Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

11 MART 2022

10 Mart 2022 Perşembe 09:23
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Koronavirüs (COVID-19), dünya genelinde hızla can almaya devam ediyor! Virüsten, kendimizi ve sevdiklerimizi mümkün olduğunca izole ederek korunmaya çalışıyoruz. Aşı olarak, sosyal mesafelerimizi koruyarak, hijyen kurallarına sıkı sıkıya uyarak ve maskelerimizi evlerimizin dışında asla çıkartmamaya çalışarak. Umuyoruz bu zorlu günler sona erecek yakında.
Bazı salonlar yeni tedbirler uygulayarak kontrollü biçimde 2020 Temmuz ayından itibaren kapılarını açmışlardı. Kademeli ve kısmi olarak yeniden başlayan vizyona, 17 Kasım 2020 günü alınan bir dizi karar sonucu yeniden ara verildi. Covid-19 tedbirleri gereği sinema salonlarının önce yılsonuna, ardından belirsiz bir tarihe dek kapalı olacağı açıklandı. Ve tarih 2 Temmuz 2021’i gösterdiğinde salonlar yine izleyicileri ağırlamaya başlıyor; perdeler, umuyoruz bir daha kapanmamak üzere açılıyordu!
Siz değerli okuyucularla, henüz vizyon filmsiz kaldığı ilk günlerden bu yana, 2020 Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaşıyordum. İki yıla yakın zaman geçti. 5 Mart 2021’den itibarense, sinema salonları perdelerini açana dek, her yeni hafta, o tarihe ait eski ‘sinemadan çıkmış insan / vizyonda bu hafta köşeleri’ sizlerle buluşacağını söylemiştik ve buluşturduk da! ‘Tarihte bu haftaya’ baktık!
Sinemalar açılmadan önce her hafta, naçizane iyi filmler ve diziler önerdik sizlere! ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bu yeni bölüm, sizlere her hafta sinema tarihinden 5 klasik film ve popüler olsun olmasın; ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ın beğendiği ‘güncelleri’ önerdi. Klasik film önerilerine devam edeceğiz! 2022 hepimize önce sağlık getirsin. Gerisi hikâye! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Kurda kuşa yem olmayın bir de!


ÖNCE TAVSİYELER…

SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK

La historia oficial / Resmi Tarih

(Yönetmen: Luis Puenzo / 1985)


El espíritu de la colmena / Arı Kovanının Ruhu

(Yönetmen: Victor Erice / 1975)

El Verdugo

(Yönetmen: Luis Garcia Berlanga / 1963)

Los santos Innocentes

(Yönetmen: Mario Camus / 1984)


El bosque animato

(Yönetmen: José Luis Cuerda / 1987)

 

Vizyonda bu hafta (11 Mart 2022)

Üçü yerli yapım olmak üzere toplam beş yeni film getiriyor beraberinde 11 Mart haftası!
Sadece haftanın değil, sezonun en önemli yapımlarından olan, günümüz çağdaş sinemasının yaratıcı isimlerinden Taylandlı Apichatpong Weerasethakul’un yeni filmi ‘Memoria’ notlarımız arasında!


MEMORIA

-Siz de duyuyor musunuz?

