Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

12 KASIM 2021

11 Kasım 2021 Perşembe 21:39
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Koronavirüs (COVID-19), dünya genelinde hızla can almaya devam ediyor! Virüsten, kendimizi ve sevdiklerimizi mümkün olduğunca izole ederek korunmaya çalışıyoruz. Aşı olarak, sosyal mesafelerimizi koruyarak, hijyen kurallarına sıkı sıkıya uyarak ve maskelerimizi evlerimizin dışında asla çıkartmamaya çalışarak. Umuyoruz bu zorlu günler sona erecek yakında.
Bazı salonlar yeni tedbirler uygulayarak kontrollü biçimde 2020 Temmuz ayından itibaren kapılarını açmışlardı. Kademeli ve kısmi olarak yeniden başlayan vizyona, 17 Kasım 2020 günü alınan bir dizi karar sonucu yeniden ara verildi. Covid-19 tedbirleri gereği sinema salonlarının önce yılsonuna, ardından belirsiz bir tarihe dek kapalı olacağı açıklandı. Ve tarih 2 Temmuz 2021’i gösterdiğinde salonlar yine izleyicileri ağırlamaya başlıyor; perdeler, umuyoruz bir daha kapanmamak üzere açılıyordu!
Siz değerli okuyucularla, henüz vizyon filmsiz kaldığı ilk günlerden bu yana, 2020 Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaşıyordum. Bir yıldan fazla zaman geçti. 5 Mart 2021’den itibarense, sinema salonları perdelerini açana dek, her yeni hafta, o tarihe ait eski ‘sinemadan çıkmış insan / vizyonda bu hafta köşeleri’ sizlerle buluşacağını söylemiştik ve buluşturduk da! ‘Tarihte bu haftaya’ baktık!
Sinemalar açılmadan önce her hafta, naçizane iyi filmler ve diziler önerdik sizlere! ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bu yeni bölüm, sizlere her hafta sinema tarihinden 5 klasik film ve popüler olsun olmasın; ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ın beğendiği ‘güncelleri’ önerdi! Klasik film önerilerine devam edeceğiz!

ÖNCE TAVSİYELER…

SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK

Das Cabinet des Dr. Caligari / Dr. Caligari’nin Muayenehanesi
(Yönetmen: Robert Wiene / 1920)


Der letzte Men / Son Adam
(Yönetmen: F.W. Murnau / 1924)


Greed / Hırs
(Yönetmen: Erich von Stroheim / 1924)


Stachka / Grev
(Yönetmen: Sergei M. Eisenstein / 1925)


Woyzeck
(Yönetmen: Werner Herzog / 1979)

 

Vizyonda bu hafta (12 Kasım 2021)
Dördü yerli yapım olmak üzere toplam sekiz yeni film merhaba diyor 12 Kasım haftasına!

İstanbul dışında bulunduğumdan dolayı basın gösterimlerine katılamadığımdan (filmleri beyazperdede izleyemediğim için) bu haftanın yenilerini, tanıtım notları olarak paylaşıyorum sizlerle…
Karikatürist Charles Addams (1912-1988) tarafından yaratılan dünyanın en tuhaf ailesi ‘Addams’lar, sinema ve TV’de defalarca izleyiciyle buluştular. Karanlığı seven alışılmadık ailenin yeni filmi, bir animasyon olarak karşımıza çıktı 2019’da… Conrad Vernon ve Matt Lieberman tarafından yazılan öyküyü, Greg Tiernan ve Conrad Vernon ikilisi yönetmişti. Nerede yaşarlarsa yaşasınlar yerel halkla, ‘normal’ insanlarla yıldızı barışmayan Addams Ailesi, yeni bir yuva olarak sahiplendikleri şatonun hemen yanına kurulan yeni banliyö ahalisini ve onları kışkırtan kötücül emlakçı Margaux Needler’ı buluyorlardı bu sefer karşılarında. Ailenin kızı Wednesday ile yerel halktan yaşıt arkadaşı, bütün farklılıkları aşıp uzlaşmaya kararlıydılar oysa. Bütün farklılıklarımızı kabul edip, birbirimizi anlamaya gayret gösterdikten sonra, birlikte yaşamamak mümkün değil diyordu sevgi, anlayış ve empatinin önemini vurgulayan film! ‘Sizi tekrar gördüğüme sevinmedim’ afişiyle perdelere yansıyan devam filmi animasyon ‘The Addams Family 2 / Addam Ailesi 2’nin yönetmen koltuğunda bu kez resmi olarak dört kişi oturuyor. Sevilen animasyonun yeni halkasında Greg Tiernan ve Conrad Vernon ikilisine yardımcı yönetmenler olarak Laura Brousseau ve Kevin Pavlovic eklenmiş. Yeniden çılgın maceralara atılan ailemiz, bu süreçte kendilerini birbirinden farklı karakterin renk kattığı gülünç durumlar içinde buluyorlar.
‘Last Night in Soho / Dün Gece Soho’da’, en son ‘Baby Driver / Tam Gaz’ ile tam not verdiğimiz Edgar Wright’ın kendi öyküsünü yönettiği gizemli bir korku öyküsü. Moda tasarımı tutkunu Eloise’in, kendini bir anda 1960’ların Londra’sında bularak müzik piyasasında yükselmeye çalışan Sandy ile karşılaşması sonucu gelişen olaylar… Thomasin McKenzie’ye, Anya Taylor-Joy, Matt Smith, Michael Ajao, Diana Rigg ve usta aktör Terence Stamp eşlik ediyorlar.
‘Rifkin’s Festival / Rifkin’in Festivali’, Woody Allen’ın ellinci uzun metraj kurmacası! Usta sinemacı, evli bir Amerikalı çiftin, San Sebastian Film Festivali’nde yaşadıklarını öykülemiş bu kez. Wallace Shawn, Gina Gershon, Louis Garrell, Steve Guttenberg, Christoph Waltz ve Sergi López oyuncu kadrosunda yer alan ünlü isimler.
Güney Kore yapımı animasyon ‘Red Shoes and the Seven Dwarfs / Kırmızı Pabuçlar ve Yedi Cüceler’, klasik masalı farklı bir olay örgüsüyle odağına alıyor. Babasını kurtarmak isteyen Pamuk Prenses ile bir kara büyü sonucu cüceye dönüşen yedi prensin hikâyesi, özellikle küçük yaştaki izleyiciye sesleniyor.
Haftanın yerli yapımlarına bakacak olursak…
Cem Özay’ın ilk uzun metraj kurmacası olan ‘Af’, geçimini bir dağ köyünde ağaç ticareti ile sağlayan otoriter bir baba ile çocukları arasındaki çatışmayı öykülüyor. Timur Acar’ı başrolde izleyeceğimiz dramda, Emine Meryem, Hakan Arslan, Yusuf Bayraktar ve usta aktör Macit Koper de rol alıyorlar.
Gökhan Yıkılkan’ın başrolünü üstlendiği, senaryosunu yazdığı ve yönettiği komedi ‘Seni Bulacam Oğlum!’, en yakın arkadaşı tarafından dolandırılan Ertan’ın hikâyesi! Yıkılkan’ın rol arkadaşları ise Ali Sürmeli, Gürkan Uygun, Çetin Altay ve Fulden Akyürek.
Ahmet Kapucu’nun yönetmen koltuğunda oturduğu ‘Aşk Yolunda’, Seçil Çömlekçi’nin kitabından uyarlanmış. Evlenme teklifini beklediği sırada sevgilisi tarafından terk edilen ve genel olarak şanssız kişiliğiyle bilinen Bade’nin, bu şanssızlığı kırma girişimi sırasında yaşadıklarına tanık oluyoruz. Romantik komedinin oyuncu kadrosunda ise Şahin Irmak, Çiğdem Batur, Bora Cengiz, Ayhan Taş ve Asuman Dabak yer alıyor.
Romantik tatlar içeren gençlik komedisi ‘4N1K Düğün’ü yazan ve yöneten Deniz Coşkun. Filmin oyuncu kadrosunda ine çıkan isimlerse Gözde Mutluer, Burak Yörük, Sina Özer, Atakan Hoşgören ve Cihan Şimşek Onur Aldoğan’ın yazıp yönettiği ve görüntü yönetmenliğini de üstlendiği ‘Cin Çarpılması’, haftanın tek yerli korku örneği!
İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! İyi seyirler herkese.


TARİHTE BU HAFTA

On bir yıl önceye, 2010 yılına gidiyor; tarihte bu haftayı anımsıyoruz.

Vizyonda bu hafta (12 Kasım 2010)

Bu hafta vizyonda dört yeni film var. İkisi korku-gerilim, biri bilimkurgu, diğeri Tony Scott imzalı bir aksiyon. İyi seyirler herkese!

DURDURULAMAZ
Tecrübesiz, genç bir makinist ile deneyimli bir teknisyen, kontrolden çıkmış başıboş bir yük trenini durdurmak için son umutturlar. 2001’de ABD’de yaşanmış gerçek bir olaydan perdeye uyarlanmış aksiyonun yönetmeni, türün usta isimlerinden Tony Scott. Scott kardeşlerden Tony’nin ne yaptığını bilen, aritmetik sineması bu filmde de göze çarpıyor. Klasik felaket sinemasının çağdaş örneği, efektlerin de katkısıyla son derece başarılı ‘anlar’ içeriyor. Oldubittiye getirilmiş dramatik altyapı ve bir şeyleri ‘eksik hissettiren’ öykü, tatmin duygusunu azaltıyor fakat. Ölümle köşe kapmaca oynayan iki adamın rahatlığı ise ‘biraz’ abartılmış. Denzel Washington ve ‘Uzay Yolu’nun genç Kaptan Kirk’ü olarak parlayan Chris Pine’ı bir araya getiren yapımda Rosario Dawson da ‘kendini paralayan hareket amiri’ rolünde filmin belki de en ‘yaşayan’ ismi. İnsanın aklına ‘Kaçış Treni / Runaway Train’i getiriyor yapım ister istemez. Andrei Konchalovsky’nin 1985’te Hollywood’da çektiği enfes film, müthiş dramatik yapısı ve meselesiyle nasılda etkilemişti izleyiciyi. John Voight ve Eric Roberts’ı aradı gözlerim lokomotifte… Bol yıldızlı felaket filmi ‘Kassandra Geçidi / The Cassandra Crossing’in de kulaklarını çınlattım tabii. Meslektaşım ve dostum Uğur Vardan’ın, değerli ağabeyimiz Sungu baba’ya (Sungu Çapan) benzettiği aktör Lew Temple, filmin belki de hakkı en çok yenmiş karakterini canlandırıyor. ‘Ned’ olmasaydı, sen o trene biraz zor yetişirdin diyesi geliyor insanın Chris Pine’a… Bu arada yine Vardan’ın bir benzetmesiyle son vermek istiyorum mevzuya. Uğur, Karel Reisz’in adını muhalif Rock grubu ‘Creedence Clearwater Revival’ın kült şarkısından alan 1978 tarihli filmi ‘Who’ll Stop The Rain’a bir güzelleme yaparak koydu noktayı: Bu filmin başlığı bende hazır: ‘Who’ll Stop The Train’… Son tahlilde, şöyle bağlayalım; koca tren durdu ya, gerisi sorun değil!

YUKARIDAKİ TEHLİKE
Görsel Efektler üzerine uzmanlaşmış iki kardeşin, Colin ve Greg Strause’nin yönettikleri bilimkurgu-gerilim, uzaylıları kötü niyetli canavarlar olarak çıkarıyor karşımıza. Los Angeles kentinin ‘24 saat parti insanları’, pencerelerinden içeri süzülen garip ışık huzmeleriyle uyanırlar. Hipnotize edici bu ışıklar, canavar uzaylıların ayak sesleridir adeta. Özel efekt erbabı kardeşleri, ilk filmleri ‘Aliens vs. Predator: Requiem’ ile tanımıştık. Korku-gerilim katkılı bilimkurgu türünü gerçekten sevdiklerini bu filmde kanıtlayan Strause’leri takip etmekte yarar olduğunu bir kenara not düştükten sonra, beklenti düzeyinizi yukarı çekmeden, ‘yukarıdaki tehlike’ye tanık olabileceğinizi belirtelim. Başrolleri paylaşan Eric Balfour ve Scottie Thompson’ın ‘aşık çift’ kompozisyonları epey inandırıcı ve bu ikilinin perde kimyaları ‘beylik laftan öte’ gerçekten uyumlu. Soğuk savaş dönemi uzaylı istilası filmlerinin 2010 versiyonu, Emmerich’in ‘Indepence Day’, 1953 ve 2005 tarihli ‘War of the Worlds’ çevrimleri ile Shyamalan filmi ‘Signs’ dahil birçok yapıma göz kırpıyor.

TESTERE 3D
Üç boyut salgınından nasibini alan korku filmlerinin son örneği ‘Testere’ serisinin yedincisi… Üçüncü boyut, üzerinize sıçrayan kan ve ceset parçalarına yardımcı oluyor anlayacağınız. İlk beş filmin kurgusunu yapan, ardından altıncı filmi yöneten Kevin Greutert, son bölümün de yönetmen koltuğuna oturmuş. Yapımcılar da, türün birçok yeni filmine ‘esin kaynağı oluşturan’ bu vahşi korku serisine en hâkim ismin Greuter olduğunu düşünmüşler belli ki. O da, kendine güvenenleri yanıltmamış. ‘Jigsaw’un birbirinden kanlı cinayet tuzaklarını ve bilmece kurgularını, - mantık diyemeyeceğim – öykü bütünlüğünü zedelemeden, son bölümde ta birinci filme bağlayabilmek hikâyenin bütün unsurlarına egemen olmayı gerektiriyor. Gerçekçi ve perdeye bakılamayacak denli rahatsız edici yeni ve vahşi cinayet buluşları dışında, ilk filmin üstüne çıkan hiçbir şey yok ortada. Öykü de çok yavan üstüne üstlük. Yine de yedinci film olarak ‘izlenmez’ değil karşımızdaki. Sadece izlenmesi ‘zor’. Çıldırmış bir çağda, sokaklarda, aramızda gezinen bir sürü potansiyel psikopat katilin zamanında geçer akçe olan şeyler perdede izlediklerimiz. Daha vahşi bir ölüm, en vahşisi, en rahatsız edicisi, en sapkını, en, en, en… ‘En iyisi pencere; geçen kuşları görürsün hiç olmazsa dört duvarı göreceğine’ değil tabii ortadaki durum. Midesi, sinirleri ve Jigsaw hafızası güçlü olanlar memnun olacaktır. Zaten her ne olursa olsun perdedeki; eğer vahşet içeren bir korku filmiyse, beklenenden fazla izleyiciyi çekiyor salonlara… İnsanın içindeki psikopat katil bir uyarılmaya görsün! Jigsaw filan, masum kalır yanında… Bu arada perdedekinin son bölüm olduğu ilan edilse de, kâr-zarar hesabına göre her an sekizinci filme ‘kamera’ denilebilir. İlk filmden yadigâr Dr. Gordon ve son bölümde başına gelenler muamma olarak kalan Bobby karakteri hâlâ hayattalar ne de olsa…

MURAT ERŞAHİN

 

 

 



Diğer Yazılar