15 EYLÜL 2023
Eylül ortasını bulduk… Kalabalık vizyon haftaları sürüyor. Her hafta biri veya ikisi hatta üçü doğaüstü korku öyküsü olan yerli filmler, aynı minval ve içerikle izleyiciyle buluşmaya devam ediyorlar! Özellikle kalabalık haftalarda keşfedilen birkaç iyi film, bünyeye o derece iyi geliyor ki o kadar olur! Hafifçe serinleyen hava, sinema salon klimalarını biraz insafa çağırıyor gibi! Kardeşim, biricik dostum ve değerli meslektaşım Murat Özer’in yokluğundan sonra benim ve bazılarımız için eski tadı yok hiçbir şeyin zira. Ne denli çok anı biriktirmişiz… Her sabah hemen önümdeki o boş koltuğa takılıp kalmak… Hayat sürüyor tabii fakat o dinmeyen, dinmeyecek ‘eksiklik’ hissi yok mu? Yalnız, renksiz, kahkahasız, tatsız günler. Ehemmiyetsiz, hissiz, bencil insanlarla dolu salonlar, sokaklar, caddeler. Sonra etrafta her gün gördüğün bazı tanıdıklar. Ne denkli keyifli ve neşeliler… Nasıl da ‘eksiksiz’, düşüncesiz, gayet rahat, sorumsuzca bir tek kendileri varmış ve daima var olacaklarmış gibi devam edebiliyorlar hissi ve sorusu zihni kurcalıyor… Bu, senin için kati ve su götürmez düşüncelerden utanıp, gündelik hayatın hiçbir şeyi takmayan dingin gücüne şapka çıkartıyorsun… Pes diyorsun bazen sadece!
Mözer’imin, Luca Guadagnino’nun ‘La Piscine’ versiyonu ‘A Bigger Splash’ filminde Ralph Fiennes’in The Rolling Stones klasiği ‘Emotional Rescue’e eşlik eden dansını izlerken aldığı keyif aklıma geliyor… ‘Manchester by the Sea’de içine içine ağlaması… Onun filmleri sonra… Otto Preminger’in ‘Anatomy of a Murder / Bir Cinayetin Tahlili’, Robert Mulligan’ın yönettiği Harper Lee klasiği ‘To Kill a Mockingbird / Bülbülü Öldürmek’, Charles Laughton imzalı ‘The Night of the Hunter / Caniler Avcısı’… Sinema ve edebiyatın yanında müziğe bu denli hakim olması Murat’ın… Filmlerin ‘soundtrack’ yıldızları…
Öyle işte; bir varmış bir yokmuş hayat… Yılmaz Güney tartışılıyor olur olmadık. Bir sürü net cevap verilebilir… ‘Umut’! Cabbar Gardaş yeterli kanımca! Yok o öyleymiş, bu böyleymiş. ‘Sıkı durun şimdi tabuları yıkıyorum’ durumu bir de! ‘Birçoğunun sevdiği o film, bu şarkı, şu kitap çok sığdır, çok abartılmıştır aslında söylemi! Eserin yaratıldığı dönemin sosyal, politik, ekonomik, kültürel koşullarını, zamanı ve diyalektiği hiçe sayarak üstelik! Bir de şu ‘başıma bir şey gelmeyecekse’ lafı… Gelmez merak etmeyin; bu yüzsüzlük olduğu sürece hiçbir şey olmaz sizlere… Sizlerin dünyası, sizlerin zamanı bu. ‘Zekice’ takılıyorsunuz günlere! Selam verirken bile iki kere düşünüp, üç kere hesap ediyorsunuz. Cihangir üstü New York, Berlin, bir de belki iki üç gün Amsterdam… Toronto mu, Venedik mi, Cannes mi? Sıkıntı yok yani! Fonlar, festivaller, jüriler, ödüller, partiler, dj kabinleri, hepsi sizin için… ‘Günlerin isimleri, ayların isimleri, merhabalar sizin için’… Bir de ‘naçizane şuraya bırakıyorum’ alçakgönüllüğü!
Sıkıldığım pek belli sanırım… Her yerden, her şeyden. Plastik, yapma insanlardan, yalandan sevgi sözlerinden. Sığlıktan, basitlikten, görgüsüzlükten, lümpenlikten, şımarıklıktan, en çok da kibirden! Gözünü kulağını kapatıp, oturup daha çok yazmak, çizmek, çekmek, üretmek gerek… Nefes alıp vereceğimiz günlerin sayısı azaldıkça bir telaştır gidiyor… Sakin olmak lazım oysa. Daha ikinci yarının son on beş dakikası var önümüzde. Uzatmaları da hesap edersek, bir gol, hatta neden olmasın, iki gol sığdırırız belki şu zorlu maça…
Her şeye inat ‘iyi ki var’ dediklerimiz sonra… Max Ophüls izledim dün… Büyük adam! Yusuf Atılgan ne güzel der ‘Aylak Adam’da: ‘Yoksa dünyada olmayanı mı arıyordu? İki yanına bakındı. Sağdaki kaldırımda duvara dayanmış büyük gözlü bir okul çocuğu ilgiyle ona bakıyordu. Gözlerini kırpmadan elindeki elmayı ısırdı. Ağzı sulandı. Yürüdü. Vardı işte. Çocuklar, elmalar vardı.’
SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK
Popiól i diament / Küller ve Elmaslar
(Yönetmen: Andrzej Wajda / 1958)
Petla
(Yönetmen: Wojciech Has / 1958)
Zezowate szczescie
(Yönetmen: Andrzej Munk / 1960)
Barwy ochronne
(Yönetmen: Krzysztof Zanussi / 1977)
Krótki film o milosci / Aşk Üzerine Kısa Bir Film
(Yönetmen: Krzysztof Kieslowski / 1988)
Vizyonda bu hafta (15 Eylül 2023)
Beşi yerli yapım olmak üzere toplam on bir yeni film merhaba diyor 15 Eylül haftasına!
TAVURİ
-Vicdandır en önemlisi!-
Usta yönetmen Derviş Zaim, belgesel türündeki yeni filmiyle beyazperdede. Sinema yolculuğuna 1996’da yaman ilk film ‘Tabutta Röveşata’ ile başlayan Zaim’in, toplamda on ikinci sinema filmi ve ikinci belgeseli ‘Tavuri’! Tabutta Röveşata’nın ardından, sırasıyla, ‘Filler ve Çimen’, ‘Çamur’, ilk belgeseli ‘Paralel Yolculuklar’, ‘Cenneti Beklerken’, ‘Nokta’, ‘Gölgeler ve Suretler’, ‘Devir’, ‘Balık’, ‘Rüya’, ‘Flaşbellek’ filmlerini imzalayan Zaim, bu kez geçmişinden gelen bir tanıdığının, Kıbrıs’ta, doğup büyüdüğü mahallesindeki arsada top koşturduğu şeytan/tavuri lakaplı Mustafa Serttaş’ın öyküsünü taşımış perdeye.
Hayatının yarısını hapishanede geçiren, ‘şeytan/tavuri’ lakaplı ‘dolandırıcı’ Mustafa Serttaş aracılığıyla suç, suça bağımlılık, toplum ve özgürlük temalarını sorguluyor Derviş Zaim. Aslında vicdan, sevgi, sevgisizlik, yalnızlık ve mütevazı ama kati bir varoluş fotoğrafı perdede duran. İlkokulu bitirmemiş olan Mustafa Serttaş, Kıbrıs’ta yoksul ve parçalanmış bir ailede yetişmiş ve çocukluğundan itibaren hırsızlığa başlamış biri. Zamanla bu alışkanlığı bir tutkuya, normal bir hayat algısına dönüşüyor. Yönetmen Derviş Zaim, Mustafa Serttaş’ı sekiz yaşından beri tanımakta. Serttaş’ın hayatının son beş yılını filme almayı başarmış. Hatta çekimlerin bir kısmı Serttaş hapiste iken gerçekleştirilmiş. Tavuri ile birlikte Londra’da da çekimler yapılmış.
Zaim, kendi annesinin de son derece vicdanlı ve anaç davrandığı eski mahalle arkadaşını hapishanede ziyarete geliyor ve böylece yönetmenin zihnini kurcalayan bazı önemli meseleler olduğunu fark ediyoruz: Tavuri hapishaneden çıktıktan sonra yeni bir hayata başlayabilecek mi, yoksa yavaşça kendi sonunu mu hazırlayacak? Ülkenin en büyük dolandırıcısı olmasına rağmen ona yönelik bir merhamet geliştirmek mümkün mü? Çevresi, yakınları, dostları, akrabaları, ülkesi, dünya…
Kişiyi suça iten, kendine ait, farklı bir dünya kurduran, en önemlisi bu dünyanın işleyişinin doğru ve düzgün olduğuna inandıran dinamikler, o kişiyi oluşturan yakın çevre, onu sarmalayan dünya, etik, kapitalist ahlak, sistemin dişlileri, vicdan ve merhamet sonra… Önyargılı, vahşi, nobran, acımasız, çıkarcı, hain ve zalim dünyada, içleri günden güne boşalan fedakârlık, vicdan ve merhamet kavramlarını ameliyat masasına yatırıyor Zaim. Hem de hiç çaktırmadan. Hem de belki tanıdığı en vicdanlı insanlardan biri olan kendi annesinin izleğini sürerek, onu saygıyla anarak… Bir şekilde ‘Tavuri’nin öyküsü olsa da, belki de artık ortalıkta var olmayan anne vicdanının hüzünlü hikâyesi Zaim’in filmi! Acıtan gerçekler, keskin yalnızlıklar, anlayış, algılar ve en netameli, en karanlık ve muallak hakikat olan varoluşumuz… Dünyada bir şekilde salınırken, ruhumuza ve bedenimize iliştirilen etiketler, yaftalar, yargılar… Anlamadan, dokunmadan, iyileştirmeden, yalandan söylenen sözler ve temaslar! Tek derdi, güzel bir şeyler yemek ve sevgiyi görmek, duymak, hissetmek isteyen sıradan bir adamın, suçla bezeli ruh atlası ‘Tavuri’! Edip Cansever’in elem dolu dizeleri belki de: ‘İnsan bazen ağlamaz mı bakıp bakıp kendine’. (4 / 5)
VENEDİK’TE CİNAYET
- Hayaletler yaşarlar!-
Gizem dolu her karanlık olayı aydınlatmasıyla tanınan Belçikalı zeki dedektif Hercule Poirot, İkinci Dünya Savaşı sonrası, tarihler 1947’yi gösterirken, dünya halinden fazlaca sıkıldığından artık emekli olması gerektiğine karar vermiş ve Venedik’e yerleşmiştir. Çok gönüllü olmasa da, geçmişin gösterişli bir malikânesi olup, artık köhnemiş, bakımsız ve acılı aile evinde düzenlenen bir medyumluk senasına katılır. Misafirlerden birinin öldürülmesi sonucu Poirot, kendini yine bir türlü kaçamadığı o sırlarla dolu kapkara dünyanın içinde bulacaktır!
Agatha Christie’nin ilk olarak 1969’da yayınlanan ‘Hallowe’en Party’ adlı romanından uyarlanan korku-gerilim motifleri içeren suç dramı, türe ve Christie uyarlamalarına artık iyiden iyiye alışan Kenneth Branagh imzalı. Hercule Poirot’u yine bizzat canlandıran ve başrolü üstlenen Branagh’a, yıldız isimlerle dolu bir oyuncu kadrosu eşlik ediyor. Branagh’ın bu üçüncü Agatha Christie uyarlamasındaki rol arkadaşları Michelle Yeoh, Jamie Dornan, Kelly Reilly, Tina Fey ve Branagh’ın ‘Belfast’ filmiyle perdeye armağan ettiği on üç yaşındaki aktör Jude Hill.
Ridley Scott’un yapımcıları arasında bulunduğu, Haris Zambarloukos’un görüntü yönetimi ve İzlandalı besteci Hildur Guðnadóttir’in özgün müzik çalışmasını künyesinde barındıran yapım, maalesef beklentilerin uzağında kendi açımdan! Bilimsel kesinlik ve doğaüstü oluş çatışmasının odakta yer aldığı ancak vaat ettiği derinliğin yanından geçmeyip, son derece basitçe halledilen ve yüzeyden bakılan bir bilmeceyi öne çıkarması hayal kırıklığı yaratıyor bünyede. Vır vır vır bir şeyler… Bildik formüllerle süren ve Branagh’ın daha önceki iki Agatha Christie uyarlamasının (‘Doğu Ekspresinde Cinayet’ ve ‘Nil’de Ölüm’) mirasını yiyen film, Venedik şehir panoramasının da katkısıyla kendini izlettiriyor pekâlâ ama fazlasıyla uçucu bir etki bırakıyor geride! Bir de tekrar emin oldum ki en iyi ‘Hercule Poirot’, Peter Ustinov kanımca! (2,5 / 5)
GÜVENLİ BİR YER
-İçeriye akar her acı!-
Damir, hayatına son vermek isterken kardeşi ve annesi yirmi dört saat boyunca onu kurtarmak ve kollamak için çırpınırlar!
Juraj Lerotic, senaryosunu yazıp yönettiği ilk uzun metraj kurmacasında başrolü de üstlenmiş. Cottbus Film Festivali’nde ‘En İyi Film’, Locarno’da ‘En İyi İlk Film’, ‘En İyi Yönetmen’, ‘En İyi Erkek Oyuncu’ (Goran Markovic), Saraybosna’da ‘En İyi Film ve ‘En İyi Erkek Oyuncu’ (Juraj Lerotic) ve İstanbul Film Festivali’nde ‘Genç Jüri Genç Usta Ödülü’nü elde eden toplam on altı ödüllü Hırvatistan yapımı, ‘En İyi Yabancı Dilde Film’ dalında ülkesi adına Oscar adayı da olmuştu. Juraj Lerotic’in kendi hayatından esinlendiği otobiyografik dram, Damir adlı genç adamın intihar girişimiyle birlikte yaşanan yirmi dört saatlik zaman dilimini taşıyor perdeye.
Nobran dünya, gerçeğin soğuk, donuk, hissiz, ilgisiz yüzü, tercihler ve aile bağları üzerine ‘hassas’ bir öykü perdede duran! Mesele de bir parça bu noktadan kaynaklı! Bu derece hassas, netameli, yoğun ve karmaşık duygular içeren ‘ciddi’ bir duruma, hisleri tamamen alınmışçasına yaklaşmak, perdeden koltuğa en ufak bir duygu aktarmamak/aktaramamak maharet değil hani! Ajitasyondan uzak durmak adına, gereği anlaşılamayan, gösteriş içeren, iddialı ve belki de ‘tuhaf’ kadraj tercihleriyle, ‘bu kadar soğukkanlı, mesafeli ve en önemlisi duygusal olmadan hisli bir film yaptım işte’ diyen bir film Hırvatistan yapımı! İnsan ruhuna değil, sadece festivaller ve fonlara seslenen, onlar için hesaplanmış, duygusuz, kibirli, hesaplı, kitaplı, ortalama bir yapım orijinal adıyla ‘Sigurno Mjesto’! Bana uzak, kurda tuzak! (2,5 / 5)
Notlarımızda yer alamayan haftanın diğer yeni yapımlarına bakacak olursak…
Çin yapımı fantastik animasyon ‘Xi you ji zhi Zai shi yao wang / Maymun Kral Geri Döndü’, Yunfei Wang imzası taşıyor. Çok uzun zaman önce, Doğu topraklarında şeytanlar kol gezerken, Önceki yaşamında Buddha Rulai’nin ikinci çırağı olan Usta Tang, Batı’daki Leiyin Tapınağı’na Doğu topraklarını arındırmak için kutsal yazılar getirmeye yemin eder.
Haftanın Çin yapımı bir diğer animasyonu olan ‘Yong Zhi Cheng / Terracotta Krallığı’, Jade ve kahraman savaşçı Magnus’un, Qin hanedanına karşı güçlerini birleştirmeleri ve bu esnada birbirlerine aşık olmalarını taşıyor perdeye. Leon Ding ve Yongchang Lin, avantür öykünün ortak yönetmenleri.
‘After: Everything / After: Her Şey’, Castille Landon’un yönettiği bir romantik dram. Bir aşk ilişkisini sonlandıran çok satan yazar, Portekiz’e seyahat eder ve geçmişiyle yüzleşir. Hero Fiennes Tiffin, Josephine Langford ve Mimi Keene başrolleri üstleniyorlar.
TV’de çok sevilmiş bir çizgi roman dizisinden perdeye aktarılan Fransa yapımı animasyon ‘Miraculous - Le film / Mucize Uğur Böceği ile Kara Kedi’, Jeremy Zag imzası taşıyor. Güçlü süper kahramanlar Uğur Böceği ile Kara Kedi’ye dönüşen ve Işıklar Şehri’ni Atmaca Güve olarak bilinen tehlikeli bir süper kötüden korumak için güçlerini birleştiren Parisli gençler Marinette Dupain-Cheng ve Adrien Agreste’in başlangıç hikâyesi!
Bir yılbaşı gecesi eğlencesi için toplanan genç arkadaşları, gecenin ilerleyen saatlerinde kötü bir sürpriz beklemektedir. Gerçek bir kâbusun ardından, Silüet bir daha asla peşlerini bırakmayacaktır. Buğra Kekik’in yönettiği korku öyküsü ‘Silüet: Bir Yılbaşı Kâbusu’nda başlıca rolleri Yağmur Demircioğlu, Gülşah Büktür ve Tuncay Gençkalan üstleniyorlar.
‘Metruk’, Mehmet Ali Zaim’in yazıp yönettiği yerli bir bilim-kurgu! Dünya dışı varlıkları araştıran Ali’nin kaybolması sonrası onu arayan Meryem’in öyküsü. Serap Çetintürk, Şiar Zaim, Ali İhsan Bozdemir, Gözdenur Akaltın ve Öykü Öz, oyuncu kadrosunu oluşturan isimler.
Bülent Orçin’in yönettiği korku-gerilim ‘Vesnan’, Yasemin ve Engin’in mutlu evliliklerinin, Engin’in gizemli bir şekilde ortadan kaybolması sonucu uğradığı değişimi öykülüyor. Mehmet Bilen, Beste Tosuner, Orkun Özcan, Sinan Turgut Kayabaşı, Evrim Aslı Kılınçer ve Ayşegül Koçak, filmin oyuncuları.
Geçmişine ait bir gerçeği öğrenen Asiye, yüzleşmeye cesaret edemediği yaşanmışlıklardan ve karşısına çıkacaklardan korktuğu için profesyonel bir paranormal araştırma ekibinden yardım ister. Omma Okan Kılıç’ın yazıp yönettiği ‘Lanetli Miras: Yanlış Adres’, başlıca rollerini Caner Çiftçi, Turgay Yıldız ve Ebrar Gür’ün paylaştıkları gizemli bir korku-gerilim.
İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!
İyi seyirler herkese!
TARİHTE BU HAFTA
Altı yıl öncesine, 2017 yılına gidiyor, tarihte bu haftayı anımsıyoruz!
Vizyonda bu hafta (15 Eylül 2017)
Sekiz filmlik yeni haftanın dördü yerli yapım. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.
O
-Korkmaktır en korkuncu!-
Stephen King’in ilk olarak 1986’da yayınladığı aynı adlı ünlü romanından beyazperde için uyarlanan yapımı –ki aynı roman 1990’da üç saat on iki dakikalık aynı adlı mini TV serisi olarak uyarlanmıştı- 2013 tarihli ‘duygusal’ korku-gerilim ‘Mama’ ile tanıdığımız Arjantin asıllı Andy Muschietti yönetmiş.
King’in ana vatanı Maine’in, küçük ve büyümenin bazın anlar sıkıcı bir hal aldığı kasabası Derry’deyiz. Küçük çocukların kaybolmasıyla ortaya çıkan gizemli dehşet ve tarihsel kâbusu aydınlatmak için bir araya gelen yedi yakın arkadaşın karanlıkla mücadelesi izlediğimiz. Yedi çocuk, kendilerine şeytani bir palyaço olarak ‘görünen’ Pennywise’ın dehşetinden korunmak için ‘korkmamak’ mecburiyetindedirler. Kanalizasyon mazgallarının altındaki dehlizlerde yaşayan, kendini kimi zaman kâbuslarda, kimi zaman da gerçek hayatta gösteren bir yaratık olan ve bilinçaltında yatan herhangi bir ‘korkunun’ şekline hemen bürünebilen Pennywise, insanları kolaylıkla kendi karanlık dünyasına çekebilmektedir.
Taşra kasabasında çocuk olmak, ebeveynlerin karanlığında büyüme zorunluluğu, ilk aşk, üçlü aşk, dostluğun anlamı, dayanışma, fedakârlık, derinlerde yatan ve her an bizimle olan korkularımız… Stephen King, bir korku toplumu olan ABD’nin röntgenini çekmiş ürkütücü romanında. Odakta çocukların olduğuna bakıp, aldanmayın! Ne öykü, ne de Muschietti’nin yeni uyarlaması; çocuklar için! Film, yetişkinlere sesleniyor özellikle. Sokaklarından korku pompalanan ‘derin’ taşra gerçekleri, evlerin ‘ürkütücü’ içi! Aile-arkadaş-dost kavramları. Sorunlu çocuklar ve onların hastalıklı ebeveynleri. Bu korkunç tablodan beslenen şeytani yaratık Pennywise ve bütün bir seksenler ruhu…
Usta İsveçli aktör Stellan Skarsgård’ın küçük oğlu Bill Skarsgård’ın şeytani Palyaço ‘Pennywise’ı canlandırdığı filmin diğer yedi ana karakteri, birbirinden yetenekli yedi genç oyuncu. Özellikle Jaeden Lieberher, Jack Dylan Glazer, Jeremy Ray Taylor ve gencecik birer Sylvia Kristel ve Jane Fonda görünümündeki başarılı aktris Sophia Lillis çok iyiler. Bu gençlerin adını gelecekte sıklıkla duyacağımız kesin! Başarılı filmin artıları arasında, görüntü yönetimi ve seksenleri yeniden yaratan sanat yönetimi, dolayısıyla yapım tasarımına da dikkat çekmek gerek! ‘Oldboy / İhtiyar Delikanlı’, ‘Stoker / Lanetli Kan’, ‘Ah-ga-ssi / Hizmetçi’ filmlerinin başarılı görüntü yönetmeni Güney Koreli Chung-hoon Chung ve yapım tasarımcısı Claude Paré özellikle döktürmüşler.
İki bölüm halinde yansıyacak perdeye ‘It / O’. İkinci bölüm, yakında salonlara gelecek sanırım. Filmin ülkesindeki başarılı gişesi, beklentiyi geciktirmez. İkinci bölümde yedi genç arkadaşın, yetişkin halleriyle ‘Pennywise’a, yani korkunun ta kendisine karşı verdikleri yeni mücadeleye tanık olacağız. Bu arada, Bill, Ben ve Beverly arasında yaşanan üçlü aşk ilişkisinde üçüncü şahıs olarak kalan ‘Ben’in, Beverly’ye yazdığı o şiir yok mu? Filmin duygusal tonu da dikkat çekici elbet! (3,5 / 5)
SUİKASTÇI
-Ajan doğulmaz, olunur!
Başrolünü genç aktör Dylan O’Brien’in üstlendiği aksiyon, ‘Kill The Messenger’ filmiyle tanınan Michael Cuesta imzalı. Gerilim katkılı hareketli film, Vince Flynn’ın çok satan aynı adlı romanından uyarlanmış perdeye.
Kendi halinde bir genç adam olan Mitch Rapp’ın hayatı, nişanlısına evlenme teklifi yaptığı tatil sırasında alt üst olur. Bir terör eylemi sonucu sevdiği kadını kaybedip, yaralanan genç adam, kendine yeni bir kariyer planı çizer: Terörle mücadele etmek için acımasız bir suikastçi olmak… CIA’ nin takibindeki Mitch, haber alma teşkilatından gelen teklife evet deyip, kendini kuralsız ve acımasız bir dünyanın tam ortasında bulur.
Teröristlerle mücadele eden saha ajanı Mitch Rapp’ın öyküsü, inandırıcılıktan oldukça uzak. Plajdan çıkıp, bir buçuk yıl içinde gözü pek bir ajana dönüşen genç adamın hikâyesi, oldukça büyük anlamsızlıklar, boşluklar, ayakları yere basmayan oluşlar içeriyor. Patlayan nükleer bomba, sadece denizin ortasında dalga yaratıyor ve altıncı filonun camlarını çatlatıyor. Bu senaryonun en masum parçası. Gerisini siz düşünün. Türkiye’de geçen fakat Malta’da çekilen sahnelerin, tanıtımımıza artı değer katacağı ise söylenemez.
Aşırı milliyetçi, militarist ve tutucu bu ticari işin, Pentagon ve CIA tarafından finanse edilip alkışlandığını söylemek, abesle iştigal ve komplo teorici bir yaklaşım olmaz sanırım. Usta oyuncu Michael Keaton, kariyerini zedelemek uğruna, tamamen duygusal nedenlerle yer almış aksiyonda belli ki! Sanaa Lathan, Taylor Kitsch ve İran’da dünyaya gelip, Türkiye ve Kanada’da büyümüş aktris Shiva Negar, oyuncu kadrosunun öne çıkan diğer isimleri. Kötücül bir söyleme sahip olmasının yanında sinema olarak da fazla bir şey vaat etmiyor vasat altı aksiyon (1 / 5)
‘Train de vie / Hayat Treni’ adlı bol ödüllü savaş dramıyla tanınan Romanyalı yönetmen Radu Mihaileanu imzalı yine savaş döneminde geçen romantik dram ‘The History of Love / Aşk Notları’, Belçika-Fransa ortak yapımı animasyon The Son of Bigfoot / Kocaayak ve Oğlu’ ile birlikte dört yerli yapım; yönetmenliğini Burak Donay’ın üstlendiği ‘Korkacak Bi’ Şey Yok’, başrolünde Cemal Hünal’ı izleyeceğimiz gizemli macera ‘Benzersiz’, yönetmenliğini Sedat Ergen’in üstlendiği ‘Örümcek’ ile başrolünde Kenan Ece’n in yer aldığı, Orçun Benli imzalı komedi macera ‘Ver Kaç’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Tekrar iyi seyirler!
MURAT ERŞAHİN