Apichatpong Weerasethakul… Günümüz sinemasının yaman isimlerinden biri! 1970 doğumlu Tayland’lı 2010’da Cannes’de Altın Palmiye’yi kazandığı mistik dram ‘Loong Boonmee raleuk chat / Amcam Önceki Hayatlarını Hatırlıyor’ ile keşfettiğimiz özgün ve has bir yaratıcı… Konvansiyonel sinemanın üretim biçimlerine kafa tutan bir tarzı var. Bunun yanında 2012 tarihli dramı ‘Mekong Hotel’i bir ‘maket film’ olarak nitelediğimi anımsıyorum. Weerasethakul, içine bilimkurgu ve fantastik ögeler kattığı yeni anlatısı ‘Memoria’ ile yine tamamen kendine özgü, ayrıksı ve çok güçlü bir dram yaratmış!
Cannes’den Jüri Ödülü ile dönen meditatif yapımın başrolünü, aynı zamanda yapımcılar arasında da yer alan usta aktris Tilda Swinton üstleniyor. ‘Ses’e filmlerinde özel önem veren Taylandlı auteur, başrollerden birini yine ‘ses’e vermiş! Tipik olarak uyku ve uyanıklık arasındaki geçiş döneminde ortaya çıkan ve bir uyku bozukluğu olarak da adlandırılan ‘patlayan kafa sendromu’ndan muzdarip Jessica Holland adlı İskoçyalı kadın, hastalanan kız kardeşini ziyaret etmek için Kolombiya’ya, Bogota’ya gelir. Her gece duyduğu, nedeni ve kaynağını bilmediği tuhaf bir ses, Jessica’nın gündelik hayatını bir kâbusa dönüştürür bu izahı zor paranoyadan kurtulmak içim gizemli sesin kaynağına doğru ‘farklı’ bir yolculuğa çıkar.
Filmin ana karakteri, ilk kez memleketi dışında başka bir yerde, Latin Amerika’da film çeken yönetmenin hissettiği yabancılık ve tedirginlik hissiyle bezenmiş. Karakterin duyduğu sesin dünyevi olana çekilme çabası, tinsel olanın ağır bastığı ‘başka’ yerlere uzanıyor! Ses dalgaları bir anı, bir varoluş kanıtı. Somut olandan soyuta bir yolculuk. Politika, militarizm, tarih, coğrafya ve hafıza… Bogota sokaklarından, Kolombiya ormanlarına, nehir kenarlarından, kapalı mekânlara doğru gezindiğimiz bu tarihsel hafıza ve sorgu yolculuğunda insana ait derin ve kapanmaz yaralar, acılar ve dünyadan olmayan uzaylılar karşılaştığımız. Bildiğimiz sesler, bilmediklerimiz, her gün duyduklarımız, duyar gibi olduklarımız, sorular, boşluklar ve upuzun sessizlikler… Bireysel ve toplu hafıza, kültürel kodlar, halüsinasyonlar, sinir sistemi, sömürgecilik, bilgi, dokunamadığımız gerçeklikler, kaybolmak, keşfetmek, ‘gibi’ olmak, uyku, düş, modern şehir hayatından doğaya doğru dingin ve aynı zamanda netameli ve ruhani bir yolculuk. Gerçeğin muğlaklığı, karşılaştığımız ‘başka’ oluşlar, aidiyet, geçmiş, gelecek ve yüzleşme… Meşakkatli fakat kaçırılmaz bir farkındalık resitali işin aslı ‘Memoria’! (4 / 5)

 

Haftanın notlarımızda yer alamayan diğer yenilerine gelirsek…

Pixar’ın yeni animasyonu ‘Turning Red / Kırmızı’yı Domee Shi yönetmiş! On üç yaşındaki Meilin Lee’nin her heyecanlandığında kırmızı bir pandaya dönüşmeye başlaması sonrası gelişen olaylar…
Ardı sıra gösterime girecek yerli bir korku üçlemesinin ilk filmi olan ‘İlk Seans: NMSM,’ Gökhan Murat Toktamışoğlu tarafından yazılıp yönetilmiş! Başrolü Eylül Ezgi Yılmaz’ın üstlendiği korku öyküsü, hayatı boyunca üstesinden gelmeye çalıştığı fobileriyle mahsur kaldığı metro istasyonunda bir kez daha yüzleşmek durumunda kalan Aslı’nın hikâyesini taşıyor perdeye.
Emir Khalilzade’nin yönettiği aksiyonu yüksek dram ‘Adanış Kutsal Kavga’, İstanbul’un fethinin ardından, bir yarısı soylu Julius Ailesi’nde, diğer yarısı ise ellerindeki kutsalı korumakla yükümlü ‘Adanmışlar’da kalan mukaddes haritanın odağında olduğu olaylar zincirini izliyoruz. Başlıca rolleri İsmail Filiz, Esra Bilgiç, Baki İlhan ve Serdar Deniz üstleniyorlar.
Pasif bir karaktere sahip edebiyat öğretmeni Hayati, karısı tarafından hor görülüp terkedilir. Bir süre sonra ataerkil özellikteki kasabada kimliği belirlenemeyen bir kadın cesedi bulunur. Hayati, cesedin karısına ait olduğunu iddia edip başkasının işlediği cinayeti üstlenir. 2İşlemediği bir cinayeti neden üstlenir insan’ sorusunu kaşıyan ‘Ceviz Ağacı’nı Faysal Soysal yazıp yönetmiş. Serdar Orçin ve Sezin Akbaşoğulları başrolleri üstleniyorlar.

İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!

İyi seyirler herkese.

