13 TEMMUZ 2012
Vizyonda bu hafta (13 Temmuz 2012)
Vizyona ‘merhaba’ diyen yedi yeni filmden dördü notlarımız arsında. Usta yönetmen Oliver Stone imzalı gerilim yüklü suç filmi “Vahşiler / Savages”, haftanın ve yaz sezonunun en yoğun türlerinden korku örneği “Tımarhane / SecretStone” ve Fransa’nın ‘En İyi Yabancı Film’ dalında Oscar adayı olan dramı “Yaşam Savaşı / La Guerre Est Declaree” haftanın notlarımız arasında bulunmayan diğer üç yapımı. İçinizde yaşayan ‘sinemadan çıkmış insana’ iyi bakmaya devam edin. Gayet iyi biliyorsunuz artık. Sokak, sinemadan çıkmayanlarla dolu! Herkese iyi seyirler.
OLMAK İSTEDİĞİM YER
Şık bir varoluş yolculuğu ya da anlam arayış… 2008’de Cannes’den Jüri Özel Ödülü ile döndüğü “Il Divo” ile tanınan Paolo Sorrentino’nun İtalya-Fransa-İrlanda ortak yapımı dramı, mizah da içeren oldukça hüzünlü bir dram. Düşmüş, sıkılmış, vazgeçmiş, kendini emekliye ayırmış bir Rock yıldızı olan Cheyenne, eşi ve kızıyla birlikte İrlanda, Dublin’deki bir malikânede sığınağa girmiş biçimde yaşamaktadır. Arasına bir şekilde mesafe girmiş babasının ölüm haberi sonrası, yeni dünyaya bir yolculuğa çıkar. New York, New Mexico ve Utah’a uzanan yolculukta, babasının intikamını almak için eski bir Nazi suçlusunun izini sürecektir. Yol boyunca kendi varoluşu ve etrafında dönen dünya üzerine aradığı cevaplarla karşılaşır Cheyenne. The Cure’un solisti Robert Smith’ten esinlenerek yaratılan ‘Cheyenne’ karakterini, usta aktör Sean Penn canlandırıyor. ‘Biraz abartılı’ olsa da, müthiş bir performans karşımızdaki! Frances McDormand, Judd Hircsh ve “Paris Texas”a selam dururcasına Harry Dean Stanton, oyuncu kadrosunun diğer önemli isimlerini oluşturuyorlar. Talking Heads’in ünlü üyesi David Byrne, filmde kendini oynuyor! Filme adını veren Talking Heads şarkısı ‘This Must Be the Place’, Iggy Pop’dan ‘The Passenger’ ve Byrne imzalı diğer şarkılar, görkemli soundtrack’ta öne çıkıyorlar. Cannes’de Altın Palmiye için yarışan Sorrentino filmi, son derece şık biçimi, içi dolu metni, diyalogları yani hemen her noktasıyla iyi! İçerdiği iddia, fazla öne çıkardığı stil ve söyleyeceklerinde gösterdiği savurgan, dağınık tavır, çok iyi olmasına engel olmuş. Yine de kaçırılmaması gerekli bir yapım. Varken yoksanız ya da, yaşarken, anlamlı kıldıklarınızı anımsamakta zorlanıyorsanız sizin de bir yolculuğa ihtiyacınız var. Anlam yüklediğiniz, yaşadığınızı, sevdiğinizi, dokunduğunuzu ve değiştirdiğinizi düşündüğünüz şeylerin sayısını artırmak adına!
CİNNET GECESİ
ABD-Fransa-Belçika ortak yapımı korku gerilim, oldukça sert, kanlı, öte yandan; atmosfer yaratmaya ağırlık vermiş bir film. Bu yanıyla etkileyici. Yani yönetmeni Alexandre Courtès’in ilk uzun metrajı, başarılı ve etkileyici bir kapalı mekân gerilimi. Oluşturdukları amatör rock gruplarıyla ‘ciddi’ bir şeyler yapmaya çalışan üç arkadaş, para kazanmak için akli dengesi yerinde olmayan azılı suçluların kaldığı bir rehabilitasyon merkezinde aşçı olarak çalışmaktadırlar. Yine, her şeyin aynı olduğu o boğucu, sıkıntılı, sıradan gecelerden birinde meydana gelen ani elektrik kesintisi sonrası, binanın bütün güvenlik sistemleri iptal olur ve içerdeki bütün tehlikeli hastalar serbest kalırlar. Bu beklenmedik olay, üç arkadaş için bir ölüm kalım mücadelesine dönüşür. Oldukça tavizsiz, dehşet yüklü sahneleriyle seyri pek kolay olmayan yapım, türün meraklılarına tavsiye olunur. Başrolde Rupert Evans var. Akıl hastalarından birini, kötücül ‘Harry’yi canlandıran Richard Brake ise oldukça başarılı.
ATM
Yaz sezonunun en çok izlenen türlerinden korku-gerilime yeni bir örnek daha. Bu kez kapalı mekân olarak bir ATM kulübesindeyiz. Ofislerindeki yılbaşı kutlamasından çıkan üç arkadaş, dönüş yolunda para çekmek için bir ATM’nin önünde dururlar. Ama içerden dışarı çıkmak kolay olmayacaktır çünkü tanımadıkları gizemli bir yabancı ATM’nin dışında, sessiz ve karanlık boşlukta onları beklemektedir. Dışarıda, ardı sıra cinayetler işleyen seri katil, üç gence bambaşka bir kâbus yaşatmaya kararlıdır! İlk yönetmenlik denemesine imza atan David Brooks’un yönettiği senaryo, “Toprak Altında / Buried” ile dikkat çeken Chris Sparling imzası taşıyor. Alice Eve, Josh Peck ve Biran Geraghty adlı üç genç oyuncunun başarılı performansları ve klostrofobik ortamıyla fark yaratmaya çalışan yapım, öyküsündeki bazı mantık hataları ve ‘yaptım oldu’cu bakışla, türdeşleri arasında öne çıkmayı başaramıyor. Yine de, ‘korku-gerilim olsun da ne olursa olsun’ diyenler için ilginç olabilir.
BİR MAFYA HİKÂYESİ
Fransız suç filmleri geleneğinin günümüzdeki isimlerinden eski bir polis olan, aktör, senarist ve yönetmen Olivier Marchal’ın filmi, bir biyografiden uyarlanmış. Marchal’ın geride kalan üç filmindeki ana karakterler polisken, bu kez azılı bir gangster ana karakterimiz. Fransa suç dünyasının hemen her ayrıntısı, sanki “The Godfather / Baba”ya nazire yaparcasına sunulmuş. Lyon’un efsane suç örgütü liderlerinden Edmond ‘Mamon’ Vidal ve çevresinin gerçek öyküsü. Vidal’in anı kitabından uyarlanan senaryoda usta aktörler çıkıyor karşımıza. Gérard Lanvin ve Tchéky Karyo… Çingene kökenli ,‘Mamon’ lakaplı Edmond Vidal, 70’lerde Lyon’da suç denince akla gelen ilk isimdir. Çocukluk arkadaşı ve can dostu Serge ile birlikte karşı koyar bütün zorluklara. Yıllar geçmiştir. Altmışlı yaşlarını süren Vidal, eski dostu Serge’nin yardıma ihtiyacı olduğunu görür ve onu geçmişe götürüp, eskilere dair soru işaretlerini cevaplara dönüştürecek olaylar tetiklenmiş olur. Geçmiş, dostluk, ihanet, suç dünyası ve kurallar… Ana karakterlerinin öyküsünü, geri dönüşlerle anlatan film, türe yeni şeyler eklemese de, Fransız suç filmlerinin kendine özgü havasını taşıması bakımından seyre değer.
MURAT ERŞAHİN