Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

14 EKİM 2022

13 Ekim 2022 Perşembe 20:44
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Dünya genelinde altı milyondan fazla, ülkemizde yüz binin üzerinde can kaybına yol açan Koronavirüs (COVID-19) belasından, aşılarımızı olarak, sosyal mesafelerimizi koruyarak, hijyen kurallarına sıkı sıkıya uyarak, maskelerimizi kapalı alanlarda ve toplu taşıma araçlarında çıkartmamaya çalışarak korunmaya devam ediyoruz. Umuyoruz çok yakında bu beladan kurtulacağız tamamen!
Tarih 2 Temmuz 2021’i gösterdiğinde sinema salonları yine izleyicileri ağırlamaya başlıyor; perdeler umduğumuz o ki, bir daha kapanmamak üzere açılıyordu! Sinemalar açılmadan önce her hafta, naçizane iyi filmler ve diziler önerdim sizlere! 2020 Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaştım. 5 Mart 2021’den itibarense, sinema salonları perdelerini açana dek, her yeni hafta, o tarihe ait eski ‘sinemadan çıkmış insan / vizyonda bu hafta köşeleri’ni sizlerle buluşturdum. Sizlere her hafta sinema tarihinden 5 klasik film önerdiğim ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bölüm ve geçmiş vizyon haftalarını anımsadığımız ‘Tarihte Bu Hafta’ adlı bölümler devam edecek!
Önce sağlık; gerisi hikâye! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Kurda kuşa yem olmayın bir de!


ÖNCE TAVSİYELER…

SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK

The Lady Vanishes / Kaybolan Kadın
(Yönetmen: Alfred Hitchcock / 1938)

Kind Hearts and Coronets
(Yönetmen: Robert Hamer / 1949)

The Lavender Hill Mob / Uçurulan Altınlar
(Yönetmen: Charles Crichton / 1951)

The Ladykillers / Kadın Katilleri
(Yönetmen: Alexander Mackendrick / 1955

Our Man in Havana / Havana Casusu
(Yönetmen: Carol Reed / 1959)

 


Vizyonda bu hafta (14 Ekim 2022)

İkisi yerli olmak üzere, sekiz yeni yapım vizyon görüyor bu hafta!

Haftanın iki yerlisinden biri olan Atalay Taşdiken imzalı ‘Hara’ notlarımız arasında!

 

HARA

-Birlikte kalmak üzerine!-

‘Kız Kardeşim Mommo’ başta olmak üzere ‘Meryem’ ve ‘Arama Moturu’ gibi filmleriyle tanıdığımız Atalay Taşdiken’in yazıp yönettiği yerli dram ‘Hara’, Yeşilçam geleneğine saygı sunan, iyi niyetli, naif bir yapım. İzleyici ile ilk kez 59. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ‘Ulusal Yarışma’da buluşan filmin başlıca rollerini Serkan Ercan, Nehir Erdoğan, Dolunay Soysert ve genç oyuncu Isabella Haddock paylaşıyorlar. Zeynep Erkekli ve usta aktris Celile Toyon’un yanı sıra aynı zamanda filmin yapımcılığını üstlenen Baran Seyhan, oyuncu kadrosunun öne çıkan diğer isimleri olarak karşımıza çıkıyorlar. Yönetmen-senarist Melik Saraçoğlu, filmin kurgusunu gerçekleştirmiş. 
On üç yaşındaki Beste, ailesiyle birlikte bir çiftlikte doğup, atlarla iç içe büyümüştür. Beste’nin veteriner olan babası, at yetiştirmek dahil, çiftliğin hemen her şeyiyle ilgilenmektedir. Çiftliğin sahibesi vefat edip, Amerika’daki kızı yeni patron olarak gelince, dengeler değişir. Kâr amacı güden yeni patron, çiftliği kapatma kararı alır. Atların teker teker satıldığı sancılı süreçte Beste’nin anne ve babası da ayrılma kararı almışlardır. Beste, aynı zamanda binicisi olduğu ve haranın en sevdiği atı olan Turagay’ın satılması ve ailesinin dağılmak üzere olmasıyla zorlu bir büyüme süreci yaşar.
Salt ‘öylesine’ birlikte olmanın değil, her oluşa rağmen birlikte kalabilmenin önemini, sevgi, bağlılık, dostluk, dayanışma, fedakârlık, vicdan gibi neredeyse unutulmuş kavramlar eşliğinde öyküleyen film, sinema büyüsüyle bir miktar mesafeli ancak. Bir TV filmi estetiğine sahip. Derinleşemeyen karakterler, önemli detayların es geçilmesi, oldubittiler ve yüzeysel gidişat, verimli bir damarı sekteye uğratmış. Yine de kendini baştan sona izleten ve hemen her yaştaki izleyiciyle buluşacak iyi yürekli bir dram ‘Hara’. (2,5 / 5)

Haftanın diğer yenilerine bakacak olursak…
John Carpenter’ın 1978 tarihli kült filmi ‘Halloween / Cadılar Bayramı’nın 2000’lerin son döneminde yeniden perdeye yansıyan modern dönem üçlemesinin finalini oluşturan ‘Halloween Ends / Cadılar Bayramı Sona Eriyor’, son iki filmde olduğu gibi yine David Gordon Greene imzası taşıyor. Laurie Strode ve efsane katil Michael Myers’ın son mücadelesine tanık oluyoruz. Jamiee Lee Curtis’e görkemli finalde Kyle Richards, Andi Matichak ve Will Patton eşlik ediyorlar. 
‘The Woman King / Kadın Kral’, 17. yüzyılın sonundan, 19. yüzyılın sonlarına dek varlığını sürdüren, özellikle 18. yüzyıldan itibaren Batı Afrika’nın güçlü devletlerinden biri hâline gelen Dahomey Krallığı’nın tamamı kadın savaşçılardan oluşan ordu birimi Agojie’nin, bir başka deyişle Afrikalı Amazonların gerçek öyküsü. Gina Prince-Bythewood’un yönettiği tarihi aksiyonda başrolü usta aktris Viola Davis üstleniyor. Thuso Mbedu, John Boyega ve Lashana Lynch, kadronun diğer önemli isimleri. Film, 1800’lerde Dahomey Afrika Krallığı’nı dünyanın şimdiye kadar hiç görmediği beceri ve vahşilikle koruyan, tamamı kadınlardan oluşan askeri alay Agojie’nin sürükleyici hikâyesi. Yaşanmış gerçeklerden esinlenen yapım, General Nanisca'nın yeni nesil askerleri eğitip; onları, hayatlarını yerle bir etmeye çalışan düşmanlarla savaşmaya hazırlarken, yaşadığı duygu dolu destansı yolculuğu yansıtıyor perdeye.
Aktör kimliğiyle tanıdığımız Louis Garrel’in yönetmen koltuğunda oturduğu dördüncü uzun metraj kurmacası olan ‘La Croisade / Kurtarıcı’, bilimkurgu içeren bir komedi. Abel ve Marianne, ergen oğullarının gezegeni kurtarma planını finanse etmek için ailenin değerli eşyalarını sattığını keşfettiklerinde olaylar büyür! Laetitia Casta’nın Louis Garrel’le başrolleri paylaştıkları yapımda Joseph Engel’de rol alıyor.
Jaime Bailey imzası taşıyan Kanada yapımı korku filmi ‘Deinfluencer / Etkileyici’, okul dönüşünde maskeli biri tarafından kaçırılan sosyal medya fenomeni ve okulun gözdesi amigo kız Kelly’nin, hayatta kalmak için verdiği mücadeleyi taşıyor perdeye. Oyuncu kadrosunda karşımıza çıkan isimlerse Simon Phillips, Jason Sedlar, Caylin Turner ve Marie Luciani-Grimaldi.
‘Shin Ultraman’, Japonya yapımı bir aksiyon. Shinji Higuchi’nin yönettiği avantür, ‘S-sınıfı türler’ olarak bilinen dev canavarların ortaya çıkmasıyla birlikte Japonya hükümetinin, onları nasıl yeneceğini araştırmak için SSSP birimini kurmasını ve Ultraman’dan aldığı yardımı öykülüyor. Böyle bir canavar saldırısı altındayken SSSP, canavarlara karşı mücadeleleri sırasında sürpriz bir müttefik kazanır: Ultraman. Gümüş dev Ultraman’ın sırrı nedir ve neden insanlığa yardım etmektedir?
Ukrayna-Güney Kıbrıs ortak yapımı animasyon ‘Gulliver Returns / Gulliver Dönüyor’, bir dönem Blefuscu ordularına karşı destek olduğu Lilliput Krallığı’nın yardım çağrısıyla adaya geri dönen Gulliver ile halkın yaşadığı zorluklarla mücadelesini ele alıyor. Yönetemen Ilya Maksimov.
Haftanın bir diğer yerlisi olan biyografik dram ‘Sevmedim Deme’, zorlu bir hayattan gelen ve müziğe duydukları tutku ortak olan Kurtuluş Kuş ve Burak Bulut’un öyküsü. Burak Kuka’nın yönettiği filmde başlıca rolleri Kurtuluş Kuş, Burak Bulut, Ceyda Ateş, Şebnem Sönmez ve Rıza Akın üstleniyorlar. 

İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! 

İyi seyirler herkese!


 

TARİHTE BU HAFTA

Altı yıl öncesine, 2016 yılına gidiyor; tarihte bu haftayı anımsıyoruz.

 

Vizyonda bu hafta (14 Ekim 2016)

Yeni haftada dördü yerli, yedi yeni film merhaba diyor salonlara. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.

 

ANSIZIN
Orijinal adı ‘Auf Einmal’ olan Almanya-Hollanda ortak yapımı filmin yönetmen koltuğunda Aslı Özge oturuyor. Senaryosunu da Özge’nin kaleme aldığı filmin görüntü yönetmeni Emre Erkmen. İlk filmi ‘Köprüdekiler’le, İstanbul Film Festivali’nde Altın Lale ‘En İyi Film Ödülü’nü kazanan Aslı Özge, 2013 tarihli ‘Hayatboyu’ ile de, ‘En İyi Yönetmen’ dalında Altın Lale kazanmayı başarmıştı. Filmini, Almanya’da, Almanca çeken yönetmen, Shakespeare’in ölümsüz eseri ‘Hamlet’ten bir alıntı ile başlıyor öyküsüne: ‘Zira iyi ya da kötü yoktur. Düşünce var eder ikisini de’. Varlıklı, burjuva bir ailenin oğlu olan Karsten’in evindeki parti bitmiş, Anna dışında kimse kalmamıştır evde. Karsten, aklından neler geçtiğini pek de anlayamadığı –aslında üzerinde durmadığı- gizemli ve çekici kadına yaklaşır. Bir anlık zaafı, yolunda gittiğini düşündüğü ‘kontrollü’ hayatını, kabusa çevirecektir! Almanya’nın küçük taşra kasabasında yaşanan acı olay, önce yerini müthiş bir hayal kırıklığına, hemen ardından, öfkeye ve hesaplaşmaya bırakır. İkiyüzlülük, adaletsizlik, ahlak ve etik tartışmaları ve iyi ile kötünün giderek yer değiştirip, belirsizleştiği gergin bir ‘insansızlık’ tablosu. Kötülük kontrolsüzce yayılan bir yaşam güdüsüdür özünde! Galasını yaptığı 35. İstanbul Film Festivali’nde FIPRESCI ödülünü kazanan yapım, Berlin’de, Avrupa Sinemaları Özel Mansiyon ödülünü elde etmişti.  Filmde hiç adı geçmese de; hayatını 2011’de genç yaşta yitiren oyuncu ve sunucu Defne Joy Foster’in trajik ve şüpheli ölümünü, Almanya fonuna taşımış yönetmen ve acı olayın maddi detayları dışında, toplumun ve onu etkileyen diğer dinamiklerin, bireyin üzerinde oluşturduğu baskı ve bireyin içinde, iyilikle kötülük arasında süren savaşla ilgilenmiş. Anlatım ve yakaladığı teknik standart, filmi belli bir seviyeye taşıyor ama ahlak/etik - iyi/kötü tartışması, bir miktar; Hollywood ruhu taşıyor özünde. Grafik bir içsellik barındırıyor içinde; bir dönem üstelik yaşanmış ve son derece trajik sonuçlarla kamuoyunu da etkilemiş olayın gerçek hesaplaşması. Film, ‘felaketin’ yaşandığı kendi sınırlarında ve kendi toplumu fon alınarak çekilseydi, bambaşka bir hesaplaşma yansırdı perdeye belki de. Almanya ve onun adalet-hukuk-toplum-birey anlayışı başka bir hakikat oluşturuyor zira. İnsan da toplum da, özellikle adalet anlayışı, her yerde aynı değil gerçekte. Yaratılan atmosfer ve Özge’nin sineması, örneklerini sıkça gördüğümüz tür örneklerinden başka bir yere gidemiyor ayrıca! Bu acı öykü, ‘burada’ yaşanmışsa neden Batı Avrupa fonunda inceleniyor? Örneğin Thomas Vinterberg, bu hassas mevzularla çok önceden, 1998’de ‘Festen / Şölen’de ve 2012’de ‘Jagten / Av’da sosyolojik bir laboratuvar ortamında ilgilenmemiş miydi sahi? (2,5 / 5)  

 

DEMİR YUMRUK
Boks tarihinin efsanevi isimlerinden, hafif sıklet ve orta sıklette dünya şampiyonu unvanı sahibi Panamalı Roberto Durán’ın gerçek öyküsü. Yoksul ve kargaşa yüklü Panama sokaklarından, son derece önemli bir boks kariyerine uzanan efsanenin ve yakın çevresinin hikayesinde, ünlü boksörü, Edgar Ramirez canlandırırken, onun efsanevi antrenörü Ray Arcel rolünde, dev aktör Robert De Niro’yu izliyoruz. Rubén Blades, manyetizması yüksek Kübalı aktris Ana de Armas ve Usher Raymond ile birlikte, iki usta isim daha, Ellen Barkin ile John Turturro, biyografik dramın oyuncu kadrosuna renk katıyorlar. 1960’ların son derece kaotik ve gergin, soğuk savaş ortamında ABD baskısı altındaki Orta Amerika ülkesinde, sokaklardan gelerek, kendini bir anda ringde bulan boksör, antrenörü ile birlikte, içsel bir değişime uğrayacaktır. Roberto Durán’ın büyük rakibi Sugar Ray Leoanard ile yaptığı unvan maçları, yükselişi, düşüşü, yeniden ayağa kalkışı ve Panamalı sokak çocuğunun, efsanevi bir boksöre dönüşme süreci, çok önemli tarihi, politik nüanslar ötelenerek, sıradan biçimde vücut bulmuş öyküde. Venezuelalı Jonathan Jakubowicz’in yazıp yönettiği, beyazperde için son derece elverişli öykü, maalesef etkisiz bir sinema olarak kalakalmış perdede. Politik, sosyal ve tarihi fonu sayesinde, nerelere gidebilecek hikâye, belli bir yerde takılıp kalıyor ve önemli bir şans kayıp gidiyor yönetmenin ellerinden özetle. (2,5 / 5)

 

CEHENNEM
Çok satan romanlarıyla tanıdığımız Dan Brown’un aynı adlı eserinden uyarlanan film, yazarın üçüncü beyazperde çıkarması. İlk iki film gibi, yönetmen koltuğunda usta isim Ron Howard’ın oturduğu, aksiyonu bol gerilim, 2006 tarihli ‘The Da Vinci Code / Da Vinci Şifresi’ ve 2009 yapımı ‘Angels & Demons / Melekler ve Şeytanlar’ın ana karakteri, Harvard Üniversitesi Simgebilim profesörü Robert Longdon’u çıkarıyor yine karşımıza. Dolayısıyla da, karakteri canlandıran usta aktör Tom Hanks’i. Robert Longdon, Floransa’da bir hastanede gözünü açtığında hafıza kaybı yaşamaktadır. Dante’’nin ölümsüz eserlerinden ‘Cehennem’in şifreleriyle çözmesi gereken gizem ve tehlike dolu macerada yolu İstanbul’a da uğrayacaktır. İlk iki uyarlama gibi, gizli örgütler, semboller, dini ve tarihi gizemlere dayanan öyküde Tom Hanks’s, Felicity Jones ve Sidse Babett Knudsen eşlik ediyorlar. Irfan Khan, Omar Sy ve Ben Foster, kadronun öne çıkan diğer isimleri. Yönetmen Ron Howard’ın yanı sıra, kitabı uyarlayan ismin, bir diğer usta sinemacı David Koepp olması, beklentileri bir miktar yukarıda tutmanıza sebep olsa da, gerçekler; hayal kırıklığına dönüştürüyor, film öncesi heyecanınızı. İnandırıcı olamayan büyük bir boşluk diyebiliriz ‘Cehennem’ için. Dante’nin ünlü eserinin sadece adı sinmiş filme. Ne ruhu ne zekası ne de yaratıcılığı söz konusu eserin. Ölümsüzlüğü geçelim zira. TV filmi ruh halinde çekilmiş ‘sözde’ geniş prodüksiyonlu sahneler, bir an olsun ikna edemiyor öykü üzerine izleyiciyi. İstanbul’un kullanımı üzerine de tartışılacak fazla bir şey yok kanısındayım zira bir an bile kalıcı olamıyor yapım zihinde! Oyuncu kadrosu ve çok satan kitabın meraklıları hatırına. (2 / 5)  

Osman Sonant ve Beyti Engin’in başrollerde olduğu ‘Yolsuzlar Çetesi’ adlı komedi, ‘Oğlan Bizim Kız Bizim’ ve ‘Seni Seven Ölsün’ adlarındaki iki romantik komedi ile korku örneği ‘Berzah: Cin Alemi’, haftanın notlarımızda yer alamayan diğer yenileri. Herkese tekrar iyi seyirler.

MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar