Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

14 HAZİRAN 2024

13 Haziran 2024 Perşembe 23:35
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Yaz geldi geliyor derken; Haziran ortasındayız işte! 
Gündelik hayatın gerekleri gibi, filmler de hız kesmiyor… 
Yazı kışı olmaz sinemanın… Yeni filmler, serin salonlarda sizi bekliyor!

‘Bir yazı anlamak
Zordur ve anlamlıdır
Bana kalırsa
En saygın işidir bir kişinin.

Çünkü güneş ve kalın mavi
İnsana hiçbir şey hatırlatmaz
Öyle ki toparlar hayatın kalbini
Ve o zaman
Çökelir yaz
Tutarak kendi kalbini
Umutlar sarıya bırakır kendini
Gül uzar, karanfil kokar.’ diyor Turgut Uyar…

 

 

SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK
High Sierra / Şahikalar Üstünde
(Yönetmen: Raoul Walsh / 1940)

Rebecca / Rebeka
(Yönetmen: Alfred Hitchcock / 1940)

The Big Sleep / Birleşen Kalpler
(Yönetmen: Howard Hawks / 1946)

Dark Passage / Karanlık Geçit
(Yönetmen: Delmer Daves / 1947)

Key Largo / Ölüm Gemisi
(Yönetmen: John Huston / 1948)

 

 

HAFTA SONU AİLE SİNEMASI

ANNE VE BABA İÇİN
New York, New York / New York New York
(Yönetmen: Martin Scorsese / 1977)

Comes A Horseman / Eve Gelen Atlı
(Yönetmen: Alan J. Pakula / 1978)

Yalnız Bir Kadın / An Unmarried Woman
(Yönetmen: Paul Mazursky / 1978)


ÇOCUKLAR İÇİN
Ice Age / Buz Devri
(Yönetmen: Chris Wedge, Carlos Saldanha / 2002)

Kung Fu Panda
(Yönetmen: Mark Osborne, John Stevenson / 2008)

Monster University / Sevimli Canavarlar Üniversitesi
(Yönetmen: Dan Scanlon / 2013)

 

 


Vizyonda bu hafta (14 Haziran 2024)
Dördü yerli yapım olmak üzere toplam dokuz yeni filme ev sahipliği yapıyor 14 Haziran vizyonu!
Şehir dışında bulunduğumdan ve kimi filmler adına düzenlenen basın gösterimlerine katılamadığımdan dolayı 14 Haziran haftasının filmlerine yapım notlarıyla değineceğim.
2015 tarihli animasyon ‘Inside Out / Ters Yüz’ün devam filmi ‘Inside Out 2 / Ters Yüz 2’, artık bir ergen olan ve çok daha çılgın, kişisel duygularla uğraşmak zorunda olan genç Riley’nin yeni maceralarını taşıyor perdeye. Yönetmen koltuğunda oturan isimse Kelsey Mann. Riley’in aklının kumanda merkezi, tamamen beklenmedik bir duyguya yer açmak için ani bir yıkımdan geçiyor. Uzun süredir merkezi başarılı bir şekilde yöneten Neşe, Üzüntü, Öfke, Korku ve Tiksinti, aralarına Kaygı, Gıpta, Bıkkınlık ve Utanç’ın katılmasıyla nasıl hissedeceklerinden emin olamıyorlar. Gupse Özay’ın dokuz yıl aradan sonra yeniden Üzüntü’ye ses verdiği filmin en yeni duygularından Kaygı’yı ise Aslı İnandık seslendiriyor.
Meksika yapımı dram ‘Un Actor Malo / Kötü Oyuncu’, Jorge Cuchi tarafından yazıp yönetilmiş. Bir film çekimi esnasında rol arkadaşının yasal yollara başvurarak suçlamasıyla karşı karşıya kalan bir aktörün yaşadıklarına tanık oluyoruz.  Alfonso Dosal, Fiona Palomo ve Gerardo Trejoluna başlıca rolleri üstleniyorlar.
‘Dreaded Light / Işıkları Kapat’, Mark MacNicol’un yazıp yönettiği İngiltere yapımı bir korku öyküsü. Spiritüalist bir medyum, eşini kaybetmiş bir adamın kızının neden gün ışığı fobisi geliştirdiğini anlamasına yardım etmeyi kabul eder. Ancak işler, umdukları gibi gitmeyecektir. Kirsty Strain, Adam Robertson, Rachel Flynn ve Lorraine Hudson, oyuncu kadrosunda yer alan isimler.
‘Baghead / Mahzen’, haftanın İngiltere’den çıka gelen ikinci korku örneği! Baghead, gizemli bir şekilde ölüleri kısa süreliğine dünyaya geri getirebilmektedir. Kaybettikleri sevdikleriyle yeniden iletişim kurmak isteyen insanlar, Baghead’dan yardım ister. Ancak onun hizmetinden yararlanan herkes, yüksek bir bedel ödemek zorunda kalacaktır! Anne Müller, Freya Allen, Jeremy Irvine ve Ruby Barker ve usta aktör Peter Mullan filmin oyuncuları arasında yer alan isimler.
‘Shimmy: The First Monkey King / Süper Maymun Shimmy’, Dick ve Ralph Zondag kardeşlerin yazıp yönettiği Çin yapımı bir animasyon. Shimmy, süper güçlerini yeni keşfeden ve onları nasıl kullanacağını henüz öğrenmeye çalışan bir maymundur. Kötü güçlerin dünyayı ele geçirmesini önleme görevi ona verilince, Shimmy bir ‘maymun kral’a dönüşerek zorlu bir mücadeleye girişir.
