11 ŞUBAT 2022
Koronavirüs (COVID-19), dünya genelinde hızla can almaya devam ediyor! Virüsten, kendimizi ve sevdiklerimizi mümkün olduğunca izole ederek korunmaya çalışıyoruz. Aşı olarak, sosyal mesafelerimizi koruyarak, hijyen kurallarına sıkı sıkıya uyarak ve maskelerimizi evlerimizin dışında asla çıkartmamaya çalışarak. Umuyoruz bu zorlu günler sona erecek yakında.
Bazı salonlar yeni tedbirler uygulayarak kontrollü biçimde 2020 Temmuz ayından itibaren kapılarını açmışlardı. Kademeli ve kısmi olarak yeniden başlayan vizyona, 17 Kasım 2020 günü alınan bir dizi karar sonucu yeniden ara verildi. Covid-19 tedbirleri gereği sinema salonlarının önce yılsonuna, ardından belirsiz bir tarihe dek kapalı olacağı açıklandı. Ve tarih 2 Temmuz 2021’i gösterdiğinde salonlar yine izleyicileri ağırlamaya başlıyor; perdeler, umuyoruz bir daha kapanmamak üzere açılıyordu!
Siz değerli okuyucularla, henüz vizyon filmsiz kaldığı ilk günlerden bu yana, 2020 Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaşıyordum. İki yıla yakın zaman geçti. 5 Mart 2021’den itibarense, sinema salonları perdelerini açana dek, her yeni hafta, o tarihe ait eski ‘sinemadan çıkmış insan / vizyonda bu hafta köşeleri’ sizlerle buluşacağını söylemiştik ve buluşturduk da! ‘Tarihte bu haftaya’ baktık!
Sinemalar açılmadan önce her hafta, naçizane iyi filmler ve diziler önerdik sizlere! ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bu yeni bölüm, sizlere her hafta sinema tarihinden 5 klasik film ve popüler olsun olmasın; ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ın beğendiği ‘güncelleri’ önerdi. Klasik film önerilerine devam edeceğiz! 2022 hepimize önce sağlık getirsin. Gerisi hikâye! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Kurda kuşa yem olmayın bir de!
ÖNCE TAVSİYELER…
SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK
Un condamné à mort s'est échappé ou Le vent souffle où il veut / Bir İdam Mahkûmu Kaçtı
(Yönetmen: Robert Bresson / 1956)
Playtime
(Yönetmen: Jacques Tati / 1967)
Le trou
(Yönetmen: Jacques Becker / 1960)
L'armée des ombres / Gölgeler Ordusu
(Yönetmen: Jean-Pierre Melville / 1969)
Plein soleil / Kızgın Güneş
(Yönetmen: René Clément / 1960)
Vizyonda bu hafta (11 Şubat 2022)
İkisi yerli yapım olmak üzere toplam altı yeni film getiriyor beraberinde yeni vizyon haftası!
Yaman sinemacı Mia Hansen-Løve imzası taşıyan ‘Bergman Island / Bergman Adası’, Kenneth Branagh’ın yeni Agatha Christie uyarlaması olan ‘Death on the Nile / Nil’de Ölüm’, popüler bir video oyunundan perdeye yansıyan aksiyonu bol avantür ‘Uncharted’ ve Jennifer Lopez ile Owen Wilson’un başrolleri paylaştıkları romantik komedi ‘Marry Me / Evlen Benimle’, notlarımız arasında!
BERGMAN ADASI
-Ustanın evinde!-
Amerikalı sinemacı bir çift, yedinci sanatın büyük ustalarından Ingmar Bergman’ın uzun süre yaşadığı ve bazı önemli filmlerini çektiği İsveç’in güney doğu sahilinde bulunan Fårö adasında yaz mevsimini geçirmeye karar verirler. Tony, tanınan bir yönetmen, eşi Chris ise bir senaristtir. Yaz boyunca yeni çalışmalarının filizlenmesi için en uygun yer olarak düşünmektedirler, Bergman’ın adasını. Çiftin adadaki günleri, birbirinden tamamen ayrı oluşlara dönüşmeye başlar. Chris’in senaryosu gün geçtikçe hayalle gerçeğin iç içe geçtiği bir kurmacaya evrilir. Hayat fena halde sinemadır ve acı, aşk, kayıplar, mutluluk, mutsuzluk, hüzün; hemen her şey hayatın içinde yer almaktadır.
‘Un amour de jeunesse / Elveda İlk Aşk’, ‘Eden’, ‘L'avenir / Gelecek Günler’ gibi yaman filmleriyle tanıdığımız ‘sıkı’ sinemacı Mia Hansen-Løve’ın yazıp yönettiği yedinci uzun metrajı; Cannes’de Altın Palmiye adayı olmuştu. Başlıca rollerini Vicky Crieps, Tim Roth, Mia Wasikowska ve Anders Danielsen Lie’nin paylaştıkları egsantrik dram, sinema ve Bergman sevgisiyle yoğrulmuş bir varoluş metni öte yandan! Egemen yönetim, iyi metin, iddialı oyuncu kadrosu, başarılı atmosfer ve bünyede uzun süre kala kalan o ‘kırılgan’ duygu durumu… Hayatla sanatın iç içe geçmiş hali ve dev bir sinemacının verdiği esinle hayatı düzenleme, ona dokunma şansı… Kadınla erkeği ayıran, ardından birleştiren, rüzgârda salınan bir ağaç gibi yalın ve güçlü, sakin, dingin, umarsız ve geniş yaşam… Kurmacayla gerçeğin örtüşüp, ayrışması.
Ingmar Bergman ustanın Fårö adasında çektiği filmler, onların çekim mekânları, objeleri, anıları… Bazı filmlerden kareler, anlar, sesler… Ustanın beş filmini çektiği, uzun süre yaşadığı, hayata veda ettiği ve mezarının bulunduğu ada… ‘Såsom i en spegel / Aynanın İçinden’, ‘The Passion of Anna / Anna’nın Tutkusu’, ‘Skammen / Utanç’, ‘Scener ur ett äktenskap / Bir Evlilikten Manzaralar’ ve ‘Persona’… ‘Aynanın İçinden’de yer alan ev hiç var oldu mu? ‘Bir Evlilikten Manzaralar’da ki karakterlerimizin yatağı. ‘Persona’ sahil manzaralarında gezen çiftimiz ve Bergman’ın çiftin varoluş kaygılarına sinen ruhu… Bergman’ın müze haline getirilen evinde geçen özel anlar. Sakin bir anıt mekânın nefes alıp veren ruhu ve kişiyi dönüştüren zaman. Acı, unutuş, aşk, yaralar ve hayatımız… (4 / 5)
NİL’DE ÖLÜM
-Her şeye sahip olamazsınız!-
Polisiye edebiyatın efsane isimlerinden Agatha Christie’nin (1890-1976) ilk kez 1937’de yayımlanmış aynı adlı ünlü eserinin yeni beyazperde uyarlaması Kenneth Branagh imzalı! Branagh, 2017’de Agatha Christie’nin önemli eserlerinden olan ‘Doğu Ekspresi’nde Cinayet’i de beyazperdeye uyarlamış; oturduğu yönetmen koltuğunun yanı sıra, eserin başkahramanı ünlü Belçikalı dedektif Hercule Poirot’ya da can vermişti. Kenneth Branagh’ın bir kez daha Hercule Poirot’u canlandırdığı gizem yüklü polisiye dramda diğer önemli rolleri; Armie Hammer, Gal Gadot, Emma Mackey, Tom Bateman, Jennifer Saunders, Letitia Wright, Rose Leslie, Sophie Okonedo ve usta aktris Annette Bening üstleniyorlar.
Göz alıcı nehir vapurunda, Nil nehri üzerinde geçen Mısır gezisi; ilk bakışta mükemmel görünen çiftin huzurlu balaylarına da ev sahipliği yapmaktadır. Ardı sıra işlenen cinayetler sonucu, eksantrik gezi aniden bir kabusa dönüşür. Nil nehrinin tekinsiz doğasında, uçsuz bucaksız çöllerde ve görkemli Giza piramitlerinin destansı manzarasında geçen dizginlenmemiş tutku ve gözü dönmüş kıskançlığın öyküsünde, şeytani bir plan vardır ve teknede davetli olarak bulunan ünlü dedektif Hercule Poirot, vahşi bulmacayı aydınlatmak ve katili ortaya çıkarmak için kolları sıvar!
John Guillermin imzası taşıyan 1974 tarihli ilk uyarlama, ‘en iyi kostüm tasarımı’ Oscar’ını elde etmiş ve görkemli oyuncu kadrosuyla dikkat çekmişti. Belçikalı kül yutmaz dedektifimiz ‘Hercule Poirot’yu, dev aktör Peter Ustinov canlandırırken, Mia Farrow, Jane Birkin, Bette Davis, Jon Finch, Olivia Hussey, David Niven, George Kennedy, Maggie Smith, Angela Lansbury, Jack Warden, Sam Wanamaker gibi yıldız isimler, Agatha Christie’nin Nil nehrinde geçen cinayet öyküsünde rengarenk karakterler yaratıyorlar ve film adeta, bir masa/kutu oyunu tadında ilerliyor, beyazperdedeki esrarengiz polisiyelerin klasikleri arasına giriyordu. Bu arada şu önemli noktayı da vurgulamak gerek; sinemadaki en iyi Hercule Poirot, kesinlikle Peter Ustinov’dur!
Yeni Branagh uyarlaması, özellikle ‘Hercule Poirot’ hakkında olan özel giriş ve final bölümüyle filmin en parlak tarafı kuşkusuz! Öykünün geri kalanı ise bir parça oldu-bitti içeren, çözümlemesi zayıf bir cinayet analizi. Dramatik unsurlar olan, tutku, delice aşk, kıskançlık, kibir ve sınıfsal durumlarsa; fonda sağlam biçimde yer almış. Kenneth Branagh can verdiği ilk Christie uyarlaması ‘Murder on the Orient Express / Doğu Ekspresinde Cinayet’e, son yarım saatlik bölümde ve özellikle finalde, son derece sihirli bir ‘Şekspiryen’ dokunuşla, müthiş bir atmosfer yaratmayı ve etkileyici olmayı başarmıştı doğrusu. Eserin ve karakterlerin içinde nefes alıp verdikleri ruhu yakalamış, filmi hüzünlü bir vicdan öyküsüne dönüştürmüştü. Bu kez sadece yeni bir Hercule Poirot macerası, daha doğrusu ‘Hercule Poirot kimdir filmi’ duruyor perdede! (3 / 5)
UNCHARTED
-Altın Peşinde!-
Amy Hennig’in Sony PlayStation için yarattığı popüler video oyunundan beyazperdeye uyarlanan aksiyonu yüksek avantürü Ruben Fleischer yönetmiş. Bir hazine avcısı olan maceraperest ve gözüpek kahraman Nathan Drake'i odağına alan video oyun serisinin sinema uyarlaması ‘Uncharted’da ana karaktere Tom Holland hayat verirken, Nathan’ın mentoru Victor Sullivan’ı ise Mark Wahlberg canlandırıyor. Sophia Ali, Tati Gabrielle ve Antonia Banderas kadronun öne çıkan diğer isimleri.
Yetenekli genç hırsız Nathan Drake, beş yüz yıl önce Portekizli ünlü kaşif ve kaptan Ferdinand Magellan’ın kaybettiği altınları kurtarmak için deneyimli hazine avcısı Victor ‘Sully’ Sullivan tarafından işe alınır. Bu arada kendisinin ve ailesinin kayıp hazinenin gerçek varisleri olduğuna inanan acımasız Moncada da hazinenin peşine düşmüştür. Kahramanlarımız ip uçlarını deşifre edip dünyanın en eski gizemlerinden birini çözebilirlerse, milyarca dolar değerindeki hazineyi ve hatta Nathan’ın uzun süredir kayıp olan kardeşine de ulaşabileceklerdir.
Finali itibariyle perdede yeni bir avantür serisine dönüşeceğinin müjdesini hayranlarına veren yapım, türe yenilik katmasa da; başta Tom Holland’ın enerjisi olmak üzere, dinamik oyuncu kadrosu sayesinde ilgiyle izletiyor kendini. Kâşif gemici Macellan’ın kayıp gemileri ve altınlarının izini karakterlerle birlikte sürerken, uçucu seyirlik boyunca ‘yeni örümcek adamın’ rol için doğru seçim olduğuna ikna oluyorsunuz. Gerisi sizi ikna eder mi; o soru işareti. (3 / 5)
EVLEN BENİMLE
-Dijital teklifler!-
Yönetmenliğini Kat Coiro’nun üstlendiği romantik komedi ‘Marry Me / Evlen Benimle’, türün klasik jargonuna uygun bir ‘kendini iyi hisset’ filmi! Bobby Crosby tarafından yaratılan çizgi romandan perdeye uyarlanmış yapımda başrolleri Jennifer Lopez ile Owen Wilson paylaşıyorlar. Kolombiyalı şarkıcı Maluma, Sarah Silverman, John Bradley, gencecik aktris Chloe Coleman oyuncu kadrosunun geri kalan isimleri. Talk-show sunucusu ve aktör Jimmy Fallon ise kadronun misafir kontenjanında!
Pop müziğin süper starı Kat Valdez ve yeni popüler müziğin süpernovası Latin isim Bastian özellikle sanal dünyanın neredeyse taptığı ünlü bir çifttir. Kat ve Bastian’ın hit single’ı ‘Marry Me’ listelerde yükselirken ‘çekici’ ikili, hayranlarından oluşan dev izleyici kitlesi önünde çeşitli platformlarda yayınlanacak olan görkemli bir törenle evlenmek üzeredirler. Boşanmış, kendi halinde bir adam olan ve sanal dünyayla başı hoş olmayan matematik öğretmeni Charlie Gilbert, kızı Lou ve en yakın arkadaşı tarafından evlilik teklifini de içeren konsere zorla götürülür. Kat, törene saniyeler kala Bastian’ın kendisini asistanıyla aldattığını öğrenince sahnede herkesin gözleri önünde aşkı, gerçeği ve sadakati sorgulayarak kalabalık içinde ‘benimle evlen’ yazısı tutan ilk gördüğü yüzle, bir yabancının gözleriyle karşılaşır ve bu yabancı adamla evlenmeyi seçer. Bastian’a ve aldatan tüm sözde aşıklara bir tepki olarak başlayan evlilik, beklenmedik bir aşka dönüşecektir. Birbirinden tamamen farklı dünyalara sahip bu iki yabancı, pop star ile matematik öğretmeni ortak bir dünya kurabilecekler midir?
Sosyal medya, sanal ortam, dijital evren ve bütün bu hengâmenin ortasına sıkışmış iki yürek! Aşkın da serbest pazarda alınıp satılan bir meta haline geldiği günümüz dijital dünyasında, her oluşa inat insan kalabilmeyi ve aşkın samimiliğini kutsayan romantik komedide Jennifer Lopez, yarım yüzyılı geride bırakmış olmasına rağmen gerçek bir diva olduğunu yeniden kanıtlıyor! Owen Wilson ile birlikte sahici bir romantik komedi çifti olmayı başaran Lopez, muhtemel yeni şarkılarıyla da renk katıyor öyküye. Frank Capra geleneğinin tutkunları, ‘When Harry Met Sally’ciler ve genel anlamda romantik komedi hayranları keyif alacaklardır. Aşka inananlar ise her durumda izlemeli. O kadar ama! (3 / 5)
Haftanın notlarımız arasında yer alamayan üç yerli yapımı ise, Özgür Bakar ve Bilal Kalyoncu’nun yönettikleri, Anadolu tarihinin önemli savaşlarından Malazgirt’in hikâyesini perdeye taşıyan tarihi savaş aksiyonu ‘Malazgirt 1071’, Kısmetli köyüne bir grup yabancının gelmesiyle gelişen olayları öyküleyen Umut Kaya imzalı komedi ‘İsmetse Olur’ ve yönetmen koltuğunda Cemal Aşkın Alpçetin ile Can Yelkenciler’in yer aldıkları korku türündeki ‘Lietli: Cin Kabilesi’.
İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın. İyi seyirler herkese!
TARİHTE BU HAFTA
On bir yıl önceye, 2011 yılına gidiyor; tarihte bu haftayı anımsıyoruz.
Vizyonda bu hafta (11 Şubat 2011)
11 Şubat haftası, dört yeni filmle merhaba diyor… Yedi dalda Oscar için yarışan ‘Dövüşçü’, Anthony Hopkins’li korku ‘Ayin’, efsane atın öyküsü ‘Şampiyon’ ve yerli yapım ‘İncir Reçeli’. Hepsi notlarımız arasında. İyi seyirler!
DÖVÜŞÇÜ
ABD’nin kuzeydoğu kıyısında, New England bölgesinde, Massachusetts eyaletinin başkenti Boston’un banliyölerinden Lowell’dayız. İrlandalı bir aile ile tanışıyoruz. İşçi sınıfından bir aile. Lowell’in medarı iftiharı, ‘yıkık’ efsane Dickie Eklund, ringlerden uzakta kalmış ama ‘eski’ günlerine geri dönüp, şampiyon olmayı umut eden bir ağabey. Uyuşturucu, kötü arkadaşlar, şartlar yok etmiş onu. Kardeşi Micky Ward ise iyi bir boksör adayı. Kendisini çalıştıran Dickie’ye çok güveniyor. Menajeri ise annesi Alice Ward. Micky, yedi kız kardeşi, babası, aşık olduğu Charlene arasında, yırtmayı umut ediyor. Daha iyi bir daireye taşınmayı, kızını daha çok görmeyi. Üst üste kazanıp şampiyon olmayı… Beyaz işçi nüfusun ağırlıkta olduğu Lowell, filmin en önemli oyuncusu belki de. Sokaklarındaki insanlar, bizim İrlandalı kalabalık aile, müdavimlerin devam ettiği bar, umutlar, çaresizlik, düşüşler, kalkışlar, dostluk, kardeşlik, aşk ve aile... Birlikte olmak ve birlikte kalmanın hayati önemi. Bütün mesele kafa-beden-kafa-beden… Kafaya atılan yumruk değil, ardından vücuda vurulan sert darbe etkilidir. Düşüşten sonra kalkmayı bilmek. Sistemin, sokakların, onca yoksulluğun, ihmalin, eğitimsizliğin, yoksunluğun, kadersizliğin karşısında yumruklarınla mücadele edip kazanmak gerekir. Emekçi ve gururlu sınıfın olacaktır zafer. Onlar, kameraları, kalemleri, bütün silahlarıyla Lowell sokaklarındaki ‘yırtamamışları’ kötü bir örnek olarak göstere dursunlar, son yumrukları sallayıp, rakibi yıkacak güç içimizde bir yerdedir oysa. Artık vakti gelmiştir. Her zaman kaybedilmez. Christian Bale’in inanılmaz Dickie performansı, Melissa Leo’nun aynı çılgınlıktaki ‘dominant anne’si, sonra Amy Adams’ın gerçekçi şefkati, Mark Wahlberg’in basın toplantısındaki ‘o müthiş pis bakışı’... ‘Three Kings / Üç Kral’ ve ‘I Heart Huckabees / Tesadüfler’ filmlerinden anımsayacağınız David O. Russell imzalı biyografik dram, her karesine hüzün sinmiş bir yapım. 1980’li yılların ortasından gerçekçi bir sınıf mücadelesi. Sıkı rock’ın hâkim olduğu Soundtrack’de çok çok iyi. Hayatı nakavt etmeye çalışan ve ringe havlu atmayan bir film.
ŞAMPİYON
Efsanevi Amerikan yarış atlarının öyküleri, beyazperdenin, özellikle Hollywood’un sevdiği temalar arasında. 2003 tarihli ‘Seabiscuit / Zafer Yolu’, ABD’de yaşanan büyük bunalım zamanında, insanlara ümit veren bir yarış atının öyküsünü anlatıyordu. ‘Braveheart / Cesur Yürek’in senaristi olarak tanınan Randall Wallace’ın yönettiği biyografik dram, 1973’te ABD’nin en önemli at yarışı olan Triple Crown’ı (safkan atların yarıştığı üç aşamalı yarış) kazanan efsane yarış atı Secretariat’ın hikâyesi. Aslında, erkek dünyasında var olmaya çalışan at sahibi Penny Chenery’nin öyküsü. Diane Lane’in canlandırdığı güçlü kadın karakter, soğuk savaş dönemindeki muhafazakâr ABD’de türlü imkânsızlılar karşısında ideali için mücadele veren bir kahramana dönüşüyor. Dönemin devrimci ruhu, özgürlükçü değişim hareketleri fonda fazla suya sabuna dokunmadan verilmiş. Wallace’ın yaptığı işlerden (‘Pearl Harbour’un senaryosu, ‘We Were Soldiers / Bir Zamanlar Askerdi’ filmindeki yönetmenliği) ‘fazla Amerikalı bir vatansever’ olduğu düşünülürse, perdede izlediklerimiz onun adına ilerici bir hamle sayılabilir. Güzelliğinden ve ‘klasından’ en ufak bir detay yitirmeyip, yıllar içinde üzerine koyan Diane Lane’nin güçlü performansına, usta aktör John Malkovich aynı şıklıkla eşlik ediyor. Yarış atının adını bulan emektar sekreter rolünde Margo Martindale’de çok ince nüanslarla oynuyor. Çekim kalitesi ve dönemi başarıyla yansıtan sanat yönetimi, özellikle kostümler müthiş. İlgi ve heyecanla izlenen ‘hoş’ bir film. Bir de ülkemizde, 70’li yıllarda efsane bir at vardı. Adı; Doktor Seferof. Hüzünle düştü aklıma filmin ardından. Veliefendi’de güzel günlerdi. Hipodromun naifliği bütün bir dünyaydı sanki. Küçüktüm. Mahallenin at yarışlarına meraklı ağabeyleriyle birlikte doldurduğumuz ganyanlar… At koşup, baht kazanıyordu… 79’da Gazi koşusunu kazanırken Mümin Çılgın biniyordu Doktor Seferof’a. Yıllar çabuk geçiyordu…
AYİN
William Peter Blatty, korku klasiği ‘Şeytan’ı yazmasaydı, William Friedkin’de 1973’te aynı adlı gelmiş geçmiş en ürkütücü filme imza atmasaydı beyazperde şeytan teması bakımından yoksullaşırdı. Bu bir gerçek. ‘The Exorcist’in açtığı güvenli yoldan ilerleyip perdeye yansıyan yüzlerce yapımdan biri de İsveçli yönetmen Mikael Håfström imzası taşıyan ‘The Rite / Ayin’. Ülkesinde yönettiği ‘Ondskan / Şeytana Karşı’ filmiyle ünlenen, kısa sürede Hollywood’un dikkatini çekip, yeni dünyaya transfer olan İsveçli, peş peşe ‘Derailed / Raydan Çıkanlar’ ve ‘1408’ adlı gerilim-korku filmlerini yönetmiş, başarılı bulunmuştu. Kötü ve karanlık olanla, insandaki şeytani tarafla ilgilenen bir sinemacı Håfström. Projenin ona emanet edilmesinde, daha önceki işlerinin ve kötücüllüğe yaklaşımının epey katkısı olduğu düşünülebilir. Gazeteci Matt Baglio’nun, Vatikan’da şeytan çıkarma eğitimi alan bir rahipten öğrendiklerini yazdığı kitabından yola çıkarak perdeye uyarlanan korku-gerilim ağırlıklı dram, gerçekçilik ve doğallıktan taviz vermemeyi planlasa da, sıradanın üstüne çıkmayı başaramıyor. Anthony Hopkins’in alışageldik üstün performansına, Roma ve Vatikan sokaklarının kolaylık sağladığı İsveçli yönetmenin titiz atmosfer çalışması ve İskandinav teknik disiplinine rağmen ‘eh işte’ statüsünden kurtulamayan bir film var karşımızda. Nedense, şeytan ve şeytan çıkarma durumlarına çok meraklı olan bizim izleyici tarafından ilgi göreceği su götürmez olan filmde, başrolü üstlenen genç İrlandalı aktör Colin O’Donoghue, gelecek adına umut vaat eden bir yüz ve figür olarak duruyor perdede.
İNCİR REÇELİ
Aşk filmi çekemiyorlar… Romantizm zor zanaat… İnandırıcı değil durumlar. Hiç aşık olmamış gibi, dengeleri bozulmamış gibi… Ağlamak, bir boşluğa sarılmak, aykırı oluşlar, o özel anlar, kaybetmek değil sadece durum. Daha başka, içi daha dolu şeyler yansımalı perdeye. Sahici olmalı. ‘İncir Reçeli’, ‘Aşk Tesadüfleri Sevein üzerinde değil anlayacağınız. Daha mütevazı gibi duruyor ama var işte; bunda da hesap var. Hesapsız olmalı aşk halbuki. Yaşamayan karakterler. Yan karakterler zaten tamamen ‘yazılmışlar’, ‘yoklar’… Ana karakterler Metin ve Duygu’yu geçtik; Kapıcı Cemil, şarkıcı Lisa, yakın arkadaş Erol; karikatür gibiler. Oysa hikâyeleri nerelere gidebilir. Yahu; şu Hollywood filmlerinden on tane üst üste izleseniz daha iyi ‘karakter’, ‘durum’ yazarsınız gibime geliyor. Şu yaratım sorunu meselesi… Bir de karakterler sıcak değil, sevimli değil. Bir sosyal sorumluluk projesi var perdede; elde değil…
MURAT ERŞAHİN