Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

14 MART 2014

13 Mart 2014 Perşembe 20:58
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Yeni haftanın, beraberinde getirdiği film sayısı dokuz. Lars Von Trier’in yeni filmi ‘Nymphomaniac / İtiraf’ın daha önce, bu hafta vizyona gireceği açıklanmıştı ancak, filmin ülkemizde gösterilmesi sakıncalı bulundu ve film sansüre uğrayarak yasaklandı. Notlarımızda yer alamayan üç yapımdan ikisi, yerli komediler; Aram Gülyüz imzalı ‘Zaman Makinesi 1973’ ile başrolünü Turan Özdemir’in üstlendiği ‘Dursun Çavuş’. Diğer film ise, üç boyutlu animasyon ‘Mr. Peabody & Sherman / Bay Peabody ve Meraklı Sherman: Zamanda Yolculuk’. İçinizde yaşayan, sinemadan çıkmış insanın elini asla bırakmayın, sıkı sıkıya sarılın ona. Herkese iyi seyirler!

KÖKSÜZ
Kocaman bir ilk film ‘Köksüz’. Deniz Akçay Katıksız’ın ilk set deneyimi, birçok ödülle ayrıldı çeşitli festivallerden. Hepimizin yüreğini de çalarak. Babanın kaybının ardından, yeniden bir aile olmayı başaramayan, kendilerini gün be gün yok eden dört kişi. Kendini tamamen bırakmış Anne Nurcan ve üç çocuğu. Evin büyük kızı Feride, baba rolünü üstlenmiş durumda. Aslında ona yüklenmiş bir rol bu. Sorumluluğu büyük. Evin tek erkeği, on yedi yaşındaki İlker ise, ergenliğinin belki de en kritik çağında, son derece başıboş ve isyankar. Küçük Özge ise, unutulmuş bir eşya gibi, köşelerde büyümekte. Feride, üzerindeki büyük yükten bunalıp, evden uzaklaşmak adına, sevmediği bir adamın evlilik teklifini kabul edince, gerçek ve kesin bir son şekilleniyor aile fertlerinin etrafında. Galası, 32. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde gerçekleşmişti aslan yürekli filmin. Babasız evler. Arada kalmış, ‘araf’ta nefes alıp veren küçük insanın acısı. Çıkışsızlık ve haykıramama. Öylece akıp giden, acımasız gündelik hayat ve devam etmenin zorluğu! Başrolleri paylaşan, filmin ödüllü oyuncuları Ahu Türkpence ve Lale Başar, şahaneler. 20. Adana Altın Koza’da, ‘umut veren genç erkek oyuncu’ ödülünü sonuna dek hak eden Savaş Alp Başar’ı da unutmamalı. Bravo bütün ekibe! Alkışlar sürmeli. İstanbul Film Festivali’nde kazanılan ve hep bizimle birlikte olan dostumuz Seyfi Teoman anısına verilen ‘en iyi ilk film’ ödülü ile Altın Koza’da layık görülen Yılmaz Güney Ödülü’nün, Deniz Akçay için ayrı bir başarı ve sorumluluk olduğunu da anımsatalım. Yürek yaralayan, hüzünlü, gerçeğin üşüten ve düşündüren buz gibi yüzüyle son bir bakış atan ‘yaman’ filmi izleyin lütfen. (4,5 / 5)

RÜZGAR YÜKSELİYOR
Animasyonun üstadı, 73 yaşındaki Japon sinemacı Hayao Miyazaki’nin sinemaya veda filmi olan ‘Rüzgar Yükseliyor’, ustanın belki de en duygusal, en dokunaklı, en şiirsel çalışması olmuş. Animasyon dalında Oscar adayı olan yapım, gerçek bir karakteri ve bütün bir Japonya’yı öykülüyor, sonuçta belki de ‘insanı’! Japonya’nın ikinci dünya savaşı öncesi ve sırasında geçirdiği travmaları, dönüşümü, yaşamış, gerçek bir karakter ve çevresi üzerinden anlatıyor film. İkinci Dünya savaşı sırasında, Japon savaş uçaklarını üreten Jiro Hrokoshi’nin hikayesine bakan Miyazaki, kendini bilime adamış, barışçıl bir adamın karşılaştığı trajik sonucu, çok başka bir yerden, insan ve içinde yaşadığı toplum/dünya üzerinden anlatırken, narin bir aşk öyküsünü, hayatın acıtan, can yakan yanlarıyla buluşturmuş. Jiro’nun çocukluğuyla başlıyor film. Küçüklüğünden beri, kendi tasarladığı uçak ile uçmayı hayal eden Jiro, aşırı miyop olduğu için pilot olamayacağını öğrenir. En büyük ideali, uçacak bir uçak tasarlamaktır artık. Okulun ardından, ünlü bir havacılık şirketinde, tasarım mühendisi olarak işe giren Jiro, tesadüfen karşılaştığı Nakoho’ya aşık olur ve genç kızla evlenir. Jiro’nun mesleki başarıları, kendini bilime ve idealine adamış genç adamı, otorite tarafından ‘acilen talep istenen’ siparişlerle baş başa bırakır. ‘Herkes tarafından doğru kabul edilen şeyler, büyük olasılıkla yanlıştır’ diyen sembolizm akımının önemli temsilcilerinden, Fransız şair, yazar ve düşünür Paul Valéry’nin (1871-1945) ‘Le cimetière marin / Deniz Mezarlığı’ şiirinin bir dizesinden alır film adını: ‘Rüzgar yükseliyor, artık yaşamalıyız…’ Görevini yerine getiren bir bilim adamının iç huzuru, düşünülen; buna karşın, ortaya çıkan sonucun yıkıcı etkisinin hayal kırıklığı, yitip giden sevgiliye dökülen gözyaşı, fedakarlık, karşılıksız sevgi ve kendini adamak… Bambaşka bir çağın, acımasız, faşist, anlayışsız, kaba, nobran oluşların arasında, çağlardan beri yüreğin iç cebinde saklanan nezaketi, saygı ve sevgiyi, insanca yaşama düşünü, en önemlisi de umudu yaşatma çabası… Kıyımlara ve acılara yol açan kararların verildiği yerde, zamanda, vahşet dolu bir savaşın ortasında örneğin; ölümün öğrettiklerinden çıkarım sağlayamayan, öğrenemeyen toplumların, bilgiyi ve insanı değerlendiremeyen ülkelerin yok olacaklarının fotoğrafı… ‘Son çizgisinin’ kenarında bile, yaşamalısın diye fısıldarken bulmak kendini, mücadele etmeli, devam etmeli, yaşamalısın! Üretmek, düşlemek ve sevmek. Bilime, sanata, özgürlüğe, barışa, sevgiye, umuda ve insana inanan bir yaratıcının vasiyet filmi, son derece naif bir kalıt gibi parıldıyor perdede. (4,5 / 5)

BÜYÜK USTA
Çin kökenli bir dövüş sanatı olan ‘Whing Chun’ ustası Yip Man, kendi halinde yaşayan, mütevazı bir adamdır. Kuzeyden gelen bir diğer dövüş sanatları ustası Gong Yutian’ı son dövüşünde yenen Yip Man, Yutian’ın kaybedilen onurunu, aileye yeniden kazandırma niyetindeki kızı Gong Er ile yıllar içinde kolaylıkla kopmayacak duygusal bir bağ kurar. Süregelen Çin-Japon savaşları, Hong Kong’a göç, ölümler, intikam hırsı ve değişen dünya, bu iki insanın kaderlerini buluşturacaktır. Usta sinemacı Wong Kar Wai’nin ABD’de çektiği 2007 tarihli ‘My Blueberry Nights / Benim Aşk Pastam’ın ardından yönetmen koltuğuna oturduğu, onuncu uzun metraj filmi, dünya prömiyerini, Berlin Film Festivali’nde yapmıştı. ‘En İyi Görüntü Yönetimi’ ve ‘En İyi Kostüm Tasarımı’ dallarında Oscar adayı da olan yapım, usta yönetmenin, Uzak Doğu’ya yeniden derinlikli ve naif bir bakış attığı, etkileyici bir çalışma. Detaylı bir dönem filmi olmasının yanı sıra, eşsiz güzellikteki koreografisiyle öne çıkan bir dövüş filmi olarak da bakabiliriz orijinal adıyla, ‘Yi dai zong shi’ye. Bruce Lee’nin ustası olarak da anılan dövüş sanatları uzmanı Yip Man’ın gerçek hayat öyküsünü anlatıyor film. Fonda ise, yaşanan bütün çalkantılar, değişimler, acılar ve gelişmelerle Çin tarihi duruyor. Ustanın 1994 tarihli ‘Dung Che Sai Duk / Zamanın Külleri’ filmini andıran yapım, farklı dövüş stillerinin görkemini ve Çin kültürünün felsefi öğretilerini, son derece incelikli olarak taşıyor perdeye. Çin’de yaşanmış iç çekişmeler, kaotik ortam, Japonya’nın ülkeyi işgali, Hong Kong mecburi göçü gibi, tarihi gerçekler de, en ince ayrıntısına kadar vurgulanıyor titiz senaryoda. En önemli oluşlardan biriyse, Wong Kar Wai’nin her daim son derece başarıyla yarattığı duygusal atmosfer. Müthiş bir aşk öyküsü var filmin odağında. İmkansız bir aşk, bastırılmış hisler, insanı yaralayarak geçen zamana dokunamayış, belleğin aldatıcılığı ve yönetmenin diğer tanıdık temaları… Çin, ABD ve Avrupa’da farklı versiyonlarla gösterime giren yapımın başrolünde, ustanın başucu oyuncularından Tony Leung ve zarafet temsili Zhang Ziyi yer alıyor. Wong Kar Wai’nin 2000 tarihli benzersiz filmi ‘Fa yeung nin wa / Aşk Zamanı’ etkileyiciliğinde olmasa da, son derece incelikli, zarif, güçlü ve sinema büyüsü ile donanmış bir yapım, ‘işte, bir zamanlar Kung Fu öğretisi’ diyen, aksiyonu ve hüzün yüklü bir dramı son derece dengeli ayarlamış biyografi. (4 / 5)

KEMERLERİNİZİ BAĞLAYIN
Elena, iki yıllık bir ilişkiyi sürdürürken, en yakın arkadaşlarından birinin sevgilisi olan Antoina’ya aşık olur. On üç yıl geçmiştir aradan. Evlenen Elena ve Antonio’nun iki çocukları olmuştur. İşiyle uğraşan çalışkan Elena, kanser olduğunu öğrenir ve hayatını sorgulamaya başlar. Son dönemde çektiği filmlerle, eski başarısına ulaşamayan Ferzan Özepetek, yine çok karakterli, duygu yüklü bir ‘hayat bu’ hikayesi anlatıyor. Son derece ‘light’ bir Pedro Almodóvar filmi olmuş orijinal adıyla ‘Allacciate le cinture’. Boşlukta gezenen meseleler, hayatın anlamını ve içi dolu olmayan oluşları, ‘neredeyse’ hafifletme çabası, bir yerden sonra, ‘tekrara’ dönüşüyor. Popüler formüllerle, ‘on maddede aşk ve hayatı anlama kılavuzu’ oluyor perdedeki film. Polonyalı aktris Kasia Smutniak başarılı. Kaslarını sergileyen ve yakışıklı bir yıldız olarak lanse edilen Francesco Arca, Smutniak’ın rol arkadaşı. Eski günlerini özlüyoruz Özpetek’in. Sıcak, içli, duygulu öyküleri anlatması çok hoş da, bol tekrarlı, çok iyilerini izlediğimiz, formüllü hikayeler, pek bir şey demiyor bünyeye. Günümüz İtalyan sineması deyince, akla ilk olarak Paolo Sorrentino geliyor bu aralar örneğin! (2 / 5)

NEED FOR SPEED: HIZ TUTKUSU
İçerdiği tanıdık formül ve oluşları göz ardı edersek, hemen her sahnesinden adrenalin fışkıran, tempolu bir hız ve yarış filmi perdedeki. Bilgisayar ve video oyunlarının öncü firması EA’nın (Electronic Arts), 1994’te ürettiği ünlü oyun ‘Need For Speed’in aynı adlı beyazperde uyarlaması, dublörlükten, yönetmen koltuğuna terfi eden Scott Waugh imzası taşıyor. Gayet iyi, hatta kusursuza yakın biçimde çekilmiş yarış sahneleri, bir yol filmi düzleminde geçen öykünün içinde parıldıyor. 130 dakikalık süresince, bir an olsun sıkılmadan, heyecanla izliyorsunuz, hız sınırları ve tehlikeyle dalga geçen serüveni. Trajik biçimde, üstüne kalan bir suç sonucu hapis yatan, bu arada en yakın dostunu yitiren Tobey Marshall, özgürlüğe kavuşmasının ardından, intikam için tekrar direksiyonun başına geçer. Popüler dizi ‘Breaking Bad’ ile tanınan Aaron Paul’ün başrolü üstlendiği son sürat macerada, diğer önemli rollerde, başarılı İngiliz oyuncular, Dominic Cooper ile sevimli aktris Imogen Poots’u izliyoruz. Scott Mescudi, Rami Malek, Ramon Rodriguez ve usta aktör Michael Keaton, filme renk katıyorlar. ‘Fast and Furious / Hızlı ve Öfkeli’ serisine göz kırpan ve asla ondan geri kalmadığı gibi, öykü anlamında ciddi artılar barındıran sürükleyici macera, sadece motor sesi duymak isteyenlere değil, beylik terimle, ‘gerçekten’ eğlenmek isteyen sinemaseverlere, oldukça keyifli anlar vaat ediyor. (3,5 / 5)

SADECE SEN
Görme yetisini yavaş yavaş kaybetmekte olan Hazal ile eski bir boksör olan ve geçmişinde yaşadığı trajik bir olayın vicdan azabıyla yaşayan Ali, tesadüfen karşılaşırlar ve birbirlerine aşık olurlar. İki yaralı insan birbirlerine destek olarak yaşamlarını sürdürürlerken, ani gelişmeler, birbirlerini yitirmelerine yol açacaktır. 2011 tarihli Güney Kore yapımı ‘O-jik geu-dae-man’ adlı romantik dramın uyarlaması olan yerli filmin yönetmenliğini, Hakan Yonat üstlenmiş. Eski tarz bir melodram olan yapım, seyircinin duyguları üzerine popüler bir iskelet kurmaya çalışsa da, etkileyici olmayı başaramıyor. Belçim Bilgin ve ‘Fetih 1453’ filminde ‘Ulubatlı Hasan’ olarak karşımıza çıkan, ‘Merhamet’ ve ‘İffet’ adlı TV dizilerinden tanıdığınız ibrahim Çelikkol’un başrolleri paylaştıkları yapımda, Cezmi Baskın ve Necmi Yapıcı, kadronun öne çıkan diğer isimleri oluyorlar. Oyuncuların, ellerinden geleni yaptığı, temiz çekilmiş bir film olsa da, Güney Kore’de gişe rekorları kıran orijinal filmin perdeye yansıyan uyarlaması, duygu sömürüsüne kaçan, izleyiciyi pek ikna edemeyen bir yapım olarak duruyor karşımızda. Bulgaristan’da yaşanan kafes dövüşü sahneleri, romantizme aksiyon katmaya çalışsa da, yapmacık kötü adamlar, zorlama gelişmeler, tanıdık karakterler ve ayakları yere basmayan rastlantılar, çok sıcak ve samimi kılmıyor filmi. (1,5 / 5) MURAT ERŞAHİN







Diğer Yazılar