 

 

On bir yıl önceye, 2011 yılına gidiyor; tarihte bu haftayı anımsıyoruz.


Vizyonda bu hafta (11 Mart 2011)

Vizyonda altı yeni film var bu hafta. Şafak Sezer’li komedi ‘Kolpaçino: Bomba’ya basın gösterimi düzenlenmedi. ‘Sevimli Hayvanlar’ adlı animasyonu ise izleme şansı bulamadım. Haftanın -üçü yerli- diğer dört filmi ise notlarımız arasında. Bu haftadan itibaren, sizlerden gelen istek üzerine yıldız tablosuna da yer veriyoruz. Eleştirilerin sonunda yer alan rakamlar, beş üzerinden buçuklu olarak filmlere verdiğimiz yıldızlar. İyi seyirler!


İKİ KADIN, BİR ERKEK
‘Madem o kadar meraklısın, kendine bir aile kur’ der Nic, kapıda dikilmiş duran Paul’e ve ekler; ‘Benim ailemden de uzak dur.’ Lezbiyen çift Nic ve Jules’un tehdit altındaki ilişkilerini kurtarma çabası, aslında başka bir biçimde ‘aile’nin kutsanması anlamı taşır. Amerikan bağımsız sinemasının önde gelen isimlerinden Lisa Cholodenko’nun, geçtiğimiz yıla damga vurmuş filmlerinden olan incelikli dramı, içerdiği zeki mizahın yanında eşcinsellerin evlilik ve çocuk sahibi olma haklarını gündeme getirmesi bakımından bir ‘meseleye’ de sahip. Fakat işin ucu dönüp dolaşıp kutsal aile kavramına geliyor. Bir erkek bir kadın, iki erkek veya iki kadın. Çiftlerin kimlikleri ve yapıları ne olursa olsun, sonuçta ‘aile’nin okşanması mevzubahis. Bu da, izlediğimiz bağımsız bir film dahi olsun, geçer akçe genel yargının ötesine geçilmediğini ve ailenin yine bir biçimde ‘yırttığını’ gösteriyor bize. Eşcinsel hakları üzerinden döneme liberal bir bakış atmaktan da geri kalmayan filmin oyuncu kadrosu, perdeye yansıyan işe çok şey katıyor. Annette Bening ve Julianne Moore’un bildik üstün performanslarına, Mark Ruffola yine bildik ‘doğallığıyla’ eşlik etmiş. Filmin iki büyük sürprizi ise, Tim Burton’un ‘Alice Harikalar Diyarında’da bizle tanıştırdığı Mia Wasikowska ve kardeşi rolünde ‘Terabithia Köprüsü’ filmiyle dikkat çeken Josh Hutcherson. Bu iki genç ismin bazı anlarda, karşılarındaki ustalardan rol çaldığına tanıklık ediyoruz. Sevginin, dostluğun ve emeğin önemine yapılan vurgunun hakkını vermek gerek. Bir çocuğu dünyaya getiren değil, onu bakıp büyütendir asıl ailesi. İçine ‘Kafkas Tebeşir Dairesi’ dokusu sinmiş, sevimli, sıcak, düzgün bir film Cholodenko’nun ki. İmkân yakalanmış ama eşcinsel hakların ve duyarlıkların ötesine geçip, içten, radikal ve daha dobra şeyler söylenmemiş olsa bile, hiçbir şey söylenmemesinden daha iyi yine de perdeye yansıyanlar. (3,5 / 5)


GÖLGELER VE SURETLER
Rafine işlere imza atan ve sinemasında sabırlı, titiz bir yolculuğu sürdüren Derviş Zaim, geleneksel Türk sanatları üçlemesine nokta koyduğu yeni filmiyle vizyonda. ‘Cenneti Beklerken’ minyatür, ‘Nokta’ ise hat sanatını fon alırken, Zaim’in Kıbrıs sorunu ile ilgili filmi, ‘gölge oyunu’nu, ‘Hacivat-Karagöz’ü perdeye taşıyor. Filmin öyküsü 1963’de Kıbrıs’ta geçiyor. Yunanistan ile birleşmek isteyen Kıbrıslı Rumlar ve adanın Türk halkı arasındaki çatışma. Adada Türkler ve Rumlar arasında bölünmenin ilk ateşi. Yaşanmış, gerçek olaylardan esinlenmiş Zaim. Kurmaca öykü ve karakterlerle desteklenen yaşanmışlıklar, iki halk ve toplum arasındaki hoşgörü eksikliğini, insani bazdaki asgari müşterekleri mercek altına alırken, sevgi ve dostluğun birlikte olmak ve birlikte kalmak adına gerekliliğine değiniyor. İnsanın karanlık yanı, ötelenen mantık, unutulan vefa, adalet duygusu, dostluk ve kaybolan sevginin sözlük anlamı. Düşünce tarihine, felsefe, mitoloji, siyaset, sanat tarihi ve yakın tarihe göndermelerle yüklü perdedeki öykü. İnsanın acımasız, kötücül yanıyla olan uzlaşma girişimi, iyi, temiz ve saf olana verilecek şans belirleyecektir tarihi. (3 / 5)


BİR AVUÇ DENİZ
Pearl Jam’in solisti Eddie Vedder ya okuduğunu anlamıyor, ya da başka bir senaryo okudu. Grubun ünlü şarkısı ‘Indifference’ın Vedder’ın onayıyla filmde kullanıldığı belirtiliyor yapım notlarında… Film için en başta şunu söylemeliyim: Şuursuz bir iş. Son dönemde izlediğim en zayıf film. Bu yüzden bir parantez açıp, daha önceki haftalarda eleştirdiğim Ali İlhan, Ömer Faruk Sorak ve Özcan Deniz’in filmlerine ‘az da olsa’ haksızlık yapmış olduğumu itiraf etmem gerek. Üç film de Zeffirelli melodramları gibi kalıyor bunun yanında. ‘Bu ne böyle’ diyor insan perdedeki şeyleri izlerken. Olaylar nerede geçiyor, neler oluyor? GSMH’sı belli olan, yoksul, yoksun, bir sürü problemle boğuşan insanlar için değil, Saint Tropez’de güneşlenenler için mi çekildi bu film? Aristokrasi geleneği olmayan bir ülkede yalandan burjuva manzaraları. Çakma oluşlar, dertler. Bir elinde cımbız, bir elinde ayna, umurunda mı dünya bakışı, lay lay lom’un zıvanadan çıkmış hali. Diz boyu duyarsızlık… Senaryo, diyaloglar, yerlerde sürünüyor. Kendini epey ciddiye alan iddialı bir anlatı ve biçimle karşımıza çıkmış Leyla Yılmaz… Kurgu’da ise tuhaf bir kes-yapıştır mantığı var. Oyuncular, lise ikinci sınıf müsameresindeler. Geçenlerde ‘Benim Adım Aşk / I Am Love’ uğradı sinemalara. Oturup dikkatlice filmi izlesen, çekmezsin şu çekileni. Durum bu denli vahim. Bir de şu; uzun süredir hiçbir filmin basın gösteriminde böyle tepkiler verilmemişti. Yüksek sesli kahkahalar salondan dışarı taşarken, salonda yapım ekibinden kimse olmasın, üzülmesinler istedim. (0,5 / 5)


SAKLI HAYATLAR
Vasatın oldukça altında ve vasat birçok yerli filmden sonra çıkagelen ‘Saklı Hayatlar’ umut veren bir örnek. Siyaseten doğru, gayet temiz, samimi, gerçek, dürüst, düzgün bir film çekmiş senarist kimliğiyle tanıdığımız Halûk Ünal. Ünal’ın ilk yönetmenlik denemesi, milliyetçi, muhafazakâr Sünni bir ailenin solcu oğlu ile Çorum katliamının hemen ardından İstanbul’a göç eden Alevi bir ailenin kızının aşkını öykülüyor. Fonda, 1980’nin Türkiye’si var. 12 Eylül darbesinin ayak sesleri, tahammülsüzlük, katliamların kökeninde yatan kin, ‘ötekileştirme’, toplumsal empati eksikliği, faşizmin insanı yok eden yönü, dini, etnik kimliklerin belirleyici rolü, devletin, dolayısıyla gündelik hayatı paylaşan sıradan insanların önyargıları, baskıları. Acımasızlıklar. Kimlikler üzerindeki baskı ve küçük insanın dramı. Bir yangın yerinde yeşermeye çalışan aşk, sevgi ve hoşgörü… Ahmet Mümtaz Taylan’ın en iyi performansını sergilediği filmde, genç oyuncular Ceren Hindistan ile Yusuf Akgün de, ona başarıyla eşlik ediyorlar. (3 / 5)

MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar