12 MAYIS 2017
Yedisi yerli olmak üzere toplam on yeni filmin merhaba dediği 12 Mayıs haftası, yolu uzun süredir merakla gözlenen filmlere de ev sahipliği yapıyor. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.
YARATIK: COVENANT
-Klasik öykü, uzay boşluğuna bırakılmış-
Ridley Scott usta, bilimkurgu sinemasına, korku-gerilim eklediği klasiği çektiğinde yıl 1979’du. ‘Alien / Yaratık’, ardıllarına güvenli bir yol açmakla kalmamış, tür kırması olarak, kısa sürede bir kült olarak anılmaya başlanmıştı. 1986’da klasiğin bir seriye dönüştüğünün müjdesi olan ‘Aliens / Yaratığın Dönüşü’ çıkageldi. Yönetmen koltuğunda James Cameron oturuyordu. Devam filmi, bu kez alt türe, aksiyon katkısı sağlayarak, yine bir öncü görevi gördü. 92’de ise David Fincher özel bir dokunuşla ‘Alien 3’e artı değer katmayı başarıyordu. Dördüncü film 1997’de çekildi. Yaman Fransız Jean-Pierre Jeunet’e emanet edilen yapım, ‘Alien: Resurrection / Alien: Diriliş’ adını taşıyordu. 2004’te ise bu kez Ridley Scott’un yarattığı kusursuz ölüm makinesi, John McTiernan’ın 1987’de beyazperdeye armağan ettiği bir başka uzaylı yaratık ‘Predator’ ile harmanlanıyor ve evreni paylaşamayan iki türün mücadelesini izlediğimiz ‘AVP: Alien vs. Predator / Alien Predator’e Karşı’ yansıyordu perdeye. Yönetmen koltuğunda ‘Resident Evil / Ölümcül Deney’ serisine hayat veren yetenekli İngiliz Paul W.S. Anderson oturuyordu. Alien evreni, 2007’de çekilen ve yönetmen koltuğunu özel efekt departmanından gelen Colin ve Greg Strause kardeşlerin devraldığı ‘AVPR: Aliens vs Predatör Requiem’ ile ivme kaybediyor ve keseden yiyordu.
Kan kaybına, ‘Alien’in öz babası Ridley Scott dur dedi! 2012’de yeniden ‘canavar yaratığı’ için kolları sıvayan Scott, ‘Prometheus’da, ‘Alien’ efsanesinin başlangıcına dönüp bakarken, insanoğlunun kökenine doğru, aksiyon ve gerilimi ihmal etmeden sürükleyici bir yolculuğa çağırıyordu izleyicisini. Salon aydınlanınca, perdedeki ‘Prequel’den geriye, belli bir tatmin duygusu kalıyor ama beklentileri çok yüksekte tutanlar, orijinal bir katkı eklenmediğini öne sürüyorlardı türe. Ridley Scott ustanın elinin değdiği belli olan doku, sıkı oyuncu kadrosu ve kusursuz görsel yapıyla birleşince, yapıma seyir zevki konusunda bir eleştiri getirmek güçtü tabii ki! ‘Ejderha Dövmeli Kız’ olarak zihnimize kazılan İsveçli aktris Noomi Rapace’in canlandırdığı ‘Elizabeth Shaw’ karakteri, güçlü bir kadın kahraman olarak ‘Alien’ evreninin unutulmaz kraliçesi ‘Ripley / Sigourney Weaver’ ile örtüşüyordu. Hemen her rolü oynayabilecek, karizmatik aktör Michael Fassbender, Charlize Theron, Idris Elba ve ağır makyaj altında Guy Pearce, kadronun öne çıkan diğer isimlerini oluşturuyorlardı. 2090 yıllarında Prometheus adlı araştırma gemisi, insanoğlunun köklerine uzanacak bir keşif için uzay boşluğundaydı ama evrenin en karanlık köşesindeki bilinmeyene yaklaştıkça ortaya çıkan vahşi gizem, mürettebatı eski bir efsanenin kökenine götürecekti.
Seri, toplamda sekizinci, aslen altıncı ‘Alien’ filmi ‘Alien: Covenant / Yaratık: Covenant’ ile sürüyor. Ridley Scott usta, sekseninci yaşının olgunluğu ve tecrübesiyle yeniden kaptan köşkünde! ‘Prometheus’un devamı niteliğindeki öykü, Covenant adlı koloni gemisinin mürettebatıyla tanıştırıyor bizi. Sinyal aldıkları, sakin ve dünyaya benzeyen gezegene indiklerinde, ekibin keşfettikleri, dehşetli bir karanlıktan başka şey olmayacaktır. Scott usta, her zamanki rahat anlatımı ve müthiş atmosferi kuruyor yine fakat öyküyü yeni cinliklerle besleyemiyor! Tam anlamıyla keseden yeme durumu sürüyor serinin yeni filminde! Stanley Kubrick’in 60’ların sonunda unutulmaz biçimde değindiği ‘yaratıcı / yaratılan’ meselelerine boğulmuş bir hikaye duruyor karşımızda ve dokusuyla oynanmış ‘yorgun’ bir ‘Alien’ zorlaması. Bildik yaratığımız bile ‘mutant’ kontenjanından! Sigourney Weaver’ın adıyla özdeşleştiği ‘Teğmen Ripley’ rolü, Katherine Waterston tarafından canlandırılan üçüncü kaptan ‘Daniels’e evrilmiş. Waterston, bu zor yükün altından başarıyla kalkıyor fakat asıl başrol oyuncusu, ‘Prometheus’ta ısınma turlarına başlamış olan usta aktör Michael Fassbender. Filmde iki Android’i, ‘David’ ve ‘Walter’ karakterlerini canlandıran Fassbender, bundan böyle yeni serilerin anti kahraman yıldızı olacak gibi. Filmin en iyi oyuncusu olarak akılda kalan Billy Crudup’un yanı sıra, Danny McBride, Carmen Ejogo ve Alexander England’la beraber, konuk kontenjanında iki yıldız isim, Guy Pearce ve James Franco’da yer alıyorlar kadroda!
Geçmiş zamanın izinde, olağanüstü bir mirasın varisi olan film, yeterince güçlü ve orijinal bir yenilik getirmeden, sırtını, gelişmiş enfes efektler ve Scott’un akıp giden ‘özel’ atmosferine dayama kolaylığında bulunmuş. Yine de serinin ve türün hayranları için kaçırılmaz olduğunu önemle belirtmek şart! (3 / 5)
KRAL ARTHUR: KILIÇ EFSANESİ
-Sokaklardan güç alan bir yorum-
Beyazperdeye defalarca yansıyıp, her seferinde ilgi gören ‘Kral Arthur’ ve sihirli kılıcı ‘Excalibur’un öyküsünü, bu kez yaman İngiliz sinemacı Guy Ritchie yorumuyla izliyoruz. Kendi tarihinin mitlerinden birini, kendine has üslubu içinde aksiyon ve dramı eşit biçimde yedirerek yansıtmış perdeye Ritchie. Sokakların ozanı olan yönetmen, 1998’de ‘Lock, Stock and Two Smoking Barrels / Ateşten Kalbe Akıldan Dumana’ ile çıkış yaptığı pırıltılı kariyerine, 2000’de ‘Snatch / Kapışma’ ile devam etmiş, ‘RocknRolla’, ‘Sherlock Holmes’, ‘Sherlock Holmes: A Game of Shadows / Sherlock Holmes: Gölge Oyunları’ ve ‘The Man From U.N.C.L.E / Kod adı: U.N.C.L.E’ adlı birbirinden özgün ve kendine has işlerle, geniş bir hayran kitlesini peşinden sürüklemeyi başarmıştı.
