11 KASIM 2016
İkisi yerli toplam beş filmlik yeni vizyon, ‘filmekimi’nde gala yapan üç filmi salonlara taşıyor. Nitelik olarak zengin hafta, hemen her beğeniye de sesleniyor ayrıca. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın. Herkese iyi seyirler.
CANAVARIN ÇAĞRISI
Böyle nobran ve duyarsız bir çağda böylesine zarif ve incelikli bir film çekmek, akıl alır gibi değil her şeyden önce. Yapımda emeği geçen herkesi kutlamak gerek! İnsanın ihtiyacı olan en gerçek hisleri, şiirsel ve sinemanın gerektirdiği biçimde perdeye yansıtan yapım, Patrick Ness’in çok satan gençlik edebiyatı serisinin aynı adlı ödüllü romanından ve Siobhan Dawd’un orijinal fikrinden, yine Patrick Ness tarafından perdeye uyarlanmış. Fantastik ögelerle dolu, animasyon de içeren etkileyici ve duygusal dramı, 2007 tarihli ilk uzun metraj kurmacası ‘El Orfanato / Yetimhane’ ile tanınan Barcelona doğumlu İspanyol yönetmen Juan Antonio Bayona yönetmiş. Bayona’nın filmi, vizyon öncesi izleyiciyle filmekimi kapsamında da buluşmuştu. Babası evden gitmiş olan onlu yaşlarının başındaki Conor’un küçük dünyası, annesinin ölümcül hastalığı ile alt üst olmuştur. Okulda, onunla uğraşan çocuklar ve pek de sempatik olmayan anneannesi de devreye girince, hayat; mücadele etmesi oldukça zor bir hal alır. Kendine destek olacak birini arayan ve bulamayan Conor, canavarlar ve peri masallarının fantastik dünyasını eve getiren ağaçtan bir canavar bulur bir gece yarısı karşısında. Bayona’nın daha önce ‘Yetimhane’ ve ‘The Impossible / Kıyamet Günü’ filmlerinde de birlikte çalıştığı ödüllü görüntü yönetmeni Oscar Faura ve orijinal müziğe imza atan Fernando Velázquez’in de katkısıyla ‘büyük’ bir film olmuş, özellikle ilk gençliklerini süren izleyicinin izlemesi gereken bu duyarlı yedinci sanat ürünü. Anne-oğul, kabulleniş, sevgi, kayıp, umut ve itiraf etmekte en çok zorlandığımız şey olan gerçekler. İyi ile kötünün, yer değiştiren izafi gerçekliği, canavara duyduğumuz ihtiyaç, içtenlik, öfke, cesaret, dürüstlük, yaşamla birlikte yürüyen ölüm ve hepsinden sonra insana kalanlar… Joe Wrigt filmi ‘Pan’da rol alarak sinema macerasına başlayan gencecik aktör Lewis MacDougall, kelimenin olanca anlamıyla ‘muhteşem’ bir performans sergilemiş. Usta aktris Sigourney Weaver, Felicity Jones, Toby Kebbell ve ‘canavar’ rolünde bir diğer usta aktör Liam Neeson, MacDougall’dan rol çalma gayretindeler. Kaçırılmaması gerekir! (4,5 / 5)
KAPTAN FANTASTİK
Haftanın, ‘filmekimi’nden vizyona sarkan bir diğer yenisi olan hüzünlü ve romantik komedi-dram, gerçek kimliği aktörlük olan Matt Ross’un yazıp yönettiği ikinci uzun metrajı. Ben ve Leslie, medeniyetten kaçma fikriyle yola çıktıkları zaman, çocuklarını da, aynı minvalde yetiştirmeye karar vermişlerdir. Ezberlenmiş medeniyet kalıplarının tamamen dışında, geleneksel ve toplumsal olan hemen her sistem ve normdan farklı eğitip büyüten çiftin güneşli günleri, Leslie’nin hastalığı ile kararır. Altı çocuğuna, hem baba, hem anne, hem de eğitmen olan Ben, Leslie’nin ölüm haberi üzerine, aile meclisini toplar ve alınan ortak karar sonucunda ailenin bütün fertleri, medeniyete doğru yola çıkarlar. Modern toplumun çıkmazları, insanı kuşatan sistemin aldatıcılığı, az yürünen yola sapmak, değerler, cesaret, aile olmak, sevginin gücü, doğru olanın farklı etkileri ve birlikte olmanın değil, birlikte kalmanın erdemi üzerine iğneleyici bir masal anlatıyor ‘Kaptan Fantastik’. İlk sahnesinden, mutfak masasında sona eren çarpıcı finale dek, sürekli soru soran, sorduğu sorularla sizi sersemleten ve kendi sorgunuza ön ayak olmanızı sağlayan hoş bir film duruyor karşınızda. Fikri ve vicdanı hür yapım, iyi başlayıp iyi gidiyor ancak final karesini çok iyi kapıyor. Başrolde Viggo Mortensen’i izliyoruz. Yetenekli genç aktör George MacKay, Steve Zahn, Kathryn Hahn ve usta oyuncu Frank Langella, kadronun diğer isimleri. Aile fertlerini oluşturan kardeşleri canlandıran gencecik oyuncuların da tümü çok iyi. Amerikalı aktivist, dil bilimci, filozof, mantıkçı, siyasî eleştirmen, tarihçi ve yazar Noam Chomsky güzellemesi de içeren film, Cannes Film Festivali’nin belirli bir bakış bölümünde ‘en iyi yönetmen’ ödülünü kazanmayı başarmıştı. (3,5 / 5)
ARRIVAL
Hemen her çektiği film ses getiren, Kanadalı kalburüstü sinemacı Denis Villeneuve, sekizinci uzun metrajında, zaman ve sevgi kavramlarını, son derece incelikli işlemiş. Üstelik gizem yüklü bir bilimkurgu fonunda yapmış bunu. Ted Chiang imzalı ‘Story of Your Life’ adlı kısa öyküden, Eric Heisserer’in perdeye uyarladığı film, dünya dışı canlıların, yeryüzüne on iki farklı noktaya inişi sonrası, uzaylıların geliş amaçlarını çözmeye uğraşan bir grup insana odaklanıyor. Dilbilimci Dr. Louise Banks ve fizikçi Ian Donnelly, ordu ve hükümet mensuplarıyla beraber uzaylılarla iletişim kurmaya çalışırlar. Geliş amaçları barışçıl mıdır yoksa gezegen için bir tehlike mi içermektedir? Herhangi bir bilimkurgu filminin sorduğu sorulara, bambaşka cevap ve yaklaşımlar sergileyen film, özünde kara bir dram işin aslı. Zamanın boyutları ve asıl olan sevgi üzerine içi dolu şeyler söylemiş Villeneuve. Venedik’te Altın Aslan için yarışan filmde başrolü Amy Adams üstleniyor. Beş kez Oscar adayı olmuş, iki kez Altın Küre kazanmış başarılı aktrise; Jeremy Renner, Forest Whitaker ve Michael Stuhlbarg gibi usta aktörler eşlik ediyorlar. Bradford Young’ın kamerası ve İzlandalı Jóhann Jóhannsson imzalı orijinal film müziği, ‘ayrı’ bir ivme eklemiş yapıma. Max Richter bestesi ‘On The Nature Of Daylight’ öyküye çok yakışmış ayrıca. İzleyicisini; niçin buradalar yüzeysel sorusundan, başka yerlere çeken bilimkurgu görünümlü dram; hüzünlü ama insancıl biçimde belki de en hayati olan kavram ve değerlere, incelikle parmak basıyor. (3,5 / 5)
BENİM ADIM FERİDUN
Çağan Irmak, yeni filmini; Mahir Ünsal Eriş’in aynı adlı eserinden uyarlamış perdeye. Yönetmenin on ikinci uzun metraj kurmacasında, uzun süreli ilişkisi henüz bitmiş Ersan’ın, İstanbul’dan, baba evinin bulunduğu Erdek’e gidişine tanık oluruz. Marmara’nın şirin sahil kasabasında tesadüfen konuk pozunda sızdığı düğünde, Feridun adındaki başka birine benzetilmesi sonucu gelişen olayları izleriz. Aşk, tesadüfler, mutluluk, o eski güzel anlar, yalanlar, gerçekler ve sürekli değişen, devinen hayat… Halil Sezai Paracıkoğlu ve Büşra Pekin’in başrolleri üstlendiği yapımda, Tarık Pabuççuoğlu, Suzan Aksoy, Güngör Bayrak, Cem Kurtoğlu, Ayşe Tunaboylu ve Özge Borak diğer rolleri üstleniyorlar. Usta aktrisler Kadriye Kenter ve Defne Yalnız, romantik komedinin sürprizleri. Gökhan Tiryaki’nin görüntü yönetmenliğinde çekilmiş filmin müzikleri, Çiğdem Erken imzası taşıyor. Çağan Irmak’ın eski filmlerinin gücünden bir miktar uzakta ‘Benim Adım Feridun’. Aceleye gelmiş, fazla zaaf içeren genel bir görünümü var filmin. Eski bildik Irmak sinemasının meselelerinden biraz biraz serpiştirilmiş öyküye ama bu da, bütünlüğün ve sağlam bir sinemanın varlığını göstermiyor. Bir TV filmi ruhu egemen, ‘oldu bitti’ye getirilen; hisler dahil bütün gelişen olaylara. Çağan Irmak filmografisinin en unutulası filmi sanki. (1,5 / 5)
Levent Özdemir’in yönettiği, başrolü Fırat Tanış’ın üstlendiği yerli aksiyon-dram ‘Rus’un Oyunu’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenisi. Herkese tekrar iyi seyirler. MURAT ERŞAHİN