13 ŞUBAT 2015
Vizyonda bu hafta (13 Şubat 2015)
Haftanın beraberinde getirdiği yeni film sayısı sekiz. İzleyen eleştirmenlerin büyük çoğunluğu tarafından, ajite bir politik macera olarak nitelenen ‘Kod Adı: Koz’, Ersen Denk’in yazıp yönettiği ABD- Türkiye ortak yapımı korku filmi ‘The Tragedy / Katran’ ile yerli komediler ‘Yav He He’ ve ‘Netekim Karakolu’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan filmleri. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın bırakmayın. Herkese iyi seyirler.
UNUTMA BENİ
2006 tarihli, aslan yürekli bağımsız dram ‘Quinceañera / Bakire ve Hamile’ ile ses getiren, Sundance’da Jüri Büyük Ödülü ve İzleyici Ödülleri’ni kazanan Richard Glatzer ve Wash Westmoreland, yine birlikte yönettikleri, etkileyici dram ‘Still Alice’ ile karşımızdalar. Ünlü bir dilbilimi profesörü ve sevilen bir öğretim üyesi olan Alice Howland, kariyerinin zirvesindeyken, Alzheimer hastalığına yakalandığını öğrenir. Evli ve üç yetişkin çocuk annesi olan başarılı kadın, kendisi ve ailesi için başlayacak zorlu sürece hazırlanırken bir yandan da, hızla yitirdiği hafızasına karşın ‘kendisi’ olarak kalabilmek için müthiş bir savaş verecektir. Başrolü üstlenen Julianne Moore’u yılın ödül avcısı kılan filminde, usta aktrise, Alec Baldwin, Kate Bosworth ve Kristen Stewart eşlik ediyorlar. ‘En İyi Kadın Oyuncu’ dalında Altın Küre ve BAFTA ödüllerini de kazanan Moore, Oscar’da da en önemli favori görünümünde. Lisa Genova’nın romanından perdeye uyarlanan dram, öykü olarak ilginç ve derinlikli olmasa da, yaratılan yalın ve gerçek atmosferle, Julianne Moore’un enfes performansı filmi rahatlıkla izlenir kılıyor. Yani işin etkileyici yanı, doğallık ve işin lokomotifi olan oyuncuda. Bir de, bu perdeye yansıyan hastalıklar meselesinde, alışageldik ‘ilgi’ ve ‘sempati’ ve ‘empati’ durumları, bir parça ‘yabancılaştırıyor’ sizi karşınızdaki işin sinemasına. Öykülerse, genellikle, orta ve üst sınıf karakterler etrafında dönüyor bu hastalık meselelerinde. Elde yok, avuçta yok bir Alzheimer hastası, izleyicileri, başarılı, modern ve cazip bir profesör kadın kadar etkilemiyor işin özetinde. Son tahlilde, izle, etkilen, duygulan ve ardından salonu terk et filmi ‘Unutma Beni’. Ötesi yok! (3 / 5)
GRİNİN ELLİ TONU
Grinin değil, ‘anlamsızlığın’ elli tonu! Genç kızların tiz çığlıklarla karşıladıkları E.L. James’in çok satan aynı adlı ‘popüler’ romanının beyazperde uyarlaması, 2009 tarihli, John Lennon’un hayatına mercek uzatıp, ümit vaat eden ‘Nowhere Boy’ un yönetmeni İngiliz sinemacı Samantha Taylor-Johnson imzası taşıyor. İngiliz dili ve edebiyatı öğrencisi Anastasia Steele, multimilyoner, çekici ve karizmatik iş adamı Christian Grey ile arkadaşının ricası üzerine bir röportaj gerçekleştirir. Henüz ilk görüşmede, adamın tavırları ve karizması, genç kadını derinden etkiler. Aşka ve ilişkilere mesafeyle yaklaşan Anastasia, yakışıklı adamın cazibesine karşı koyamayınca, kendini, ilişkinin çekimine bırakır. Fakat Grey’in, özel hayatında, alışagelmedik, farklı zevkleri vardır. Genç kız, tutku ile bağlandığı adamın sır dolu cinsel oyunlarının ortasında bulur kendini. Bu tuhaf ilişki ve tutku, her iki insanı da olgunlaştırıp, dönüştürecektir. Dakota Johnson ve Kuzey İrlanda asıllı Jamie Dornan’ın kimyasına sırtını rastlayan erotik romantik dramda, usta aktris Marcia Gay Harden’da rol alıyor. Şurup, şeker durumlar arasında, yalancı bir pornografi hali, ‘grinin elli tonu’nun özeti işin aslı. Seksenli yıllarda burun kıvrılan Zalman King filmlerini mumla aratan, yeni nesil bir pornografiye yumuşak geçiş filmi, perdede duran. Ne idüğü belirsiz karakterler, oluşlar, duygular geçidi. Tutku ve şehvet denen içi dolu kavramları boşaltan, sıfırlayan, ayakları yere basmayan, son derece yüzeysel ve olmamış bir film ‘Grinin Elli Tonu’. Bu arada, kitabın ve filmin özelinde, yeni neslin değer ve cinsellik yargılarına da ibretle ‘bir bakıp çıkıyoruz’, usulcacık! Filmin ardından, sevgili dostum ve meslektaşım Cumhur Canbazoğlu, meseleyi özetledi: ‘Perşembe pazarına gidiyorum, naylon ip ve bant alıp, oyun odamı döşeyeceğim de!’