16 NİSAN 2010
KOSMOS
Reha Erdem´in altıncı uzun metrajı ´´Kosmos´´ her izleyişte bambaşka ve zengin okumalara yol açacak bir film. Çok net gözüken durumlar, seçenekli, girift meselelere dönüşüyor. Belki de gözümüzün önünde duruyor her şey. İnsanın çözülememiş gizleri, sınırları, erdemleri ve değişken doğasına dair hemen her şeyi. Zayıf ve güçlü yanları. İyi ve kötü. Mistik oluşlar. Zamana ait olmayan veya yaşanan o ana sunulan bir masal. Hayalin, gerçeğe olan şefkati… Mucizeler yaratan, şifa dağıtan, yemek yemeyen, sadece şeker ve çayla beslenen, ağaçlara tırmanıp, tuhaf sesler çıkararak avazı çıktığı kadar bağıran, aşk peşinde koşan, hem iyi, hem kötü, hırsız, peygamber veya şeytan olan bir kahramanın öyküsü. Kosmos ve Neptün´ün doğal ilişkisi. Araya kelimeler, roller ve mecburiyetler girmeden oluşan içgüdüsel, kalbi bir yakınlık. Bilinen ve boğucu kalabalığın alışkanlığından başka bir şey. Sermet Yeşil ve Türkü Turan´ın keşfi. Florent Herry´nin tanıdık ustalığı. Müthiş bir görsellik ve ses deryasında, zaman dışı bir sınır şehrine dönüşmüş Kars´ın eşsiz ´kendine haslığı´ eşliğinde, özel ve lezzetli bir sinema Erdem´inki…
TEK BAŞINA BİR ADAM
29. Uluslararası İstanbul Film Festivali´nin programında da yer alan incelikli dram, Christopher Isherwood´un (1904-1986) aynı adlı romanından uyarlanmış. Yönetmen koltuğunda ise Amerikalı ünlü moda tasarımcısı Tom Ford oturuyor. Yarıda kalmış gerçek bir aşkın, insanı sarıp sarmalayan yalnızlığın, yaşanan anın öneminin, öfkenin, yürekte büyüyen yasın, kırılganlığın, sınırsız duyarlılığın filminde başrolü üstlenen isim Colin Firth. 60´lı yılların başında Kaliforniya´da yaşayan İngiliz profesör George Falconer´in geçirdiği bir güne tanık oluyoruz. Uyanılan andan, intihar hazırlığı yapılan geceye dek süren gün ve yaşananlar… Büyük bir acının yürekte açtığı yara, etraftaki hoyrat kalabalık, duyarsız çevre… Bütün bunların yanında, insanın karşısına öylesine çıkan tesadüfi anların güzelliği, hayatı besleyen, değerli kılan oluşlar, insanlar, ayrıntılar ve hiç bitmeyen, tükenmeyen umut… Umudun, etrafı dolduran sığlığa ve tekdüzeliğe karşı olan savaşı. Bir de aşkın. İnsanın içinde var olan o en önemli ışığın, sevginin… Nasıl olursa olsun, nerde karşımıza çıkarsa çıksın aşkın tedavi edici, yaşatıcı gücü. Colin Firth´ün tanımlaması güç ustalığı ve beyazperdeye yeni bir armağan olan Tom Ford… Sinemacı olabilmenin birinci koşulunun kocaman bir yürek, birikim ve akıl almaz bir duyarlılık olduğunu gösteren Ford, tertemiz ve el yapımı narin bir biblo değerindeki filmiyle, öyküsünde yer alan o hüzünlü umudun benzerini, bize de veriyor.
DENİZDEN GELEN
29. İstanbul Film Festivali´nin ´Ulusal Yarışma´ ve ´Sinemada İnsan Hakları Yarışması´ bölümlerinde de yer alan film, Nesli Çölgeçen imzalı. Kurtuluş Savaşı´nın son gazilerini konu alan ´´Son Buluşma´´ adlı belgeselin ardından Çölgeçen, kaçak göçmen ve mülteci problemine değiniyor. Bütün insanlığı ilgilendiren bu çok önemli meseleyi, bir sevgi hikâyesinde işleyen yönetmen, çekimleri Ortaca, Dalyan ve Dalaman´da yapmış. Senaryosu Ersin Kana´ya ait olan film, değindiği mesele itibariyle ilgiye değer fakat bu iyi niyet, iyi bir senaryo ve iyi bir sinemayla desteklenmiyor maalesef. Filmin duygusu, izleyiciyle buluşmuyor. Başrollerini Onur Saylak, Ahu Türkpençe, Sümer Tilmaç ve küçük oyuncu Jordan Deniz Boyner´in paylaştıkları dram, son tahlilde sinema büyüsü içermiyor ve bir oldu-bittiye geliyor beyazperdeye yansıyanlar.
MURAT ERŞAHİN