Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

17 ARALIK 2010

02 Nisan 2011 Cumartesi 22:47
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Vizyondaki film sayısı dokuz bu hafta. Bense, Artvin´de düzenlenen 16. Gezici Festival´den henüz döndüm. Bu yüzden dokuz film arasında izleyebildiklerimin sayısı dört. Emre Yalgın´ın yönettiği, toplumsal değiniler içeren duygusal dram ´´Teslimiyet´´, Fransız gerilimi ´´Karanlık Cennet´´, İtalyan yapımı ´´Karanlık Deniz´´, Erhan Kozan´ın yönettiği ve başrolünü İsmail Hacıoğlu´nun üstlendiği, Antalya Altın Portakal´da da yarışan ´´Çakal´´ ile Hollywood komedisi ´´Başımıza Gelenler´´, notlarımızda yer almayan haftanın diğer filmleri. İyi seyirler!

ATEŞLE OYNAYAN KIZ: MİLENYUM ÜÇLEMESİ 2
İsveçli yazar Stieg Larsson´un (1954-2004) çok satan Milenyum üçlemesinin ilk romanından uyarlanan ´´Ejderha Dövmeli Kız / The Girl with the Dragon Tattoo´´, Danimarkalı yönetmen Niels Arden Oplev imzalıydı. İskandinav, özellikle polisiye edebiyatta oldukça sivrilen İsveç mührünün etkisini ve atmosferini, kendine has bir estetik yapıyla perdeye yansıtmaya çalışan film, polisiye tatlar anlamında çok yeni bir lezzet içermese de, toplumsal değişim ve bozulmaya yönelik değinmeleriyle izlenebilir olmayı başarıyordu. Zengin ve üstün zekâlı araştırmacı-bilgisayar kurdu, aynı zamanda bir intikam meleği olan Lisbeth Salander ve ona destek veren cesur gazeteci Mikael Blomkvist… İki kahramanımız bu kez, vahşice işlenmiş bir cinayet olayının içinde buluyorlar kendilerini. Aslında üç cinayet var ortada ve hepsinin faili kahramanımız Lisbeth… İkinci bölümün yönetmeni Daniel Alfredson. Alfredson´un, serinin üçüncü halkası olan ´´The Girl Who Kicked the Hornet´s Nest´´i de yönettiğini de ekleyelim. ´Lisbeth´i canlandıran Noomi Rapace´nin tanımı güç, tuhaf çekiciliği ve yarattığı anti kahraman modeli belki de filmin itici gücü. Fransız polisiyesinin damakta bıraktığı tadın müptelası olmuş bir sinema yazarı olarak, kuzeyden esen bu popüler örneğe gösterilen ilgiyi bir türlü anlayamasam da, izlenmemesi için olumsuz herhangi bir neden göremiyorum ortada. Sadece filmin, hızla içi boşalan bu erozyon çağında bile bana heyecan verecek en ufak bir detay içermediğini belirtmem gerek.

ÇAKALLARLA DANS
Murat Şeker, beşinci sinema filminde yine bildiği sularda yüzmeyi tercih etmiş. ´´Aşk Tutulması´´ ve ´´Aşk Geliyorum Demez´´ adlı filmleriyle Yeşilçam geleneğine saygı duruşunda bulunan Şeker, çok karakterli bir polisiye komediyle karşımızda. ´´İki Süper Film Birden´´ ile ´yerçekimi sıfır´ diyen ve dikkat çeken Şeker, beşinci filminde yerli bir Guy Ritchie olmaya soyunmuş sanki. Buna gerek var mıydı, tartışılır, tartışılmayacak nokta, filmin Guy Ritchie sinemasından oldukça uzak oluşunda. Gündelik dille yapılan mizah, etkileyici, düşündürücü olmanın uzağında. Komik bile değil bazı anlarda perdeye yansıyanlar. Toplumsal değiniler, bir oldubittinin içinde erimiş akmış. Ritchie sinemasındaki yerel-toplumsal kodlamalar ve genel çatı, bizim gündelik pratiğimizle çok uzak. Atmosfer, duygu ve plastik ise, başka bir kıtadan gelen yeni bir taklidi kabul etmiyor. Şevket Çoruh, İlker Ayrık, Timur Acar, Murat Akkoyunlu ve Tuba Ünsal başrollerde. Kendi isimleriyle iyi birer oyuncu olan aktörler, bir arada bir sinerji yaratamamışlar. Fakat son tahlilde şunu eklemek gerek: Murat Şeker iyi bir yönetmen, ´gözü´ olan bir sinemacı ve çok iyi bir insan. Bu filmini, ticari sinemanın tuzu, şekeri tutmamış bir örneği olarak görmekte yarar var. Şahsen ben, Murat Şeker´in yakın zamanda gayet iyi bir film yapacağından eminim. ´´İki Süper Film Birden´´ ile yaydığı umut, klasik Yeşilçam komedisine olan saygılı tutkusu ve çizdiği kararlı rota bunun kanıtı bence. ´´Çakallarla Dans´´ benim filmim değil özetle. İzlenmesi mümkün olmayan yerli örneklerden de ayırmak gerek öte taraftan filmi. Yukarda yer alan satırlar ışığında, popüler bir örneğe tanıklık etmek adına izlenebilir.

ŞENLİKNAME: BİR İSTANBUL MASALI - SULTANIN SIRRI
Bu iki filme aynı anda değinmek istedim. İlk defa yapıyorum yapılmaması gereken bu işi. Aslında yapılmaması gereken belki de bu iki filmdi… İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı´nın desteklediği filmler bunlar. Büyük resmin gerçekleri itibariyle, kültürün başkenti olması mümkün görünmeyen bir şehirde, vatandaşların vergileriyle toplanan paraların böylesi filmlere harcanması, tarifsiz yaralıyor insanı. Çok üzüyor. Filmlere değinmek bile gelmiyor insanın içinden. Lise temsilinden farkı olmayan çok kötü iki film var karşımızda. Çekecek enfes projeleri olup, bunları gerçekleştirecek kaynak bulamayan pırıl pırıl insanlara destek olmak yerine, şüphe çeken bir ranta dönüşen ne olduğu belli olmayan işler gerçekleştirmek tek kelimeyle yok ediyor insanı. Perdeye yansıyan bu iki film ve yaratıcıları, yıllar sonra sinema tarihçileri nezdinde, gelecek kuşaklar tarafından vicdanlarda yargılanacak umudu taşımaktayım. İstanbul kadar önemli bir şehir, kültür başkenti unvanıyla 2010 yılında bu filmleri mi çekti diye soracaktır insanlar. Çok üzücü ve düşündürücü…

MURAT ERŞAHİN

 



Diğer Yazılar