16 AĞUSTOS 2024
Ağustos ortası… Yaz, resmi olarak toplanma hazırlıklarına başladı. Sonbahar, üç ay boyunca bizimle kalmak üzere, elinde bavulu yola düştü bile, yakındır gelir!
Vizyon filmlerinin tanıtımı ve artık sizin de ilgiyle takip ettiğiniz ‘Sinema Tarihinden 5 Klasik’ ‘Hafta Sonu Aile Sineması’ ve ‘Tarihte Bu Hafta’ bölümleri dışında, haftalardır artık tarihte ve anılarda kalmış bir Kadıköy sinemasını anımsatıyorum sizlere.
Devam ediyoruz!
İstanbul’un orta yeri sinemadır ya; Kadıköy’ün her köşesi sinematografiktir! Saint Joseph’in duvarı, Kadıköy Anadolu’nun denize inen yolu, Çarşı’nın balıkçıları, Kalamış’ın ağaçları, Kızıltoprak’ın rüzgârı, Moda’nın iskelesi, okulları, çeşmeleri, kiliseleri, köşkleri, çayırları, eczaneleri, lokantaları, meyhaneleri, kulüpleri, lokalleri, esnafları, doktorları, yazarları, şairleri, spor kulüpleri, hamamları, tramvayları, kedileri, köpekleri, renkli simaları ve elbet sinemaları… Kadıköy, günümüzde olduğu gibi eskiden de kültür ve sanata ev sahipliği yapıyordu. Beyoğlu ve Şehzadebaşı gibi Kadıköy de sinema salonlarının merkez semtlerinden biriydi. Bahariye Caddesi ve civarından Bostancı’ya dek uzanan bölgede çok sayıda kışlık kapalı salonlar ve yazlık bahçe sinemaları vardı. Çok azı günümüze kadar varlığını sürdürmeyi başarırken birçoğu yıkıldı, yok oldu, dönüşüme uğradı ve isimleri unutulmaya yüz tuttu.
Bu hafta sırada Reks sineması var!
REKS SİNEMASI
Bugünkü yerinde, içi ahşap, üst kat locaları yaldız süslü bir sinema vardı. Yüksekliği, uzunluğundan fazla gibi görünen yapı, Rum Kilisesi’ne aitti. Hemen her tarafı kahverengi üstüne yaldızlı desenlerle süslenmiş olan bina dikine konmuş büyük bir şeker kutusu izlenimini verirdi. İlk ismi ‘Febüs’ olup, daha sonraları ‘Apollon Sineması’ dendi binaya. (Tiyatro oyuncusu olan Afife Jale Hanım ilk defa Apollon Sineması’nda sahneye çıkmıştı. Dönemin zihniyeti bir Türk kadınının sahneye çıkışını kabul etmemiş, istenmeyen birtakım olaylara neden olmuştu. Afife Hanım arka kapıdan kaçırılarak olaydan kurtulmuştu.)
O yıllarda bugünkü Halkevinin bulunduğu yerde Apollon Sineması’nın yazlık kısmı açılmış, Naşit, Dümbüllü gibi büyük komedyenler temsiller vermişlerdi. Kadıköy’ün Akbaba Suat adından önemli bir karakteri vardı. Gündüzleri gazete satar, akşamüstü olunca hızlı adımlarla mahalle aralarından geçerek ‘Bu gece Apollon Sineması’nda!’ diye bağırıp, el ilanları dağıtırdı. Albino olduğu için güneşten hoşlanmaz, gözlerini korumak amacı ile sıkıca kıstığı göz kapakları, birer çizgi gibi görünürdü. Apollan Sineması bir Rus Yahudisi olan Şiroskin tarafından işletilirdi. 1930’lu yıllarda sinemanın ismi tekrar değişti ve ‘Hale’ oldu! Daha sonraki dönemde Şiroskin ayrıldı ve ‘Hale’, Yordan Anas tarafından işletilmeye başladı. Süreyyapaşa Sineması bütün ihtişam ve yeni filmleriyle ortaya çıktıktan sonra bile, Hale Sineması daha yıllarca ahşap ve yaldızlı içi yapısı ile seanslarını sürdürdü. Fakat işler değişip, Kadıköy’ün nüfusu hızla artınca, bu küçük yapı ihtiyaca cevap veremez hale geldi. 1961’de eski bina yıkıldı. Yeni ve büyük bir inşaat başladı. Mimarı Maruf Bey’di. Reks Sineması’nın, Maruf Önal’ın ayakta kalan eserlerinden en önemlisi olduğu söylenebilir. Geçtiğimiz yıl kapanana kadar, ana akım filmlerin yanında alternatif sinema filmleri sunan Başka Sinema’yı da bünyesinde barındırarak işlevini sürdürmekte olan sinema binasının bulunduğu arsanın tarihi, yazının başında da bahsettiğimiz üzere, 19. yüzyıla dayanmaktadır. 1962 yılında sinema yapısının inşaatı tamamlanınca bahsi geçen vakıfça seçilen Anas ailesi tarafından o yılın Aralık ayının ilk günü “Aşkın Günahı / Pecado de Amor”-1961) filmiyle işletmeye açıldı sinema. Bir adet salon ve balkon içerecek şekilde tasarlanan binaya, 1996’da Salon 2 ve 3; 2006’da da Salon 4, 5 ve 6 eklendi. O yıllardaki işletme sahibi Viron Bey’in açıklamasına göre, 2006 yılından itibaren salon sayısı orjinal halinden daha fazla olduğu için, sinemanın 45 senedir Reks olan ismi, kelimeye büyüklük eki kazandıran x’ler kazandırılarak Rexx olarak değiştirildi. Reks sineması ilk açıldığında bir film makarasını başka bir sinemaya motosikletle yetiştirildiği dönemini, film kopyalarının da çoğaldığı günümüzde çoklu sinemalar açarak kapatmıştır. İlk işletmeci olan ve Maruf Önal ile birebir iletişim içinde olan Yordan Anas’ın, çağdaş gelişmeleri takip eden bir insan olduğunu Reks Sineması’nın tarihini araştırırken karşımıza çıkan anektodlardan anlamak mümkün. Öncelikle, 1960 yılında Yordan Bey’in Maruf Önal’ı yeni bir sinemanın tasarımcısı olarak seçme sebebinin hâlâ tam olarak açık olmadığını söyleyebiliriz. Ancak, şu kesin ki, Moda ve Kadıköy 1930 ve 1970 yılları arasındaki dönemin önde gelen mimarlarının ‘yeni’ mimari tasarımlarına ev sahipliği yapmaktaydı. Yordan Bey’in Maruf Bey’i sinemanın tasarımı için seçmesi de, dönemin modern mimarisine ve Maruf Bey’in bu yöndeki mimari çizgisine duyduğu beğeniyi kanıtlamaktadır. Yordan Bey’in çağdaş yaklaşımını gösteren bir diğer örnek de, o yıllarda özellikli ve nitelikli bir sinema salonu açmanın, özellikle bölgedeki diğer sinema salonlarıyla yarışmanın zor olacağını bildiği için, yurtdışı seyahatlerinde genellikle sinema salonlarını incelemiş olmasıdır. Bu sayede, tasarım sürecinde Maruf Bey ile fuaye, salon, merdiven yerleşimi ve benzeri kararlarda birlikte fikir yürüteceklerdir. Oğlu Viron Bey’in açıklamasına göre, Yordan Bey’i gönlünü fetheden, Paris’te şu anda Grand Rex ismiyle bilinen büyük sinema salonudur. Paris’teki bu sinemaya olan hayranlığı sonucunda, Türkçede “x” harfi bulunmadığı için, sinemayı 1962’de Reks ismiyle açar. Sinemanın ismi üzerinden gidildiğinde, Atina’da da bir Rex Sineması olması dikkate değer bir konu oluşturmaktadır. 6-7 Eylül 1955 olaylarının İstanbul’da Avrupa yakasındaki yıkımı ve dış göçe neden olması sonucunda, Moda’da (Caferağa) ve Kadıköy Osmanağa Bölgesi’nde de Müslüman olmayan birçok aile, kökleri olan ülkelere göç etmişlerdi. Bunlar arasında Yunanistan’a göç eden Rumların da oldukça yüksek sayıda olması, Atina’daki sinemayla bir ilişki olması olasılığını akla getirmektedir. (Bölgeden göç etmeyi reddeden az sayıda Rum ve Ermeni aileler de olması ve Rexx sinemasının şu anki arsasının toprak sahibi Kadıköy Rum Ortodoks Cemaati Kiliseleri Vakfı’nın bu topluluğa ait bir kurum olmasından yola çıkarak, bu bağlantı düşünülebilir.) Atina’daki Rex isimli sinema 22 Ocak 1937’de ikiz mimar kardeşler Vasilis Kassandra ve Leonida Bonni tarafından tasarlanır. New York’a araştırma yapıp esinlenmek