve yerleşen üç kişilik Primm ailesi bağırlarına basarlar. Valenti’nin eve geri dönüşüyle birlikte iyi kalpli timsah ve ev ahalisi, dışardaki dünyaya ve evin kılkuyruk sakini Mr. Grumps’a karşın birbirlerine tutunarak mücadele edeceklerdir. 
Öteki olmak, öteki korkusu ve iyilikle iyileşen hemen her şey üzerine sevimli bir masal orijinal adıyla ‘Lyle, Lyle Crocodile’! Üşümüş kalplerimizi ısıtan iyi yürekler, karşılıksız dostluklar ve gündelik hayatın kötücül nobranlığını geride bırakıp, tedavi olmak üzerine zihne ve yüreğe yerleşen şık ve sempatik anlatı, ülkemizde tahminen okuma yazma bilmeyen çok küçük yaştaki izleyici düşünülerek vizyona Türkçe giriyor maalesef ve bu durum başta orijinal şarkılar olmak üzere hemen bütün büyüyü sekteye uğratıyor. Bu tuhaf durumu bir şekilde aşmak gerekli! (3 / 5)   

Haftanın diğer yenilerine bakacak olursak…

Diyarbakır’ın yakıcı yaz sıcağı altında, yoksul bir kenar mahallede yaşayan iki kardeşin mahallelerinin hemen yanındaki lüks sitenin duvarını aşıp havuzuna girme mücadelesini perdeye yansıtan komedi dram ‘Sabırsızlık Zamanı’, Aydın Orak imzalı. Senaryosunu da Orak’ın kaleme aldığı yapımda oyuncu kadrosunda yer alan İştar Gökseven, Feride Çetin, Pelin Batu, Rıza Sönmez, Ali Seçkiner Alıcı’ya, amatör genç aktörler Mirza ve Mirhat Zarg eşlik ediyorlar.
‘Barış Akarsu ‘Merhaba’’, bir şarkı yarışmasıyla bütün ülkeye adından söz ettiren ve trajik bir kaza sonucu genç yaşta hayatını kaybeden müzisyen Barış Akarsu’nun hikâyesini taşıyor perdeye. Yönetmen koltuğunda Mert Dikmen’in oturduğu biyografik dramda başlıca rolleri İsmail Ege Şaşmaz, Almila Ada, Hüseyin Avni Danyal, Şafak Pakdemir, Burak Satıbol ve Metin Coşkun üstleniyorlar.
Ömer Faruk Yardımcı’nın yönettiği, Ahmet Kural, Ecem Erkek, Mehmet Özgür ve İlker Ayrık’ın oyuncu kadrosunu oluşturdukları komedi ‘Müjdemi İsterim’, üzerlerine atılan cinayeti çözmek için mecburen işbirliği yapmak zorunda kalan ve kendilerini hiç beklemedikleri bir maceranın ortasında bulan Bulut ve Müjde’nin hikâyesi! 

İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!

İyi seyirler herkese!

 

TARİHTE BU HAFTA

On bir ve altı yıl öncesine, 2011 ve 2016 yıllarına gidiyor; tarihte bu haftayı anımsıyoruz.

Vizyonda bu hafta (18 Kasım 2011)

Bu haftanın bütün filmleri notlarımız arasında. Sezon hız kesmiyor. Hayat ta öyle. İçinizdeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ı çok uzun süre yaşatmanız dileğiyle. Filmsiz kalmayın. Herkese iyi seyirler!

ALACAKARANLIK EFSANESİ: ŞAFAK VAKTİ BÖLÜM 1
Çok satanların belki de en popülerlerinden olan Stephenie Meyer imzalı ‘Alacakaranlık’ serisinin son romanı 754 sayfa olunca, beyazperde uyarlaması da, “Harry Potter”a yapılan uygulamaya benzemiş. Yapımcılar, filmi ikiye bölmüşler. Serinin dördüncü sinema filmi izleyeceğimiz. Sırasıyla 2008, 2009 ve 2010’da çekilen filmler, en az uyarlandıkları romanlar kadar ilgi toplamıştı. Özellikle ilk gençliklerini süren yeni yetmeler ve ne yaşta olursa olsunlar, ‘Edward Cullan’ karakterini canlandıran Robert Pattinson hayranları, Alacakaranlık serisinin fanatiği olmuş durumdalar. Yeni filmde bu kez, sırılsıklam aşık kahramanlarımız Bella ve Edward’ın mürüvvetine tanıklık ediyoruz. Balayının on dördüncü gününde Bella, bebek beklediğini anlıyor ama bebeğin babası vampir olunca doğum süreci teknik olarak imkânsıza yakın bir zorluk derecesine ulaşıyor bu arada aşkına karşılık bulamamış kurt adam Jacob’ta, aynı Bella gibi dayanılması güç acılar içinde kıvranıyor. 117 dakika boyunca izlediğimiz bu yani. Gelmiş geçmiş en kötü 10 senaryo arasına rahat girebilecek film, sadece öykünün hastaları tarafından beğenilebilir kanaatindeyim. Bazılarına hiçbir kötülük işlemez. Bazıları doğuştan mühürlüdür (artık o neyse!) diyen fantastik ve romantik yapım, mühürsüz olanların vay haline dedirtiyor bir de. İlk filmleri izlememiş olanlar için meseleyi biraz açmakta yarar var. Vampirlerin konu edildiği korku edebiyatını, popüler kültür, özellikle gençlik jargonu ve bolca romantizm ile birleştiren eser, bir vampir ile ölümlü bir insan arasındaki büyük aşkı bir nevi modern Romeo-Juliet şeklinde işliyordu, işin içine kurt adamları katmayı unutmadan… 1990 doğumlu Kristen Stewart ve 1986 doğumlu Robert Pattinson’un başrolü paylaştıkları popüler yapım perdede de tuttu. İlk filmin ardından, özellikle vampiri canlandıran Robert Pattinson’un gerçekten bir insan değil, bir yaratık görünümünde olduğunu yazmıştım. Yetenekli aktör, şu an ‘ölü yüzü’ ve vakur karizmasıyla; genç kızlara çığlıklar attıran bir beyazperde ilahı olmuş durumda. Serinin üçüncü filmi ‘Tutulma’, kendisine delice aşık iki yakışıklı, vampirimiz Edward Cullen ve kurt adam Jacob Black arasında kalan Bella Swan’ın zor seçimine odaklanmıştı. ‘Sophie’nin Seçimi’gibi bir durum yaşıyordu genç kız. Yeni filmde bu kez, Bella’nın verdiği ve arkasında durduğu hayati kararları izleyeceğiz. ‘Hard Candy’ ve ‘30 Days of Night’ gibi başarılı korku-gerilimleri imzalamış İngiliz David Slade, yönetmen koltuğunu Bill Condon’a bırakmış dördüncü filmde. Condon’un sicili oldukça temiz ve parlak işlerle dolu. ‘Gods and Monsters’, ‘Kinsey’ ve ‘Dreamgirls / Rüya Kızlar’ gibi nitelikli filmlerle anımsayacaksınız yönetmeni. Bu filmini nasıl hatırlayacağınız ise kuşkulu…

OYUNUN SONU
Sezonun en önemli filmlerinden biri fikrimce. Tavizsiz, umutsuz, kapkara bir tespit.
İlk uzun metrajını yazıp-yöneten J.C. Chandor, 70-80’li yılların güzel, gerçek ve eleştirel Amerikan yapımlarının bir benzerine, Alan J. Pakula, Sydney Pollack, Jerry Schatzberg atmosferlerini anımsatan özel bir yapıma imza atmayı başarmış. Kirli, çürük ve ahlaksız kapitalizmin röntgeni çekilmiş adeta. ‘Scarecrow / Korkuluk’, ‘Glengarry Glen Ross / Amerikalılar’ ve ‘L’emploi du Temps / İş Yok Zaman Çok’ un ardından sisteme uçan tekmeyle saldıran yürekli bir iş daha! Kapitalist çılgınlığın sınırı aşan küstahlığını anımsatmak için belli aralıklarla gezegeni ziyaret eden küresel ekonomik krizlerin 2008’e rastlayanı öncesi geçiyor kapkara dram. Yatırım kuruluşunun batma riskini kanıtlayan bilginin ortaya çıkışından sonra, 24 saat içinde yaşananlar. İşten çıkarmalar, parçalanan hayatlar, anlamı ve değeri sıfırlanan insan. Küresel ekonomik krizlere yol açan ve küçük insanı yok eden ahlaksızlığın anatomisi izlediğimiz. Diğer bir deyişle, çıldırmış, zalim ve vahşi liberalizme dair bir korku filmi sanki. İnsanı hiçe sayan bir düzenin çırılçıplak resmi. ‘Bulunduğum yere zekâmla gelmedim’ diyen insanlıktan çıkmış patronun, yılda milyonlarca dolar kazanan, gözleri dönmüş üst düzey çalışanlarını ve sabahın köründe hiç bir şeyden haberi olmayan temizlik emekçisini aynı asansörde buluşturan kapkara bir eleştiri ‘Oyunun Sonu’! Sosyoekonomik düzenin karanlık, sert, ödünsüz, dosdoğru ve acımasız fotoğrafı. Yapımcılar arasında bulunan genç aktör Zachary Quinto’nun eşlik ettiği, başta iki dev aktör Kevin Spacey ve Jeremy Irons’un karşılıklı döktürdükleri müthiş oyuncu kadrosu. Kimler yok ki; Paul Bettany, Stanley Tucci, Demi Moore, Mary McDonnell ve Simon Baker… Kişiliğini milyon dolarlara karşılık sıfırlamış bir sürü insan. İçinde yaşadıkları canavarın onlara derin mezarlar kazdıran ürkütücü can çekişmesi. Hayatlarındaki bütün anlamları teker teker kaybeden yaratıklar. Yatırım kuruluşunun patronlarından biri, insanların mahvına sebep olan felaketin yaşandığı sabahın köründe, şirketin en üst katındaki lokantada, iştahla yemeğini yerken, ‘Kan Dökülecek / There Will Be Blood’ın ana karakterini ne kadar çok andırıyor. Canavar, aynı canavar işte.  
 
CELAL TAN VE AİLESİNİN AŞIRI ACIKLI HİKÂYESİ
Adana Altın Koza Film Festivali’nden ‘En İyi Film’ ve ‘En İyi Senaryo’ ödülleriyle dönen kara komedi, Onur Ünlü imzası taşıyor. İlk uzun metrajı ‘Polis”’e şahsen çok sevdiğim ve ‘bambaşka bir sinemacı’ dediğim Ünlü’nün ‘içli’ ve ‘meselesi olan’ kara mizahından beslenen yapım, senarist-yönetmenin benim nezdimdeki inişli çıkışlı grafiğine uyuyor. (Fakat inişli çıkışlı derken şu noktayı önemle vurgulamalıyım; Ünlü’nün en beğenmediğim filminde bile içtenlikle gülümsüyor ve zeki pırıltılar görüyorum) Örneğin, ‘Polis’i çok sevdikten sonra, ‘Güneşin Oğlu’nu beğenmemekten, ardından ‘Beş Şehir’i çok iyi bulmaktan söz ediyorum. İncelikli, absürt, aynı anda gerçek, sert, yaşamın yanı başına ölümü iğneleyen gümbür gümbür bir filmdi ‘Beş Şehir’. Ünlü’nün yeni filmi, biçim, atmosfer, yönetmenlik ve derdini anlatmak adına sorunlu değil. Her şeyden önce, zeki ve yaratıcı bir sinemacı Ünlü. Çok iyi de bir insan. Düzgün, zeki, hemen her şey üzerine konuşabileceğiniz derinlikli, sıcacık bir kişilik. Fakat bu kez bir ‘olmamışlık’ hissiyatı geldi oturdu yüreğime. ‘Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi’ni doğrusu ‘biraz kaba hatlı’ ve zorlama buldum. Televizyon ‘haleti ruhiyesi’ vardı filmde. Bu sit-com biçim, ilişki kurmakta zorlandığım öykü-mesele, beni filmin içine bir türlü alamayan anlatımı sarıp sarmalıyordu tamamen. Fakat filme, bu yılın özellikle festivallerde yarışan birçok ürününün yanında, kesinlikle kötü denemeyeceğini de belirtmek isterim. Hayatı algılayışını kavradığımı düşündüğüm, mizah duygusuna ve yaratıcılığına çok güvendiğim üstadın, yeni filmini hararetle beklediğimi de not düşerim buradan. ‘Bir, çok beğendim, bir beğenmedim’ durumuna göre; gelecek filmi çok seveceğim gibi gözüküyor! 


Vizyonda bu hafta (18 Kasım 2016)

Yeni haftanın beraberinde getirdiği yeni film sayısı yedi. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.

MEZUNİYET
Yedinci sanata ivme kazandıran çağdaş ve gerçekçi bir minimalist sinema var bir süredir. Romanya sineması. Cristian Mungiu, Corneliu Parumboiu, Cristi Puiu’nun başı çektiği gümbür gümbür, ortak bir dili olan, hakiki bir sinema bu. 2007’de ‘4 luni, 3 sãptãmâni si 2 zile / 4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün’ ile Cannes’de Altın Palmiye kazanan Cristian Mungiu’yu bu kez yine Cannes’de ‘En İyi Yönetmen’ ödülüne ulaştıran yeni filmi ‘Bacalaureat / Mezuniyet’, filmekimi’nin ardından vizyonda buluşuyor izleyiciyle. Kızını, yozlaştığını düşündüğü ülkesi Romanya’dan, üniversite eğitimi görüp, ardından yeni bir hayat kurması için İngiltere’ye göndermek isteyen doktor babanın, alt üst olmuş sistemle mücadelesi. Yüreğe dokunan gerçeklik ve incecik bir hüzünle kotarılmış, sarsıcı film. İngiltere’den kızına verilen bursun kaybolmaması için, lise bitirme sınavlarında işi şansa bırakmak istemeyen baba ve ülkenin sosyoekonomik, politik portresi. Ahlak, etik, düzen ve insana ait olanca değini, yaralayıcı. Romanya’ya ait tespitlerin evrensel bakışla buluşması, izleyiciyi derin düşüncelere sevk ediyor. Küçük, sıradan bir aileden yola çıkıp, toplumun geneline, oradan yaşadığımız dünyaya dair yerinde tespitler, yürek burkmaktan öte, sertçe sarsıyor izleyeni ve ürkütücü bir paranoya ile baş başa bırakıyor sizi sessizce. Müthiş yönetim, kusursuz atmosfer, enfes öykü ve olağanüstü oyuncularla bir yedinci sanat şöleni ‘Mezuniyet’. Hüzünlü fotoğraflar gibi güzel, gerçeğin altını çizen sert ve dürüst dizeler gibi güçlü. Kaçırılmamalı kesinlikle! (4,5 / 5)

FANTASTİK CANAVARLAR NELERDİR, NEREDE BULUNURLAR?
Popüler fantastik seri ‘Harry Potter’ın yaratıcısı J. K. Rowling, izleyiciyi, yeni bir sihirli dünyaya davet ediyor. İngilizce öğretmeni olan çok satan yazarın 2001’de kaleme aldığı aynı isimli kitaptan uyarlanan ve beyazperdede yeni bir serinin habercisi olan fantastik macera, türün hayranlarını heyecanlandıracağa benzer. ‘Fantastic Beasts and Where to Find Them / Fantastik Canavarlar Nelerdir, Nerede Bulunurlar’ı, ‘Harry Potter’ serisinin son dördünün yönetmen koltuğunda oturan David Yates yönetmiş. Öykü, 1926’da geçiyor. Harry Potter’ın yetmiş yıl sonra kitabını okuduğu gezgin büyücü Newt Scamander’in, yanındaki sihirli bavuluyla birlikte; New York’a ayak basışıyla başlayan serüven, New York sokaklarında gizlenen sihir dünyasını gözler önüne seriyor. Nesli tükenmekte olan sihirli yaratıklar, iyi huylu ve kötücül büyüler, sihrin ve büyücülerin gizemli ve netameli dünyası. Ünlü fizikçi Stephen Hawking’i canlandırdığı ‘The Theory of Everything / Her Şeyin Teorisi’ ile ‘En İyi Erkek Oyuncu’ Oscar’ını kazanan Eddie Redmayne’i başrolde izleyeceğimiz fantastik serüvende, Katherine Waterston, Alison Sudol, Dan Fogler’ın yanı sıra, usta isimler; Colin Farrell, Samantha Morton, Jon Voight, Ron Perlman, ve sürpriz misafir olarak Johnny Depp, öyküye renk katıyorlar. Oscar’lı görüntü yönetmeni Fransız Philippe Rousselot’un kamerası ve emek dolu nefes kesici sanat yönetimi; çok şey ekliyorlar, sihirli evrene. Türün hayranları ziyadesiyle memnun olacaktır! (3,5 / 5)

Üç yerli yapım, Özcan Deniz’in yazıp yönettiği ve başrolü Nurgül Yeşilçay ile paylaştığı romantik dram ‘İkinci Şans’, Beyaz TV’de yayınlanan spor magazin programı Beyaz Futbol ekibinin rol aldığı komedi ‘Adam Mısın!’, Muharrem Özabat imzalı bir diğer komedi ‘Bir Şey Değilim’in yanı sıra, bir devam filmi olan korku gerilim Ouija: Origin of Evil / Ölüm Alfabesi: Kötülüğün Başlangıcı’ ve küçük izleyiciye seslenen Çin yapımı animasyon ‘Xiong Chumo Zhi Xueling Xiongfeng / Ayı Kardeşler 2: Büyülü Kış’ haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yapımları. Herkese tekrar iyi seyirler!



Diğer Yazılar