Emre Kavuk’un yönettiği fantastik dram ‘Daha İyi Bir Yarın’, sevgilisi tarafından terk edilen Ozan’ın, aşk acısı çekmesiyle gelişen olayları öykülüyor. Sevgilisi tarafından terk edilen Ozan, aşk acısı çekmeye başlar ve gittiği hiçbir yerde teselli bulamaz. Ozan bir gün intihar etmeye karar verir. İntihar etmek devlet kontrolünde olduğu sürece yasaldır ancak bunun istisnai tek bir şartı vardır: İntihar edecek kişiye kimse aşık olmamalı ve böyle bir başvuruda bulunmamalıdır. Ozan, ‘yaşam sonlandırma merkezi’ne gittiğinde başvurusu incelenir ve ret cevabı alır. Çünkü Ozan’a Ekin isminde hiç tanımadığı bir kadın aşıktır. Ozan bu yüzden ölemeyecektir! Tek çaresi Ekin isimli bu kızı bulup onu aşkından vazgeçirmesidir. Başrolleri paylaşan Hande Doğandemir ve Yağız Can Konyalı’ya eşlik eden diğer oyuncular Nur Fettahoğlu, Engin Benli, Özgür Emre Yıldırım, Kubilay Karslıoğlu, Oktay Dal, Aslıhan Karalar, Burcu Binici, Meltem Pamirtan’ın yanı sıra usta isimler Zeynep Eronat ve Hüseyin Avni Danyal.
‘Veda Partisi’, bir siyasi parti başkanının eşi olan Yonca’nın, yakın arkadaşları için düzenlediği bekarlığa veda partisinde yaşananları öykülüyor. Ufuk Cebeci’nin yönettiği ve başlıca rollerini Toygan Avanoğlu, Aslı Bekiroğlu ve Seda Akman’ın üstlendikleri komedinin oyuncu kadrosunu oluşturan diğer isimler, Goncagül Sunar, Hakan Bilgin, Rüya Coriç, Yeşim Dalgıçer ve usta aktör Altan Erkekli.
Yönetmen koltuğunda Alper Mestçi’nin oturduğu korku filmi ‘Siccin 7’, Mafyadan kaçan Kemal ve ailesinin yerleştikleri konakta yaşadıkları korku dolu günleri öykülüyor. Çocuk dilenci mafyası ile yaptığı ‘kanlı bir pazarlık’ sonrasında doktorluğu bırakıp kaçmak zorunda kalan Kemal, ailesi ile birlikte amcasının konağına taşınır. Küçük kızı Rüya’yı hastalığından kurtarmak için bulaştığı karanlık sır, Alzheimer hastası olan annesi Lale’nin zihninin karanlığıyla birleşince taşındıkları konak paranormal bir kabuslar labirentine dönüşür. Aileye yardımcı olmak bahanesiyle eve giren Meral’in ise asıl niyeti 2018’in Kara Ay’ında yapılan bir ayinin şartlarını yerine getirmektir! Oyuncu kadrosunu oluşturan isimelerse Serkan Atar, Tuğba Begde, Funda Eskioğlu, Gönül Ürer, Ceyda Ceren Edis, Duru Irmak Apaydın, Yusuf Kaan Arpacık, Mana Alkoy ve Adnan Koç.
‘Sekiz1’… Davut’un dolduruşuyla saf değiştiren Erkan, kardeşi olarak bildiği Barış’ı tuzağa düşürür. Barış bu tuzaktan ağır yaralı halde kurtarılır, uzun bir iyileşme süreci sonrası biraz da güvendiği kişilerden yediği kazığın da psikolojik bunalımıyla elini ayağını her şeyden çekerek arkadaşları Volkan ve Fırat ile oto galericilik yapmaya başlar. Bu süreçte Çetin ve yakın dostu Hasan mahallede nüfuzunu arttırırken Davut ile Erkan ise kirli işlerine devam etmektedir. Erol’un ölümü ve Demet’in çocuğunu kaybetmesiyle birlikte işler değişir. Barış, Fırat ve Volkan mahallelerindeki düzeni bir daha eski haline gelmeyecek şekilde düzeltmek için büyük bir mücadelenin içine gireceklerdir. Vural Eyikan’ın yönettiği aksiyonu yüksek yapımın başlıca rollerini Enes Kurt, Sinan Çelik, Cihan Dönmez, Simge Bozbıyık ve Deniz Yılmaz üstleniyorlar.
İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!

