12 ŞUBAT 2016
Hemen her türü içinde barındıran haftada, vizyona merhaba diyen yeni film sayısı yedi. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.
SESSİZ ÇIĞLIK
Bir ailenin yaşadığı büyük acıdan, dünyanın genel ahvaline ve ‘insan’a ait derinde yatan ağır elemlere bakan başarılı dram orijinal adı ‘Louder than Bombs’ı, alternatif rock grubu The Smiths’in aynı adlı albümünden almış. Film, iki uzun metrajı, ‘Reprise / Tekrar’ ve ‘Oslo 31. August / Oslo, 31 Ağustos’ ile yüreklere yerleşen Norveçli sinemacı Joachim Trier imzası taşıyor. Cannes’de Altın Palmiye için yarışan filmin senaryosunu Joachim Trier, her zamanki gibi ortağı ve dostu Eskil Vogt ile birlikte kaleme almış. Vogt’u da senaryoları dışında; yönetmen olarak imzaladığı 2014 tarihli ‘Blind / Körlük’ ile anımsayacaksınız. ‘Sessiz Çığlık’, ünlü fotoğrafçı annenin ölümünün ardından, geride kalan eşi ve iki oğlunun dünyalarına bakıyor usulca. Kaza mı, intihar mı meselesinin ardından geçen üç yıldan sonra, iki erkek kardeş, babalarıyla birlikte; hayata, aralarındaki mesafeye ve ‘körleşmiş’ iletişime yeniden anlam vermek için çaba sarf ederler. Ait hissedememek, söyleyememek, yürekte bir yerde takır tukur eden duygularla yaşamak, acıyı haykıramamak, öte yandan gitmek ve kalmak arasındaki ‘hissizlik’. Dışarda yaşanan korkunçluğu, ‘içerdeki’ sevgiyle tedavi edememek. Sevginin yetersiz kaldığı yerler, sıkışmak, korkmak, sürdürmenin anlamsızlığı bazen ve yanı başınızda patlayan bombadan daha gürültülü bir sessiz infilak… Gabriel Byrne, Isabelle Huppert, Jesse Eisenberg, Amy Ryan, David Strathairn ve son derece başarılı genç aktör Devin Druid’den oluşan oyuncu kadrosu, incelikli senaryonun hakkını veriyorlar. Yaşadığımız nobran, vahşi, yoz, adaletsiz ve ‘zavallı’ çağda, algılanması ve içselleştirilmesi oldukça zor bir film duruyor perdede. Yaman dramın hakkını vermek ve onu bir süre yüreğinizin iç cebinde taşımak size kalmış. (4 / 5)
DEADPOOL
Süper kahraman filmlerinde; şüphesiz, taze, yeni, derin bir soluk anlamı taşıyor ‘Deadpool’! Marvel Comics’in en farklı ve kendine özgü anti-kahramanının beyazperde versiyonunu imzalayan isimse, animasyon kökenli Tim Miller. Oscar adayı kısa animasyon ve iki kısa kurmaca filmin ardından ilk uzun metrajında, gerçekten dikkatle izlenecek yönetmenler sınıfına adını yazdırıyor Miller. Bilimkurgu katkılı aksiyon, eski özel kuvvetler askeri olan Wade Wilson’un, ölümcül kanser hastalığına yakalanmasının ardından, bir nevi şeytanla anlaşarak, üzerinde gerçekleştirilen deney sonrası, bazı olağanüstü güçlere kavuşmasının ve aşkı sebebiyle atıldığı intikam macerasının öyküsü. Ryan Reynolds, kendisiyle hunharca dalga geçen, hınzır, ağzı bozuk, kural dışı anti-kahraman Deadpoll rolünde. Filmin kötü adamı İngiliz aktör Ed Skrein. Brezilyalı güzel aktris, Morena Baccarin, Brianna Hildebrand ve Karan Soni, filmin öne çıkan diğer isimleri. Mutant evreninden iki sıkı kahraman, Colossus ve Negasonic Teenage Warhead ile birlikte, kötücül bir ekibe karşı savaşan Deadpool, süper kahraman mitiyle, tarihiyle, karakteriyle ve belki de bütün Hollywood’la gönlünce geçiyor dalgasını! Çok iyi yazılmış, zeki ve çevik diyaloglar, filmin matrak açılış jeneriğinde yer aldığı üzere filmin asıl kahramanlarının, senaryo ekibi olduğunun altını çiziyor. Elini korkak alıştırmayan, grafik şiddet de olsa Marvel evreninin alışageldik şiddet dozuyla da denemeler yapan, sokaktan ve garibandan yana, serseri Deadpool, süper kahraman filmlerinin bayıcı aynılığına da kafa tutuyor. Dinamik kurgusu ve ne yaptığını bilen gidişatıyla, sürükleyici, keyifli ve içi dolu bir seyirlik. (4 / 5)
DANİMARKALI KIZ
Sanat yönetimi, kostümler ve görüntü yönetimi dahil olmak üzere, genel yapım tasarımı, oyuncu performansları, orijinal müzik, perdede izlediğimiz öykünün çok üzerinde seyrediyor. Yaşanmış olaylardan esinlenmiş biyografik dramın, romantizm, dolayısıyla duygu dozu, vasatın altında seyrediyor. David Ebershoff’un aynı adlı romanından uyarlanan yapım, ‘The Damned United’, ‘en iyi yönetmen Oscar’ını kazandığı ‘The King’s Speech / Zoraki Kral’ ve ‘Les Miserables / Sefiller’ adlı kalburüstü filmlerden tanıdığımız İngiliz yönetmen Tom Hooper imzalı. 1920’li yıllarda, Danimarkalı ressam karı-koca Einar ve Gerda Wegener’in hayatları, Lili Elber’in ortaya çıkmasıyla sonsuza dek değişecektir. Transgender olarak çığır açacak Lili, Einar’ın ta kendisi, içindeki gerçek cinsel kimliğidir. Kimlik, cesaret, arzular, engeller, dostluk ve aşk üzerine bir öykü duruyor karşımızda. Cesaret içeren ‘dönüşüm’ öyküsü, karşısındakine duyduğu aşk yüzünden fedakarlık yapan bir kadının ve kadını gerçekten seven ama içinde yatan gerçek kimliğine dönüşmek isteyen genç adamın dramını, hakkıyla yansıtamıyor perdeden, koltuğa. Son derece titiz kotarılmış genel yapım tasarımı müthiş oyuncu performansları, televizyon filmi görünümü ve gücünden öteye taşıyamamış yapımı. Tom Hooper’ın etkin yönetmenlik maharetlerini, bu kez gözlemleyemiyoruz. Son derece duygu dolu olması gereken hikaye, finaldeki yoğun melodrama rağmen geçmiyor perdeden bir türlü izleyiciye. Duygulanmak bir yana, başka yerlere savrulup, iki saatlik sürenin ne için kullanıldığını düşünüyorsunuz bir zaman sonra. Bu önemli noktadan öte, kostümler ve sanat yönetimi dahil, Alexander Desplat imzalı orijinal müzik ve görüntü yönetmeni Danny Cohen’in çabası, filmin öne çıkan kozları olarak yer ediyorlar. Tabii oyuncu kadrosu da öyle… Geçen yıl, ‘The Theory of Everything / Her Şeyin Teorisi’ ile ‘en iyi erkek oyuncu’ Oscar’ını kazanan ve bu yıl da, filmdeki performansıyla aynı dalda tekrar aday olan Eddie Redmayne ve ‘en iyi yardımcı kadın oyuncu’ Oscar adayı Alicia Vikander karşılıklı çabalıyorlar. Ben Whishaw, Matthias Schoenaerts, Amber Heard ve Sebastian Koch, başarılı kadronun diğer isimleri. (2,5 / 5)
Haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri ise, ‘The Choice / Aşkın Seçimi’ adlı romantik dram ile birlikte, üç yerli yapım: ‘Mel-Un’ adlı korku gerilim, ‘Hesapta Aşk’ adındaki gençlik komedisi ve romantik dram ‘Dünyanın En Güzel Kokusu’. MURAT ERŞAHİN