Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

16 NİSAN 2021

15 Nisan 2021 Perşembe 22:07
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Koronavirüs (COVID-19), dünya genelinde hızla can almaya devam ediyor! Virüsten, kendimizi ve sevdiklerimizi mümkün olduğunca izole ederek korunmaya çalışıyoruz. Sosyal mesafelerimizi koruyarak, hijyen kurallarına sıkı sıkıya uyarak ve maskelerimizi evlerimizin dışında asla çıkartmamaya çalışarak. Umuyoruz bu zorlu günler sona erecek yakında. 
Bazı salonlar yeni tedbirler uygulayarak kontrollü biçimde 2020 Temmuz ayından itibaren kapılarını açmışlardı. Kademeli ve kısmi olarak yaklaşık beş ay önce yeniden başlayan vizyona, 17 Kasım 2020 günü alınan bir dizi karar sonucu yeniden ara verildi. Covid-19 tedbirleri gereği sinema salonlarının yılsonuna dek kapalı olacağı açıklandı. Umuyoruz sağlıkla açılır perdeler en kısa sürede. Şimdi kendimizi ve sevdiklerimizi pandemiden korumak, umutla beklemek zamanı.
Siz değerli okuyucularla, henüz vizyon filmsiz kaldığı ilk günlerden bu yana, 2020 Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaşıyordum. Tam bir yıl geçti. 5 Mart 2021’den itibarense, sinema salonları perdelerini açana dek, her yeni hafta, o tarihe ait eski ‘sinemadan çıkmış insan / vizyonda bu hafta köşeleri’ sizlerle olacak/oluyor! Yani ‘tarihte bu haftaya’ bakacağız! Bu hafta yine eskiye, 16 Nisan 2010’a dönüyoruz ve tam tamına on bir yıl önce bugün vizyona ne girmiş, tekrar anımsıyoruz…

Sinema salonlarına bir an evvel ‘temelli ve sağlıklı biçimde’ dönmeyi ümit ederek, koronavirüse karşı önlemlerinizi aksatmamaya ve içinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini kesinlikle bırakmamaya devam edin. Herkese iyi seyirler, sağlıklı günler! 

Vizyon madem halen filmsiz, evlerdeyiz; her hafta naçizane iyi filmler ve diziler önermek isterim sizlere… ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bu yeni bölüm, sizlere her hafta sinema tarihinden 5 klasik film ve popüler olsun olmasın; ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ın beğendiği ‘güncelleri’ öneriyor!

ÖNCE TAVSİYELER…

SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK

Professione: Reporter / Yolcu
(Yönetmen: Michelangelo Antonioni / 1975)

Mouchette
(Yönetmen: Robert Bresson / 1967)

Persona
(Yönetmen: Ingmar Bergman / 1966)

Week End
(Yönetmen: Jean-Luc Godard / 1967)

Die Ehe der Maria Braun / Bir Evliliğin Öyküsü
(Yönetmen: Rainer Werner Fassbinder / 1979)

 

Güncel öneriler

Filmler:

Nuh Tepesi
(Yönetmen: Cenk Ertürk)
Orta yaş kriziyle boğuşan ve bebek bekleyen eşiyle sorunları olan Ömer, ölümcül bir hastalığa yakalanıp Paris’ten dönen, yıllardır görmediği babasının ‘son isteği’ni yerine getirmek üzere; babasıyla birlikte, İstanbul’dan; köylerine doğru yola çıkar.  Ömer’in babası, öldüğü zaman köyün tepesinde bulunan, yıllar önce kendisinin diktiğini iddia ettiği bir ağacın altına gömülmek istemektedir. Haluk Bilginer ve Ali Atay’ı baba-oğul rolünde izlediğimiz yapımın titiz görüntü yönetimindeki imza ise Federico Cesca’ya ait. Geçtiğimiz günlerde düzenlenen 53. SİYAD ödüllerinde yapım ‘en iyi ilk film’ dahil dört ödül birden kazanmıştı!

