18 EKİM 2024
18 Ekim haftasındayız…
Adana Altın Koza, Antalya Altın Portakal ve Filmekimi başlayıp bitti bile… Sırada, 7-15 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek olan 35. Ankara Film Festivali var!
Vizyon ise hız kesmeden sürüyor! Kimi katıldığı festivallerin ardından vizyonda izleyicisiyle buluşuyor yerli, yabancı, farklı türden birçok yeni film…
SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK
Le Bonheur / Mutluluk
(Yönetmen: Agnès Varda / 1965)
Week-end
(Yönetmen: Jean-Luc Godard / 1967)
Les deux Anglaises et le continent / İki İngiliz Kız
(Yönetmen: François Truffaut / 1971)
L'amour l'après-midi /Öğleden Sonra Aşk
(Yönetmen: Eric Rohmer / 1972)
Violette Nozière / Zehirli Çiçek
(Yönetmen: Claude Chabrol / 1978)
HAFTA SONU AİLE SİNEMASI
ANNE VE BABA İÇİN
The Name of the Rose / Gülün Adı
(Yönetmen: Jean-Jacques Annaud / 1986)
Highlander / İskoçyalı
(Yönetmen: Russell Mulcahy / 1986)
Monster’s Ball / Kesişen Yollar
(Yönetmen: Marc Forster / 2001)
ÇOCUKLAR İÇİN
The Angry Birds Movie / Angry Birds Film
(Yönetmen: Clay Kaytis, Fergal Reilly / 2016)
Captain Underpants: The First Epic Movie / Kaptan Düşükdon: Destansı İlk Film
(Yönetmen: David Soren / 2017)
The Boss Baby / Patron Bebek
(Yönetmen: Tom McGrath / 2017)
Vizyonda bu hafta (18 Ekim 2024)
Dördü yerli yapım olmak üzere toplam 10 yeni film merhaba diyor 18 Ekim haftasına!
Notlarımızda geniş olarak yer alan tek yeni film, Burak Çevik imzalı ‘Hiçbir Şey Yerinde Değil’.
HİÇBİR ŞEY YERİNDE DEĞİL
-Katliam katliamdır!-
Adını Nesrin Uçarlar’ın aynı adlı kitabından alan ‘Hiçbir Şey Yerinde Değil’, senaristi ve yönetmeni Burak Çevik’in, ‘Tuzdan Kaide’ (2018), ‘Aidiyet’ (2019) ve ‘Unutma Biçimleri’nin (2023) ardından perdeye yansıyan yeni filmi. Tamamen tek plan formunda tasarlanmış sert sahneler içeren dram, yakın tarihimizin en önemli, en vahşi ve en ‘hassas’ olaylarından, ‘kırılmalarından’ birini, 8 Ekim 1978’de yaşanan Bahçelievler Katliamı’nı kurmaca bir evrene taşıyor. İçinde hiç ‘katliam’ kelimesi geçmiyor aslında tek gecede başlayıp biten hikâyenin. 8 Ekim 1978 tarihinde Ankara’nın Bahçelievler semtinde Türkiye İşçi Partisi üyesi yedi gencin, Latif Can, Efrahim Ezgin, Hürcan Gürses, Osman Nuri Uzunlar, Serdar Alten, Faruk Ersan ve Salih Gevence adlı gençlerin evlerinde otururken öldürüldüğü ve tarihe Bahçelievler Katliamı olarak geçen olayı taşımış perdeye Burak Çevik. Filmde öldürülen kişi sayısı değişmiş. Mahkeme kayıtları ve görgü tanığı ifadelerine göre olayın failleri belli aslında. (Bu isimlere internette bile yer alan her türlü kayıttan ulaşılıyor) Filmin özeti ise yarıştığı ve ‘En İyi Yönetmen’, ‘En İyi Sanat Yönetimi’ (Erim Gayretli) ve ‘Kadir Beycioğlu anısına verilen Jüri Özel Ödülü’ dahil toplam üç ödülle ayrıldığı Adana Altın Koza Film Festivali kataloğunda şu şekilde yer alıyor: ‘1978 yılında, sol devrimin şiddetle değil siyasetle gerçekleşeceğine inanan beş solcu genç bir evde toplanarak çıkardıkları dergiyi tartışmaya başlarlar. O gece yaşanacak olanlar, 1980 darbesi öncesinde Türkiye’de var olan siyasi kaosu gözler önüne serer’...
TİP’li gençlerin katli, perdede ‘sıradan’ bir vahşi suç öyküsü olarak işlenmiş. Olayların ülkemizde geçtiği, halen derin bir travma olduğu gerçeği ve kanayan yaraların varlığı pek hesaba katılmamış. Empati kurmanın hiçbir şekilde mümkün olmadığı saldırıda, faşist katillerin perdedeki cinayet sebepleri ve bunun izleyici ile paylaşımı çok rahatsız edici. (Hayatını kaybeden gençlerin halen hayatta olan aileleri, dost ve yakınları için dayanılması güç bir tablo oluşturabilir bu öte yandan) Ülkede yaşanmış bir katliama bu denli soğukkanlı yaklaşmak, katliam vurgusundan kaçınmak ve festival gösteriminin hemen ardından ‘filmimde kullandığım biçime dikkat ettiniz mi’ sözleri, zarafetten uzak bir yaklaşım biçimi gibi göründü bana. (bu arada biçim deyince; filmin başında bir televizyon ekranının içinden çıkan kamera kesintisiz biçimde evin içinde dolaşıyor ve aynı yoldan geri dönüp bir döngü oluşturarak televizyonun içerisine geri dönüyor) Şimdiki zaman hissi, baştan sonra anlatım biçimine eşlik ediyor. Çevik’in Tanıl Bora ve Akif Kurtuluş gibi dönemi ve olayın hassasiyetini bilen önemli isimlerden senaryo danışmanlığı alması, mühim ve ilginç bir yapım notu kanımca. Burak Çevik nasıl bir teknik ve biçim kullanırsa kullansın, meselesi ve yaklaşımı üzerine zaman içinde çok konuşulacak, eleştirilecek bir film perdede duran. Nuri Bilge Ceylan başta olmak üzere Altın Koza jürisinin filmi sevdiğini, verdikleri en iyi yönetmen, en iyi sanat yönetimi ve jüri özel ödülü ile gördük. Filmin genel yapısına Ceylan’ın da pek beğendiği Filipinli sinemacı Brillante Mendoza atmosferi ve sertliği egemen. Sebeplerden biri bu olabilir.
Mütevazı bir öğrenci evinin salon, koridor, mutfak, banyo ve bir odasında dolaşan kamera önünde gayet tıfıl beş karakter, bilimsel sosyalizm üzerine konuşuyorlar. Arada kamera yükselip, masanın tepesindeki lambaya, koyu sohbet eşliğinde yükselen sigara dumanlarına sabitleniyor. Ardından aşağıya, masaya, kül tablasına iniyor kamera. Aralarından birinin doğum günü de kutlanıyor bu arada. Türkiye İşçi Partisinin Genel Başkanı, siyasetçi, akademisyen ve sosyolog Behice Boran’ın adı da geçiyor. Sonra faşist katiller eve geliyorlar ve kanlı eylemin nedenini monolog olarak izah ediyorlar. Ardından vahşi eylem gerçekleşiyor. Haluk Kırcı’nın ağzından dökülen intikam açıklaması, masum çocukların hayatlarını yitirişi ve 80 darbesinin argümanı olan sağ-sol çatışmasına indirgenen, iki görüşü eşitleyen bir durum filmin ardından bizde kalan ve vahşi eylemin failler tarafından dile getirilen sebepleri! Katile katil, kurbana kurban ve katliama katliam demek gerek oysa. Olayın vahşetini izleyiciye aktarırken o gece yaşananları ‘anlamaya’ çalışmaktan çok, derin karanlığın üstüne gitmek, derine inme gayreti ve kökleşmiş kötülüğün temeline, bağlantılarına bakmak gerek kanımca. Sorumluluk ve vicdanla… Filmde, yaşanmış olaya objektif bir bakıştan çok, faillerin eylemine izahi bir bakış yatıyor. Ajitasyon sinemasına yakın duran filmin birçok insanı ve fikri ikiye böldüğü/böleceği ortada. Saygı göstermekle birlikte, eleştirmek de çok doğal, hal böyle olunca. ‘Hiçbir şey yerinde değil’ gerçekten! (2 / 5)
Haftanın diğer yenilerine bakacak olursak…
Parker Finn’in yazıp yönettiği ‘Smile 2 / Gülümse 2’, Finn’in 2022’de türe kazandırdığı aynı adlı yapımın (Smile / Gülümse) devam filmi! Gizem yüklü korku-gerilim dünya turuna hazırlanan ünlü şarkıcı Skye Riley’nin, akıl almaz bir ölüme şahit olduktan sonra yaşadığı dehşetengiz olayları taşıyor perdeye. Yeni bir dünya turuna çıkmak üzere olan küresel pop fenomeni Skye Riley, giderek daha korkunç ve açıklanamaz olaylar yaşamaya başlar. Artan dehşet ve şöhretin baskısından bunalan Skye, kontrolden çıkmadan önce hayatının kontrolünü yeniden kazanmak için karanlık geçmişiyle yüzleşmek zorunda kalır. Naomi Scott, Kyle Gallner ve Drew Barrymore oyuncu kadrosunu oluşturan isimler.
‘Le Comte de Monte-Cristo / Monte Kristo Kontu’, Alexandre de La Patellière ve Matthieu Delaporte’nin birlikte yönettikleri ve senaryosunu kaleme aldıkları Fransa-Belçika ortak yapımı. Dev kalem Alexandre Dumas’ın ilk kez 1844’de yayımlanan (1802-1870) aynı adlı klasiğinden uyarlanan yapım, bilindiği üzre aksiyon ve romantizm içeren bir dönem dramı. Masum denizci Edmond Dantès, hayatının en parlak döneminde arkadaşlarının kıskançlığı ve komploları yüzünden haksız yere zindana atılır. Yıllarca acımasız bir esaret altında yaşayan Dantès, hayatta kalma iradesini bilge bir mahkûmdan öğrendiği bilgiler ve devasa bir hazineyle özgürlüğe kavuşma hayaliyle güçlendirir. Hapisten kaçtığında artık o eski masum genç değildir. Monte Cristo Kontu adıyla geri dönen Dantès, artık tek bir amacı olan bir gölgeye dönüşmüştür: ona ihanet edenlerden hesap sormak. Başrolü üstlenen Pierre Niney’e eşlik eden isimlerse, Bastien Bouillon, Anaïs Demoustier, Anamaria Vartolomei, Laurent Lafitte ve Pierfrancesco Favino.
İran asıllı İsveçli yönetmen Ali Abbasi’nin yönettiği Danimarka-Kanada-İrlanda ortak yapımı ‘The Apprentice / Trump’ın Hikâyesi’, Cannes’de Altın Palmiye için yarışmıştı. 70 ve 80’lerde çürümüş avukat Roy Cohn’un yardımıyla New York’ta emlak işine girişen genç Donald Trump’ın öyküsü. Biyografik ve politik dram, ABD siyasi haritasının en ilginç ve tartışılan figürlerinden Trump’i mercek altına alıyor. Sebastian Stan, Jeremy Strong, Martin Donovan ve Maria Bakalova’nın başlıca rolleri üstlendikleri tarihsel yapımın senaryo yazarı ise Gabriel Sherman.
John Crowley imzalı romantik dram ‘We Live in Time / Son Ana Kadar’ın başrollerini Andrew Garfield ve Florence Pugh paylaşıyorlar. Gelecek vaat eden bir şef ve yakın zamanda boşanmış bir kadın. Şans eseri bir karşılaşma bu iki insanı; on yıl süren, derinden etkileyen bir aşkta bir araya getirecektir. Adam James, Douglas Hodge ve Niamh Cusack, oyuncu kadrosunun öne çıkan diğer isimleri.
Danimarka-Hollanda-Fransa-Almanya-Estonya-Çin ortak yapımı çok uluslu animasyonu Richard Claus ve Karsten Kiilerich birlikte yönetmişler. ‘Panda Bear in Africa / Cesur Panda: Görevimiz Afrika’, hayvanların huzur içinde yaşadığı yemyeşil bir bambu ormanından, Afrika’nın derinliklerine uzanan film, yakın arkadaşı bebek ejderhayı kurtarmaya çalışan bir panda ayının öyküsünü taşıyor perdeye.
‘Kayıp Kamyon’, Ekrem Arslan’ın yönettiği bir komedi-dram. Emekli bir zabıta memuru olan Vasıf, kızı ve damadını trafik kazasında kaybettikten sonra torunu Zeynep’e bakar. Zeynep, annesi ve babasını kaybettikten sonra iyice kendi içine dönmüş, dedesiyle samimiyetini yitirmiştir. Vasıf, ruhsatı kendisinin üzerinde olan eski kamyonunun on yıllık vergi borcu olduğunu öğrenir ve bu andan itibaren hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Bülent Emin Yarar, Yetkin Dikinciler, Ülkü Hilal Çiftçi, Engin Hepileri ve Gözde Cığacı, oyuncu kadrosunda yer alan isimler.
Kenan’ın dedesi eski zamanlarda köyünde bir define haritası bulmuştur. Bu defineyi yıllarca aramış, ancak bulmayı başaramamıştır. Köyüne gittiği bir yaz gününde sandıkta bir not bulan Kenan, definenin haritasının yeri ile alakalı bilgileri öğrenir. Araştırmaları sonucunda haritaya ulaşan Kenan, ekip arkadaşlarını yanına alarak ormanın derinliklerinde eski bir taş yapıyı arar. Uzun yol kat ederek defineyi bulan ekibi kötü bir sürpriz beklemektedir. Anastasiya Budakva’nın senaryosunu yazıp yönettiği korku denemesi ‘Dabba’nın oyuncu kadrosunda ise; Harun Doğan, Hunde Sude Alınca, Emirhan Parlak ve Seden Seda Ekiztaş yer alıyorlar. Çin yapımı animasyon ‘Shan Hai Jing zhi Zai jian guai shou / Cesur Çocuk: Elveda Canavar’, Jianming Huang imzası yaşıyor. Dünyanın en ünlü hekimlerinin yetiştiği Kunlun adasını bir beladan kurtarmak isterken yanlışlıkla neredeyse adanın tamamını yok eden şifacı Bai Ze’nin, sürgünde tanıştığı cesur bir çocukla gelişen arkadaşlığından güç alarak kefaret için adaya geri dönmesine tanık oluyoruz.
Doğa Can Anafarta’nın yönettiği ‘Gelin Takımı’, birbirlerinden farklı karakterler sahip dört yakın arkadaş olan Ayça, Selin, Berrin ve Deniz’in, Berrin’in bekarlığa veda partisi için bir araya gelmeleriyle yaşadıklarını konu alan bir komedi.. Düğünden önce arkadaşı Berrin'e bekarlığa veda partisi organize etmeye karar veren Ayça, düğünün yapılacağı oteli ayarlar. Akın ve Poyraz isimli iki yakışıklının da aralarına katılmasıyla, unutulmaz bir tatil yaşamayı planlayan bu eğlenceli kadınlar, beklenmeyen ihanetler, hesaplaşmalar ve yanlış anlaşılmaların ortasında adım adım düğün gününe yaklaşırken kendilerini beklemedikleri bir maceranın içinde bulurlar. Seda Bakan, Şebnem Bozoklu, Ecem Erkek, Nilperi Şahinkaya, Mehmet Günsür, Fırat Çelik, Doğan Bayraktar, Ali Yoğurtçuoğlu ve Ayşenil Şamlıoğlu, oyuncu kadrosunu oluşturuyorlar.
İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!
İyi seyirler herkese!
MURAT ERŞAHİN