17 HAZİRAN 2022
Dünya genelinde altı milyondan fazla, ülkemizde yüz binin üzerinde can kaybına yol açan Koronavirüs (COVID-19) belasından, aşılarımızı olarak, sosyal mesafelerimizi koruyarak, hijyen kurallarına sıkı sıkıya uyarak, maskelerimizi kapalı alanlarda ve toplu taşıma araçlarında çıkartmamaya çalışarak korunmaya devam ediyoruz. Umuyoruz çok yakında bu beladan kurtulacağız tamamen!
Tarih 2 Temmuz 2021’i gösterdiğinde sinema salonları yine izleyicileri ağırlamaya başlıyor; perdeler umduğumuz o ki, bir daha kapanmamak üzere açılıyordu! Sinemalar açılmadan önce her hafta, naçizane iyi filmler ve diziler önerdim sizlere! 2020 Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaştım. 5 Mart 2021’den itibarense, sinema salonları perdelerini açana dek, her yeni hafta, o tarihe ait eski ‘sinemadan çıkmış insan / vizyonda bu hafta köşeleri’ni sizlerle buluşturdum. Sizlere her hafta sinema tarihinden 5 klasik film önerdiğim ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bölüm ve geçmiş vizyon haftalarını anımsadığımız ‘Tarihte Bu Hafta’ adlı bölümler devam edecek!
Önce sağlık; gerisi hikâye! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Kurda kuşa yem olmayın bir de!
ÖNCE TAVSİYELER…
SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK
Belle de Jour / Gündüz Güzeli
(Yönetmen: Luis Buñuel / 1967)
Le Mépris / Nefret
(Yönetmen: Jean-Luc Godard / 1963)
Black Moon / Kara Ay
(Yönetmen: Louis Malle / 1975)
Les choses de la vie / Hayat Bağları
(Yönetmen: Claude Sautet / 1970)
L'important c'est d'aimer / Önemli Olan Sevmek
(Yönetmen: Andrzej Zulawski / 1975)
Vizyonda bu hafta (17 Haziran 2022)
Dördü yerli yapım olmak üzere toplam dokuz yeni filme ev sahipliği yapıyor 17 Haziran vizyonu!
Ti West imzalı korku-gerilim ‘X’, başrolünü Liam Neeson’un üstlendiği, Martin Campbell’ın yönettiği aksiyonu yüksek suç dramı ‘Memory / Geçmişe Dönüş’ ve Ferit Karahan’ın yönettiği bol ödüllü yerli yapım ‘Okul Tıraşı’, haftanın notlarımız arasında olan yenileri!
X
-İçeriden ‘derin’ Amerika-
‘The Sacrament / Ayin’ ile hafızalara yerleşen Ti West’in yazıp yönettiği korku-gerilim, 1979 yılında Teksas kırsalında bir çiftlik evinde geçiyor! Yetişkin filmi çekmek için yaşlı bir çiftin evlerini kiralayan bir grup sinemacı, gün geceye döndüğünde gerçek bir kâbus yaşarlar!
Tarikatlar, derin Amerika’nın ev içi halleri, cinsellikle sınav veren kırsal nüfus ve ‘netameli’ yaşlı bir çift üzerinden kıta manzaraları… İlk olarak Lars von Trier’in 2013 tarihli filmi ‘Nymphomaniac / İtiraf’ ile tanıdığımız Mia Goth’un birbirinden ‘farklı’ iki ana karakter birden canlandırdığı şiddet yüklü öyküde, Jenna Ortega, Brittany Snow, Kid Cudi, Owen Campbell, Stephen Ure ve Martin Henderson diğer önemli rolleri üstleniyorlar. TV’den yaptıkları yayınlarla evlerin içine süzülen evangelist sözcülerin ahlak bekçiliği yaptıkları derin kırsalda yaşanan gerçekler…
Merkez güney eyaletinin tekinsiz doğası hemen her detayıyla öyküye yedirilmiş. Yeni Zelanda’da gerçekleşen çekimlerde adeta bir Teksas kırsalı yaratılmış. Türün yenilikçi ismi Ti West, her zaman yaptığı gibi korkunun toplumsal yanını ve sosyolojik boyutunu gayet iyi kotarmış yine. İçeriyi, hücresel düzeyde yer alan ‘rahatsız’ toplum dinamiğini, görüntüleyen net ve karanlık bir resim! Retro ortamı yaratan titiz kamera kullanımı artılarından, dehşet yüklü filmin. (3,5 / 5)
GEÇMİŞE DÖNÜŞ
-Vicdan öyküsü-
Alex Lewis, sonsuza dek emekli olmak, hayatını değiştirmek üzere olan kiralık bir suikastçıdır. Ayrıntıları hatırlayamayan tetikçi, Alzheimer tipi demans hastalığı boğuşmaktadır. Teksas, El Paso’da yaşayan Alex, tam emekli olmayı planlarken, eski bağlantısı ona son bir görev verir. Alex’in prensiplerinde olmayan bir kurbandır hedef! Sınırın güneyindeki bir çocuk fuhuş çetesinden zengin, nüfuzlu bir El Paso emlak patronu ve oğluna uzanan bir istismarın izini keşfettiğinde Alex, FBI ajanlarıyla gizli bir ortaklık yapmaya başlar.
2003 tarihli Belçika yapımı suç öyküsünün, Jef Geeraerts’in romanından Carl Joos’un uyarladığı ve Erik Van Looy’un yönettiği ‘De Zaak Alzheimer’ adlı filmin yeniden çevrimi olan aksiyonu ve gerilimi yüksek yapımı, usta isim Martin Campbell yönetmiş. Başrolü, ilerlemiş yaşına rağmen türün duayenlerinden Liam Neeson üstlenirken, Guy Pearce, Taj Atwal, Ray Stevenson, Harold Torres ve Monica Bellucci, öne çıkan diğer önemli rolleri üstlenmişler. Küçük, sıradan insanların ve insanlığın önemini tamamen yitirdiği, suç baronlarının ve gücü olanın hüküm sürdüğü kuralsız bir düzende vicdanı harekete geçirip, adaleti sağlama üzerine aksiyonu yüksek bir öykü perdede duran! Kendilerini kanunun, hukukun ve adaletin üzerinde gören derebeyi suçlular; buna karşın, zihin ve vicdan arasında sıkışıp kalmış iyi yürekler. Tehlikeli suç yapılanmasına karşı duran tetikçi ve insancıl bir hak arama savaşı!
İlerlemiş yaşına rağmen halen ‘sağlam ve sıkı duran’ Liam Neeson’ın performansı dikkat çekici. Martin Campbell, şık bir finalle noktalarken vicdan yükü anlatıyı, Hollywood’un Avrupa yeniden çevrimlerine de eli ayağı düzgün bir halka eklemeyi başarmış! (3,5 / 5)
OKUL TIRAŞI
-Meçhul Öğrenci Anıtı-
Doğuda, şehir merkezinden uzakta, izole, eski usul baskı ve sert kurallarla yönetilen bir yatılı erkek okulunda okuyan Yusuf, esrarengiz bir şekilde hastalanan ve durumu her an daha da kötüye giden arkadaşını yalnız bırakmayıp, hastaneye ulaştırmak istemektedir. Başlangıçta bürokrasi ve imkânsızlıklar yüzünden hastaneye götürülmeyen çocuk, sonrasında kötü hava şartlarından, karın yolları kapatmasından dolayı bir türlü hastaneye ulaştırılamaz. Yolların açılmasını bekleyen öğretmenler ve öğrenciler arasında hesaplaşmalar ve saklanan sırlar yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başlar.
Yurt içi ve yurt dışı festivallerde toplam yirmi beş ödül elden eden dramın yönetmeni Ferit Karahan. Senaryo ise yine Ferit Karahan ve Gülistan Acet imzalı. Başlıca rollerde Samet Yıldız, Ekin Koç, Melih Selçuk, Cansu Fırıncı ve Mahir İpek’in yer aldığı yapımın görüntü yönetmenliğini ise Türksoy Gölebeyi üstlenmiş.
58. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ‘en iyi film’, ‘en iyi senaryo’ ve ‘en iyi kurgu’ ödüllerini kazandı ‘Okul Tıraşı’. Bir miktar mesafeli ve soru işaretli yaklaşsam, kimi zaman ‘bu gerçekte böyle mi olur’ diye kendime sorular sorsam da, son tahlilde seyirci odaklı bir film. Dar kadraj tercihi, müziksiz anlatım, görsel titizlik, akılda kalıcı yanlarıydı, Doğu Anadolu’da yatılı bir erkek okulunda geçen elem yüklü öykünün. Karakterleri izleyen hareketli kamera, adım adım, gerilimli, kara bir mizahla örülü yapıyı besliyordu. Bir miktar fazlalık, tekrar ve benzerini çok izledim hissi eşlik ediyordu dakikalar geçtikçe… On bir yaşındaki Yusuf’un bakışıyla ettiğimiz tanıklıklar, yanlışlar, haksızlıklar, endişe, çaresizlik, çıkışsızlık ve bütün o yoksunluk hali; Yusuf’un annesiyle okul duvarları dışındaki kısa telefon konuşmasıyla yükseliyordu. Filmin yürekte yara açan sahnesiydi kuşkusuz. ‘400 Darbe’yi, ‘Kes’i, ‘Ratcatcher’ı, ‘İf’i, ‘Kırmızı Balon’u, ‘Arkadaşımın Evi Nerede?’yi, ‘The Loneliness of the Long Distance Runner’ı ve en fazla da bizim Zilkif’li ‘İki Dil Bir Bavul’u düşünüp durdum sonra. ‘Aldırma 128’ diyordu film… (2,5 / 5)
Haftanın notlarımızda yer alamayan diğer yenilerine bakacak olursak…
Justin Benson ve Aaron Moorhead’in birlikte yönettikleri korku öğeleriyle donanmış suç dramı ‘Synchronic / Senkronik’, New Orleans’ta yaşayan iki sağlık çalışanının, gizemli bir kimyasalla ilişkilendirilen korkunç cinayetler sonrası kâbusa dönen hayatlarını taşıyor perdeye. Başrolleri Jamie Dornan ve Anthony Mackie üstleniyorlar.
Mike Mills’in yazıp yönettiği bağımsız yürekli duygusal yapım ‘C’mon C’mon / Yaşamaya Bak’ın başrolünde Joaquin Phoenix’i izliyoruz! Rahatsızlığı olan kız kardeşi, radyo gazetecisi olan Johnny’den, bir süreliğine küçük oğlu Jesse ile ilgilenmesini ister! Kardeşinin isteğini isteksizce kabul eden adam, yeğeni ile zaman geçirmeye başlar. Yeğeni Jesse ile Los Angeles’tan New York’a, oradan New Orleans’a uzanan bir yolculuğa çıkan Johnny bu süreçte küçük çocuk ile farklı bir bağ kuracaktır. Gaby Hoffman, Scoot McNairy ve küçük oyuncu Woody Norman, Phoenix’in rol arkadaşları!
Özellikle küçük yaştaki izleyiciye seslenen Fransa yapımı animasyon ‘Pil / Asi Prenses’, yetim bir çocuk olan Pil’in fantastik macerasını öykülüyor. Yazan ve yöneten Julien Fournet!
Gökhan Murat Toktamışoğlu’nun yazıp yönettiği korku denemesi ‘Son Seans: MTTH’, ‘fobi üçlemesinin’ son filmi. Çocukluğunda yaşadığı ebeveyn travması sebebiyle psikolojik sorunlar yaşayan Selim’in, rutin hayatına devam ederken bir yolculuk esnasında fobilerinin beklenmedik şekilde tetiklenmesi sonucu gelişen olaylar… Serhat Üstündağ, Binali Münüklü, Hatice Düştegör ve Berk Toktamışoğlu, oyuncu kadrosunu oluşturan isimler.
Metin Kuru’nun yönettiği haftanın bir diğer yerli yapım korku filmi ‘Mühr-ü Musallat – Perihan’ adını taşıyor! Bir korku serisinin ilk halkası olacağı afişinde yer alan yapımın oyuncu kadrosunda Sena Yıldız, Ercan Özdal, Nilüfer Aydan ve Selahattin Taşdöğen yer alıyorlar.
Fena halde aşık olduğu Pelin’e kavuşabilmek için kendisine yapılan büyüden kurtulmaya çabalayan Naci’nin hikâyesi, ‘41 Kere Maşallah’ adını taşıyor! Ahmet Kapucu’nun yönettiği komedide başlıca rolleri Ulaş İnan Torun, Ekin Türkmen, Asuman Dabak, Kemal Uçar ve Eslem Akar üstlenmişler.
İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!
İyi seyirler herkese!
TARİHTE BU HAFTA
On bir ve altı yıl önceye, 2011 ve 2016 yıllarına gidiyor; tarihte bu haftayı anımsıyoruz.
Vizyonda bu hafta (17 Haziran 2011)
Yedi filmlik haftanın notlarımız arasında yer almayan tek yapımı, adına basın gösterimi düzenlenmeyen korku-gerilim ‘Demir Kapılar’. Sadece haftanın değil, sezonun merakla beklenen filmi ‘Super 8’, beklentileri boşa çıkarmıyor. Fransa’dan gelme ‘Mutlu Azınlık’, oldukça iyi bir film. Ken Loach imzalı ‘Tehlikeli Yol’ ise, ustanın bildik formundan uzakta bir iş. Romantik komediden, bilimkurguya, koyu dramlardan, komediye geniş seçenekler sunan haftanın tek yerlisi, ‘Öfkeli Çılgınlık, Karamsar Çile’ adlı bir ilk film. Herkese iyi seyirler!
SUPER 8
Yapımcılığını Steven Spielberg’ün, yönetmenliğini ise ‘Lost’un mucidi J.J. Abrams’ın üstlendiği gizemli bilimkurgu-gerilim, 70’lerin sonunda, 80’lere ayak basarken, 1979 yılının yazında Ohio’nun küçük bir kasabasında geçiyor. Yürekleri ve akılları sinema sevgisi ile dolu bir grup kasabalı çocuk, ‘müthiş zombi filmlerini’ çekmek üzere tren yolu kenarındaki istasyonda, olanaksızlıklar stüdyosu olarak kurdukları doğal setteyken, müthiş bir tren kazasına tanık olurlar. Vagonların birinden çıkan ‘şey’ onları ve bütün kasabayı gizemli bir maceraya sürükler; unutulmaz bir yaz macerasına… İçinde aşk, dostluk, gerilim, sevgi, politika, bilimkurgu, çocuk-baba ilişkisi olan film, anti militarist yapısıyla da dikkat çekiyor. Spielberg’ün ‘E.T.’sine saygılar sunan J.J. Abrams, kendi çocukluk düşünü, günümüzün pek çok ünlü yaratıcısının rüyasını perdeye yansıtmış. Hafif de olsa sert sahnelere sahip olması, ‘E.T’den ayırıyor filmi. Yedinci sanata derin hürmet besleyen film, başrol oyuncularına da çok şey borçlu. Elle Fanning ve Joel Courtney’in başı çektikleri sinema sevgisi ile yanıp