. Bir elinde cımbız, bir elinde ayna olup, dünyayı umursamayanlara ve özellikle boşlukta kulaç atanlara! (1 / 5)
SENİ SEVİYORUM RİO
Ünlü yönetmenlerin çektiği ve yıldız oyuncuların yer aldığı küçük bölümlerden oluşan 2006 ve 2008 yıllarında Paris ve New York’u mercek altına alan ‘aşk şehirleri’ serisinin üçüncü ayağı, Rio’yu yansıtıyor perdeye. Brezilye-ABD ortak yapımı film, Latin Amerika’nın önemli şehirlerinden Rio’nun farklı semtlerinde yaşanan farklı aşk hikayelerini içeriyor. Usta Brezilyalı Fernando Meirelles, ‘La Grande Bellezza / Muhteşem Güzellik’ ile yıla damga vuran İtalyan Paolo Sorrentino, ABD’li aktör-yönetmen John Turturro, ‘Buz Devri / Ice Age’ ve ‘Rio’ gibi ünlü animasyonlarıyla tanınan Carlos Saldanha, senarist kimliğiyle öne çıkan Meksikalı Guillermo Arriaga, Avustralyalı Stephan Elliott, Güney Korei Im Sang-Soo, ‘Karamel’ filmiyle anımsayacağınız Lübnanlı Nadine Labaki’nin başı çektiği on bir yönetmen, Rio’nun farklı sosyo-ekonomik ve kültürel bölgelerinde, ‘farklı’ aşklar çerçevesinde öykülüyorlar. İnsan sıcaklığı, doğa, geçicilik, acı, şefkat, hayatın engebeli yokuşları, hesaplar ve şehrin kendine özgü ritminde yaşanan ilişkiler. Oyuncu kadrosu da dikkat çekiyor filmin. Uluslar rası yıldızlar arasında kimler yok ki? Ev sahibi kontenjanından Brezilyalı aktris Fernanda Montenegro, Harvey Keitel, Vincent Cassel, Emily Mortimer, John Turturro, Vanessa Paradis, Jason Isaacs, Rodrigo Santoro, farklı öykülerde karşımıza çıkan yıldız isimler. Rio’ya ve Rio’da aşık olmak, ilginç anlar içerse de, büyük resme yansıyan ‘ısmarlama’ proje atmosferi bir an olsun bırakmıyor peşinizi. Yine de ayrı bir tat ve doku meselesi, başka başka bakışlarla ilgiyle izlenen bir seyirlik çıkarıyor karşımıza. (2,5 / 5)
İÇİMDEKİ BALIK
Ertan Velimatti Alagöz’ün ilk uzun metraj yönetmenlik deneyimi, izleyici ile ilk kez, 21. Altın Koza Film Festivali’nin Ulusal Yarışma bölümünde buluşmuştu. Başrolde Deniz Celiloğlu’yu izleyeceğimiz romantik dram, otuzlu yaşlarının sonlarındaki Barış’ın, hayatı algılamasının öyküsü. Senaryosu ve kurgusu da Alagöz imzası taşıyan filmde diğer önemli rolleri, Deniz Özdoğan, Emirhan Arapoğlu, Okan Avcı, Tarık Pabuççuoğlu ve Hakan Gerçek üstleniyorlar. Annesi ona hamileyken kullandığı ilaçlar yüzünden sol eli, garip bir biçimde yüzgeci andıran Barış’ın kendi deyişiyle, kışları karanlık ve depresif, yazları aydınlık ve manik geçmektedir. Babasının ölümünün ardından, ondan geri kalan Akvaryum dükkanını işletmekte, akvaryum canlılarıyla yaptığı araştırmalarla, kendisinin fiziksel ve ruhsal bozukluklarına anlam bulmaya çalışmaktadır. Radikal bir karar sonrası, dükkanı devredip, tekneyle denize açıldığında, genç bir dalgıç olan Deniz’le tanışır. Bilim ve aşkın çatışması, doğanın da yardımıyla yeni bir başlangıca sürükleyecektir genç adamı. Yer yer ilginç saptamalar yapan, fakat kafası karışık bir film ‘İçimdeki Balık’. Sosyal gerçeklerden kopuk, ayakları yere basmayan hali, yerli filmlerin genel ilgi alanlarına bakıldığında farklı bir yerde konumlandırıyor yine de filmi. Titiz biçimi de düşünüldüğünde, rahatlıkla izlenir bir yapıma dönüşüyor, SETEM Akademi Sineması bünyesinde gösterime çıkan film. (2 / 5) MURAT ERŞAHİN