13-15 ARALIK 2017
Yeni hafta, uzun süredir merakla beklenen ve normalden iki gün önce vizyon gören ‘Star Wars: Son Jedi’ dahil, ikisi yerli toplam yedi film içeriyor. Star Wars efsanesinin mottosu olan ‘Güç sizinle olsun’u ve içinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini kesinlikle bırakmamanızı hatırlatıp, iyi seyirler dileyelim herkese.
STAR WARS: SON JEDİ
(13 Aralık Çarşamba)
‘Star Wars’ efsanesinin sekizinci filmi beyazperdede! ‘Brick’, The Brothers Bloom’ ve ‘Looper / Tetikçiler’ filmleriyle tanıdığımız Rian Johnson’a emanet edilmiş yönetmen koltuğu! Johnson’un, bu büyük sorumluluğun altından başarıyla kalktığını belirtelim öncelikle. Başarılı yaratıcı, ‘Jedi düzeninde’ çekmiş filmini adeta! Tıkır tıkır işleyen el yapımı bir saat perdedeki yeni bölüm! Yeni filme geçmeden eskilere, yedinci filme geri dönmekte yarar olduğu kanaatindeyim.
George Lucas’ın 1977’de yarattığı ve perdeye yansıyan altı filmiyle ‘hakiki’ bir efsane olarak anılan ‘Star Wars’un yedinci filmi, iple, değil, halatla çekiliyordu hayranları tarafından. Vizyona 17 Aralık 2015 tarihinde merhaba diyen efsanenin yedinci halkası, ‘Star Wars: Güç Uyanıyor’, ‘Star Wars’ evreniyle ilk kez karşılaşacak taptaze jenerasyonu, aynı ataları gibi kucaklayan bir filmdi. Serinin üçüncü üçlemesinin ilk halkasının yönetmen koltuğunda, son dönemin dahi çocuklarından J. J. Abrams oturuyordu. Lucasfilm’in yapımcılığında hayata geçen yeni üçlemenin ilk filminin öyküsü de, yine Abrams, Lawrence Kasdan ve Michael Arndt tarafından kaleme alınmıştı.
Efsane, ikinci üçlemenin son bölümü olan ‘Revenge of the Sith / Sith’in İntikamı’ ile veda etmişti bize. Yeni film, imparatorluğun yenilgiye uğramasının otuz yıl sonrasında başlıyordu. Karanlık taraf, ilk düzen (first order) adıyla, galaksinin yeni tehdidiydi. Direniş, hiç beklenmedik biçimde ortaya çıkan yeni kahramanların, Rey ve Finn’in de yardımıyla aydınlık tarafa yeni bir zafer kazandırmak için müthiş bir mücadele verecekti. Karanlık ve aydınlık tarafların sonsuza uzanan savaşında, ‘güç’ yine odakta yer alıyordu.
Müthiş maceranın zihinde ve gönülde yer etmiş kahramanlarının yanı sıra, yeni üçlemeye eklemlenen müthiş karakterle de tanışıyorduk. Aydınlık tarafın temsilcileri; filmin güçlü kadın kahramanı Rey, bir kaçakken özgürleşen ve hayatını anlamlı kılan Finn, yüzbaşı Poe Dameron, bilge Maz Kanata ve sevimli mi sevimli droid BB-8 ile Darth Vader’in tahtına göz diken karanlık tarafın temsilcisi Kylo Ren, General Hux ve en nihayet karanlığın kötü lideri Snorke’ydi. Korkusuz savaşçı Rey, Star Wars evrenindeki özel bağıyla; başlı başına ayakları yere basan bir kadın kahraman olarak tek kelimeyle büyüleyiciydi. Ona hayat veren İngiliz aktris Daisy Ridley’in yıldız ışığı ise göz alıcı! Efsane öykünün, gerçek bir Shakespeare trajedisi olmasındaki en büyük etmen olan baba-oğul durumu, yeni filmde de unutulmamıştı. Darth Vader-Luke Skywalker ilişkisi, bu kez Han Solo ile Kylo Ren arasında kurulmuştu. Eski dostlar Han Solo, Prenses Leia, Chewbacca, C-3PO, R2-D2 ve tabii ki finalde de olsa Luke Skywalker, yine bizimle birlikteydiler. Han Solo ve Chewbacca’nın perdede ilk görüldüğü an, salondan yükselen alkış sesleri, karakterlerin, filmin, ne bileyim belki de çocukluğumuzun ne denli özlendiğinin kanıtıydı.