tutuşan çocuklar çetesi müthiş… Dario Argento’dan, Sam Raimi’ye ve bütün ‘B film’ tarihine reverans yapan sürükleyici film, hemen her yaş için oldukça keyifli dakikalar içeriyor. Özellikle, sistemi korumak adına sürekli canavarlar yaratan ve korku ile beslediği sistemin devamını sağlamak adına, toplumu hiçe sayan süper güce, yaşı en küçük izleyicinin bile anlayabileceği eleştiriler getiren yapım, öyküsünde yer alan ‘ilk aşk’ı, masum, kirlenmemiş naif sinema sevgi ve tutkusunu, oldukça samimi dile getiriyor. Denenmemiş, bilmedik, yapılmamış, anlatılmamış bir öykü ve biçim sunmayıp, epey tanıdık gelse de; yüzde yüz sinema keyfi veren yapım, yazın erken gelen sürprizi. (3,5 / 5)
TEHLİKELİ YOL
‘İşçi sınıfının gür sesi’ Ken Loach ustanın sesi, biraz kısık çıkıyor bu kez. Acele, dağınık, Loach babanın klasına yakışmayan, ‘vasati kırk çöp’ bir film olmuş, adını; Irak’taki diplomatik temsilciliklerin bulunduğu uluslararası bölgeyi Bağdat Havaalanı’na bağlayan yoldan alan ‘Tehlikeli Yol / Route Irish’. Liverpool’lu iki yakın arkadaşın, iki sıkı dostun, Fergus ve Frankie’nin yolları, daha çok para kazanıp, daha iyi bir hayat sürmek adına, ölümün ve kirli savaşın hüküm sürdüğü Bağdat’a düşer. ‘Kardeşim’ dediği Frankie’nin şüpheli ölümü, karşısında Fergus, resmi açıklamaların doğruluğuna inanmaz ve karanlık gerçeği aydınlatmaya karar verir. Irak Savaşı’nın, İngiltere’den görünümü, Loach’un filminde, klasik bir intikam öyküsü olarak vücut buluyor. Hükümetin ve İngiliz ordusunun, sütten çıkmış ak kaşık kılındığı senaryo, bütün suçu, savaştan ekonomik çıkar sağlayan şirketlere, taşeronlara yüklüyor. Finalde, insani sorumluluğu yeniden anımsayan dram, Iraklı masumların ve Irak’taki kirli savaşın gerçeğine değinmeden, sıradan bir Amerikan filmi edasıyla sona eriyor. Dostluk, vicdan, aşk gibi ulvi olgular, geçici dolgu hissiyatı veriyor elde değil. Chris Menges’in kamerası da unutuluyor bu karambolde. (2,5 / 5)
MUTLUYUM, DEVAM ET
Romantik komediyi yazan, yöneten ve başrolü üstlenen isim Josh Radner. Radner’ın kariyeri, popüler TV dizisi ‘How I Met Your Mother’ ile ivme kazanmış. Güzel aktrisler Malin Akerman ve Kate Mara’nın, Radner’a eşlik ettikleri filmin en önemli oyuncularından biri de, öykünün geçtiği New York şehri. Cameron Crowe’un 1992 tarihli ‘Singles / Bekârlar’ın 2010’lar versiyonu, Seattle’dan yeni dünyanın kalbine taşıyor, aşkı arama, dostluk, cinsellik, arkadaşlık, aile olma meselelerini. Singles’ın ‘Grunge’ atmosferi, yerini tuhaf bir ruh haline, maksatsız bir boş vermeye bırakmış. Farklı nesiller mevzubahis olsa da, değişmeyen, ihtiyaç duyulan tek şey, gerçek aşk ve sevgi… Genç bir yazar, yakın dostu, hoşlandığı şarkıcı garson kız ve metroda bulduğu kimsesiz bir çocuk arasındaki ilişkiler… Yeni bir şey, hatta sevimli oluşlardan bahsetmek zor. Üstüne üstlük, New York’un ozanı Woody Allen’a yönelik küçük sataşma da anlamsız: ‘Kim, her yıl bir film çeker ve eski sevgilisinin evlatlık kızıyla evlenir ki?’ Yine de, öyle veya böyle kendini izlettiren bir romantik komedi. (2 / 5)
MUTLU AZINLIK
Serbest cinselliği, sevgi ve hayata anlam katma arayışını sorgulayan, ‘mutlu olsak da, bakındığımız, aradığımız yeni oluşlar var’ diyen Fransız yapımı, romantik bir dram. Epey hüzünlü de… Yeni tanışan, çocuk sahibi iki çift, birbirleriyle zorlanmadan kaynaşırlar. Aralarında oluşan çekime karşı koymadan, kuralsız, şartsız eş değiştirmeye karar verirler. Yetişkin aşkı, cinsellik, özgürlük, kıskançlık, sınıfsal durumlar, tutkunun katmanları ve mutluluk peşinde koşan, anlam arayan insanoğlunun iflah olmaz yalnızlığı… Vivaldi’nin ‘Stabat Mater’i eşliğinde yürek ezen bir rapsodi gibi her şey. Üç yeni yetmenin cinselliği keşfini ve aşk arayışını öyküleyen 2005 tarihli ‘Soğuk Duş / Douches Froides’ adlı ilk uzun metrajından anımsayacağımız Antony Cordier’in yazıp yönettiği sarsıcı dram, yine 2005 tarihli Fransız yapımı ‘Mutluluğun Resmi / Peindre ou faire l’amour’ ve 2004 yapımı Amerikan bağımsızı ‘Aşk Artık Burada Oturmuyor / We Don’t Live Here Anymore’u düşürüyor akla. Filmin oyuncu kadrosu; Marina Foïs, Élodie Bouchez, Roschdy Zem ve Nicolas Duvauchelle, adı geçen her iki yapımdaki ustaları aratmıyorlar. Film, “Happy Few” olan İngilizce orijinal adını, karakterlerin kendi aralarında konuştukları, objelerin ismini dile getirdikleri İngilizceden alıyor. Başka bir mutluluk, başka bir duyarlılık, başka bir dil, başka bir dünya, başka insanlar, başka bir oluş diyor Antony Cordier, meseleli, yürekli filminde ve ekliyor ama ‘hakiki’ olmalı. (4 / 5)
KAYIP HAZİNE
Özellikle genç kızlar için çekilmiş İngiliz yapımı, bir devam filmi niteliğinde. 2007 tarihli ilk film ilgi görünce, Oliver Parker ve Barnaby Thompson, yönetmen koltuğuna yeniden oturmuşlar. Aynı zamanda yapımcılar arasında yer alan Rupert Everett’in başrolü, birçok genç aktrisle paylaştığı 2009 tarihli komedi maceranın kadrosunda Colin Firth, David Tennant, Tony Jones gibi usta aktörler de yer alıyor. Kızlar okulunun, cevval öğrencileri, becerikli müdireleri ve onun alkolik, melankolik aşığı ile birlikte saklı bir hazinenin izini sürerler. Okul müdiresi kılığına bürünmüş Rupert Everett ve Colin Firth’ü birlikte izlemek dışlında hiçbir özel noktası, pırıltısı ve inceliği olmayan film, büyük ölçüde ‘anlık’ eğlence arayan yeni yetme genç kızlara sesleniyor. Onun dışında, katlanmak güç. (1 / 5)
ÖFKELİ ÇILGINLIK KARAMSAR ÇİLE
Çeşitli yönetmen yardımcılıklarından sonra yönetmen koltuğuna terfi eden Hatice Yakar’ın ilk uzun metraj filmi, Çukurova’da, Toros Dağları’nın uzak bir köşesinde geçiyor. Yokluk, yoksunluk, imkânsızlık, çaresizlik içinde kıvranan insanlar. Bir grup umutsuz insanın, zorlu coğrafyanın terk edilmiş ıssızlığında, taşlar, kayalar, çalılar ve hayvanlarla iç içe geçen öyküleri. Kıl çadırın içinde karnındaki bebeği doğurmayı bekleyen kadın. Onun, ‘lütfen, kardeşim canlı doğsun, babam annemi, beni dövmesin, onun saçlarını yolmasın, ekmeğimiz, suyumuz olsun’ diye dua eden küçük kızı. Tepelerdeki sarp kayalarda üç gündür aç karnına bekleyen çoban. Ona ekmek taşıyan yalnız, yaşlı kadın. Öfkeli, sadist, eşekleri hapseden tarla bekçisi. Dağlarda define bulacaklarına inanan üç arkadaş ve bir eşeğin sırtında yanlarında sürükledikleri yaşlı, hasta adam. Dağın, tepenin, bütün insanların, bütün bir coğrafyanın üzerinden geçerek, korku salan jetin yok edici sesi. Bütün çaresizliğin ve korkuların müsebbibi olan o çirkin ses. Meselesi ve öyküsü bakımından gayet doğru ve düzgün olan yapım, sinemanın temel ilkelerini başarıyla yerine getiremiyor. Durağanlık, kesintili anlatım ve genel kompozisyona, tasarıma ilişkin ‘olmamışlık’ filmin elini zayıflatıyor. Yine de ilk film için tatmin edici, en önemlisi ‘dürüst’ bir çalışma. (2 / 5)
Vizyonda bu hafta (17 Haziran 2016)
Kalabalık haftanın beraberinde getirdiği yeni film sayısı dokuz. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.
İNATÇILAR
Koyunlar, koçlar, çiftçiler ve kardeşler… Gummi ve Kiddi, birbirleriyle kırk yıldır konuşmayan iki erkek kardeştirler. İkisi de birbirlerine elli metre mesafede bulunan mütevazı evlerinde yalnız yaşamaktadırlar. Koç yetiştiriciliği ve koyunculuk, babadan kalma meslekleridir, kuzeyin bu iki inatçı adamının. Kasabada her yıl düzenlenen geleneksel en iyi koç yarışmasını her yıl biri kazanmaktadır ve aralarındaki rekabet, özellikle çevreleri için gerilimli ilişkilerinde belirleyici rol oynar gözükmektedir. Günün birinde Kiddi’nin ödüllü koçu, bulaşıcı ve ölümcül bir koyun hastalığına yakalanır. Yetkililer, bütün hayvanların itlafı ve çiftliklerin dezenfektesine karar verdiklerinde, iki kardeş, küskünlükleri geride bırakıp birbirlerine tutunacaklardır. Cannes Film Festivali’nde prestijli ‘Belirli Bir Bakış / Un Certain Regard’ ödülünü kazanan İzlanda yapımını, Grímur Hákonarson yazıp yönetmiş. Başrollerini, tecrübeli aktörler Sigurður Sigurjónsson ve Theodór Júlíusson’un paylaştıkları hüzünlü dram, trajikomik biçimde söylüyor söyleyeceğini. Ayakları sapasağlam yere basılı duran ‘masalsı anlatı’, kuzey yalnızlığı ve izolasyonunu, ‘içerden’ ve tertemiz bir kamerayla ifade etmeyi başarmış. Değişen dünya, sosyo ekonomik şartlar, kurallar, gelenekler, kardeşlik, dostluk, bağlılık, alışkanlıklar, eski adamlar, fedakarlık, inat, şefkat, sevgi ve doğa. Yürekte ince bir sızı bırakıyor her şeyden sonra. (4 / 5)
BİN BAŞLI CANAVAR
2007 tarihli ilk uzun metrajı ‘La Zona / Yasak Bölge’ ile tanınan ‘meseleli’ ve öfkeli yönetmen Rodrigo Plá, yeni filmi ‘Un monstruo de mil cabezas / Bin Başlı Canavar’ ile 35. İstanbul Film Festivali kapsamında yer alan bölümlerden ‘Uluslararası Yarışma’da ‘Altın Lale’yi kazanmıştı. Toplam on ödüllü yapım, eleştirel bir politik dram. Çaresiz bir kadının, küçük, sıradan insanı sıfırlayan sisteme karşı verdiği mücadele! Sonia Bonet adlı fedakar anne ve eş, amansız kanser hastalığıyla boğuşan kocasının tedavi masraflarını karşılamayı reddeden sigorta şirketiyle karşı karşıya kalır. Bürokratik engeller, şahsi tavırlar, ilgisizlik, sahipsizlik, ahlaki yoksunluk ve sadece kar anlayışlı kötücül şirket politikası, çaresiz kadını; aklından gelmeyecek o son şeyi yapmaya zorlar! Başrolü üstlenen Jana Raluy’un izahı güç performansı, filmin belki de en akılda kalıcı noktası. Küçük insanı yok etmeye kararlı çarklar ve o çarklara sokulan küçük çomaklar üzerine, hüzünlü ve o raddede sert, düşündürücü bir taşlama! Rodrigo Plá, incelikli ve sahici bir durum tespiti yapmış yine. Gelir dağılımı bozukluğu, çalışmayan sistem, her alanda adaletsizlik ve ülkesi Meksika özelinde, global sıkıntı ve dertlere değinen, insana ait bit öykü perdede duran! Kayıtsız kalınmamalı. (3,5 / 5)
LANETLİ ÇOCUK
Klasik korku sinemasının belli başlı etiketlerine sahip, hakiki bir tür örneği orijinal adıyla ‘The Boy’. 2012 tarihli ‘The Devil Inside / İçimdeki Şeytan’ filmiyle tanıdığımız William Brent Bell imzası taşıyan gizemli korku örneği, yaşlı bir İngiliz çiftin evine dadı olarak gelen Amerikalı Greta’nın yaşadığı kabusu öykülüyor. Genç kadının dadılık yapacağı çocuk, bir oyuncak bebektir. Yirmi yıl önce çocuklarını kaybeden yaşlı çift, oğullarının ölümüyle baş edebilmek için oyuncak bir bebeğe, gerçek çocukları gözüyle bakmaktadırlar. Greta’nın uyması gereken kuralları ona yazılı olarak bırakıp evi terk eden çiftin ardından, tuhaf olaylar baş gösterir ve Greta, evi paylaştığı bu oyuncak bebeğin canlı olduğunu düşünmeye başlar. Bazı kırılma anlarıyla gerçekten ürperten korku örneği, ters köşe oluşlarıyla, tek mekan gerilimini de başarıyla yedirmiş öyküsüne. Popüler TV dizisi ‘The Walking Dead’in ana karakterlerinden Lauren Cohan’a eşlik eden isimler, Rupert Evans ve James Russell. Tobe Hooper’ın tür klasiği 1974 tarihli kült ‘The Texas Chain Saw Massacre / Teksas Katliamı’ başta olmak üzere birçok klasik korku filminin görüntü yönetmeni Daniel Pearl’ün, karanlık yapıma katkısı önemli. Türün hayranları beğenecektir kesinlikle. (3 / 5)
Çok satan bir roman uyarlaması olan romantik dram ‘Me Before You / Senden Önce Ben’, Dwayne Johnson’lu suç komedisi ‘Central Intelligence / Merkezi İstihbarat’, taşlama komedi ‘Fifty Shades of Black / Siyahın Elli Tonu’, bütün zamanların en çok sevilen klasiklerinden Robinson Cruose’nun Belçika-Fransa ortak yapımı olan aynı adlı üç boyutlu animasyon uyarlaması ve iki yerli yapım; korku örneği ‘Ammar 2: Cin İstilası’ ile ‘B.O.K. Bi O Kalmıştı’ adlı komedi, notlarımız arasında yer alamayan haftanın diğer yenileri. Herkese tekrar iyi seyirler!
MURAT ERŞAHİN