17 MART 2017
Vizyona merhaba diyen, ikisi yerli; sekiz yeni film var bu hafta karşımızda. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.
AQUARIUS
-Geçmiş, şefkati, birikimi, azmi ve olanca sıcaklığıyla sana sarılıyor işte-
Brezilya’dan çıkagelen dram, ‘yaman’ bir yönetmenin imzasını taşıyor. Cannes’de ‘Altın Palmiye’ için yarışan incelikli yapım, kişisel ve toplumsal hafızanın izini sürerken, kent bilincine, mücadeleye, hayatın kavga edilmesi gereken ayrıntılarına ve insan yaşamının değerine dair son derece yalın ama aynı ölçüde güçlü; samimi ve ‘doğru’ saptamalar yapıyor.
Altmış beş yaşındaki dul Clara, hayattan vazgeçmemiştir henüz. Doğup büyüdüğü evde yaşamaktadır emekli müzik eleştirmeni. Varlıklı, entelektüel bir ailenin üyesi olan Clara, üst sınıfın yaşadığı muhitte, deniz kenarındaki geçmişin modern apartmanında tek başına kalmıştır yıllar sonrasında. Evi yıkıp, yerine gökdelen dikmek isteyen rant peşindeki inşaat şirketiyle arasındaki soğuk savaşa ve izole yalnızlığa rağmen, korkusuzca hayata tutunmaya ve yaşamaya devam eder.
Başrolü üstelenen Sonia Braga’nın son derece nüanslı ve lezzetli performansı, senaryoyu yazan ve yöneten Kleber Mendonça Filho’nun gözü pek ve ödün vermez bilinci, usta anlatımı ve kurduğu kusursuza yakın atmosfer, sezonun en önemli filmlerinden biri kılıyor ‘Aquarius’u! Hayatın kimseyi iplemeyen ritmi, kapitalist ahlaksızlığın vücut bulmuş hali olan insan ve şirketler, bütün yıldırma ve baskılara rağmen direnen inatçı birey, ahlak, sınıf, onur, mücadele bilinci ve birlikte kalmanın bünyeyi besleyen gücü. Hangi yaşta olursak olalım, hayata dört elle sarılmak ve insanın olmanın gereği. İzleyeni, kişisel bir yolculuğa çıkarıyor Kleber Mandonça Filho’nun ‘güçlü’ filmi. Kentsel dönüşüm adı altında süren rant kavgası, insanı sıfırlayan düzende yok edilen anılar. Her şeye karşın tek başına kafa tutabilmenin gücü! Söyleyeceğini, sadece insanlar ve ‘bugün’ üzerinden değil, eşyalar ve geçmişin bir yerlerde nefes alıp veren ruhu üzerinden söylüyor film.
Yaşanmışlıkların verdiği devam etme gücü, dünün besleyici mirası, özellikli, ruhunu yitirmemiş insanlar. Birçok politik, sosyo kültürel ve ekonomik meseleye cesaret ve dürüstlükle değinen dram, etrafınızda gezinen ve ateş üfleyen canavarlara karşı, yalnız olmadığınız fısıldıyor kulağınıza! Aquarius’u izlerken, geçmişe gittim sıkça. Doğup büyüdüğüm mahalle, sokak, evimiz, bütün o eski güzel insanların görüntüleri yığıldı zihnime. Mücadeleci, bilgili, hoş sohbet teyzem Necla Fertan, bağlamasından kuşlar havalanan Ruhi Su, hemen her şeyi ince bir inat ve zarafetle öğreten Behice teyze, Mina Urgan’ın seçkin ama çocukça paylaşıma aç olan bilgisi, Sıdıka teyzenin dost sıcağı, Cemil Eren’in beyaz tualleri, Müntekim Öktem’in müthiş Türkçesi… Bir terasta oturuyor çocukluğum, etrafımdaki yetişkinleri izliyorum; sanki gülümsüyorlar. ‘Yalnız değilsin, biz senin anılarındayız, her an seninleyiz işte’ diyorlar. ‘Aquarius’ çok önemli! (5 / 5)
YAŞAM KÜRÜ
-Ürkütücü ve pahalı bir tedavi için-
‘Rango’ adlı animasyonuyla Oscar kazanan, ‘Mousehunt / Zor Hedef Fare’, ‘The Mexican / Meksikalı’, ‘The Ring / Halka’, Üç filmlik ‘Pirates of the Carabbian / Karayip Korsanları’ serisi, ‘The Weather Man / Fırtınalı Hayatlar’ ve The Lone Ranger / Maskeli Süvari’ adlı hemen her tür ve telden kaliteli filmlerin ‘usta’ ismi Gore Verbinski, Justin Haythe ile birlikte kaleme aldıkları öyküde, filmografisine ilginç bir örnek daha katmış kuşkusuz.
ABD-Almanya ortak yapımı, Baden, Brandenburg bölgesinde; Almanya’da çekilmiş. İsviçre Alplerinde bulunan termal bir şifa merkezinde gerçekleşen gizemli olaylar yansıyor perdeye. Genç, son derece hırslı, başarıya ulaşmak için her yolu mübah gören Makyevelist bir yönetici adayı, İsviçre Alplerinde bulunan; görünüşte cenneti andıran son derece huzurlu iyileştirme merkezinden, çalıştığı şirketin CEO’sunu geri getirmesi için görevlendirilir. Dehşet yüklü gizemi deştikçe, karşısına çıkan gerçekler, akıl sağlının sınırlarını zorlar. Tedavi merkezinin zengin ve yaşlı hastalarının arasına mı katılacaktır?
İlerde adını çok daha sık duyacağımız ‘sıkı aktör’ Dane DeHaan’a, Jason Isaacs, Celia Imrie, Ivo Nandi ve geleceği ışıl ışıl olan, eksantrik genç aktris Mia Goth eşlik ediyorlar. Bir Dracula öyküsü gibi başlayıp, klasik korku sinemasına fantastik tatlar ekleyen yapım, son derece başarılı açılışını, bir takım sarkma ve tekrarlarla törpülese de; müthiş özenli yapım tasarımı ve birinci sınıf görüntü yönetmenliğiyle; tarihe not düşüyor. Kostüm, makyaj ve sanat yönetimi çok çalışılmış. Benjamin Wallfisch imzalı orijinal müzik de gayet başarılı.
Aristokrat soyluların kuruyana dek ‘damıtıldığı’ öykü, ruhu tamamen kirlenmiş beyaz yakalı kapitalistlerin iyileşme şansları bulunmadığını, bunun için insanüstü bir gayret sarf etmeleri gerektiğini perdeye iliştirirken, bir klasik olma fırsatının kaçtığını duyumsatıyor son jeneriklerde. Upuzun süre, tekrarlar, bazı sapmalar, senaryodaki kimi boşluklar, beş yıldızdan geriye saydırıyor ister istemez! Yine de işçiliğiyle, özellikle türün hayranları için bir zaruret kanımca. (3,5 / 5)
KIRMIZI KAPLUMBAĞA
-Dingin, sessiz ve bilge bir insan-doğa ilişkisi öyküsü-
Miyazaki ustanın stüdyosu Ghibli’den çıkma zarif animasyon, Japonya-Fransa-Belçika ortak yapımı. Diyalogsuz öykü, geçirdiği bir deniz kazası sonrası, ıssız bir adaya düşen adamın, kaplumbağalar, yengeçler ve kuşlar arasındaki günlerini taşıyor perdeye; kim bilir, hayatın anlamın belki de!
‘En İyi Animasyon’ dalında Oscar adayı olmuş el emeği göz nuru yapımı, ödüllü kısa filmleriyle tanınan Hollandalı animasyon uzmanı Michael Dudok de Wit yönetmiş. Son derece sade, süssüz bir o kadar da gösterişli ve bilge film, insan ve doğa ilişkisi üzerinden, hayatın gücü, güzelliği, önemi ve değerine bakıyor. Vakur bir bilgelik, zarif bir dehayla buluşmuş gibi. İnsanın kendine gereksiz biçimde yüklediği önem, koca evrende ne denli küçük, küçücük olduğumuzun resmi, bizden önce olanlar ve bizden sonra olacaklar…
Nazım Hikmet’in benzersiz ‘Masalların Masalı’ adlı şiiri takılıyor akla, yalın film; olanca duruluğuyla akarken perdeden: ‘Su başında durmuşuz. Su serin, çınar ulu, ben şiir yazıyorum. Kedi uyukluyor. Güneş sıcak. Çok şükür yaşıyoruz. Suyun şavkı vuruyor bize. Çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze.’ El yapımı antik bir biblo değerinde. Kesinlikle kaçırmayın! (5 / 5)
BEN ÖLMEDEN ÖNCE
-İyi insan olalım yeter diyen ahlakçı bir gençlik filmi-
Çok satan gençlik romanları yazarı Lauren Oliver’in üçlemesinden uyarlanmış gizemli dram, hayat standardı yüksek, batılı yeni yetmelerin ahlak ve hayat bakışları üzerine didaktik tonlar içeren bir yapım. Ölümüyle sonuçlanan günü tekrar tekrar yaşayan Samantha’nın hikayesini, oyuncu, yönetmen, senarist ve kurgucu kimliklerine sahip Ry Russo-Young yönetmiş.
On yedi yaşındaki Samantha Kingston, on iki Şubat tarihinde bir araba kazası sonucu ölür ve ertesi gün uyandığında tarihin yine aynı günü gösterdiğini görür dehşetle. Bir kabustan uyanmış olduğunu sanan genç kız, gün içinde yaşadığı tekrarların bir ‘dejavu’ olduğunu düşünse de, ertesi gün tekrar yatağında uyanıp, aynı günü yaşamaya devam ettikçe karanlık gerçeği kavrar. Yaşarken doğru yapıp yapmadığımız eylemler, hayatımızdaki insanlar, dürüst olup olmadığımız gerçeği, söylediğimiz yalanlar ve en önemlisi kendin olup olmamak!
Hollywood’un aranan genç aktrisi Zoey Deutch’a, yine Halston Sage, Logan Miller ve Elena Kampouris adlı genç oyuncular eşlik ediyorlar. Teknik kalitesi yüksek, atmosferi başarıyla kurmuş fakat hayata bir eli yağda bir eli balda olup, umarsız bir burjuva penceresinden bakan yapım, dünyanın farklı coğrafyalarında ‘yaşama’ derdinde olup, alınıp, satılan, cephelere sürülen, açlıkla mücadele eden yaşıtları varken, dertleri ‘lüks’ kalan ABD’li yeni yetme gençlerin varoluş sorgularını yansıtıyor perdeye. Alt gelir grubundakileri güldürecek eften püften meseleler, başka duyarlıklara sahip, umarsız üst sınıf gençleri arasında hayat memat meselesi demek ki, dedirtiyor öykü. (2 / 5)
Peter Chelsom’un yönettiği, bilimkurgu katkılı romantik dram ‘The Space Between Us / Bu Dünyanın Dışında’, Bill Condon imzalı klasik uyarlama ‘Beauty and the Beast / Güzel ve Çirkin’ ve iki yerli yapım, korku-gerilim türündeki ‘Kuyu’ ile Yılmaz Erdoğan’ın yazıp yönettiği ‘Tatlım Tatlım’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Tekrar iyi seyirler herkese. MURAT ERŞAHİN
MURAT ERŞAHİN´İN PROGRAMI BİSİKLET HIRSIZLARI´NI İZLEYİN