Kapitalist endüstrinin en önemli ürünlerinden olan, özel bir meta ve ticaret sembolü haline alan görkemli seri, bir tarafıyla da, duygusal yanı kuvvetli, nostaljik serüveniydi beyazperdenin. J. J. Abrams, bu sahici bağımlılığı çok iyi analiz etmiş ve neredeyse orijinal filmin aynısını çekmişti. Dekorlara, kostümlere, karakterlere ve o orijinal ‘ilk’ hallere dokunmadan. Yeni üçleme merakla ve hararetle izlenecekti kuşku yok… ‘Güç sizinle olsun!’ diyerek yeni filme geçelim.
Rian Johnson önderliğindeki sekizinci film ‘Star Wars: The Last Jedi / Star Wars: Son Jedi’nin öyküsü, yönetimi ve kurgusu birinci sınıf! Oldukça da duygusal. Bildiğimiz tanıdık evrenin duygu tonunu bir an olsun ihmal etmeden anlatıyor öyküsünü. Aksiyon son derece tempolu, yeni dokunuşlarsa, ayrı bir artı değer! Finaldeki Oliver Twist göndermesi ise kreması, bu nefis pastanın! ‘Güç’ün gizemleri, geçmişin sırları, unutulmamış efsaneler ve geleceği besleyen umut! Yeni Jedi adayımız Rey ve gerçek efsane Luke Skywalker buluşuyorlar. Kylo Ren’in hangi tarafı seçeceği sorusu bir süre bizi meşgul ederken, Poe Dameron, Finn ve efsaneye yeni dahil olan cesur savaşçı Rose, mücadeleyi sürdürüyorlar tabii. Prenses Leia’nın önderliğini, Amiral Holdo’nun dirayetli cesaretini ve eski dostlarımız Chewbacca, R2-DE ve C-3PO’nun kahramanlıklarını unutmamak gerek bu arada!
Daisy Ridley’in seriye iyiden iyiye alıştığı ve parıldadığı filmde, kült filmin efsaneleri Carrie Fisher, Mark Hamill’in yanı sıra, Adam Driver, Oscar Isaac, Domhnall Gleeson, John Boyega’ya, Kelly Marie Tran ve usta oyuncular Benicio Del Toro ile Laura Dern eklenmiş.
Yeni bir finale yelken açan ve umudu yeşertip kollayan film, Rose’un, Finn’e söyledikleriyle anımsanabilir: ‘Savaşı böyle kazanacağız: nefret ettiklerimizi öldürerek değil, sevdiklerimizi kurtararak!’ Bir önceki bölümün eksik kalmış parçalarını tamamlayarak, son derece matematik bir kurguda ilerleyen ama öykünün duygusal boyutunun içini doldurmayı asla ihmal etmeyen yeni film, kült serinin önemli halkalarından biri! Söylemeden geçmeyelim ve adet olduğu üzere koyalım noktayı: ‘Güç sizinle olsun!’ (4 / 5)
GODARD VE BEN
-Zorlu adam, genç kız, aşk ve dünya hali-
Yedinci sanatın dahi isimlerinden ‘Yeni Dalga’nın asi lideri Jean-Luc Godard ve kendisinden on yedi yaş küçük eşi aktris Anne Wiazemsky’nin ilişkileri, Godard’ın dünyayı değiştirme düşü ve insanlık halleri… 2011 tarihli romantik dram ‘The Artist / Artist’ ile en iyi yönetmen Oscar’ı kazanan Litvanya asıllı Fransız sinemacı Michel Hazanavicius’un yönettiği biyografik yapım, Anne Wiazemsky’nin ‘Un an après’ adındaki otobiyografisinden uyarlanmış perdeye. Cannes’de Altın Palmiye için yarışan incelikli biyografi; dev bir sinemacının ve onun gen. Oyuncu eşinin dramdan komediye uzanan öykülerinin yanında bir dönemin de ruh altı röntgeni öte yandan.
Paris’teyiz. Yıl, 1967. Dönemin hakkında en çok konuşulan, hemen herkesin dahi olarak nitelediği, Fransız Yeni Dalga’nın mimarlarından Jean-Luc Godard, ‘La Chinoise / Çinli Kız’ filmini çekmekte. Filmin başrolünde, Anne Wiazemsky var. Sinemaya Bresson’un başyapıtlarından ‘Au Hasard Balthazar / Rastgele Balthazar’ ile başlayan 1947 doğumlu Wiazemsky, seçkinci ve aristokrat bir aileden gelen bir yıldız adayı ve 1952’de Nobel edebiyat ödülü kazanmış, muhafazakar dünya görüşü ile tanınan 1885-1970 yılları arasında yaşamış usta kalem François Mauriac’ın da torunu. O güne dek, ‘À bout de souffle / Serseri Aşıklar’, ‘Le Mépris / Nefret’, ‘Pierrot le fou / Çılgın Pierrot’ gibi birçok başyapıta imza atıp, sinemayı adeta yeniden tasarlayan kişi olarak gösterilen Godard, sevdiği kadın olan Wiazemsky ile evlenir. Her şey son derece hoştur ilk başlarda. Çiftin mutluluğu, Godard’ın zorlu kişiliği, dünyayı saran 1968 olayları, değişen dünyanın hali ve farklı kişiliklerinin de etkisiyle acıya, duygu kaybına ve ayrılığa yol açacaktır.
Sadece dünya ile değil, kendisiyle de kavga halinde olan bir sanatçının, politik benliği her şeyin üzerinde olan yetkin bir sinemacının, bir düşün insanının ama ikili ilişkilerde, özellikle evlilikte başarısız olan, sadece kendisini değil; çevresini ve hemen her şeyi sorgulayan bir insanın öyküsü izlediğimiz. Godard’ı Louis Garrel, Wiazemsky’i ise Stacy Martin’in canlandırdığı filmde, Bérénico Bejo da rol alıyor. Dönemin entelektüel simaları, siinemacılar başta olmak üzere sanatçılar, Godard’ın ve Wiazemsky’nin yakın çevresi, öykünün fonunda yer alıyor. Ünlü yönetmen Marco Ferreri örneğin!
İki insanın ilişkisi ekseninde, onları çevreleyen dünyaya, döneme ve sanatçı özelinde, Godard’a farklı bir bakış; Hazanavicius’un yeni filmi. Zor bir adamın, kendinden farklı sevgilisi ve idealleri arasında kalışı, dünyayı ‘zor’ biçimde algılayan ve bu zorluğa karşın, herkesle ve en önemlisi kendisiyle mücadele eden bir aydının fotoğrafı duruyor perdede. İyi yazılmış, oynanmış ve çekilmiş, rafine bir yapım orijinal adıyla ‘Le Redoutable’! (3,5 / 5)
THE PARTY
-Koyun can derdinde, kasap et!-
İngiliz sinemacı Sally Potter’ın, Berlin’de ‘Altın Ayı’ için yarışan filmi, eğlenceli olsun diye çekilmiş bir kara komedi! Kutlama vesilesiyle bir araya gelen yedi kişinin sırlarının ortaya çıkmasıyla trajediye dönüşen bir parti… Muhalefet partisinin gölge sağlık bakanı olarak atanan Janet, başarısını eşi ve sevdiği dostlarıyla birlikte kutlamak için evinde bir parti düzenler. Birbirlerinden farklı fakat geçmişlerinin ve şartların birbirine bağladığı arkadaşların sırları su yüzüne çıkmaya başlayınca, ‘kimin kimi kiminle’ aldattığı anlaşılmaz hale gelen tuhaf bir hesaplaşma gecesine dönüşür parti.
Potter’ın yazıp yönettiği filmde birbirinden önemli isimler yansıyor perdeye. Yedi kişi arasında geçen öyküde, Patricia Clarkson, Bruno Ganz, Kristin Scott Thomas, Timothy Spall, Cillian Murphy, Emily Mortimer ve Cherry Jones tabir yerindeyse döktürüyorlar! Tek perdelik bir sahne oyunu adeta Potter’ın yeni filmi. Sınıfsal ve politik dertleri olan bir eleştiri olarak bakılabilir pekala filme fakat daha ziyade, snop bir bilmişlik ve tükenmişlik oyalanması izlediğimiz! Dünyanın hali ortadayken, üst sınıf bir grup İngiliz’in sıcak salonlarında oturup, birbirlerini kiminle aldattıklarını ve ilişki durumlarının ahvalini izlemek son derece gereksiz geliyor bir yerden sonra. Üstelik sağlıklı bir eleştiri noktasına varmayan, herkesin sadece tensel zevklerine göre takıldığı, vicdansız ve üstten bir zırvalık akıyor, tekdüze anlatıdan. Bakalım şimdi laf nereye gelecek derken, bir dizi anlamsız ve saçma eylemin hiçbir yere çıkmaması, daha da sinirlendiriyor insanı. Yedi usta oyuncunun kendi hallerine bırakıldığı çıkışsız, sıkıcı ve yavan bir ağız kalabalığı! (2 / 5)
ABD-Somali-Kenya-Sudan-Güney Afrika ortak yapımı Al Pacino’lu biyografik dram ‘The Pirates of Somalia / Somali Korsanları’, Alain Chabat’ın yazıp yönettiği ve başrolü üstlendiği Fransa-Belçika ortak yapımı aile komedisi ‘Santa & Cie / Yeni Yıl Tehlikede’ile birlikte iki yerli yapım; Osman Taşçı’nın yönettiği ‘Poyraz Karayel: Küresel Sermaye’ ile yönetmen koltuğunda Mehmet Doğan’ın oturduğu ‘Papatya’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Tekrar iyi seyirler herkese. MURAT ERŞAHİN