12 OCAK 2018
İkisi yerli, toplam yedi yeni film merhaba diyor, yılın ikinci vizyonuna… İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! İyi seyirler herkese.
DAHA
-Birey, şiddet, düzen-
Hakan Günday’ın aynı adlı romanından esinlenen ‘Daha’, oyuncu kimliğiyle tanıdığımız Onur Saylak’ın ilk yönetmenlik denemesi. Sert, dokunaklı, aynı zamanda sahici bir baba-oğul çatışması çevresinde, daha iyi, insanca bir hayat için yollara düşüp sefil olan göçmenler hikayesi. İktidarın ve gücün, sıradan, küçük, korunaksız birey üzerindeki etkisi, nesilden nesle genetik biçimde aktarılan güdüler ve önlenmesi güç şiddet!
İnsan kaçakçılığı yapan babası Ahad ile yaşayan ve onun çırağı olan on dört yaşındaki Gaza, yaşadığı küçük sahil kasabasından kaçıp, büyük şehirde üniversite okumak isteyen zeki bir çocuk. Ergenlik süreci, babasının baskıları ve sürekli şiddet içinde geçmekte. Kötü şartlarda barındırdıkları göçmenleri kaçıran şebekenin parçası olan baba-oğul, insansız bir dünyada yaşamaktalar aslen! Gaza, hayata ve insana dair bütün zulüm ve şiddeti içselleştirmiş durumda. Kaçıp, kurtulmak, düşlerindeki hayat erişmek en büyük amacı. Umut ise herkes için değil tabii!
Ahmet Mümtaz Taylan ve gencecik Hayat Van Eyck’in karşılıklı döktürdükleri sert dramda, diğer önemli rolleri, Turgut Tunçalp, Tankut Yıldız ve Tuba Büyüküstün üstleniyorlar. Feza Çaldıran’ın birinci sınıf kamerası ve Ali Aga’nın metronom kurgusu, çok şey katmış anlatıya. Onur Saylak, ilk yönetmenlik deneyimine rağmen, son derece egemen filme! Finale doğru bir parça sarkan ve derdinden fazlasına soyunan öykü, bir ilk film için epey başarılı doğrusu! İncelikli ve kapalı kimi gönderisiyle de, artı değer yaratmayı bilmiş, acımasız dünyanın kimilerine dağıttığı umut ve adaleti gözler önüne seren yapım. 24. Uluslararası Adana Film Festivali’nden Yılmaz Güney Ödülü, SİYAD ödülü, Adana İzleyici Ödülü ile ayrılan yapım, 7. Malatya Film Festivali’nden ise ‘En İyi Ulusal Film Ödülü’ dahil toplam dört ödül kazanmayı başarmıştı.
Gittikçe büyüyen çıkışsız bir öfkenin, dünyayı dolduran haksızlığın, hayatın ucuzluğunun, kabuslara eşlik eden korkunun, baba-oğul ilişkisinin sahici ama netameli halinin, bastırılmış çaresizliğin resmi ‘Daha’! Onur Saylak, yönetmenlikteki ilk adımını son derece sağlam ve doğru atmış. (4 / 5)
THE POST
-Basının gücüne, erdemine ve kağıt kokusuna inananlara!-
Yetmiş yaşı geride bırakmış, usta zanaatkar ve öykü anlatıcısı, Hollywood’un gerçek dahisi Steven Spielberg’in yönetmenliğini üstlendiği otuz ikinci uzun metraj kurmaca filmi, basın özgürlüğü, basının gücü ve erdemi üzerine etkileyici bir ‘büyük film’! Perdeye, yaşanmış olaylardan uyarlanan biyografik dram, Amerikan halkının Vietnam Savaşı’na bakış açısını önemli ölçüde etkileyen Pentagon belgelerinin ortaya çıkarılma sürecini öykülüyor.
Ordu analisti Daniel Ellsberg tarafından yazılan ve basına sızdırılan Pentagon belgelerini, 70’li yılların hemen başında yayımlayan Washington Post çalışanlarının ve mesele çevresinde yer alan hemen herkesin hikayesi. Altı dalda Altın Küre adayı olan ve Oscar ödüllerinde de adı sıklıkla geçmesi muhtemel film, Amerikan demokrasisini şefkatle okşuyor fakat söyleyeceğini de, dönemin yüksek mahkeme kararına saygı sunaraktan, ‘yekten’ söylüyor: Özgür basın susturulamaz.
Washington Post’un sahibi Katherine Graham ve gözü kara yayın yönetmeni Ben Bradlee, sızdırılan Pentagon belgelerini yayınlama kararı alırlar. Belgeler, Johnson yönetiminin Vietnam Savaşı’nda ABD askerlerinin rolü hakkında kamuoyuna ve ABD kongresine yalan söylediğini, Nixon yönetiminin gizlice savaşı tırmandırdığını ortaya koymaktadır ve Nixon yönetimi, gazetenin bu belgeleri yayımlamasını durdurmaya çalışır. Yüksek mahkemeye verilen gazeteciler, gerçeklerin kamuoyu ile buluşması adına, Nixon yönetimi ve Pentagon ile bir hukuk mücadelesine girerler.
Hem usta, hem yıldız isimler Meryl Streep ve Tom Hanks’a, Sarah Paulson, Bob Odenkirk, Bruce Greenwood, Bradley Whitford ve Michael Stuhlbarg gibi kalburüstü oyuncular eşlik ediyorlar. Streep ve Hanks şahaneler. Bütün oyuncular çok iyi aslında! Dönemin en ufak ayrıntısına dek vurgu yapan yapım tasarımı da takdire şayan. Gazete patronu ‘Kay’ Graham, yüksek sosyetenin ve politikacıların başkentte verdikleri davetlere katılmaktan fazlasını, daha doğrusu kendinden beklenmeyeni yapıp; ellerine ulaşmış gizli belgeleri korkusuzca ‘basalım’ der, Nixon yönetimini karşısına alacağını bilerek! Gazeteciliğin ne anlama geldiğini, basın özgürlüğü, basının gücü ve erdemi üzerine ‘yaşanmış’ gerçekleri perdeye yansıtan film, işin özünde Amerikan demokrasisini de şefkatle okşamayı ve Amerikan adaletine saygılarını sunmayı unutmuyor! Aslen büyük bir Amerikan idealleri teorisyeni ve uygulayıcısı Spielberg. Yılın önemli filmlerinden birini çekmiş olması, ayrı bir gerçeklik! Günümüz dünyasında ‘olması gerekeni’ gösteren biyografik dram, Watergate skandalını ortaya atan gazetecilere selam durarak kapanırken, Washington Post tarihine, dolayısıyla ABD’de basın özgürlüğü gerçeğine de şapkasını çıkartıyor. Spielberg, ülkesinin tarihi gerçekleri anımsatmaktan çok, ABD’nin günceline dair söyleyeceklerini çektiğini vurgulamış. İyi yazılmış, oynanmış, yönetilmiş film, mesele üzerine sağlam bir referans noktası oluşturuyor son tahlilde! (4,5 / 5)
ZİRVE
-Sınırsız hırslar üzerine-
Uluslararası usta aktör Ricardo Darin’in başrolde döktürdüğü, 1980 doğumlu Arjantinli yönetmen Santiago Mitre imzalı politik dram ‘La Cordillera / Zirve’, Ajantin-Fransa-İspanya ortak yapımı. Cannes’de prestijli ‘belirli bir bakış’ bölümünde yarışan gerilimli öykü, Latin Amerika zirvesine katılan Arjantin devlet başkanı ve yakın çevresi etrafında geçiyor. Başkanın siyasi ve kişisel ikilemi arasında kötülüğün ve hırsın sınırlarına tanık oluyoruz!
Arjantin başkanı, tıpkı diğer devlet adamları gibi Şili’de düzenlenen üst düzey Latin Amerika siyasi zirvesine katılır. Toplantı, Latin Amerika’nın geleceği kadar tüm dünya ülkeleri için de önem içermektedir. Hem kendi heyeti ve ülkesinin, hem de zirveye katılan komşu ülke başkanlarının ve zirveye yön vermeye çalışan büyük güçlerin ondan beklentileri vardır. Gazetecilerle dolu otelde onu zora sokan, sadece dönen politik oyunlar değildir. Ailevi meseleleri, özel hayatı ve zirvede ona eşlik eden kızı Mariana da başını ağrıtmaktadır. Latin Amerika kadar dünyanın geri kalanını da ilgilendiren zirveye ‘dışarıdan’ müdahale eden ABD, derin siyaset, kirlilik ve öz çocuğunu yok sayan, ölümcül ve kötücül bir hırs. İdeallerin önüne çıkarları koyan kirli kararlar, şantaj, aile sırları, gizli hayatlar ve ne olursa olsun iktidar olabilmek adına verilen zor kararlar.
Politik yönden gerçekten çok cesur bir iş çıkarmış yönetmen Santiago Mitre. Dolores Fonzi, Gerardo Romano, Erica Rivas, uzun süredir karşımıza çıkmayan usta oyuncu Christian Slater ve Şilili sinemacı Sebastián Lelio’nun güzelim filmi ‘Gloria’dan tanıdığımız Paulina Garcia, alkışı fazlasıyla hak eden politik gerilimde Darin’e eşlik eden diğer önemli isimler. Her yerde çekilmesi güç, biçimi ve atmosferi, öyküsünün politik ve insani gerilimini besleyen, söyleyeceğini elini korkak alıştırmadan söyleyen film, kayıtsız kalınmaması gereken bir dünya gerçekleri öyküsü. (4 / 5)
YOLCU
-Rayda komplo-
‘Unknown / Kimliksiz’, ‘Non-Stop’ ve ‘Run All Night’ filmleriyle beyazperdede iyiden iyiye sıkı bir ikili olan İspanyol yönetmen Jaume Collet-Sera ve usta aktör Liam Neeson’un yeni ortaklıkları, yine ‘entrika’ yoğun bir suç öyküsü. Polislikten ayrıldıktan sonra sıradan bir sigortacı olarak hayatını sürdüren orta halli aile babasının, her gün düzenli olarak kullandığı trende geçiyor öykü. Evden işe, işten eve rutininde banliyö trenini kullanan sigortacı, sıradan bir günde gizemli bir kadınla tanışır. Kadın, trende bulunan ve bir çanta taşıyan yabancıyı, adını verdiği istasyonda inmeden önce bulmasını ister adamdan. Bu zoraki görev karşılığı teklif edilen para, yüz bin dolardır. Tren durmadan önce, çözülmesi gereken sırlar ve kurtarılması gereken hayatlar vardır.
Vera Farmiga, Patrick Wilson ve Sam Neill, Liam Neeson’a eşlik eden diğer usta isimler. ‘Once Upon a Time in America / Bir Zamanlar Amerika’nın unutulmaz ‘Deborah’ı Elizabeth McGovern’da, misafir kontenjanından renk katmış zengin oyuncu kadrosuna. Kanadalı usta görüntü yönetmeni Paul Cameron, atmosfere omuz veren kamerasıyla, içinde birçok mantıksal boşluk olan öyküyü kurtarmaya çalışan isimlerden biri. İyi bir açılışın ardından, yavan ve sıradan bir gidişatı ezber eden öykü, ortalama çizgisinde; bir tren yolculuğuna çıkartıyor izleyicisini. Uçak, gemi, otobüs, tren fonlu, komplo-entrika içeren suç hikayelerinden bir yenisi karşımızda. Sıkılmadan sonu gelen ama manzarası belli bir yolculuk. Banliyö trenindeki entrika, yola sağlam koyuluyor ardından raydan çıkıyor! (2,5 / 5)
ARAMIZDAKİ SÖZLER
-Kalp, sadece kastan ibaret değildir!-
‘Paradise Now / Vaat Edilen Cennet’ adlı filmiyle tanıdığımız Filistinli yönetmen Hany Abu-Assad imzalı macera katkılı romantik film, Charles Martin’in yazdığı aynı adlı romandan uyarlanmış perdeye. Orijinal adıyla ‘The Mountain Between Us’, özel bir uçakta yolculuk eden biri kadın, diğeri erkek iki yabancının, yaşadıkları uçak kazası sonrası, karlarla kaplı vahşi doğada verdikleri hayatta kalma mücadelesini ve aralarındaki ilişkiyi öykülüyor.
Başrollerde, ahenkli bir kimyayı tutturan usta aktris Kate Winslet ve Idris Elba’yı izleyeceğimiz duygu yüklü aşk filminde usta oyuncu Beau Bridges ve Dermot Mulroney de yer alıyorlar. Neredeyse sonsuza uzayan, karlarla kaplı boşlukta, birbirlerinden başka kimseleri olmayan iki yabancı, dayanışma, şefkat ve sevginin gücüyle hayatta kalmaya çalışırlar. Trajik bir uçak kazası sonrası, zorlu doğa koşullarıyla mücadele ederken, birbirlerinin geçmişine, dolayısıyla yaralarına ve yüreklerine dokunan iki yabancı, farklılıklarından da güç alarak, akıl ve yüreğin yardımıyla yaşama tutunurlar. Birbirlerini iyileştiren iki insanın aşk öyküsüne, bir felaket fonunda tanıklık ediyoruz bu kez.
2005 tarihli ‘Paradise Now / Vaat Edilen Cennet’ filminde iki Filistinli intihar bombacısının röntgenlerini çeken ve akıl almaz trajediye oldukça içerden ve tamamen insani pencereden bakan yönetmen Abu-Assad, ABD’de çektiği yeni filminde de insani durumlara ağırlık vermiş. Birçok benzer öyküde gördüğümüz ve neredeyse ezber ettiğimiz olay ve oluşlara, son derece duyarlı biçimde ve vicdanlı yaklaşmış film. Kaba değil, epey incelikli dokunuşlar, hemen her anı tahmin edilebilir öyküye derinlik katıyor. Başkalarının anlayamayacağı, sadece aşıkların hissedip, duyumsayacağı ‘özel’ anları, bakışları, yürekteki yaraları ve zihindeki engelleri öne çıkarıyor, kalbin sadece kastan ibaret olmadığını söyleyen senaryo! (3 / 5)
RUHLAR BÖLGESİ: SON ANAHTAR
-Ruhuma hicranımı sardım da yine-
‘Saw / Testere’ başarısının ardından James Wan’ın yönetip, Leigh Whannell’ın kaleme aldığı ve ikilinin gişede seslerini yeniden yükselttikleri korku serilerinin dördüncü bölümü karşımızda. ‘Insidious: The Last Key / Ruhlar Bölgesi: Son Anahtar’, yeni filmin adı! İlk olarak 2010’da perdeye yansıyan korku öyküsü, bir ailenin başına musallat olan kötü ruhlarla ilgiliydi. 2013’de, ikinci bölüm çıkageldi. 2015’de üçüncüsü! Medyumlar, kötü ruhlar ve lanetler arasında, hayatta ve bildiğimiz dünyada kalma mücadelesini izliyoruz bir kez daha. Yeni film yine oturduğumuz koltuktan sıçramamıza neden olacak sahnelerle dolu. Moda tabiriyle bir ‘prequel / izleyiciyi hikayenin başlangıcına veya başlarına doğru götüren öykü’- ön bölüm; perdede duran korku örneği; üçüncü filmde de olduğu gibi.
Bu kez kahramanımız Elise Rainier’in çocukluğunun geçtiği eve, yani medyumun geçmişine gidiyoruz. ‘Medyum’ Elise ve ‘medyumcuk’ ekibi, geçmişin kötücül ruhunun elinde esir kalmış diğer ruhlar eşliğinde, geçmişin gerçeğini araştırıyorlar. ‘Evlerden ırak olsun’ diyeceğimiz kötücül ruhlarla mücadele öyküsü, bildik şablonların ve atmosferin ötesine geçip, türe katkı sağlamasa da, şok sıçramalarının fazlalığı ve ürkütücü gölge oyunlarıyla bir şekilde izletiyor kendini fakat tuhaf bir aynılık, kekremsi bir tatminsizlikle ayrılıyorsunuz salondan. Film serisi sayesinde yıldız olan emektar aktris Lin Shaye’e eşlik eden isimler, projenin yaratıcılarından Leigh Whannell ve Angus Sampson. Caitlin Gerard, Spencer Locke, Marcus Henderson, Josh Stewart, Tessa Ferrer ve bir diğer emektar aktör Bruce Davison, kadronun öne çıkan diğer isimleri. Ruha hicranı sarmadan izlemekte yarar var! (2 / 5)
Gupse Özay’ın yazdığı ve başrolü üstlendiği 2014 yapımı ‘Deliha’yı Hakan Algül yönetmişti. Devam filmi ‘Deliha 2’yi bu kez Gupse Özay yönetmiş. Başrolü de üstlendiği ilk yönetmenlik denemesi, haftanın; notlarımız arasında yer alamayan filmi. Tekrar iyi seyirler herkese. MURAT ERŞAHİN