14 NİSAN 2023
Çok şiddetli depremler, büyük bir felaket yaşadık!
Ülke olarak tarifsiz bir acı içindeyiz!
06 Şubat 2023 saat 04:17’de Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde 7.7 ve saat 13.24’te Elbistan ilçesinde 7.6 büyüklüğünde iki deprem meydana geldi ve yüreklerimiz yandı. Bütün yurtta ve dış temsilciliklerde yedi gün süreyle millî yas ilan edildi.
Depremden, Kahramanmaraş, Hatay, Adıyaman, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Adana, Osmaniye, Kilis ve Malatya illerimiz etkilendi. Resmi rakamlara göre bu satırların yazıldığı an, elli bine aşkın vatandaşımız hayatını kaybetmişti ve yüz küsur bini aşkın yaralımız vardı. Neredeyse beş yüz bin vatandaşımız bölgeden tahliye edildi. 20 Şubat gecesi ise Hatay’da 6.4 ve 5.8 büyüklüğünde iki bağımsız deprem daha meydana geldi. Altı can daha hayatını kaybederken üç yüze yakın kişi de yaralandı.
Hayatını kaybeden canlarımıza rahmet, yaralılara acil şifalar diliyoruz.
Tek düşüncemiz yaraların bir an evvel sarılması! Gün, yardım, destek ve dayanışma günü! Nerede olursak olalım, depremzedeler için yapabilecek mutlaka bir şeyimiz olmalı! Yüreğimiz yanıyor!
Kelimeler kifayetsiz! Hal böyleyken hemen hiçbir şeyin, bizim işimiz özelinde filmlerin ve vizyonda ne olup olmadığının bir önemi kalmıyor! İnsan deprem bölgesinden uzakta, yatağında yatmaya, bir bardak çay içmeye, neredeyse nefes alıp vermeye utanıyor!
Öte yandan film şirketleri çalışmalarına devam ediyorlar. Sinemalar açık. Her hafta yeni filmler vizyona girmeye devam ediyor. İki hafta süreyle ara verdiğimiz vizyon/film tanıtımlarına, işimiz mecburiyeti gereği 24 Şubat haftasından itibaren yeniden başladık.
SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK
There’s Always Tomorrow / Yarını Unutma
(Yönetmen: Douglas Sirk / 1956)
La guerre est finie / Savaş Bitti
(Yönetmen: Alain Resnais / 1966)
L'honneur d'un capitaine
(Yönetmen: Pierre Schoendoerffer / 1982)
À nos amours / Aşklarımıza
(Yönetmen: Maurice Pialat / 1983)
Distant Voices, Still Lives
(Yönetmen: Terence Davies / 1988)
Vizyonda bu hafta (14 Nisan 2023)
Altısı yerli yapım olmak üzere toplam dokuz yeni filme ev sahipliği yapıyor 14 Nisan vizyonu!
Nicolas Cage’in kült korku figürü ‘Kont Drakula’ya hayat verdiği fantastik komedi korku öyküsü ‘Renfield’, 80’li yılların ölümsüz video oyun serisinden uyarlanmış ‘The Super Mario Bros. Movie / Super Mario Kardeşler Filmi’ ve kapkara yerli dram ‘Ela İle Hilmi ve Ali’ haftanın notlarımız arasında yer alan yenileri!
RENFIELD
-Bütün patronlar kan emer!-
Mizah bol fantastik korku öyküsü Chris McKay imzalı. Efendisinden uzun yıllar boyu eziyet gören hizmetkârın uyanış ve isyan öyküsü! Efendisi, ‘Karanlıklar Prensi’ olarak nam salmış Kont Drakula olan sadık hizmetkâr Renfield, upuzun yıllar boyu patronunun taze etini, emeceği kanı asla ihmal etmemiştir. Efendisinin avını asla ihmal etmeyen ve çok alçaltıcı olsa da Drakula’nın her emrini harfiyen yerine getirmiş olan Renfield, yüzyıllar süren esaretten kurtulmak ister. Efendisinin karanlık gölgesinin dışında onu bekleyen temiz ve güzel bir hayat vardır. Karşılıklı bağımlılığa son verip özgürleşme yolunda adım atmaya kararlı hizmetkâr, derdi yetmezmiş gibi bir de karşısında ülkenin acımasızlığıyla nam salmış, en korkutucu suç örgütünü bulur.
‘Kont Dracula’ rolünü Nicolas Cage üstlenirken, filme adını veren yardımcısı ‘Renfield’ karakterini ise Nicholas Hoult canlandırıyor. Awkwafina, Ben Schwartz, Camille Chen ve İranlı usta aktris Shohreh Aghdashloo, oyuncu kadrosunun diğer önemli isimleri. Popüler TV serisi ‘The Walking Dead’in yaratıcılarından Robert Kirkman’ın orijinal fikrinden perdeye aktarılan tür kırmasının senaristi ise Ryan Ridley.
Mizahı yerinde, elini korkak alıştırmayan, grafik şiddetle bezeli kanlı canlı öykü, rahatlıkla izletiyor kendini. Patron, hizmetli ve özgürlük üçgeni, ruhumuzu da satın almaya meraklı sözde efendilerin, günümüzde kanımızın son damlasını emmeye göz dikmiş vampirler olduğunu bir kez daha anımsatıyor. Korku ögelerine, aksiyonu da katmaktan geri durmayan tempolu yapımda Nicolas Cage, ‘Kont Drakula’ rolüne çok yakışmış. Kendi yolunu çizmeye, özgürleşmeye kararlı hizmetkârın aydınlanma ve doğruyu seçme süreci, ince bir aşk ve dostluk hikâyesiyle de kesişiyor. Filmin, Kont Dracula’nın orijinal öyküsünü de ziyaret edip, tarihsel hikâyeye saygı sunmayı ihmal etmemesi de çok hoş! Öte yandan, iyi ile kötünün asla sona ermeyecek klasik mücadelesini izlediğimiz eğlenceli yapım, sınıfı geçiyor. (3 / 5)
ELA İLE HİLMİ VE ALİ
-Üçgenin iç açıları-
Yılların matematik hocası Hilmi, kendinden yaşça epey küçük eşi, depremzede Ela’yı üniversite sınavına hazırlamaktadır. Apartman görevlisinin iki yıldır sınıfta kalan oğlu Ali’ye de matematik çalıştırmaktadır Hilmi öğretmen bir yandan. Bu tuhaf üçgen içinde, duygular, yalnızlıklar ve gerçekler müthiş bir savaş vereceklerdir.
Senaryosunu Ziya Demirel ve Nazlı Elif Durlu’nun yazdıkları kapkara dramı, Ziya Demirel yönetmiş. Serkan Keskin, Ece Yüksel ve Denizhan Akbaba, başlıca rolleri üstlenen isimler. Görüntü yönetmenliğini Doron Tempert’in üstlendiği yapımın kurgusu ise Selda Taşkın ve Henrique Cartaxo imzalı.
Sinema tarihimizde ayrıksı bir yere oturuyor ‘Ela ile Hilmi ve Ali’! Bastırılmış tutkular, cinsellik, içsel durumlar ve gizli fonda gündelik hayatın sıradan, tutucu, yavan kuralları. Üçlü bir ilişki durumu içine sıkışmış insan yüreği, psikolojik, psikosomatik oluşlar, ötelenmiş duygular ve yoksunluk… Üç yalnız ruhun, ‘oyalanma’ içinde sürdürdükleri hayat ve onlara kimlik veren saklı yanları. Uçurumun kenarından aşağı bakan karakterler eşliğinde sinemamızda nadir yapılan ayrıntılı bir analiz. Cinsellik, özgüven, oyalanma, sıkışmışlık, tutsaklık, özgürlük, kimlik, karakter, saklanma ve nobran dış dünyadan kaçış…
İlk gösterimi, geçtiğimiz yıl, 41. İstanbul Film Festivali’nde gerçekleşen yapım, yer aldığı ‘Ulusal Yarışma’dan, En İyi Senaryo, En İyi Kadın Oyuncu (Ece Yüksel), Mansiyon (Denizhan Akbaba) ve FIPRESCI ödülleri ile ayrılmayı başarmıştı. Yapım ayrıca, yine geçtiğimiz yıl içinde düzenlenen 29. Uluslararası Altın Koza Film Festivali’nden En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Kurgu, Umut Veren Erkek Oyuncu ve En İyi Sanat Yönetimi ödülleriyle dönmüştü.
Bir evin içinde, an be an yükselen tek mekân gerilimini, üç karakter üzerinden başarılı bir atmosferle perdeye yansıtan film, dile gelmeyen, ruhun en loş odasına kitlenmiş bir takım hisleri, bastırılmış tutkuları başarıyla naklediyor izleyiciye… Cinsellik tabuları, uçak simülatör oyunu, esir alınan ruhlar, esaret ve bedeli, yalnızlığın ve tedavi edilmemiş hislerin acı çığlıklarıyla yolcu ediyor salondan sizi karanlık öykü. Yoğun bir kalabalığın tabu olarak kalmış gizli hayatlarını aydınlatmaya değil, anlamaya yönelik, içeriden ve titiz bir bakış atıyor film. Hakiki ve dertli… (3,5 / 5)
SUPER MARIO KARDEŞLER FİLMİ
-Kahraman tesisatçı!-
Dünyanın en çok satılan video oyunu serisinden perdeye uyarlanan ve yine dünyanın en ünlü video oyunu karakterini başrolde izlediğimiz animasyon, kahraman tesisatçımız Mario’nun, kardeşi Luigi’yi kötü kaplumbağa Bowser’in elinden kurtarmak için Prenses Peach ile güçlerini birleştirmesini ve beklenmedik bir kahramanlığa soyunmasını konu alıyor.
Video oyun tasarımcısı Shigeru Miyamoto tarafından yaratılan ve Japonya merkezli ünlü video oyunu ve elektronik şirketi Nintendo tarafından ilk kez 1985 yılında piyasaya sürülmüş Super Mario oyun serisinin beyazperde uyarlaması, orijinal karakterler ve hikâyeye birebir bağlı kalmış çok sevimli bir animasyon olmuş. New York’ta yaşayan İtalyan göçmeni ailenin tesisatçı oğulları Mario ve Luigi, Mantar Krallığı, Prenses Peach ve ona deli gibi aşık kötücül kaplumbağa Bowser… Kahramanlık mitini, emekçi göçmen işçi kahraman üzerinden öyküleyen yapım, piyasaya sürüldüğü 80’li yılların ortalarından nostaljik ve duygu dolu bir rüzgar estirmekten geri durmuyor tabii! Soundtrack ise hazine değerinde! a-ha’dan ‘Take on Me’, Bonnie Tyler’dan ‘Holding Out for a Hero’, Beastie Boys’dan ‘No Sleep Till Brokklyn’, AC/DC’den ‘Thunderstruck’, Electric Light Orchestra’dan ‘Mr. Blue Sky’, Korn’dan ‘Blind’ ve The Pharcyde’den ‘Drop’ bu hazinenin en nadide parçaları! Peaches adlı şarkıyı, filmin orijinal kadrosunda yer alan ve Bowser’a can veren usta aktör Jack Black’ın seslendirdiğini de not düşelim!
Matthew Fogel’in zengin ve aslına hürmet eden ‘saygılı’ senaryosunu dört isim birden yönetmiş. Aaron Horvath ve Michael Jelenic ikilisine, Pierre Leduc ve Fabien Polack yardımcı olmuşlar. Animasyonu, orijinal seslendirme ile izlemek doğru, sağlıklı ve keyifli olanı ki; ‘Super Mario Bros.’a da böylesi yakışırdı zaten! Oyunu oynamış nesil başta olmak üzere, gençlere, her daim genç kalanlara, çocuklara ve bütün sinefillere önerilir! (3,5 / 5)
Haftanın notlarımızda yer alamayan diğer yenilerine bakacak olursak…
‘Stargazer: Astroscope / Astroscope: Bir Konser Filmi’, Güney Koreli K-Pop grubu Astro’nun özel konserini izleyiciyle buluşturuyor.
Murat Kepez’in yönettiği komedi ‘Hava Muhalefeti’nde Ali Sunal, Doğa Rutkay, Ege Kökenli ve Burak Hakkı’yı izliyoruz! Milletvekili adayı Cemil Yıldırım, sevgilisi Gözde ile birlikte hafta sonu kaçamağı yapmak için Bodrum uçağındaki yerlerini almışlardır. İkili ve uçaktaki diğer yolcular kendilerini bekleyen sürprizlerden habersizdirler.
Cengiz Küçükayvaz, Hakan Bilgin, Bülent Çolak, Turgay Tanülkü ve Çetin Altay’ın başlıca rolleri üstlendikleri komedi türündeki ‘Hadi Hayırlısı: Istakoz’un Haritası’nı Şiar Zaim yönetmiş. Mafyanın ele geçirmek için uğraş verdiği bir define haritasına bir şekilde denk gelen bir grup insanın bu defineyi bulma çabasını izliyoruz.
Sınır ötesi bir operasyonda kardeşi gibi gördüğü arkadaşını şehit veren Emir, yaşadığı travma sebebiyle hizmet ettiği özel harekat biriminden ayrılarak gözlerden uzak bir hayatı tercih etmiştir. Fakat hayatın onun için daha farklı planları vardır. Aksiyon dram ‘Adalet’i Özgür Bakar yönetmiş. Oyuncu kadrosunda yer alan isimlerse, Çağan Atakan Arslan, Ufuk Özkan, Eslem Akar, Burak Sarımola, Caner Kurtaran ve Yıldırım Memişoğlu.
Kendisini Avustralya’dan Çanakkale’ye uzanan bir serüvenin içerisinde bulan Koala Mannu’nun öyküsünü izleyeceğimiz ‘Mannu Çanakkale’de’ Şenol Kılıç imzalı bir yerli animasyon!
Senaryosunu Tamer Küçük’ün kaleme aldığı, Osman Tuğra’nın yönettiği korku örneği ‘Umay’da başlıca rolleri Osman Tuğra, Tamer Küçük, Sude Kasap ve Şule Efdal Pazarcı üstleniyorlar. Bir YouTuber 1850 yıllarında yaşanmış bir olayı gün yüzüne çıkarır. Kara büyüler ve ölüm büyüleri yapan bir kadının tekrar ortaya çıkması ile birlikte korku gerilim dolu anlar yaşanmaya başlayacaktır.
İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!
İyi seyirler herkese!
TARİHTE BU HAFTA
Altı yıl öncesine, 2017 yılına gidiyor, tarihte bu haftayı anımsıyoruz!
Vizyonda bu hafta (14 Nisan 2017)
Yeni vizyon, ikisi yerli olmak üzere toplam altı yeni filmle merhaba diyor. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.
YAŞAMAK GÜZEL ŞEY
-Yalansız, dürüst, samimi, ilkeli, seviyeli, cesur, sıcak, dostane, insanca-
‘Mandıra Filozofu’ ile dikkat çeken Müfit Can Saçıntı, yazdığı, yönettiği ve başrolü üstlendiği yeni filminde yine güldürüyor, hüzünlendiriyor ve düşündürüyor. Amansız bir hastalığa yakalandığını ve geriye; aşağı yukarı bir yıl ömrü kaldığını öğrenen kahramanımız, gündelik hayatın dayattıklarına boyun eğmekten vazgeçip, yaşamın güzelliklerini yeniden hatırlamaya ve dik durmaya çalışır.
Sokağın sığlığı ve gündelik hayatın bayağılığıyla yarışan popüler yerli sinema örneklerinden genel yapısıyla ayrılan, yüreği ve zihni kocaman, iyi niyetli, cesur, sıcak ve samimi bir film ‘Yaşamak Güzel Şey’. Cep telefonlu dijital hastalıklardan, küçük insanı yok eden kapitalist zalimliklere dek, toplumsal anlamda yanlış ve haksız gördüğü hemen her detaya parmak basan Saçıntı, dayanışmayı, dostluğu, hasbelkader birlikte olmayı değil sadece; birlikte kalmayı beceren güzel insanlara, yalnız değilsiniz diyor!
Filmin oyuncu kadrosu da şahane! Müfit Can Saçıntı’ya, daha fazla filmde başrolde izlemek istediğimizin altını önemle çizdiğimiz Yasemin Çonka ve Reha Özcan’ın yanı sıra, usta isimler Ayşegül Atik ile Zihni Göktay eşlik ediyorlar. Sineması limitli olsa da, öyküsü meseleli, yüreği ve samimiyeti kocaman bir film ‘Yaşamak Güzel Şey’. Baba-kız, baba-oğul, anne-oğul ilişkisi, sevmek ve sevilmek üzerine içi dolu tespitler yapan ilerici, fikri ve vicdanı hür bağımsız yapım, adalet, sistemin birey üzerindeki yok edici baskısı, hain kapitalist düzen ve insanın kısacık hayatındaki anlamlar üzerine masal tadında bir hikâye yansıtmış perdeye. Kayıtsız kalmayın sakın. (3,5 / 5)
HIZLI VE ÖFKELİ 8 (13 Nisan Perşembe)
-Adrenalin çılgınlığı, sekizinci viteste!-
Hızında ve öfkesinde azalma olmayan ama ‘içi’ her yeni bölümle hızla boşalan seri, ilk olarak 2001’de yansımıştı perdeye. Motor sesleri arasında, son sürat, baş döndüren tempo, efektlerin de katkısıyla karşımıza çıkan müthiş kovalamaca, takip ve kaçış sahneleri; ‘sıkı’ bir aksiyonla birleşiyor, özellikle ergen izleyici ve motor dünyası tutkunları için bir şölene dönüşüyordu. Çeşit çeşit spor araba markaları, yakın plan kalça ve dövüş sahneleriyle ‘tatlandırılmış’ çeşninin yönetmen koltuğunda bu kez, F. Gary Gray oturmakta.
Yeni neslin aksiyon ikilisi olarak ün salan Vin Diesel ve popüler serinin yedinci halkasının çekimleri sırasında aramızdan ayrılan Paul Walker’la anılan ‘Hızlı ve Öfkeli’ tanıdık isimlerle devam ediyor yoluna. Michelle Rodriguez, ‘The Rock’ olarak da bilinen Dwayne Johnson, Tyrese Gibson ve Ludacris ile birlikte usta aktör Kurt Russell ve yedinci filmde seriye eklemlenen bir başka yeni nesil aksiyon yıldızı Jason Statham yine kadrodalar. Yeni filmin beraberinde getirdiği yeni yıldızlar ise, karanlık tarafı temsilen Charlize Theron ve Norveçli aktör Kristofer Hivju’nun yanı sıra usta aktris Helen Mirren.
Kankası Brian’ın ölümünün ardından yalnız kalan Dominic Toretto, gizemli suçlu Chiper’ın yanında yer alarak, başta sevgilisi Letty olmak üzere, ‘ailem’ dediği dostlarına sırtını döner. İşler göründüğü gibi değildir aslında ve Dom’un bir B planı vardır elbet!
Tempolu ve hızlı aksiyon, her yaş ve her bünye için olmasa da, serinin hayranları, hız tutkunları ve iflah olmaz tüketim toplumu üyeleri için bir ziyafet niteliğinde. Tanık olacağınız üzere, adrenalin çılgınlığı, sekizinci viteste! Yine de yayan olmakta yarar var. (2,5 / 5)
DEHŞET ODASI
-On metrekare can pazarı-
Gezici bir punk rock grubu, ardı sıra verdikleri bar konserlerin ardından Oregon’un netameli ormanlık bölgesindeki ıssız bir barda sahne almak için yola çıkarlar. Neo Nazilerin işlettikleri tekinsiz barda mesafeli, gerilimli ama olaysız geçen konser sonrası, sahne arkasındaki odada bir kadının cesedine denk gelir grup üyeleri. Mekânın acımasız sahibi, adamlarına; görgü tanığı olan grubun odaya kitlenip kontrol altında tutulması emrini verir. Müzisyenler; küçük odada, hayatta kalma savaşı vereceklerdir.
“Blue Ruin / İntikam” adlı 2013 yapımı, gerçekçi ve sert intikam öyküsüyle dikkat çeken Jeremy Saulnier’in yazıp yönettiği korku-gerilim, yine oldukça sert bir film olmuş. Politik ve sosyal gerçeklikleri, ürkütücü hikâyesine başarıyla yediren sinemacı, sapkın ve faşist kasabalıların elinden kurtulmak için mücadele eden müzisyenlerin öyküsünde, bir ‘Deliverance / Kurtuluş’ rüzgârı estiriyor çaktırmadan ve John Boorman’ın 1972 tarihli klasiğine selam yolluyor.
Klasik intikam ve can pazarı öyküsünden, sosyal-politik-coğrafi alt metinlerle ayrılan sert film, insan doğasına ait acımasız çıkarımlar da yapıyor. Geçtiğimiz yıl, henüz 27 yaşındayken trajik bir kaza sonucu hayatını kaybeden Anton Yelchin’in başrolde olduğu şiddet yüklü hayatta kalma öyküsünde, tehlikeli oyunun seyircileri değil, oyuncuları olmayı seçen ve değişen rollere adapte olan kahramanlar izleyeceğiz. İngiliz aktris Imogen Poots ve usta aktör Patrick Stewart, her bünyenin kaldırmayacağı sert filmin diğer isimleri. Elini ve zihnini korkak alıştırmayan karanlık, tuhaf bir ayna orijinal adıyla ‘Green Room’. Uçurumun kenarından insana bakan bir derin Amerika tahlili öte yandan! (3,5 / 5)
OTOPSİ
-Cesedin sırları-
‘Trolljegeren / Troll Avı’ adlı fantastik korku filmiyle rüştünü ispatlayan Norveçli sinemacı André Øvredal imzalı ‘The Autopsy of Jane Doe’, ürkütücü bir korku-gerilim filmi. Gizemli tarafıyla dikkat çeken yapım, klasik korku öğelerini başarıyla yansıtmış öyküsüne. Sessiz, sakin bir Virginia banliyösünde, bir baba ve oğulun işlettikleri aile müessesesi olan morg ve krematoryumda geçiyor öykü.
Kanlı bir cinayet evinin bodrumunda bulunan genç bir kadının cesedi, otopsi yapılmak üzere, şerif tarafından morga teslim edilir. Tecrübeli otopsi uzmanı Tommy ve aynı zamanda tek yardımcısı olan oğlu Austin Tilden’ın işlettikleri morg, karanlık sırların açığa çıkacağı, alışagelmedik, dehşet dolu bir otopsiye sahne olacaktır.
Son derece ürkütücü korku filmi, bir metronomun salınım düzeniyle hareket eden gizemli senaryosunun gücüyle, etki altında bırakıyor izleyicisini. Usta aktör Brian Cox’a, Emile Hirsch eşlik ediyor. ‘Jane Doe’ adındaki kadavra rolünde, kıpırtısız bir ürpertiyle rol yapan Olwen Catherine Kelly, Ophelia Lovibond ve İrlandalı tecrübeli aktör Michael McElhatton, başarılı oyuncu kadrosunun diğer oyuncuları. Her bedenin sırları vardır diyen vahşet dolu yapım, gerçekçi otopsi sahnelerinden, doğaüstüye kıvrılan ters köşe yanlarıyla sürükleyici bir keyif yaratıyor perdede. Tek mekân gerilimi, kurulan atmosfer ve kamera başarılı. Türün hayranları kaçırmasınlar. ( 3,5 / 5)
Otto Bell imzası taşıyan Moğolistan-İngiltere-ABD ortak yapımı macera dolu belgesel ‘The Eagle Huntress / Kartal Avcısı Kız’ ve Battal Karslıoğlu’nun yazıp yönettiği yerli dram ‘Mezeci Çırağı’, haftanın; notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Tekrar iyi seyirler herkese!
MURAT ERŞAHİN