14 EYLÜL 2012
Bu hafta vizyondaki yeni film sayımız altı. Notlarımız arasında olmayan tek yapımsa, adına basın gösterimi düzenlenmeyen ‘köpekbalıklı’ korku-gerilim “Denizin Dişleri / The Reef”. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insana sıkı sıkıya sarılmanın tam vaktidir sonbahar. Sokak, sinemadan çıkmayanlarla dolu çünkü. Herkese iyi seyirler!
SADAKATSİZLER
Sadakat kavramı etrafında dönen kısa ve bağımsız bölümlerden oluşan Fransız komedisi, sekiz yönetmenin imzasını taşıyor. Bu isimlerden ikisi, aynın zamanda filmin başrollerini paylaşan ve hemen bütün bölümlerdeki farklı karakterleri canlandıran Jean Dujardin ve Gilles Lellouche. Özellikle “Artist / The Artist” ile kazandığı Oscar heykelciğinden sonra epey popüler bir isim haline gelen Dujardin’le meslektaşı Lellouche, hayli parçalıyorlar kendilerini. Film, bir nevi onların performansları üzerine kurulmuş. “The Artist”le en iyi yönetmen ödülüne uzanmış Michel Hazanavicius, Fred Cavayé, Emmanuelle Bercot, Alexandre Courtes, Jan Kounen ve Eric Lartiagu çok yönetmenli filmin diğer isimleri. Usta aktör Guillaume Canet, Mathilda May ve Sandrine Kiberlain, oyuncu kadrosuna ufak nüanslar katan konuk oyuncular. Eşlerini aldatan erkekler, seks bağımlıları, umutsuz kaçamak avcıları ve sonunda aradıkları mutluluğu birbirlerinde bulan iki çapkın! Eğlenceli ama sadece o kadar!
YURT
Muzaffer Özdemir’in ilk uzun metraj yönetmenlik denemesi “Yurt”, birçok eksiğinin yanı sıra, cesaretli, siyaseten doğru ve dürüst öyküsüyle dikkat çekiyor. Doğaya ve insanlığa saldıran HES’ler, gözü doymaz, acımasız dünya düzeni, hatalı zihniyet ve ‘her şeyi kendine eden’ insanın trajedisi… Karamsar ve mutsuz bir mimar, hastalığının nekahet dönemini geçirmek üzere, çocukluğundan beri görmediği memleketine dinlenmeye gider. Fakat vahşi kapitalizmin modern liberal bakışı, hemen her yeri birbirinin aynı kılmış, doğayı ve tarihsel dokuyu yok etmiştir. Nuri Bilge Ceylan’ın “Kasaba”, “Mayıs Sıkıntısı” ve “Uzak” adlı filmlerinde rol alan ve “Uzak”taki performansıyla, hayata veda eden rol arkadaşı Mehmet Emin Toprak’la birlikte Cannes Film Festivali’nde en iyi erkek oyuncu seçilen Muzaffer Özdemir, kamera ardında siftah yapıyor. Çekimleri, yönetmenin memleketi Gümüşhane’de gerçekleşen sosyal dramın, otobiyografik bir yönü de var. Doğadan hızla uzaklaşan, hatta neredeyse tamamen kopan insanoğlunun ve doymak bilmez sistemin doğa katlinin samimi eleştirisinde başrolü Kanbolat Görkem Arslan üstlenmiş. Muhammet Uzuner ve Özdemir’in kendisi, filmin diğer oyuncuları arasında. Belgesele göz kırpan yapım, naif ve ‘gerçek’ bir ilk film.
TOPRAĞIN ÇOCUKLARI
49. Antalya Altın Portakal Film Festivali ‘Ulusal Yarışma’da yarışacak olan yapım, çok önemli bir tarihi meseleye değiniyor. Memlekette binlerce aydının yetişmesine sebep olan ‘Köy Enstitülerine’… Köy Enstitülerinin hikâyesini Dilşah Özdinç kaleme almış, Ali Adnan Özgür yönetmiş. Aynı zamanda yapımcılar arasında olan usta aktör Erkan Can, başrolleri, Ufuk Bayraktar ve Türkü Turan ile paylaşıyor. Musluk tamirinden, marangozluğa, yabancı dilden, matematiğe, keman çalmaktan, spora, heykelden, şiire dek hemen her dalda; bilim, sanat ve zanaatta bilgili insanlar yetiştirmeyi ve savaştan henüz çıkmış bir ülkeyi, bilgi dolu bir gençliğin gücüyle ayağa kaldırmayı amaçlayan proje, Mustafa Kemal Atatürk’ün düşlerinden biri olarak geçmişti hayata. Efsane Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, Rauf İnan ve enstitülerin mimarı sayılan eğitim bilimci İsmail Hakkı Tonguç’un üstün katkılarıyla hayata geçen proje, Cumhuriyetin ilk döneminde ‘rönesans’ı andıran bir kültür-insan devrimiydi kuşkusuz. Neredeyse tüm Anadolu’nun okulsuz ve öğretmensiz olduğu gerçeği göz önüne alınarak dönemin başbakanı İnönü’nün himayesinde, Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel tarafından İsmail Hakkı Tonguç’un çabalarıyla köylerden ilkokul mezunu zeki çocukların bu okullarda yetiştirildikten sonra yeniden köylere giderek öğretmen olarak çalışmaları düşüncesiyle kuruldular. 17 Nisan 1940 tarihli yasa ile kurulan enstitüler, 1954 yılında resmen kapatıldılar. İkinci Dünya Savaşı sonrası kapatılan köy enstitülerinden mezun birçok genç, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde birçok bağımsız ve üretken bireyler yetiştirmeye devam ettiler. Yüzde sekseninden fazlası okuma yazma bilmeyen ülke insanını bilinçli ve okur-yazar kılmak amacıyla akıtılan ter ve sarf edilen emeğin öyküsü, İkinci Dünya Savaşı yıllarında geçiyor. Tutucu, gerici zihniyete karşı bilime ve gelişime inanmış bireylerin mücadelesi izlediğimiz. Çok önemli proje, maalesef sinema büyüsünden biraz yoksun. Bir televizyon filmi görünümünde. Ama bu nokta, çok önemli tarihi meselenin özellikle gençler tarafından izlenmesine mani değil. Geçmişi, bu çok önemli eğitim hamlesini bilmeyen gençler ve her yaştaki izleyici için oldukça önemli olan film tavsiye edilir.
RESIDENT EVIL 5: İNTİKÂM
Japonya çıkışlı bilgisayar oyunundan beyazperdeye aktarılan bilimkurgu-aksiyon-korku-gerilim kırması, beşinci filmiyle karşımızda. “Resident Evil”ı, perdenin en uzun soluklu serilerinden biri haline getiren Paul W.S. Anderson, 2002’de yazıp yönettiği ilk filmden sonra dördüncü bölümle kendi yarattığı seriye geri dönmüştü. Kahramanımız ‘Alice’i artık karakterle özdeşleşen gezegenin en güzel aktrislerinden Milla Jovovich canlandırıyor yine. Serinin gediklilerinden Michelle Rodriguez’e, Sienna Guillory, Johann Urb, Boris Kodjoe ve Kevin Durand eşlik ediyorlar. Umbrella şirketinin ölümcül T virüsü, bütün insanları zombi kılmıştır. İnsan ırkının gelecek umudu bağladığı Alice ise, gizemli geçmişinin sırlarıyla mücadele ederken, düşmanlarını da unutmaz tabii. Tanıdık oluşlar, sırtını IMAX teknolojisine ve üç boyuta bağlamış yine. Tamamen masa başında yapılmış bir bilgisayar efekti şöleni duruyor perdede. Zanaat yanı güçlü yapım, türün değil ama serinin hayranları için birebir anlayacağınız.
İLK VE SON AŞKIM
Senarist, oyuncu ve müzisyen Lorene Scafaria’nın ilk uzun metraj yönetmenlik denemesi distopik bir romantik komedi. Dünyanın sonu üzerine tanıdık bir yol filmi yapım ama içerdiği romantik ve insani dozla oldukça ‘duyarlı’ bir iş olmuş. Matilda adı verilen bir göktaşı, son hızla dünyaya yaklaşırken, bildiğimiz medeniyet için geriye üç hafta süre kalmıştır. Sigortacı kahramanımız Dodge, kendisini bırakıp giden eşinin ardından, geride kalan son günleri kafasına göre yaşamak ister ve aklından asla çıkarmadığı lise aşkını son kez görmek için yollara düşer. Yol arkadaşı da ilginç komşusu Peggy olacaktır. Benzer düzlemde yol alan “Zombieland”i andıran fakat romantik komedi sosuyla karıştırılmış yapımın başrollerini Steve Carell ile Keira Knightley paylaşıyorlar. Filmin sürprizi ise, usta aktör Martin Sheen. Ömür törpüleyen zaman kavramı, ruhu kemiren pişmanlıklar, bir hayat boyu zırvaladıklarımız, koskoca ‘keşke’ler, tedirgin yalanlar, vakit harcamalar, tehir etmeler, yalnızlıklar, terk edişler, aşkın halleri, 33’lükler, önceliklerimiz, özürler, ayrılıklar ve kavuşmalar üzerine… Trier’in “Melancholia / Melankoli”sinin meselelerine daha popüler, daha yüzeyden ve daha basit bakan, buna karşılık asla ‘sığ’ olmayan film, başarılı bir bağımsız son tahlilde.
MURAT ERŞAHİN