Bad Trip / Şaka Peşinde
(Yönetmen: Kitao Sakurai)
Gizli kameralarla çekilen bu şaka programında iki sıkı arkadaş, New York’a ulaşan çılgın bir yolculukta gerçek insanları kendi şamatalarının içine çekiyorlar. Sevimli komedide, senaryoyu da imzalayan aktör Eric André’ye Lil Rel Howary ve Tiffany Haddish eşlik ediyor.

Concrete Cowboy / Kent Kovboyu
(Yönetmen: Ricky Staub)
Yaz tatilini uzun süredir görüşmediği babasıyla geçiren dikbaşlı genç, aradığı yakınlığı Philadelphia’da siyahi kovboyların kurduğu samimi bir toplulukta bulur. Başrolde Idris Elba’yı izliyoruz.

Black is Beltza
(Yönetmen: Fermín Muguruza)
1960’ların ortasında Amerika’da Basklı bir genç adam, ırksal nedenlerle bir geçit törenine alınmayınca radikalleşir. İspanyol yapımı animasyon, döneminin bütün sosyal, politik, ekonomik ve kültürel ayrıntılarını yansıtıyor. 

Leave No Trace / İz Bırakma
(Yönetmen: Debra Granik)
Bir baba ve kızı toplumdan izole halde yaşamaktan memnundur. Ancak yetkililer onları topluma katılmaya zorlayınca hayatları da ilişkileri de temelinden sarsılır. Debra Granik’in yönettiği, on sekiz ödüllü dramatik maceranın başrolünü yaman aktör Ben Foster üstleniyor.

 

Diziler:

Bitter Daisies
(Yönetmen: Miguel Conde, Álex Sampayo)
Birbirine sıkı sıkıya bağlı insanların yaşadığı bir kasabada küçük bir kızın kaybolmasını soruşturan bir dedektif, kendi yaşadığı kayıpla bağlantılı sırlarla karşılaşır. İspanyol yapımı gizemli gerilimin başrolünü Manolo Cortés üstleniyor.

Worn Stories / Giyilmiş Öyküler
(Yönetmen: Dara Horenblas)
Bu eğlenceli, samimi ve dokunaklı belgesel dizisinde insanlar kendileri için en anlamlı giyim eşyalarına ilişkin büyüleyici ve tuhaf öyküler anlatıyor. Son derece ilginç!

Snabba Cash / Snabba Cash: Kolay Para
(Yönetmen: Jesper Ganslandt)
Hırslı bir iş kadını, çekici bir çete infazcısı ve sorunlu bir genç, imkânsız gibi görünen tekinsiz bir servet arayışında bir araya gelir. Suç ve aksiyon katkılı dram, İsveç’ten çıkageliyor…

Gokushufudo / The Way of the Househusband
(Yönetmen: Chiaki Kon)
Suçla dolu geçmişini arkasında bırakan ‘Ölümsüz Ejderha’ lakaplı efsanevi emekli gangster, Yakuza üyesi Tatsu geri döndü. Üstelik o artık son derece özverili bir ev erkeği. Aksiyonu bol sürükleyici bir ‘Manga’! 

Moonbase 8
(Yönetmen: Jonathan Krisel)
Görevine bağlı üç astronot, NASA’nın simülatöründe uzay yolculuğu için hazırlanırken bir yandan zorlu bir eğitimden geçiyor, öte yandan da kahkahanın sınırlarını zorluyorlar. Başrolleri üstlenen usta oyuncular John C. Reilly, Tim Heidecker ve Fred Armisen aynı zamanda dizinin yaratıcı ekibini oluşturuyor.


Vizyonda bu hafta (16 Nisan 2010)

