Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

15 MAYIS 2015

14 Mayıs 2015 Perşembe 21:50
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

On filmlik kalabalık haftanın dört filmi notlarımız arasında. Yerli yapımlar, yüreğimizde yer eden acının belgeseli ‘Soma 301’, korku-gerilim örneği ‘Azem 2: Cin Garezi’, aksiyonlu dram ‘Terkedilmiş’ ve gerilim türündeki ‘Kırmızı’ dışında, 2012 tarihli beğenilen korku filmi ‘The Woman in Black / Siyahlı Kadın’ın devamı niteliğindeki, ‘The Woman in Black 2: Angel of Death / Siyahlı Kadın 2: Ölüm Meleği’ ile Disney yapımı animasyon Tinker Bell: Legend of the Neverbeast / Tinker Bell ve Canavar Efsanesi’ haftanın diğer filmleri. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın. Herkese iyi seyirler.

MAD MAX: FURY ROAD
George Miller, ilk filmini 1979’da; ikinci ve üçüncü bölümlerini ise 1981 ve 1985’de çektiği kült seri ‘Mad Max’in dördüncüsünden ‘gazı’ sonuna kadar köklemiş. Distopya ile western arasında yol alan kusursuz bir aksiyon olan serinin grotesk karakterleri, tavan yapmış yeni filmde. 2015 tarihli ‘Mad Max’, işin aslı bütün geçmiş filmlerin hülasası ve kendine özgü gerçek bir kült olmuş! Bilimkurgu kökenli distopik resimde, kahramanımız Max Rockatansky’i, Mel Gibson’un ardından; günümüzün yıldızı hızla yükselen, hemen her türün aranan aktörü halini almış Tom Hardy canlandırıyor. İmparator Furiosa rolünde ise Charlize Theron, benzersiz bir karakter çizmiş. Dizginlenemeyen aksiyonun, kıyamet sonrasının tekinsiz, karanlık, çıldırmış, tükenmiş atmosferine sağladığı olanaklar, ancak izleyince anlaşılır. Dur durak bilmeyen tempo, zalim despot ‘Ölümsüz Joe’nun elinden kurtulan ve fazla istekli olmadan, Furiosa’nın önderliğindeki kadınlar grubuna katılan Max’in, çorak topraklardaki nefes kesen macerasını öykülüyor. Feminizmden, iktidarın halka sunulmasına dek, birçok ilerici metin içeren aksiyon bombası, kusursuz bir biçimle yansımış perdeye. Fedakarlık, cesaret ve insanlık kavramlarının, her türlü değerini yitirmiş, güce tapan, çıldırmış, gözü dönmüş vahşi grupla olan mücadelesi, iyi ile kötünün evrensel savaşını da öykülüyor. Nicholas Hoult, serinin ilk filminde de yer alan Hugh Keays-Byrne, Zoë Kravitz, Megan Gale, Josh Helman ve Nathan Jones’un, kadronun öne çıkan diğer isimlerini oluşturdukları film, alev alev yanan görsel bir şölen. Usta görüntü yönetmeni John Seal’den, genel yapım tasarımına dek, bütün teknik ekip, adeta döktürmüş. Filmin müziklere imza atan progressive müzik yapımcısı ve DJ Junkie XL, filmin ruhuna uygun çalışmasıyla zihinde kalan başka bir isim. Kaçırmayın! (4,5 / 5)

ÇILGIN KALABALIKTAN UZAK
İngiliz edebiyatının önemli kalemlerinden yazar ve şair Thomas Hardy’nin (1840-1928) aynı adlı ünlü romanından David Nicholls tarafından senaryolaştırılan romantik dramı, Dogma 95 akımının kurucu üyelerinden, usta Danimarkalı yönetmen Thomas Vinterberg yönetmiş. Pesimist, aşk ve tutkuyu, insan ruhunun derinlerinde yatan karmaşık hislerle betimleyen ve romanlarında daha çok kırsalda geçen hikayelere yer veren Hardy’nin ilk kez 1874 yılında yayımlanan ünlü romanı, neredeyse birebir yansımış perdeye. Kendisine miras kalan çiftliği tek başına çekip çevirmeye çalışan özgür ruhlu, dik kafalı ve cesur genç kadın Batsheba Everdene, Victoria döneminin gelenekçi ve tutucu toplumsal yapısıyla da mücadele etmektedir. Zaman içinde, birbirinden farklı üç adam, kendi halinde dürüst bir çiftçi, yakışıklı ama sorumsuz ve problemli bir asker ve olgun, aristokrat bir çiftlik sahibi, genç kadının güçlü ve bağımsız karakterinin etkisi altında kalırlar. Batsheba’nın bastırılmış arzuları ve gururu, hayatıyla ilgili kimi yanlış kararlar almasına yol açsa da, zamanla her şey yoluna oturacaktır. Tutkular, tercihler ve çevre aracılığıyla aşkın doğasını mercek altına alan öykü, bütün zorluk ve imkansızlıkların üzerinden, emek, direnç, kararlılık ve iyi niyetle gelinebileceğinin altını çiziyor. Klasik aşk romanı görünümlü dönem ruhu röntgeninin oyuncu kadrosu da yıldız isimlerle dolu. Ana karakteri, yıldızı iyiden iyiye parlayan Carey Mulligan’ın canlandırdığı duygusal dramda, Belçikalı aktör Matthias Schoenaerts, Galli oyuncu Michael Sheen, İngiliz Tom Sturridge, Juno Temple ve Jessica Barden diğer önemli rolleri üstleniyorlar. Perdeye, başta; unutulmaz Polanski klasiği ‘Tess’, Michael Winterbottom yorumuyla ‘Jude’ ve ‘Claim / İhtirasın Bedeli’ ile yansıyan Thomas Hardy’nin ünlü eseri, Danimarkalı Vinterberg dokunuşuyla; aslına sadık, gerçekçi ve romantik bir duruşla buluşuyor bizlerle. Dönemin sosyo-ekonomik, siyasi ve kültürel ayrıntılarının, incelikli bir bakışla resmedildiği filmin görüntü yönetmeni Charlotte Bruus Christensen de, alkışı hak eden isimlerden. Sinemada edebiyat uyarlamalarının meraklıları için şölen niteliğinde. (4 / 5)

CENNET
‘Un Amour de Jeunesse / Elveda İlk Aşk’ adlı romantik dramı ile dikkat çeken genç yönetmen Mia Hansen-Løve, yeni filminde, DJ olan ağabeyi Sven’in hayat öyküsünden yola çıkarak, 1990’lardan günümüze, çeyrek yüzyılın ruh röntgenini çekmiş işin aslı. Öykü, ana karakteri Paul’ün, müzik dünyasındaki izleğini anlatırken, kıta Avrupa’sında değişen sosyo-kültürel iklim ve atmosferi incelikle resmediyor. Özellikle elektronik müzik tutkunlarını ilgilendiren yapım, elektronik müziğin yükselişe geçtiği 90’lı yılların hemen başında, Paris’te başlıyor. Gece kulüplerinde DJ olarak çalışan Paul, annesinin ‘ciddi bir kariyer, iyi bir iş ve normal bir hayat’ önerisinin karşısında durmaya çalışarak; yakın dostları ile birlikte, ideali olan yepyeni müzik kültürünün peşinden gider. Daft Punk’ın doğuşundan, garage müziğine elektronik müzikte bir soy ağacı betimleyen hikaye, aynı zamanda, bir büyüme, olgunlaşma ve yenilme öyküsü. Beckett’in dediğinden üstelik: ‘Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Yine dene, yine yenil. Daha iyi yenil.’ Başlıca rollerini, Félix de Givry, Pauline Etienne ve Vincent Macaigne’in üstlendikleri kırılgan dram, müzik aracılığıyla, zamana karşı durmanın yıpratıcı tüketiminden, ideallere dayanmanın yok edici ama zenginleştirici ve güç verici yanına dek, insan hayatına farklı ve insancıl bir pencereden bakıyor. Bir modern zamanlar dönem filmi olarak da kolayca okunabilir ‘Eden’. Serinkanlı ama aynı anda son derece duygusal olabilmeyi beceren tonuyla sıkı bir film var karşımızda. (4 / 5)

AŞK UĞRUNA
1942’de beş bölüm olarak tasarladığı kitabının ilk iki bölümünü kaleme aldıktan sonra, Auschwitz toplama ve imha kampında öldürülen Yahudi asıllı Fransız yazar Irène Némirovsky’nin 2004’te basılan aynı adlı kitabından Matt Charman ve Saul Dibb’in perdeye uyarladıkları senaryoyu, yine 2008 tarihli ve en iyi kostüm Oscar’ını elde etmiş ‘The Duchess / Düşes’ filminden anımsayacağınız Saul Dibb yönetmiş. İkinci Dünya Savaşı’nın acılı ve dehşet dolu gidişatında, Almanya’nın Fransa’yı işgalinin ilk günlerinde yaşanan romantik öykü, ‘savaş sırasında insanları tanıyabiliriz, insan savaşta belli olur’ diyor. Pek tanımadan evlendiği, savaş esiri kocasının yolunu gözleyen Lucile Angellier adlı genç ve güzel kadınla, evlerine yerleşen Alman subayı Bruno von Falk arasında gelişen romantizm, maalesef, günlerin sert gerçekliğine yenilir. Michelle Williams ve Belçikalı aktör Matthias Schoenaerts’in başlıca rolleri üstlendikleri, İngiltere-Fransa-Kanada ortak yapımı romantik savaş dramında, usta aktris Kristin Scott Thomas, Avustralyalı güzel yıldız Margot Robbie, Sam Riley ve tecrübeli Fransız aktör Lambert Wilson da rol alıyorlar. İncelikli bir dil ve ayrıntılara önem veren bir atmosferle başlayıp süren film, her nedense, finale doğru anlamsız bir hız ve ‘oldubittiye’ evriliyor. Belirli bir yerden sonra dikkat çeken dağınıklık, çok başka bir yerde durabilecek filmi, popüler ve sıradan bir duygusallığa hapsediyor adeta. Yine de öyküsü, incelikli oluşları ve zengin kadrosuyla kendini baştan sona izlettiren bir ‘savaşta aşk’ dramı, orijinal adıyla ‘Suite Française’. (2,5 / 5) MURAT ERŞAHİN




Diğer Yazılar