Yeni filminde, David Dobkin ve Joby Harold’un orijinal öyküsünü, ülkesinin tarih, mit ve masallarını, kendi stili doğrultusunda, sokakları ve alt sınıfları da meselenin içine katmayı ihmal etmeden aksiyonu ağır basan bir avantüre yedirmeyi başarmış yine Guy Ritchie! Babasına ait olan sihirli kılıç Excalibur’u, saplandığı kayadan çıkarmayı başararak kehaneti gerçek kılan Arthur’u, kral yapacak olan macera, bazı anlar yönetmenin usta olduğu video klip tarzıyla da olsa, Guy Ritchie’nin dinamik kurgusu ve bildik değinileriyle koltuğa çiviliyor izleyiciyi. Kötücül amcası Vortigern’le olan mücadelesinde, Merlin’e bağlı iyi büyücüler, Kral Arthur’a yardımcı oluyorlar.
Son dönemde büyük bir çıkış yakalayan karizmatik aktör Charlie Hunnam, her rolün altından itina ile kalkıp, her dönem aranan usta oyuncu Jude Law, kalifiye karakter oyuncuları Djimon Hounsou ve Aidan Gille ile küçücük fakat lezzetli rolünde Eric Bana’nın yanı sıra tuhaf manyetizmasıyla İspanyol aktris Astrid Bergès-Frisbey, sürükleyici filmin oyuncu kadrosunu oluşturuyorlar. Sokağın her daim atan nabzını, sokaktan gelmiş kralın macerası ve İngiliz tarihiyle süsleyip, imali bitmemiş yuvarlak masayı, yuvarlak masa şövalyelerini ve büyük büyücü Merlin’i henüz lanse etmeden, kıyısından değinen ve muhtemelen devam filmine saklayan Guy Ritchie, mesele ve öykünün en önemli yorumu olan John Boorman ustanın 1981 tarihli klasiği ‘Excalibur’un varlığına rağmen, kendi ülkesinin ünlü efsanesinden yine ‘farklı’ bir kahramanlık miti çıkarmış ortaya. Film için yazılan şarkılar, sadece soundtrack’ın değil, yapımın artı değeri oluyor. Özellikle Sam Lee imzası taşıyan ‘The Devil and The Huntsman’ çok sıkı! (3 / 5)
KAYGI
-Hafıza üzerine-
Ceylan Özgün Özçelik, ilk uzun metraj kurmacası ‘Kaygı’da, bireysel ve toplumsal hafızasızlığın ‘MR’ını çekiyor. Bir haber kanalında kurgucu olarak çalışan Hasret, uzun süredir aynı kabusu görmekten muzdariptir. Yinelenen kabuslar arasında, kendi geçmişinde yer alan, yitip giden anne ve babasına ait soru işaretleri iyice artar. Yirmi yıl önce trafik kazasında kaybettiği ailesinin başına gelen, başka bir gerçek midir? Sanrıların, gerçeklerle iç içe geçtiği günler birbirini kovalar. Aynı içinde olduğu netameli toplumun yaşadıkları gibi.
Geçmişini, hafızasında arayan genç kadının öyküsü, politik ve sosyal travmalar üzerinden kapanmayan yaraların, dinememiş acıların ‘hatırlanması’ üzerine sarsıcı bir dram. Başrolde Algı Eke var. ‘The Babadook / Karabasan’ filminin görüntü yönetmeni Polonyalı Radek Ladczuk’un yetkin kamerası, filmin özünü başarıyla besliyor. Filmin ana karakteri Hasret’in görev yaptığı televizyon kanalının ruhunun ve işleyişinin verildiği sahneler son derece başarılı. İlk film olmanın getirdiği fazlalıkları atamama – ki gözüme fazla gelen bazı metaforik unsurlardan bahsediyorum- durumunu ötelersek, tertemiz, özenli, ne söylediğini bilen bir film buluyoruz perdede.
Aynı zamanda meslektaşım olan, SİYAD çatısı altında beraber eleştirip, paylaştığımız sevgili arkadaşım, kardeşim ve genç kuşak içinde en çok sevip, anlaştığım isimlerin başında gelen Ceylan’ın filminin, göğsümü kabarttığını söylemeliyim. Birbirinden özelliksiz, suya sabuna tirit popüler filmlerin fink attığı sinemamızda, içi dolu, özel, zahmetli, meşakkatli, ciddi bir yapım gerçekleştirmiş Ceylan. Saptığı yeni yolun, son derece keyifli ve verimli olacağından, Ceylan’ın bu yolda, kendinden emin, güçlü adımlarla yürüyeceğinden kuşkum yok. İlk filmi, bize; sinemamız adına içi dopdolu filmler çekebilecek genç bir nefesin varlığını müjdeliyor her şeyden önce. Heyecan, gurur ve sevgiyle alkışlıyorum kendisini! (3,5 / 5)
AĞUSTOS BÖCEKLERİ VE KARINCALAR
-Sahip olmak ve hak etmek-
Ölüm döşeğinde olan bir adamın kendisine bakmakta olan küçük oğlu Kemal, hayatın farklı yerlere savurduğu üç kardeşini, babalarının ağırlaşan durumunu göz önüne alarak muhtemelen son bir gece geçirmek adına eve çağırır. Büyük ağabey ile kavgalı olduğu için eve uğramayı tercih etmeyen kardeş haricinde, diğer ikisi davete cevap verir, eve gelirler. Artık son saatlerini yaşamakta olan baba ile yüzleşen kardeşler, babalarından kalan para ve taşınmazın nasıl bölüşüleceği konusunu tartışmaya başlarlar. Eski defterler açılıp, pişmanlıklar, suçlamalar birbiri üzerine yığılırken, hiç hesapta olmayan bir gerçeklik kapıyı çalar!
Erhan Tuncer’in yazıp yönettiği dram, 23. Adana Film Festivali’nin ‘ulusal uzun metraj film yarışması’ bölümünde izleyici ile buluşmuştu ilk kez. Başrollerde, Gün Koper, Erdem Akakçe ve Bennu Yıldırımları izleyeceğimiz filmde, Yücel Erten’de rol alıyor. Oyunculuğun gerçekten üst düzey olduğu yapım için, ‘sinema unutulmuş’ yargısını kullanabiliriz kolaylıkla. Teatral etki, beyazperdeden koltuğa yansıyan en önemli hissiyat. Miras, sahip olmak, hak etmek, bölüşüm, aile, kardeşlik, hesaplar, hesaplaşmalar ve elimizdekiler üzerine satır başları yapan tiyatro eksenli ‘deneme’, durumu kabullenen izleyici için ustalıkla oynanmış bir sahne oyunu içeriyor. (1,5 / 5)
Usta yönetmen Werner Herzog imzası taşıyan ‘Salt and Fire / Tuz ve Ateş’in yanı sıra, beş yerli yapım; Burak Serbest’in yazıp yönettiği dram ‘Yeni Başlayanlar İçin Hayatta Kalma Sanatı’, Büşra Yılmaz’ın aynı adlı kitabından perdeye uyarlanıp, Deniz Coşkun’un yönettiği gençlik komedisi ‘4N1K’, Kamil Burak imzası taşıyan korku-gerilim ‘Geri Döndü’, Onur Bilgin´in yönettiği Ne Çıkarsa Bahtına Gari ile animasyonla kurmaca karışımı ‘Nane İle Limon: Kayıp Zaman Yolcusu’, haftanın notlarımız arasında yer veremediğimiz diğer yenileri. Tekrar iyi seyirler herkese! MURAT ERŞAHİN
MURAT ERŞAHİN´İN BİSİKLET HIRSIZLARI PROGRAMINI İZLEYİN