KOSMOS
Reha Erdem’in altıncı uzun metrajı ‘Kosmos’, her izleyişte bambaşka ve zengin okumalara yol açacak bir film. Çok net gözüken durumlar, seçenekli, girift meselelere dönüşüyor. Belki de gözümüzün önünde duruyor her şey. İnsanın çözülememiş gizleri, sınırları, erdemleri ve değişken doğasına dair hemen her şeyi. Zayıf ve güçlü yanları. İyi ve kötü. Mistik oluşlar. Zamana ait olmayan veya yaşanan o ana sunulan bir masal. Hayalin, gerçeğe olan şefkati… Mucizeler yaratan, şifa dağıtan, yemek yemeyen, sadece şeker ve çayla beslenen, ağaçlara tırmanıp, tuhaf sesler çıkararak avazı çıktığı kadar bağıran, aşk peşinde koşan, hem iyi, hem kötü, hırsız, peygamber veya şeytan olan bir kahramanın öyküsü. Kosmos ve Neptün’ün doğal ilişkisi. Araya kelimeler, roller ve mecburiyetler girmeden oluşan içgüdüsel, kalbi bir yakınlık. Bilinen ve boğucu kalabalığın alışkanlığından başka bir şey. Sermet Yeşil ve Türkü Turan’ın keşfi. Florent Herry’nin tanıdık ustalığı. Müthiş bir görsellik ve ses deryasında, zaman dışı bir sınır şehrine dönüşmüş Kars’ın eşsiz ‘kendine haslığı’ eşliğinde, özel ve lezzetli bir sinema Erdem’inki…

TEK BAŞINA BİR ADAM
29. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin programında da yer alan incelikli dram, Christopher Isherwood’un (1904-1986) aynı adlı romanından uyarlanmış. Yönetmen koltuğunda ise Amerikalı ünlü moda tasarımcısı Tom Ford oturuyor. Yarıda kalmış gerçek bir aşkın, insanı sarıp sarmalayan yalnızlığın, yaşanan anın öneminin, öfkenin, yürekte büyüyen yasın, kırılganlığın, sınırsız duyarlılığın filminde başrolü üstlenen isim Colin Firth. 60’lı yılların başında Kaliforniya’da yaşayan İngiliz profesör George Falconer’in geçirdiği bir güne tanık oluyoruz. Uyanılan andan, intihar hazırlığı yapılan geceye dek süren gün ve yaşananlar… Büyük bir acının yürekte açtığı yara, etraftaki hoyrat kalabalık, duyarsız çevre… Bütün bunların yanında, insanın karşısına öylesine çıkan tesadüfi anların güzelliği, hayatı besleyen, değerli kılan oluşlar, insanlar, ayrıntılar ve hiç bitmeyen, tükenmeyen umut… Umudun, etrafı dolduran sığlığa ve tekdüzeliğe karşı olan savaşı. Bir de aşkın. İnsanın içinde var olan o en önemli ışığın, sevginin… Nasıl olursa olsun, nerde karşımıza çıkarsa çıksın aşkın tedavi edici, yaşatıcı gücü. Colin Firth’ün tanımlaması güç ustalığı ve beyazperdeye yeni bir armağan olan Tom Ford… Sinemacı olabilmenin birinci koşulunun kocaman bir yürek, birikim ve akıl almaz bir duyarlılık olduğunu gösteren Ford, tertemiz ve el yapımı narin bir biblo değerindeki filmiyle, öyküsünde yer alan o hüzünlü umudun benzerini, bize de sunuyor.

DENİZDEN GELEN
29. İstanbul Film Festivali’nin ‘Ulusal Yarışma’ ve ‘Sinemada İnsan Hakları Yarışması’ bölümlerinde de yer alan film, usta yönetmen Nesli Çölgeçen imzalı. Kurtuluş Savaşı’nın son gazilerini konu alan ‘Son Buluşma’ adlı belgeselin ardından Çölgeçen, kaçak göçmen ve mülteci problemine değiniyor. Bütün insanlığı ilgilendiren bu çok önemli meseleyi, bir sevgi hikâyesinde işleyen yönetmen, çekimleri Ortaca, Dalyan ve Dalaman’da yapmış. Senaryosu Ersin Kana’ya ait olan film, değindiği mesele itibariyle ilgiye değer fakat bu iyi niyet, iyi bir senaryo ve sinemayla desteklenmiyor maalesef. Filmin duygusu, izleyiciyle buluşmuyor. Başrollerini Onur Saylak, Ahu Türkpençe, Sümer Tilmaç ve küçük oyuncu Jordan Deniz Boyner’in paylaştıkları dram, son tahlilde sinema büyüsü içermiyor! 

MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar