13 OCAK 2017
Yeni vizyona, üçü yerli sekiz film merhaba diyor. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.
AMERICAN HONEY
-Yollarda güçlenmek ve düşmemek üzerine-
Altın Palmiye için yarıştığı Cannes’de, Jüri Ödülü kazanan dram, 2009 tarihli hüzünbaz ‘Fish Tank’ ile bağrımıza bastığımız Andrea Arnold imzalı. Arnold’un yazıp yönettiği ‘yol filmi’, ‘Z kuşağı için yeni bir Easy Rider’ olarak tanımlanıyor. Günümüz gençliği, insanı sıfırlayan, yok eden kapitalist ahlak ve daha zalim, duyarsız bir hale dönüşen dünya. Aile içi şiddet, yoksulluk ve yoksunluktan oluşan hayatından koşarak uzaklaşmak isteyen genç Star, yol boyunca dergi aboneliği satan gezici bir satış grubuna eklenerek, rotasız, upuzun bir derin Amerika yolculuğuna çıkar. Romantizmle koyun koyuna yatan sert bir gerçekçilik içeren dram, sosyal ve politik vurgularının yanı sıra, farklı bir aşk filmi olarak da ele alınabilir pekala! Özgürlük ve ‘olgunlaşma’ dramıdır öte yandan, yeni nesil yol filmi. Amatör oyuncu Sasha Lane’i beyazperdeye lanse eden yapımda, Shia LaBeouf, en iyi performanslarından birini sergiliyor. Riley Keough ve McCaul Lombardi, başarılı kadronun öne çıkan diğer isimleri. Güçlü soundtrack ve İrlandalı Robbie Ryan’ın etkili kamerası, ayrı bir ivme kazandırıyor enerjik filme. Kapitalist acımasızlığın boyutları ve öykünün dinamikleri bakımından yeni bir ‘Scarecrow / Korkuluk’ olarak da okunabilir film. 1973’te Cannes’de Altın Palmiye kazanmış Jerry Schatzberg dramında başrolleri iki efsane aktör; Gene Hackman ve Al Pacino paylaşmışlardı. Günümüz dünyasına genç bir çift gözden bakması, yeni jenerasyonun umut ve umutsuzluklarına, hafif şiirsel ve özgürlük arayışını hor görmeden, sıcacık yaklaşması, önemli artısı yapımın. Çok fazla abartılmamalı fakat zaman geçtikçe değerlenecek filmlerden biri olarak bakılmalı ‘American Honey’e! (3,5 / 5)
UZAY YOLCULARI
-Uzayda aşk başkadır-
Romantik bilimkurgu, iki güzel oyuncuyu, Jennifer Lawrence ve Chris Pratt’ı uzay boşluğunda salınan bir gemide bir araya getiriyor. Bol ödüllü, cin fikirli 2011 tarihli filmi ‘Hodejegerne / Headhunters’ ile dikkat çekip, Hollywood’a terfi eden ve 2014’de en iyi uyarlama senaryo Oscar’ı dahil toplam kırk dört ödüllü ‘The Imitation Game / Enigma’yı yöneten Norveçli sinemacı Morten Tyldum’a emanet edilmiş duygusal hikaye. Senaryo yazarı ise, ‘Prometheus’ ve ‘Doctor Strange’ filmlerinin senaryo ortağı Jon Spaihts. Kimi avantür manevralar ve hafif gerilimlerle süslü öykü, dünyadan, dondurulmuş bir halde; uzaktaki bir koloni gezegenine seyahat eden yolculardan ikisinin, uykularından doksan yıl evvel uyanmaları sonucu yaşananları öykülüyor. Gizem, aşk, mecburiyetler, fedakarlık, felaket ve uzayda bile romantizm… Lawrence ve Pratt ikilisinin manyetizmasına, usta aktörler Michael Sheen ve Laurence Fishburne eşlik ediyorlar. Andy Garcia, finalde misafir oyuncu olarak ani bir bakışla konuk oluyor perdeye. Hoşluklara sahip öykü, özünde, aşka düşen iki bambaşka insanın bambaşka bir gerçeklikte, bambaşka imkanlar içinde yine aşkı seçmelerini işliyor. Titanic türü, farklı sınıf ve yaşamlardan iki insanın; büyük bir felakette yaşanan aşkları, tanıdık öyküyle flört ediyor. Yapım tasarımı titizlikle çalışılmış film, öykünün gittiği ve temas ettiği gerçeklerin, yerçekimine olan tutarsızlıklarıyla ayrıca dikkat çekiyor. Aşk aslında yerçekimine de karşıdır diyeceksiniz ama buradaki zoraki aşkın, başka başka fiziklerde yaşandığını düşünün bir de. İki heykel gibi güzel insan yerine, iki çirkin insanın aşkları, boş bir uzay gemisinin içinde hiç ilgi çekmez doğal olarak. Bu sebeple, filmin elini güçlendiren bu fiziksel mevzuyu göz ardı edemeyiz asla. Mantıklı açıklama getirilemeyen ani çözümler ve yaptım-oldular, koca gemiyi ve koca aşkı kurtarsa da, bir tatminsizlik duygusu ile ayrılıyorsunuz bu uzay yolculuğundan. Eskilerin ünlü TV dizisi ‘The Love Boat / Aşk Gemisi’ düşüyor akla. Daima yüreğe iyi gelen, kıpır kıpır taze bir aşkla terk ederdi gemiyi yolcular. Fakat o yolcular bile böyle manken gibi değillerdi. Hepimiz gibiydiler. Bizde onların aşkına inanır, ikna olurduk. Zorunlu bir aşk değildi onların ki. Mürettebatımız, kanlı-canlı insanlardan; Kaptan Stubing, barmen Ayzek, kamarot Gopher, Doktor Bricker, halka ilişkiler görevlisi Julie ve Vicki’den oluşuyordu. Eski günlerdi ve aşk güzeldi… Yine de aşk olsun da gerisi teferruat diyen izleyici için yerinde bir seçim. İki güzel yıldızın üzerine, biraz da gayet kaliteli bilimkurgu sosu ekleyince, izletiyor kendini rahatlıkla. (2,5 / 5)
İsviçre’nin bu yıl Oscar’larda ‘en iyi yabancı film’ dalında adayı olan ‘Ma vie de Courgette / Kabakçığın Hayatı’, Mira Nair imzalı biyografik yapım ‘Queen of Katwe’, bir aile macerası olan ‘Belle et Sébastien, l´aventure continue / Sebastian Sevgili Dostum’un yanı sıra üç yerli yapım; dram türündeki ‘Gölge’, komedi serisine dönüşen ‘Hep Yek 2’ ile korku-gerilim türündeki ‘Felak’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Tekrar iyi seyirler herkese! MURAT ERŞAHİN