İyi seyirler herkese!

 

 

TARİHTE BU HAFTA
On bir yıl ve beş yıl öncesine, 2013 ve 2019 yıllarına dönüyor, tarihte bu haftayı anımsıyoruz!


Vizyonda bu hafta (14 Haziran 2013)

Altı filmle merhaba diyen yeni haftada notlarımız arasında iki film bulunuyor. Uzun zamandır merakla beklenen yeni Superman filmi, notlara dahil. Diğer dört yapıma gelince, adlarına basın gösterimi düzenlenmeyen iki filmden, ‘Snitch / Muhbir’de başrolü, ‘The Rock’ adıyla da tanınan Dwayne Johnson üstlenmiş. ‘Beşinci Emir: Ölüm / El Quinto Mandamiento’, Meksika yapımı bir gerilim. ‘Başvuru: Kabul / Admission’, ABD, ‘Havada Aşk Var / Amour et Turbulances’ ise Fransa yapımı iki romantik komedi. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insana sıkı sıkıya sarılın. Herkese iyi seyirler! 


MAN OF STEEL
Christopher Nolan, Amerikalı süper kahramanlar liginden ‘Batman’i, karaktere ağırlık veren bir bakışla, daha derinlikli, ağırbaşlı ve karanlık olarak baştan yaratmıştı. Başarılı da olmuştu. Aynı formül, gedikli süper kahraman ‘Superman’ karakterinde işlememiş. Jerry Siegel ve Joe Schuster’in yarattıkları ‘en kahraman’ karakterin yeni sinema versiyonunun öyküsü, Christopher Nolan ve David S. Goyer tarafından yazılmış. Yine David S. Goyer tarafından uyarlanan senaryoyu, ‘300’, ‘Watchmen’ ve ‘Sucker Punch’ gibi stilize işlerin yaratıcı ismi Zack Synder yönetmiş. Yaratıcı kadro iddialı ama ortaya çıkan işe gelirsek, ‘klasik öyküyü alın geri neyi kalır ki’ durumu var perdede… Önceki Superman filmlerinden fazlası sadece işin şıklığında ve iddiasında. Buna karşılık gürültülü, içi boş, yavan bir aynılık öyküsü duruyor karşımızda. Renkli, daha hafif, buna karşılık son derece naif, eğlenceli bir süper kahraman olan namı diğer Clark Kent, ‘karanlıkla’ haşır neşir olacak diye, zorlama bir takım numaralar, detaylar eklenmeye çalışılmış klasik öyküye. Ama omurgada bir değişiklik olmadığı gibi, yama gibi duruyor yenilik olarak senaryoya eklenmiş ayrıntılar. ‘Genetiğiyle oynanmaya çalışılmış bildiğimiz süper kahraman bu!’ diye düşünüyor insan filmin ortasında. Dramatik eklemleme çalışmaları, sadece yavanlık ve uyku getiriyor. Seri haline gelmiş, uzadıkça uzamış bildik, fazla tanıdık işlere, alternatif olarak getirilmiş prequel sistemi de oldukça sırıtmış. ‘Birçok macera izledik ama bu adam bu noktaya nasıl geldi; izle, öğren’ mantığının temelini oluşturduğu ‘prequel’, Superman’e hiçbir şey eklememiş, hatta süper kahramanın belki de en sevimli ayrıntısı olan telefon kulübesinde kılık değiştirme işlemini ötelemiş. Bu filmden sonra başlıyor anlayacağınız; güme gitmiş şahane ayrıntı. 1978 tarihli Richard Donner filmini tek geçerim Superman’in beyazperde macerası denince. Öyküsünü, ‘Baba / The Godfather’ ile efsaneleşen Mario Puzo’nun yazdığı filmde, ‘Superman/Clark Kent’i, artık aramızda olmayan Christopher Reeve canlandırmış, popüler süper kahramanla özdeşleşmişti neredeyse! Christopher Reeve öldüğünde, bütün telefon kulübeleri öksüz kaldı. Superman’in biyolojik babası Jor-El, 78 yapımı filmde Marlon Brando tarafından oynanmıştı. Dünyadaki babaya da, bir diğer usta aktör Glenn Ford hayat vermişti. Superman’in ezeli düşmanı Lex Luthor rolünde Gene Hackman unutulmazdı. ‘Lois Lane’ ise Margot Kidder olarak çakıldı belleğe. Fikrimce Bryan Singer imzalı 2006 tarihli ‘Superman Dönüyor / Superman Returns’ de kötü değildi. Yeni filmde süper kahraman rolünü, genç bir İngiliz, kaslarıyla öne çıkan Henry Cavill üstleniyor. Kendisini, ‘Ölümsüzler: Tanrıların Savaşı / Immortals’ adlı filmde kaslı mitolojik kahraman Theseus rolünden anımsayabilirsiniz. Yeni filmin kötü adamını, psikopat kıvamında Michael Shannon canlandırıyor. Yeni ‘Lois Lane’ ise Amy Adams. Russell Crowe ve Kevin Costner, Superman’in babaları rolünde karşımızdalar. Diane Lane ve Laurence Fishburne, kadronun öne çıkan diğer isimleri. Son tahlilde, daha gerçekçi, karanlık, yaratıcı ve ciddi olan bir şey göremedim ben kendi adıma yeni Superman filminde. Sırtını sadece son sistem teknolojik efektlere dayamış, fena halde gürültülü, alelade bir yeniden çevirim olmuş ‘Man of Steel’. (1,5 / 5)


TRANS
Usta İngiliz Danny Boyle, onuncu uzun metraj sinema filminde, bilinçaltında gezinen gizemli bir suç gerilimine imza atmış. Genç bir mezatçı, paha biçilmez Goya tablosunu çalmak için bir çeteyle anlaşmıştır. Sakladığı tablonun yerini yalnızca o bilmektedir. Soygun sırasında kafasına aldığı darbe sonucu hafızasını yitirir. Çetenin reisi Frank ise kayıp tablonun yerini öğrenebilmek için, işinin ehli bir hipnoz uzmanına başvurur. Son derece girift ve çetrefilli senaryo, güçlü bir oyuncu kadrosuyla desteklenmiş. James McAvoy, Rosario Dawson ve Vincent Cassell, filmin yıldızları. Tempolu tür kırması, mantığı zorlayan sahne ve oluşlara sahip ama yine de kendini sonuna dek, ilgiyle izlettiriyor. Bunda, Boyle’un yaratıcı stilinin yanı sıra, soundtrack’ında payı var. Ama biz yine de, uçucu ve hafif zorlama olduğunu belirtelim. (2,5 / 5)

 

 

Vizyonda bu hafta (14 Haziran 2019)
Beşi yerli yapım olmak üzere, toplam on üç yeni filmin merhaba dediği vizyon haftası hayli kalabalık ve hemen her beğeniye sesleniyor. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! İyi seyirler herkese.


ROCKETMAN
-Sevgiyi arayan adam!-

Küçük bir piyano dehası, çekingen, yalnız, mutsuz bir çocuk olan Reginald Dwight’ın, müziğin dünyaca ünlü süper starlarından birine, Elton John’a evrilme hikâyesi. Aslında; sevgiyi arayan bir sanatçının ruh altı röntgeni duruyor perdede! 25 Mart 1947 doğumlu İngiliz piyanist, pop/rock yıldızı ve besteci Sir Elton Hercules John, tipik bir İkinci Dünya Savaşı sonrası çocuğu! Savaştan dönmüş, çok acı ve ölüm görmüş, hissiz ve tepkisiz babasının, hayata başka bir düzlemde yaşamaya karar vermiş, gününü gün eden, bencil annesinin yanında sevgisiz bir çocuk o! Bir tek anneannesi ilgileniyor onunla. Müzik dehasını da ilk keşfeden o! Küçük, sevgisiz, ürkek ve umutsuz bir çocuğun, pop kültürünün dünyaca ünlü, ikonik figürüne dönüşme öyküsü, Elton John’un şarkılarıyla yansıyor perdeye. Tamamen klasik bir müzikal üzerine bina edilmiş işin aslı, biyografik dram. 
Otuz yaşını süren İngiliz aktör Taron Egerton’un aklı zorlayan, nüanslı ve unutulması güç performansıyla artı değer kazanan yapımı, aktör kökenli Dexter Fletcher yönetmiş! 1986 tarihli Derek Jarman başyapıtlarından ‘Caravaggio’da, ressamın gençliğini canlandıran 1966 doğumlu Fletcher’ın dördüncü uzun metraj yönetmenlik denemesi ‘Rocketman’. Senaryoyu ise bir başka başarılı İngiliz, 2000 tarihli ‘Billy Elliot’ ile ‘en iyi orijinal senaryo’ dalında Oscar adayı olmuş tecrübeli senarist Lee Hall kaleme almış.
Müzik tutkusundan, yalnızlığına; ailesinden, yakın çevresine, eşcinselliğinden, alkol ve uyuşturucu bağımlılığına dek Elton John’un ‘hakiki’ hayat öyküsü olanca çıplaklığıyla yansımış perdeye. Esasen, sadece Elton John’un değil, ‘sanatçının’ hayat öyküsü izlediğimiz. Dünyayı değiştirmek adına sanatla uğraşan ve üreten dahi insanların özel hayatlarındaki sevgisizlik ve yalnızlığın resmini çizmişler perdeye. Bu arada son yılların en düzgün ve kaliteli müzikallerinden biri duruyor karşımızda! Koreografi üst düzey. Sanat yönetimi, genel yapım tasarımı, saç ve makyaj, en az Taron Egerton’un performansı kadar göz alıcı! Jamie Bell, Richard Madden, Bryce Dallas Howard, Gemma Jones, Charlie Row, Steven Mackintosh ve küçük yıldız adayları Kit Connor ve Matthew Illesley, başarılı oyuncu kadrosunun; Egerton’a eşlik eden diğer isimleri.
Çok çalışılmış, titiz, derinlikli, ‘art house’ yönü olan bir müzikal biyografi olmuş Elton John’un öyküsü. Avrupa’nın yoksul, yoksun, korkulu, sıkıntılı, ürkek günlerinde büyüyen bir dehanın eserleri ve ruh altına uzatılmış bir kamera eşliğinde hüzünlü yalnızlığı. Tek derdi sevgi olan insanoğlunun çıkmazı. Elem kokan yapım; içerdiği ‘gerçeklik’ ve sterillikten sıyrılmış yapısıyla, referans noktası oluşturacak yapıda. Dört Oscar elde etmiş ‘Bohemian Rhapsody’den ayrılan tarafı da bu zira! Çoluk çocuk, aile değerleri adına harcanmış bir diğer ikon Freddie Mercury’nin konservatif öyküsü, ne kadar ‘yama’ gibi duruyorsa perdede, Elton John’un hikâyesi bir o kadar hakiki. Rami Malek’in kendisine Oscar kazandıran performansı gayet iyiydi pek tabii. Bakalım akademi, Malek’i anında unutturan Taron Egerton’un emeğini ödüllendirecek mi? Kaçırmayınız. (4 / 5) 


SİYAH GİYEN ADAMLAR: GLOBAL TEHDİT
-Nerede o eski siyah takım elbiseler-

Dünya dışı tehditkâr varlıklarla mücadele eden ve gezegeni koruma amacı güden MIB ekibinin yeni yüzleri Ajan M ve Ajan H’nin maceraları bu kez izlediğimiz. Popüler serinin dördüncü ve yeni filmi, bir spin-off proje! Bir medya kavramı olan spin-off, herhangi bir görsel ürünün başka bir ortama uyarlanması anlamı taşıyor.
Aksiyon ve maceranın işini bilir isimlerinden F. Gary Gray imzalı yeni filmde; öykünün bildik karakterleri olan Tommy Lee Jones ve Will Smith, yerlerini; Chris Hemsworth ve Tessa Thompson’a bırakmışlar. ‘Siyah Giyen Adamlar’ yeni macerada iki erkek değil! Unisex bir durum var ortada bu kez ve bu eşitlikçi yapı filmin hemen en iyi yanı! Emma Thompson ve Liam Neeson gibi usta isimlere; Rebecca Ferguson ve Rafe Spall eşlik ediyorlar. Kahramanlarımız, teşkilattaki köstebeği ortaya çıkarmaya uğraşırlarken, alışık olduğumuz üzere dünyayı da kurtarıyorlar tabii. Nerede o eski siyah giyen adamlar desek de, sınırları son derece belirli, uçucu fakat iyi niyetli bir proje olmuş serinin yeni filmi. Kimyaları uyuşmuş yeni kahramanların sinerjisinden ve teknik kadrodan güç alarak sürüyor macera. Siyahı unutturup, pembe pantolona terfi ettiren bazı planlar hoşluk katıyor öyküye. Hafif zorlama fakat eğlenceli de! (2,5 / 5)


KUYU
-Sen, oğlum değilsin!-

İrlanda’dan çıkagelen korku filmi, yerel halk öykülerinden besleniyor. Eşinden ayrılan Sarah, geçmişin travmalarından kurtulmak adına oğlu Chris ile birlikte, şehirden kırsala taşınır. Oğlu bir gün evlerinin hemen yanı başında olan ormanda kaybolur. Eve geri döndüğünde Sarah, oğlunun eskisi gibi olmadığını fark eder. Garip komşularıyla olan tekinsiz karşılaşma sonrası, iyice emin olur genç kadın. Evdeki çocuk, oğlu değildir!

Ormandaki bir bataklığın saldığı kötücül kader ile ilgili öykü; ‘emin olma’ meselesi üzerinde ciddi satırbaşları yapıyor! Senarist kökenli Lee Cronin’in ilk uzun metraj denemesi, orta karar bir tür filmi. Asla kötü değil ama! Hatta bazı anlar yaratılan atmosfer, türün sıkı yapımlarının altında kalmıyor. Bunda oyuncu kadrosunun ve görüntü yönetmeninin büyük rolü var. Başrolü üstlenen Seána Kerslake çok iyi. Zor rolünün altından başarıyla kalkan küçük oyuncu James Quinn Markey, büyük usta Aki Kaurismäki’nin başucu oyuncularından Finlandiyalı usta aktris Kati Outinen ve bir diğer usta isim, İskoçyalı emektar aktör James Cosmo, oldukça iddialı bir kadro oluşturuyorlar. Görüntü yönetmeni Tom Comerford ise alkışı ayrıca hak ediyor. (2,5 / 5)

 

TARKOVSKY’NİN ÜÇ BAŞYAPITI VİZYONDA
Sözden çok dizelerle ifade edilecek üç şiirsel Tarkovsky başyapıtı… Başka Sinema aracılığıyla, yıllar sonrasında vizyonda. Yürek ve zihinlerimizde sonsuza dek yer eden üç eseri kısaca anımsayalım.

 

SOLARİS
-Aşk, hafıza, vicdan ve bilinçaltı-

Yedinci sanatın en önemli isimlerinden dahi auteur Andrei Tarkovsky’nin (1932-1986), 1972 tarihli bilimkurgu dramı, Polonyalı efsane kalem Stanislaw Lem’in (1921-2006) romanından uyarlanmıştır perdeye. 
Solaris bir araştırma gezegeni. Gezegen, oraya ayak basanların zihinleriyle oyunlar oynuyor. Bir çeşit zeka barınıyor bu gezegende. Uzay üssündeki üç bilim adamı, açıklanması zor olaylar yaşıyorlar. Bu tuhaf olayları araştırmakla görevli kişi de, gezegendeki bilinmeyenin doğasıyla yüzleşecektir. Natalya Bondarchuk, Donatas Banionis ve Jüri Järvet başlıca rolleri üstleniyorlar. Sevmek, tanımak, hakikat ve hatırlamak… Hatırlamak, insanın en önemli yeteneği ve trajedisidir… (4 / 5)
  

STALKER
-Herkesin ‘bölge’si var!-

Uzak bir gelecekte, bambaşka bir yaşam düzeni içerisinde, ismi olmayan bir ülkede, dünyaya düşen dev gök taşı yaşamı yerle bir ederken, Zone adında esrarengiz, yeni bir bölge oluşmuştur. Çok iyi korunan bir yerdir ‘bölge’… İsimsiz ve gri bir kasabanın yakınında bulunmaktadır! Eşinin itirazlarına rağmen sıra dışı zihinsel yetenekleriyle iz sürücü, yanındakileri bölgenin içinde var olduğu bilinen ve gizli dileklerin gerçekleştiği ‘odaya’ dek rehberlik edecektir. İlhamını yitirmiş, alaycı ve yeteneğini sorgulayan bir yazarla, yolculuktan öte, sırt çantasını önemseyen sessiz bir bilim adamıdır bunlar… 
Aleksandr Kaydanovskiy, Anatoliy Solonitsyn, Nikolay Grinko ve Alisa Freyndlikh’i izliyoruz. Hayata dair gizemler, sorulmamış sorular, inanç, bilim, hayaller, mutluluk ve yolculuk… Varoluşun karanlık sorgusu! Felsefe ve sanatın buluşma noktası, Andrei Tarkovsky’nin 1979 tarihli bir diğer başyapıtı. Arkadiy Strugatskiy ve Boris Strugatskiy’nin romanlarının beyazperde uyarlaması, yedinci sanatın belirleyici yapı taşlarından biri adeta. En büyük arzunuz, bazen bilinçli olarak dilediğiniz bir dilek değildir. (5 / 5)


AYNA
-Aynaya yansıyan anılardır-

Kırklı yaşlarında bir adam, ölüm yatağında geçmişi hatırlar! Çocukluğu, annesi, ailesi, savaş, şahsi anılar, Rusya ve dünya tarihinin kırılma anlarıyla kesişir. Andrei Tarkovsky’nin belki de en kişisel ve politik filmidir 1975 tarihli yapım. Orijinal adıyla ‘Zerkalo’, bir rüyadır, bir mırıldanmadır öte yandan. Hemen her gerçeğin omuz başında yer alan pişmanlıklar üzerine bir mırıldanış.
Tarkovsky’nin yaşamından izler taşır, karakterin geçmişe ait kesitleri. Yönetmenin babasının bir şiiri okunur film boyunca ve perdeye yansıyan şiir-film, görünenin oldukça ötesinden, derin anlamlar, hisler taşır. Margarita Terekhova, anne ve eş rolünde çıkar karşımıza. Ignat Daniltsev, aynı başarıyla eşlik eder usta aktrise. Bach, Purcell ve Pergolesi notaları eşliğinde, hüzün ve elem yüklü bir içe dönüş yolculuğu. Katıksız bir başyapıt! (5 / 5)

Yapımcı kökenli Winston Azzopardi’nin ilk yönetmenlik denemesi olan İngiltere-Malta ortak yapımı gerilim ‘The Boat / Tekne’, Şilili karikatürist Rene ‘Pepo’ Rios tarafından yaratılan Condorito ve arkadaşlarının maceralarını perdeye taşıyan Peru yapımı animasyon ‘Condorito: La Película / Kahraman Tavuk Uzayda’ nın yan sıra, beş yerli yapım; başrolünü 2018’de yitirdiğimiz usta aktör Turan Özdemir’in üstlendiği; Durmuş Akbulut’un yazıp yönettiği ‘Bekçi’, Aytekin Birkon imzası taşıyan korku filmi ‘Cinnet’, yönetmen koltuğunda Serdal Genç’in oturduğu romantik komedi ‘Akıllara Seza’, Murat Kuşçu imzalı romantik dram ‘Ferhat ile Şirin: Ölümsüz Aşk’ ile Cüneyt Faruk Arkın’ın yazıp yönettiği komedi ‘Hayalimdeki Köy’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Tekrar herkese iyi seyirler.

MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar