12 KASIM 2010
Bu hafta vizyonda dört yeni film var. İkisi korku-gerilim, biri bilimkurgu, diğeri Tony Scott imzalı bir aksiyon. Üstelik hepsi notlarımız arasında. İyi seyirler herkese!
DURDURULAMAZ
Tecrübesiz, genç bir makinist ile deneyimli bir teknisyen, kontrolden çıkmış başıboş bir yük trenini durdurmak için son umutturlar. 2001´de ABD´de yaşanmış gerçek bir olaydan perdeye uyarlanmış aksiyonun yönetmeni, türün usta isimlerinden Tony Scott. Scott kardeşlerden zanaatkâr olanı (ağabey Ridley´in daha sanatkâr olduğunu düşündüğüm için) Tony´nin ne yaptığını bilen, aritmetik sineması bu filmde de göze çarpıyor. Klasik felaket sinemasının çağdaş örneği, efektlerin de katkısıyla son derece başarılı ´anlar´ içeriyor. Oldubittiye getirilmiş dramatik altyapı ve bir şeyleri ´eksik hissettiren´ öykü, tatmin duygusunu azaltıyor fakat. Ölümle köşe kapmaca oynayan iki adamın rahatlığı ise ´biraz´ abartılmış. Denzel Washington ve ´´Uzay Yolu´´nun genç Kaptan Kirk´ü olarak parlayan Chris Pine´ı bir araya getiren yapımda Rosario Dawson da ´kendini paralayan hareket amiri´ rolünde filmin belki de en ´yaşayan´ ismi. İnsanın aklına ´´Kaçış Treni / Runaway Train´´i getiriyor yapım ister istemez. Andrei Konchalovsky´nin 1985´te Hollywood´da çektiği enfes film, müthiş dramatik yapısı ve meselesiyle nasılda etkilemişti beni. John Voight ve Eric Roberts´ı aradı gözlerim lokomotifte… Bol yıldızlı felaket filmi ´´Kassandra Geçidi / The Cassandra Crossing´´in de kulaklarını çınlattım tabii. Meslektaşım ve dostum Uğur Vardan´ın, değerli ağabeyimiz Sungu baba´ya (Sungu Çapan) benzettiği aktör Lew Temple, filmin belki de hakkı en çok yenmiş karakterini canlandırıyor. ´Ned´ olmasaydı, sen o trene biraz zor yetişirdin diyesi geliyor insanın Chris Pine´a… Bu arada yine Vardan´ın bir benzetmesiyle son vermek istiyorum mevzuya. Uğur, Karel Reisz´in adını muhalif Rock grubu ´Creedence Clearwater Revival´ın ünlü şarkısından alan 1978 tarihli filmi ´´Who´ll Stop The Rain´´a bir güzelleme yaparak koydu noktayı: Bu filmin başlığı bende hazır: ´Who´ll Stop The Train´… Son tahlilde, şöyle bağlayalım; koca tren durdu ya, gerisi sorun değil!
YUKARIDAKİ TEHLİKE
Görsel Efektler üzerine uzmanlaşmış iki kardeşin, Colin ve Greg Strause´nin yönettikleri bilimkurgu-gerilim, uzaylıları kötü niyetli canavarlar olarak çıkarıyor karşımıza. Los Angeles kentinin ´24 saat parti insanları´, pencerelerinden içeri süzülen garip ışık huzmeleriyle uyanırlar. Hipnotize edici bu ışıklar, canavar uzaylıların ayak sesleridir adeta. Özel efekt erbabı kardeşleri, ilk filmleri ´´Aliens vs. Predator: Requiem´´ ile tanımıştık. Korku-gerilim katkılı bilimkurgu türünü gerçekten sevdiklerini bu filmde kanıtlayan Strause´leri takip etmekte yarar olduğunu bir kenara not düştükten sonra, beklenti düzeyinizi yukarı çekmeden, ´´yukarıdaki tehlike´´ye tanık olabileceğinizi belirtelim. Başrolleri paylaşan Eric Balfour ve Scottie Thompson´ın ´aşık çift´ kompozisyonları epey inandırıcı ve bu ikilinin perde kimyaları ´beylik laftan öte´ gerçekten uyumlu. Soğuk savaş dönemi uzaylı istilası filmlerinin 2010 versiyonu, Emmerich´in ´´Indepence Day´´, 1953 ve 2005 tarihli ´´War of the Worlds´´ çevrimleri ile Shyamalan filmi ´´Signs´´ dahil birçok yapıma göz kırpıyor.
TESTERE 3D
Üç boyut salgınından nasibini alan korku filmlerinin son örneği ´´Testere´´ serisinin yedincisi… Üçüncü boyut, üzerinize sıçrayan kan ve ceset parçalarına yardımcı oluyor anlayacağınız. İlk beş filmin kurgusunu yapan, ardından altıncı filmi yöneten Kevin Greutert, son bölümün de yönetmen koltuğuna oturmuş. Yapımcılar da, türün birçok yeni filmine ´esin kaynağı oluşturan´ bu vahşi korku serisine en hâkim ismin Greuter olduğunu düşünmüşler belli ki. O da, kendine güvenenleri yanıltmamış. ´Jigsaw´un birbirinden kanlı cinayet tuzaklarını ve bilmece kurgularını, - mantık diyemeyeceğim – öykü bütünlüğünü zedelemeden, son bölümde ta birinci filme bağlayabilmek hikâyenin bütün unsurlarına egemen olmayı gerektiriyor. Gerçekçi ve perdeye bakılamayacak denli rahatsız edici yeni ve vahşi cinayet buluşları dışında, ilk filmin üstüne çıkan hiçbir şey yok ortada. Öykü de çok yavan üstüne üstlük. Yine de yedinci film olarak ´izlenmez´ değil karşımızdaki. Sadece izlenmesi ´zor´. Çıldırmış bir çağda, sokaklarda, aramızda gezinen bir sürü potansiyel psikopat katilin zamanında geçer akçe olan şeyler perdede izlediklerimiz. Daha vahşi bir ölüm, en vahşisi, en rahatsız edicisi, en sapkını, en, en, en… ´En iyisi pencere; geçen kuşları görürsün hiç olmazsa dört duvarı göreceğine´ değil tabii ortadaki durum. Midesi, sinirleri ve Jigsaw hafızası güçlü olanlar memnun olacaktır. Zaten her ne olursa olsun perdedeki; eğer vahşet içeren bir korku filmiyse, beklenenden fazla izleyiciyi çekiyor salonlara… İnsanın içindeki psikopat katil bir uyarılmaya görsün! Jigsaw filan, masum kalır yanında… Bu arada perdedekinin son bölüm olduğu ilan edilse de, kâr-zarar hesabına göre her an sekizinci filme ´kamera´ denilebilir. İlk filmden yadigâr Dr. Gordon ve son bölümde başına gelenler muamma olarak kalan Bobby karakteri hâlâ hayattalar ne de olsa…
ÖLÜM ZİNCİRİ
Teknoloji düşmanı tarikat benzeri bir oluşum. Gözü dönmüş psikopat bir katil. Kurban hanesinde ise türün alışıldık öğelerinden bir grup genç bulunuyor. Kendilerine, cep telefonu ve elektronik posta ile gelmiş ürkütücü bir mesajı yanıtlamadıkları için hunharca katlediliyorlar. ´Bu mektubu okuduktan sonra beş kişiye gönderiniz´ türünden bir mesaj, vahşi ölümleri hazırlayan. ´´Geçen Yaz Ne Yaptığını Biliyorum´´ ve ´´Testere´´yi anımsatan korku örneği; türe en ufak bir yenilik katmak şöyle dursun; anlık sıçratmalar haricinde ürkütmüyor bile... Bol mide bulantısı kalıyor geriye ve gerçekten ruh sağlığına aykırı oluşlar. En vahşi ve en iğrenç olanı perdeye yansıtana dek sürecek sanırım bu furya. ´Seri katil yaratma el kitabı´ şeklindeki yapımda emegi geçenlere değinmeye gereği yok düşüncesindeyim. Sadece bu hafta vizyona giren türdeşi ´´Testere´´den bir gömlek daha ´ahlaklı´ olduğunu düşünüyorum filmin...
MURAT ERŞAHİN