amacıyla giden mimar kardeşlerin Atina’da tasarladıkları bu sinema, zamanın gazetelerinde ‘Atinalılar ve yabancıların çok kıskandığı sinema’ olarak geçer ve ‘Avrupa’nın en güzel sineması’ sıfatıyla çok ses getirir. Rum kökenli Anas kardeşlerin Kadıköy’deki Reks Sineması’nın ismini koyarken hem özledikleri ve hasret oldukları kökenlerine bir gönderme yaptıkları, hem de Atina’daki sinemanın Kadıköy’dekine ilham kaynağı olduğu düşünülebilir. Ancak, Viron Aras’ın açıklaması Paris’teki sinemanın örnek alındığını vurguladığı için, tüm bu sinemaların, dönemin ülkeler arasındaki kültürel iletişim ortamını örnekledikleri söylenebilir. Zira, Milliyet gazetesinde 30 Kasım 1962’de yayımlanan reklamda da ‘aylardan beri büyük itinalarla ve en son teknikle muhteşem bir imar eseri olarak Eski Hale Sineması’nın yerinde inşa edilen Reks Sineması’nın açılışı duyurulmakta ve ‘Sinemamıza New York’dan Bombay’a kadar bütün dünya şehirlerinde en modern büyük sinemaların sembolü beynelmilel olmuş REKS ismini hediye eden Kadıköylü vatandaşa Müdüriyetimiz bilhassa teşekkür eder’ denilmektedir. Reks Sineması’nın önemli bir özelliği, üzerinde yer aldığı arsanın tarihsel katmanlarında saklıdır. Binanın değerini artıran ve Maruf Önal’ın geçmişe olan saygısını tam anlamıyla yansıtan özel durum, giriş katında Salon 1’in üç yanını çeviren ve tarihi 1800’leri bulan duvarların varlığıdır. Maruf Önal, Reks Sineması’nın tasarımı sırasında arsada önceden bulunan Hale Sineması’nın yıkımının ardından kalan horasan harçlı duvarlarla karşılaşır. Aslında bunlar ilk paragrafta bahsedilen ayin mekânından kalan duvarlardır. Üzerinde belki de o zamanki ustaların izlerini hâlâ görebileceğiniz bu duvarlara 2005’teki renovasyon sırasında duvar kalınlığını genişletmek ve duvarı güçlendirmek adına zarar vermeden eklenti yapılmıştır. Yordan Bey’in aktardığına göre, Maruf Önal hassasiyetle bu duvarlara müdahale etmeme kararıyla hareket etmiş; duvarları yalnızca yükseltmiş ve binanın çatısını bu duvarların üzerine kurmuştur. Maruf Önal’ın horasan harçlı bu duvarlara dokunmama kararının ardındaki düşüncesini çeşitli röportajlarında belirttiği görüşlerinden anlayabiliyoruz: Önal, ‘anılarla iç içe yaşadığımızı’ söylemiş; ardından da gençliğinde tatil aylarında incelediği yapılardan bahsederek, mimari algısı ve birikiminin anılar üzerine kurulduğunu paylaşmıştır.
Reks Sineması, Moda’da hâlâ günlük hayatın ‘arterleri’ olarak kabul gören Moda Caddesi ve Bahariye Caddesi’ni birleştiren sokaklardan Sakız Gülü Sokak ile şu anda Kadıköy’ün en canlı sokaklarından biri olan Kadife Sokak’ın kesişimindedir. Sinema yapısı bu iki sokakta insanlarla iletişim halindedir; görsel olarak iletişim kurulabilen cepheleri bu iki sokak üzerindendir. Maruf Önal, Sakız Gülü Sokak’ın sinemaya ulaşımdaki stratejik konumundan faydalanarak, yapıyı, sinemanın girişinin yer aldığı köşesine doğru yönlendirmeyi cephe üzerinde okunan beton kirişlerle sağlamış; sinema girişini tanımlayan saçağın üstünü de bu kısma düşey inen beton plakalarla görsel olarak vurgulamıştır. Yapının özgün tasarımında Sakız Gülü Sokak cephesinde üç adet kömürlüğe yer verilmiş; sinema işletime açıldıktan sonra bu nişler kumaş, çocuk elbiseleri ve mobilya satan dükkânlar olarak değerlendirilmiştir.
Önal, Kadife Sokak’tan sinemanın girişine doğru olan yönlendirmeyi ise cephede düşey beton cephe ve cam açıklıklarını (dolu-boş olarak) eşit aralıklarla tasarlayıp bu düşey elemanları sinema girişine dek girinti-çıkıntı şeklinde ritim kazandırarak sağlamıştır. Sakız Gülü Sokak’ta olduğu gibi, burada da katların birleşimindeki ve binanın üst kısmının belirteci olan beton kirişler dönemin brütalist mimari anlayışına referans vermektedir. Her iki cephedeki bu hareketlerin iç mekândaki fonksiyonlardan bağımsız olduğunu hatırlatmak gerekir. Giriş ve fuayeye görsel olarak ulaşıma izin veren cephe açıklıkları, Habermas’ın kamusal alan tanımında bahsettiği ‘rasyonel bir tartışma içine girilen’ ve ‘bu tartışma sonucu ortak bir kanaat oluşturulan’ mekâna birer davetiye olarak görülebilir. Aynı şekilde, Feigelson’un özel olarak sinemayı ‘birlikte olmanın kolektif temsili’ olarak değerlendirmesi, Önal’ın Reks Sineması cephelerindeki açıklıklarla bireyleri sinemaya çeken tasarım kararıyla ilişkili olarak değerlendirilebilir. Önal’ın tasarımında yapının Kadife Sokak’taki cephesinde ana girişe ve fuayeye açılan açıklıklarla sinemanın demokratik ve halka en yakın sanat dalı oluşunu olumlayan bir bağlam görülebilir; zira Hauser, insanların henüz biçim kazanmamış bireyler olarak sinema salonlarını doldurarak topluma katılmalarını sinemanın doğasındaki demokrasiye bağlamıştır. İnsani ölçekte ve insanı davet eden hümanist bir sinema salonu inşa etmiş olması, Maruf Önal’ın mütevazı mimar çizgisiyle örtüşmektedir. Bir yandan dönemin modern mimarlık anlayışına uygun şekilde işlevselci bir yaklaşımla programın gereklerine yanıt veren bu yapı, diğer yandan devasa boyutlardan kaçınarak insancıl ölçekte tasarlanmıştır. Önal’ın Reks Sineması tasarımında yapının en üst katının sokaktan hissedilmeyen ama görünüşte bütüncül olarak okunabilen kütlesi, böylece iki katlı olarak algılanan yapıyı insan ölçeğine indirmekte; yapının yükselmek yerine, köşesinde bulunduğu her iki sokaktan da insani ölçekte fiziki ve görsel olarak erişilebilir olarak algılanmasını sağlayan tasarım yaklaşımını desteklemektedir. Rant elde etmek adına yıkılan birçok diğer yapı gibi, en az yüz elli senelik duvarları kucaklayan modern bir tasarımla inşa edilmiş olan ve hem mimari hem de işlevsel değeriyle Kadıköy’ün kentsel mekânında ve toplumsal hafızasında önemli bir yer kazanmış olan Reks Sineması da kaybedilme riskiyle karşı karşıya şu an. Sinema kapalı! Maruf Önal’ın toplumsal, kentsel ve mimari değerleri günümüze taşıyan bu tasarımını ayakta tutmak için yapılacak mesleki mücadelenin yanı sıra filmleri Rexx Sineması’nda izlemek İstanbullular için anılara bağlılığı gösteren bir duruş olmalıdır.
SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK
El esqueleto de la señora Morales / Bayan Morales’in İskeleti
(Yönetmen: Rogelio A. González / 1960)
Sunday Bloody Sunday / Allahın Belası Bir Pazar
(Yönetmen: John Schlesinger / 1971)
Raphaël ou le débauché / Kırmızı Mendil
(Yönetmen: Michel Deville / 1971)
Cadena Perpetua
(Yönetmen: Arturo Ripstein / 1979)
Constans / Sabit Sayı
(Yönetmen: Krzysztof Zanussi / 1980)
HAFTA SONU AİLE SİNEMASI
ANNE VE BABA İÇİN
The Aviator / Göklerin Hakimi
(Yönetmen: Martin Scorsese / 2004)
The Social Network / Sosyal Ağ
(Yönetmen: David Fincher / 2010)
The Great Gatsby / Muhteşem Gatsby
(Yönetmen: Buz Luhrmann / 2013)
ÇOCUKLAR İÇİN
The Santa Clause / Noel Baba
(Yönetmen: John Pasquin / 1994)
Jingle All the Way / Babam Söz Verdi
(Yönetmen: Brian Levant / 1996)
Harry Potter and the Chamber of Secrets / Harry Potter ve Sırlar Odası
(Yönetmen: Chris Columbus / 2002)
Vizyonda bu hafta (16 Ağustos 2024)
İkisi yerli yapım olmak üzere toplam altı yeni film getiriyor beraberinde 16 Ağustos vizyonu!
Usta aktör Viggo Mortensen’in ikinci yönetmenlik denemesi olan dramatik western ‘The Dead Don’t Hurt / Dünyanın Sonuna Doğru’ haftanın notlarımız arasında geniş olarak yer alan tek yenisi.
DÜNYANIN SONUNA DOĞRU
-Mutlu olmak varken bu dünyada-
Usta aktör kimliğiyle tanıdığımız Viggo Mortensen, San Sebastian Film Festivali’nde ‘En İyi Film’ seçilen 2020 tarihli dram ‘Falling / Düşüş’ün ardından ikinci kez yönetmenlik koltuğuna oturduğu yapımda, dram ağırlıklı bir westerne imza atmış. Yazıp yönettiği filmde başrolü Vicky Crieps ile paylaşan Mortensen, feminist bakışlı öyküsünde 1860’ların başında Amerikan İç Savaşı sırasında, sınırda yaşayan iki ‘öncünün’ yaşamları ve aşkları için verdiği mücadeleyi taşımış perdeye. 1860’ların hemen başında, Kanadalı Fransız Vivienne Le Coudy, San Francisco’dan Kuzey Amerika’ya göç eden Danimarkalı Holger Olsen’a aşık olur, ancak iki aşık, iç savaş sebebiyle birbirlerinden ayrı düşerler.
Savaşın gölgesinde Amerika’nın kurucu öncüleri, vahşi batının kanunsuz aileleri, kötücül uyanık fırsatçılar, din, petrol, son yerliyi yok edip mallarına çökme ve kanlı para. Uzayan sınırlar boyunca el konulan topraklarda varolan haksız ama güçlü hükmedenler. Yozlaşmış yöneticiler. Bütün bu oluş içinde kendilerine kurdukları hayatı sürdürme derdinde, çocuğu ve eşiyle ayaklarının üzerinde durma derdinde olan ve eşitlik, özgürlük, kardeşliğe inanan ‘medeni’ kadın karakter ve onu sevmiş, düz ve dürüst erkeğin öyküsü. Vivienne ve Holger arasındaki saadeti ve gelecek planlarını bozma derdindeki kadın, insan, özgürlük, eşitlik ve hayat düşmanı, şiddet yanlısı psikopat Weston!
Usta aktör Danny Huston, Solly McLeod, W. Earl Brown ve Garret Dillahunt, başarılı oyuncu kadrosunun öne çıkan diğer isimleri. Başarılı görüntü yönetimi Marcel Zyskind imzası taşıyor. Yazdığı, yönettiği, başrolü paylaştığı filmde orijinal müziği de imzalamış Viggo Mortensen. Gerçekçi olmaya özen göstermiş Mortensen. Tempoyu bilerek düşürmüş ve hayatın gidişatının dönüştürdüğü insanların yüzleşme hikâyesini, bir ülkenin iğreti temelleri üzerine kurarak bir özgürlük rüyası kurmuş perdede. Sınırları, sarkmaları, düşüşleri bir yana bırakırsak, finali itibariyle Truffaut başyapıtı ‘Les quatre cents coups / 400 Darbe’ye de selam duruyor yapım. İlgiyle izlenebilir son tahlilde! (3 / 5)
Haftanın diğer yenilerine bakacak olursak…
1979’da Ridley Scott ustanın sinema tarihine armağan ettiği ve popüler bir korku bilimkurgu serisine dönüşen ‘Alien / Yaratık’, yeni filmiyle karşımızda! ‘Alien: Romulus’, Uruguay asıllı sinemacı Fede Alverez’in imzasını taşıyor. Sam Raimi klasiği ‘Evil Dead / Kötü Ruh’u 2013 yılında yeniden çeken Alvarez, yine bir seriye dönüşen 2016 tarihli sıkı korku gerilim ‘Don’t Breathe / Nefesini Tut’ ile popülaritesini artırmıştı. ‘Alien: Romulus’, Alien ile James Cameron imzalı 1986 yapımı ‘Aliens / Yaratığın Dönüşü’ arasında geçen ve klasik seriyi yeni nesillere tanıtan bir yapım. Ana hikâyenin yedinci filmi duruyor perdede! Bir grup genç uzay sömürgecisinin, terk edilmiş bir uzay istasyonunun derin uçlarını temizlerken dünyanın en korkutucu yaşam formu ile karşılaşması sonucu yaşadıkları korku dolu olaylara tanıklık ediyoruz. ‘Teğmen Ripley’i canlandıran Sigourney Weaver’ın tahtına göz diken Isabela Merced’in başrolde olduğu ve bilimkurguya korku-gerilim aşılayan klasiğin yeni halkasında diğer önemli rolleri, Cailee Spaeny, Archie Renaux, David Jonsson, Aileen Wu ve Spike Fearn üstleniyorlar.
Romantik dram ‘It Ends with Us / Bizimle Başladı Bizimle Bitti’, aktör kökenli Justin Baldoni imzalı. Travmatik bir çocukluğun üstesinden gelerek Boston’da yeni bir hayata başlayan ve kendi işini kurma hayalinin peşinden koşan Lily Bloom’un ilgi çekici öyküsü! Bloom büyüleyici beyin cerrahı Ryle Kincaid ile şans eseri karşılaşır. Kısa sürede aralarında yoğun bir bağ oluşur ve derin bir aşk başlar. Ancak bir süre sonra ilişkilerinde sorunlar ortaya çıkar. Blake Lively’ye eşlik eden isim yönetmen koltuğunda oturan Justin Baldoni.
Güney Kore yapımı animasyon ‘Running Man: Revengers / Yarışçılar: Büyük Hesaplaşma’, Young Sik Uhm ve DaHee Kim ikilisi tarafından yönetilmiş. Her yıl düzenlenen Koşan Adam yarışmasının öncesinde oyuncuların, sahibini dünyanın mutlak hükümdarı yapan efsanevi ‘Süper Kemer’i elde etmek için bir dizi mücadeleden geçmesini izliyoruz. Yarışçılardan Zürafa Lonky, Süper Kemer’i almak için sabah erkenden gizlice dışarı çıkar, ancak diğerleri de aynı fikirdedir.
Erkan Özcan’ın yazıp yönettiği komedi ‘Son Bir Tatil’de başrolleri Toygan Avanoğlu ve Burcu Gönder paylaşıyorlar. İlayda Sezgin, Ömer Gülşen ve Dost Elver, oyuncu kadrosunun öne çıkan diğer isimleri.
Yerli korku örneği ‘Amir’, Anastasiya Budakva tarafından yazılıp yönetilmiş. Seda, Cansel ve Roza şehir dışında okumaktadırlar. Teoman, Onur ve Berke ise İstanbul’da öğrencidir. Roza ve Berke sevgilidir. Yaptıkları bir planla hep beraber evde eğlenceli bir gece geçirmek için toplanırlar. Eğlencenin dozunu kaçırdıklarında bir davet gerçekleştirirler. Bu davet bir zaman aralığına bağlıdır. Ancak hiçbir şey beklendiği gibi gitmez ve korku dolu saatler başlarken gizli gerçekler ortaya çıkar.
İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!
İyi seyirler herkese!
TARİHTE BU HAFTA
On bir ve beş yıl öncesine, 2013 ve 2019 yıllarına dönüyor, tarihte bu haftayı anımsıyoruz!
Vizyonda bu hafta (16 Ağustos 2013)
Yedi film var yeni haftanın vizyonunda. Üç boyutlu fantastik macera ‘Percy Jackson: Sea of Monsters / Percy Jackson: Canavarlar Denizi’, beğenilen komedi-aksiyonun ikinci filmi ‘Kick Ass 2: Balls to the Wall / Göster Gününü 2’, biyografik dram ‘Jobs’, yerli komedi ‘Tepenin Uşakları’ haftanın, notlarımız arasında yer alamayan yapımları. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insana sıkı sıkıya sarılmayı unutmayın! Herkese iyi seyirler.
AİLEM İÇİN
Iowa’nın en zengin çiftçilerinden, güçlü toprak sahiplerinden olan Henry Whipple ve profesyonel araba yarışçısı olmak isteyen küçük oğlu Dean’ın ilişkisi etrafında bütün bir ülkenin ruh altı röntgeni. Beklenmedik kriz, çiftçi ailenin işlerini tehdit ederken, babanın, asi oğlunun ve bütün bir kasabanın ilişkileri sınanacaktır. Ramin Bahrani’nin Venedik’te ‘Altın Aslan’ için yarıştığı güçlü dram, ülkenin ahlaki ve sosyoekonomik durumunu belgeliyor. Kapitalist ahlak, feodal gelenekler, değişen dünya, sosyal ve ekonomik açılımlar, çekirdek aile ve etraflarında dönen hayat. Sahte oluşlar, aldanmalar, terk edişler, talihsiz bir kaza, değişenler ve değişmeyenler. Kendisinden çok şey beklediği büyük oğlu, dünyayı dolaşma ve ülkeyi terk etme kararı aldığında, imparatorluğunun devamı için, aklı ve fikri başka yerlerde olan küçük oğlunun yanında duran baba, doğrular, yanlışlar, suç-ceza, vicdan, adalet ve küçük insanı yok eden o korkunç, çıldırmış, kudurmuş makine. Kırsalda geçen öykü, elinden geldiğince dik durmaya ve söyleyeceğini yekten söylemeye gayret ediyor. Büyük ölçüde de başarıyor bunu. Toprak ağası rolünde Dennis Quaid, kariyerinin en iyi performanslarından birini sergilemiş. Yarış meraklısı küçük kardeş rolünde, özellikle genç kızların sevgisi Zac Efron, yakışıklı ve ‘parlak’ çocuk imajını yıkmaya karar vermiş gibi; gayet iyi. Kim Dickens, Clancy Brown, Heather Graham, kadronun öne çıkan diğer isimleri. Amerikan rüyası durumuna, ‘American Beauty / Amerikan Güzeli’ düzleminde bakan ve eleştirisini çekinmeden yapan filmi es geçmeyin. (4 / 5)
SAVAŞIN GÖLGESİNDE
Gösterildiği festivallerde on yedi ödül kazanan sarsıcı dram, 2005 tarihli ilk uzun metrajı ‘Somersault’ ile dikkat çeken Avustralyalı yönetmen Cate Shortland imzalı. Özenli görüntü yönetimiyle taçlanan güçlü sineması ve psikolojik derinliğiyle, soykırım, faşizm, insan, doğa, iyi-kötü, korku, sevgi, cinsellik, önyargı, masumiyet, kimlik, toplumsal suçlar üzerine kapkara bir masal. Nazi babası ve annesi, 1945’te müttefik güçlere teslim olunca, kardeşleriyle birlikte ortada, korumasız biçimde kalan Lore’nin öyküsü. Üst kademeden bir Nazi subayının en büyük çocuğu Lore. Savaşın yıkıntıları içinde, büyükannelerinin evine ulaşmak için zorlu bir yolculuğa çıkan çocuklar, bilmedikleri gerçeklerle yüzleşirler. Ailesinin suçlarından dolayı su yüzüne çıkan sorumluluk hissi, birbirinden korkunç bilinmezlerle dolu doğanın kucağında, gizemli bir genç mülteci ile hiç yaşanmamış duyguların farkına varmak, koşullanılan bir ideolojik bakış, doğru ve yanlışın en zor şartlarda sorgulanması… Saskia Rosendahl, ilk oyunculuk performansında müthiş! Bütün yaşamın bir yalanken, kime güvenebilirsin? sorusunu insanca cevaplama gayretindeki film, Rachel Seiffert’in ‘The Dark Room’ adlı romanından uyarlanmış perdeye. Filmin ruhunu başarıyla yansıtan, Adam Arkapaw imzalı kamera, övgü ötesi. Kaçırılmamalı. (4 / 5)
KİRLİ OYUN
‘Rap’ müziğin önde gelen isimlerinden 50 Cent’in (Curtis James Jackson) başrolü üstlendiği suç filmi, çürümüş polislerin kurduğu illegal bir oluşuma giren, okuldan yeni mezun genç bir polisin öyküsünü taşıyor perdeye. Yıllar önce yitirdiği, kendisi gibi bir polis olan babasının ortağıyla yakınlaşan genç adam, kendi geleceği ile ilgili radikal bir karar vermek zorundadır. Bağlılık, saygı, güven, intikam ve adalet kavramları çevresinde dönen, doğru-yanlış ile iyi-kötünün sürekli yer değiştirdiği hikayede, dev aktör Robert De Niro ve ‘Last King of Scotland / İskoçya’nın Son Kralı’ filmiyle Oscar kazanan usta oyuncu Forest Whitaker; diğer önemli rolleri üstleniyorlar. İki usta oyuncusuna rağmen, genel atmosferi ve öyküye yaklaşımıyla sınıfı rahatlıkla geçemiyor film. Tekrarlar, ‘kes-yapıştır’lar ve tanıdık oluşlarla süren yapım, vasat çizgisine bile zorlukla ulaşıyor. (2 / 5)
Vizyonda bu hafta (16 Ağustos 2019)
Biri yerli, toplam yedi yeni yapım vizyona merhaba diyor bu hafta. İstanbul dışında bulunduğumdan dolayı adına basın gösterimi düzenlenen filmleri izleyemedim. Ufak notlarla değinelim bu haftaya da!
Popüler kahramanlarımız uçamayan kızgın kuşlar ve entrikacı domuzcuklar, Finlandiya merkezli Rovio Mobile tarafından öncelikli olarak mobil cihazlar için geliştirilen ünlü oyunun beyazperdeye yansıyan ikinci macerası ‘The Angry Birds Movie 2 / Angry Birds Filmi 2’de, adalarını tehdit eden yeni bir tehlikeye karşı bir araya geliyorlar. Üç boyutlu animasyonu senarist asıllı Thurop Van Orman yönetiyor.
Usta aktris Emma Thompson’u başrolde izleyeceğimiz ‘Late Night / Gece Kuşu’ isimli komedi-dramı, kariyerini TV dizilerinde yapmış Nisha Ganatra yönetiyor. Mindy Kalling, John Lithgow, Hugh Dancy ve Reid Scott, oyuncu kadrosunun öne çıkan diğer isimleri.
Ünlü Fransız aktör Guillaume Canet’nin 2010’da yazıp yönettiği incelikli komedi-dramın ikinci halkası olan ‘Nous finirons ensemble / Küçük Beyaz Yalanlar Devam Ediyor’ ilk filmden tanıdığımız karakter Max Cantara’nın sürpriz doğum günü kutlaması için bir araya gelen eski dostların hikâyesini anlatıyor. François Cluzet, Marion Cotillard, Benoît Magimel ve Gilles Lellouche, yıldızlarla dolu kadronun en ünlüleri.
Andrew Jones imzası taşıyan İngiltere-ABD ortak yapımı aksiyon içeren suç öyküsü ‘Alcatraz’, silahlı bir soyguncu ve bir gangsterin önderlik ettiği bir grup mahkûmun, kaçılması mümkün olmayan Alcatraz Adası’ndan kaçma girişimlerini taşıyor perdeye.
Franck Thilliez’in romanından perdeye uyarlanan ‘Play or Die / Kaçış Oyunu’nun yönetmeni Jacques Kluger. Belçika yapımı korku filminde başlıca rolleri Charley Palmer Rothwell ve Roxane Mesquida üstleniyorlar.
Elise Duran’ın yönetmen koltuğunda oturduğu romantik komedi ‘Can You Keep a Secret? / Sır Tutabilir Misin?’, Alexandro Daddario ve Tyler Hoechlin’i başrole taşıyor. Uçakta yaşanan gerilimli bir anda hiç tanımadığı bir yabancıya, sırlarından bahseden Emma’nın, gizemli adamla tekrar karşılaşması sonrası gelişen olaylar, mizah içeren duygusal bir öyküde vücut bulmuş.
Haftanın tek yerli yapımı ise, yönetmenliğini Osman Taşçı’nın üstlendiği romantik gençlik filmi ‘Sesinde Aşk Var’! Burak Tozkoparan, Hayal Köseoğlu, Feride Çetin, Gizem Güneş, Deniz Barut ve Mine Çayıroğlu, oyuncu kadrosunu oluşturan isimler.
İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Tekrar iyi seyirler herkese.
MURAT ERŞAHİN