18 KASIM 2011
Bu haftanın bütün filmleri notlarımız arasında. Sezon hız kesmiyor. Hayat ta öyle. İçinizdeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ı çok uzun süre yaşatmanız dileğiyle. Filmsiz kalmayın. Herkese iyi seyirler!
ALACAKARANLIK EFSANESİ: ŞAFAK VAKTİ BÖLÜM 1
Çok satanların belki de en popülerlerinden olan Stephenie Meyer imzalı “Alacakaranlık” serisinin son romanı 754 sayfa olunca, beyazperde uyarlaması da, “Harry Potter”a yapılan uygulamaya benzemiş. Yapımcılar, filmi ikiye bölmüşler. Serinin dördüncü sinema filmi izleyeceğimiz. Sırasıyla 2008, 2009 ve 2010’da çekilen filmler, en az uyarlandıkları romanlar kadar ilgi toplamıştı. Özellikle ilk gençliklerini süren yeni yetmeler ve ne yaşta olursa olsunlar, ‘Edward Cullan’ karakterini canlandıran Robert Pattinson hayranları, Alacakaranlık serisinin fanatiği olmuş durumdalar. Yeni filmde bu kez, sırılsıklam aşık kahramanlarımız Bella ve Edward’ın mürüvvetine tanıklık ediyoruz. Balayının on dördüncü gününde Bella, bebek beklediğini anlıyor ama bebeğin babası vampir olunca doğum süreci teknik olarak imkânsıza yakın bir zorluk derecesine ulaşıyor bu arada aşkına karşılık bulamamış kurt adam Jacob’ta, aynı Bella gibi dayanılması güç acılar içinde kıvranıyor. 117 dakika boyunca izlediğimiz bu yani. Gelmiş geçmiş en kötü 10 senaryo arasına rahat girebilecek film, sadece öykünün hastaları tarafından beğenilebilir kanaatindeyim. Bazılarına hiçbir kötülük işlemez. Bazıları doğuştan mühürlüdür (artık o neyse!) diyen fantastik ve romantik yapım, mühürsüz olanların vay haline dedirtiyor bir de. İlk filmleri izlememiş olanlar için meseleyi biraz açmakta yarar var. Vampirlerin konu edildiği korku edebiyatını, popüler kültür, özellikle gençlik jargonu ve bolca romantizm ile birleştiren eser, bir vampir ile ölümlü bir insan arasındaki büyük aşkı bir nevi modern Romeo-Juliet şeklinde işliyordu, işin içine kurt adamları katmayı unutmadan… 1990 doğumlu Kristen Stewart ve 1986 doğumlu Robert Pattinson’un başrolü paylaştıkları popüler yapım perdede de tuttu. İlk filmin ardından, özellikle vampiri canlandıran Robert Pattinson’un gerçekten bir insan değil, bir yaratık görünümünde olduğunu yazmıştım. Yetenekli aktör, şu an ‘ölü yüzü’ ve vakur karizmasıyla; genç kızlara çığlıklar attıran bir beyazperde ilahı olmuş durumda. Serinin üçüncü filmi “Tutulma”, kendisine delice aşık iki yakışıklı, vampirimiz Edward Cullen ve kurt adam Jacob Black arasında kalan Bella Swan’ın zor seçimine odaklanmıştı. ‘Sophie’nin Seçimi’gibi bir durum yaşıyordu genç kız. Yeni filmde bu kez, Bella’nın verdiği ve arkasında durduğu hayati kararları izleyeceğiz. “Hard Candy” ve “30 Days of Night” gibi başarılı korku-gerilimleri imzalamış İngiliz David Slade, yönetmen koltuğunu Bill Condon’a bırakmış dördüncü filmde. Condon’un sicili oldukça temiz ve parlak işlerle dolu. “Gods and Monsters”, “Kinsey” ve “Dreamgirls / Rüya Kızlar” gibi nitelikli filmlerle anımsayacaksınız yönetmeni. Bu filmini nasıl hatırlayacağınız ise kuşkulu…
OYUNUN SONU
Sezonun en önemli filmlerinden biri fikrimce. Tavizsiz, umutsuz, kapkara bir tespit.
İlk uzun metrajını yazıp-yöneten J.C. Chandor, 70-80’li yılların güzel, gerçek ve eleştirel Amerikan yapımlarının bir benzerine, Alan J. Pakula, Sydney Pollack, Jerry Schatzberg atmosferlerini anımsatan özel bir yapıma imza atmayı başarmış. Kirli, çürük ve ahlaksız kapitalizmin röntgeni çekilmiş adeta. “Scarecrow / Korkuluk”, “Glengarry Glen Ross / Amerikalılar” ve “L’emploi du Temps / İş Yok Zaman Çok” un ardından sisteme uçan tekmeyle saldıran yürekli bir iş daha! Kapitalist çılgınlığın sınırı aşan küstahlığını anımsatmak için belli aralıklarla gezegeni ziyaret eden küresel ekonomik krizlerin 2008’e rastlayanı öncesi geçiyor kapkara dram. Yatırım kuruluşunun batma riskini kanıtlayan bilginin ortaya çıkışından sonra, 24 saat içinde yaşananlar. İşten çıkarmalar, parçalanan hayatlar, anlamı ve değeri sıfırlanan insan. Küresel ekonomik krizlere yol açan ve küçük insanı yok eden ahlaksızlığın anatomisi izlediğimiz. Diğer bir deyişle, çıldırmış, zalim ve vahşi liberalizme dair bir korku filmi sanki. İnsanı hiçe sayan bir düzenin çırılçıplak resmi. ‘Bulunduğum yere zekâmla gelmedim’ diyen insanlıktan çıkmış patronun, yılda milyonlarca dolar kazanan, gözleri dönmüş üst düzey çalışanlarını ve sabahın köründe hiç bir şeyden haberi olmayan temizlik emekçisini aynı asansörde buluşturan kapkara bir eleştiri “Oyunun Sonu”. Sosyoekonomik düzenin karanlık, sert, ödünsüz, dosdoğru ve acımasız fotoğrafı. Yapımcılar arasında bulunan genç aktör Zachary Quinto’nun eşlik ettiği, başta iki dev aktör Kevin Spacey ve Jeremy Irons’un karşılıklı döktürdükleri müthiş oyuncu kadrosu. Kimler yok ki; Paul Bettany, Stanley Tucci, Demi Moore, Mary McDonnell ve Simon Baker… Kişiliğini milyon dolarlara karşılık sıfırlamış bir sürü insan. İçinde yaşadıkları canavarın onlara derin mezarlar kazdıran ürkütücü can çekişmesi. Hayatlarındaki bütün anlamları teker teker kaybeden yaratıklar. Yatırım kuruluşunun patronlarından biri, insanların mahvına sebep olan felaketin yaşandığı sabahın köründe, şirketin en üst katındaki lokantada, iştahla yemeğini yerken, “Kan Dökülecek / There Will Be Blood”ın ana karakterini ne kadar çok andırıyor. Canavar, aynı canavar işte.
CELAL TAN VE AİLESİNİN AŞIRI ACIKLI HİKÂYESİ
Adana Altın Koza Film Festivali’nden ‘En İyi Film’ ve ‘En İyi Senaryo’ ödülleriyle dönen kara komedi, Onur Ünlü imzası taşıyor. İlk uzun metrajı “Polis”le şahsen çok sevdiğim ve ‘bambaşka bir sinemacı’ dediğim Ünlü’nün ‘içli’ ve ‘meselesi olan’ kara mizahından beslenen yapım, senarist-yönetmenin benim nezdimdeki inişli çıkışlı grafiğine uyuyor. (Fakat inişli çıkışlı derken şu noktayı önemle vurgulamalıyım; Ünlü’nün en beğenmediğim filminde bile içtenlikle gülümsüyor ve zeki pırıltılar görüyorum) Örneğin, “Polis”i çok sevdikten sonra, “Güneşin Oğlu”nu beğenmemekten, ardından “Beş Şehir”i çok iyi bulmaktan söz ediyorum. İncelikli, absürt, aynı anda gerçek, sert, yaşamın yanı başına ölümü iğneleyen gümbür gümbür bir filmdi “Beş Şehir”. Ünlü’nün yeni filmi, biçim, atmosfer, yönetmenlik ve derdini anlatmak adına sorunlu değil. Her şeyden önce, zeki ve yaratıcı bir sinemacı Ünlü. Çok iyi de bir insan. Düzgün, zeki, hemen her şey üzerine konuşabileceğiniz derinlikli, sıcacık bir kişilik. Fakat bu kez bir ‘olmamışlık’ hissiyatı geldi oturdu yüreğime. “Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi”ni doğrusu ‘biraz kaba hatlı’ ve zorlama buldum. Televizyon ‘haleti ruhiyesi’ vardı filmde. Bu sit-com biçim, ilişki kurmakta zorlandığım öykü-mesele, beni filmin içine bir türlü alamayan anlatımı sarıp sarmalıyordu tamamen. Fakat filme, bu yılın özellikle festivallerde yarışan birçok ürününün yanında, kesinlikle kötü denemeyeceğini de belirtmek isterim. Hayatı algılayışını kavradığımı düşündüğüm, mizah duygusuna ve yaratıcılığına çok güvendiğim üstadın, yeni filmini hararetle beklediğimi de not düşerim buradan. ‘Bir, çok beğendim, bir beğenmedim’ durumuna göre; gelecek filmi çok seveceğim gibi gözüküyor!
MURAT ERŞAHİN