11 AĞUSTOS 2023
Çok şiddetli depremler, büyük bir felaket yaşadık!
Ülke olarak tarifsiz bir acı içindeyiz!
06 Şubat 2023 saat 04:17’de Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde 7.7 ve saat 13.24’te Elbistan ilçesinde 7.6 büyüklüğünde iki deprem meydana geldi ve yüreklerimiz yandı. Bütün yurtta ve dış temsilciliklerde yedi gün süreyle millî yas ilan edildi.
Depremden, Kahramanmaraş, Hatay, Adıyaman, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Adana, Osmaniye, Kilis ve Malatya illerimiz etkilendi. Resmi rakamlara göre bu satırların yazıldığı an, elli bine aşkın vatandaşımız hayatını kaybetmişti ve yüz küsur bini aşkın yaralımız vardı. Neredeyse beş yüz bin vatandaşımız bölgeden tahliye edildi. 20 Şubat gecesi ise Hatay’da 6.4 ve 5.8 büyüklüğünde iki bağımsız deprem daha meydana geldi. Altı can daha hayatını kaybederken üç yüze yakın kişi de yaralandı.
Hayatını kaybeden canlarımıza rahmet, yaralılara acil şifalar diliyoruz.
Tek düşüncemiz yaraların bir an evvel sarılması! Gün, yardım, destek ve dayanışma günü! Nerede olursak olalım, depremzedeler için yapabilecek mutlaka bir şeyimiz olmalı! Yüreğimiz yanıyor!
Kelimeler kifayetsiz! Hal böyleyken hemen hiçbir şeyin, bizim işimiz özelinde filmlerin ve vizyonda ne olup olmadığının bir önemi kalmıyor! İnsan deprem bölgesinden uzakta, yatağında yatmaya, bir bardak çay içmeye, neredeyse nefes alıp vermeye utanıyor!
Öte yandan film şirketleri çalışmalarına devam ediyorlar. Sinemalar açık. Her hafta yeni filmler vizyona girmeye devam ediyor. İki hafta süreyle ara verdiğimiz vizyon/film tanıtımlarına, işimiz mecburiyeti gereği 24 Şubat haftasından itibaren yeniden başladık.
SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK
M - Eine Stadt sucht einen Mörder / Bir Şehir Katilini Arıyor
(Yönetmen: Fritz Lang / 1931)
Double Indemnity / Çifte Tazminat
(Yönetmen: Billy Wilder / 1944)
Le salaire de la peur / Dehşet Yolcuları
(Yönetmen: Henri-Georges Clouzot / 1953)
La battaglia di Algeri / Cezayir Savaşı
(Yönetmen: Gillo Pontecorvo / 1966)
Dersu Uzala
(Yönetmen: Akira Kurosawa / 1975)
Vizyonda bu hafta (11 Ağustos 2023)
11 Ağustos haftasında, üçü yerli yapım olmak üzere on bir yeni film merhaba diyor izleyiciye!
Bu hafta, yapım tarihlerinden uzun yıllar sonra vizyona girecek üç Jacques Tati Klasiği notlarımız arasında…
Jacques Tati Klasikleri
1907-1982 yılları arasında yaşamış usta Fransız aktör-senarist-yönetmen Jacques Tati, görsel komedi sanatını yoğunluk, detay zenginliği ve yeni bir kompozisyon netliği getirerek yorumladı, görselliğe yeni bir bakış açısı getiren bir avuç sinema sanatçısından biri oldu ve post-modern Chaplin olarak gösterildi.
Tati’nin sineması temelde sessiz sinema geleneğine yaslanıyormuş gibi görünür ama derinine inildiğinde çok daha modern bir yapıyla karşılaşırız. Kamerasını mümkün olduğunca az hareket ettiren ve genelde sabit planları seven Tati, sessiz sinemanın abartılı oyunculuğunu kullanmaz. Çerçevenin içinde akıp giden zamanın değerini bilen, gündelik hayatın ritmini yakalamaya çalışan bir sinemanın yanındadır. Gerçekçi bir ‘slapstick’tir onun komedisi. Görsel yanı çok sağlam bir sinemadır bu… Resimler hemen her şeyi anlatmaktadır. Söz çok gerilere itilmiştir ama ses önemli bir anlatım aracıdır. Minimum diyalog kullanan Tati, belirli bir hikâye anlatmaktansa kahramanlarının karşılaştığı ve içine düştüğü komik durumları ‘göstermeyi’ tercih eder!
BAY HULOT’NUN TATİLİ
-Unutulmaz bir Yaz!-
Slapsitck komediye derin ve katmanlı meseleler ekleyen Jacques Tati’nin ‘Mösyö Hulot’ karakterini ilk kez izleyiciyle tanıştırdığı 1953 yapımı komedi, sevimli ama beceriksiz bir Fransız adamın deniz kenarındaki otelde yaşayıp yaşattıklarını taşır perdeye. Bay Hulot, sakin bir yer ve rahatlık aramaktadır ama nereye giderse gitsin kargaşa kendisini takip eder ve onu bir felaketten öbürüne sürükler…
Kimselerin ciddiye almadığı küçük, gürültülü ve külüstür arabasıyla deniz kenarına gidenler arasında Bay Hulot’da bulunmaktadır. Ağzından eksik etmediği piposu ve yaylanarak yürüyüşüyle uzun boylu Fransız beyefendisi deniz kıyısındaki Hotel de la Plage’a yerleşir. Kibar, cana yakın ve güler yüzlü bu yabancı, dinlenip, eğlenmeye çalışan insanlardan çok farklı değildir. Tek bir hareketiyle farkında olmadan bir dizi küçük tersliği başlatma konusunda özel bir yeteneği vardır yalnızca!
Usta Fransız sinemacı Jacques Tati’nin yazdığı, oynadığı ve yönettiği film, Akademi Ödülleri’nde En İyi Senaryo dalında Oscar adayı olur. Oyuncu kadrosunda Tati’ye, Nathalie Pascaud, Micheline Rolla, Valentine Camax, Lucien Frégis ve Suzzy Willy eşlik ederler. Bay Hulot’nun Tatili, saf sinema duygusu ve özgün duruşuyla zamana karşı direnmekte zorluk çekmeyen bir klasiktir kuşkusuz! (4,5 / 5)
AMCAM
-Gerçek insanın kelime anlamı-
Gösterişçi, çıkarcı, maddiyatçı, vahşi kapitalist bir toplumun tam ortasında uyumsuz biçimde gezinen, cana yakın ama dikkatsiz ve savruk kahramanımız Mösyö Hulot, kız kardeşinin burjuva zevklerine göre döşenmiş ultramodern evini ziyaret ederken bir dolu belaya neden olur ama yeğenini büyüler! Sadece evin küçük oğlu, suç ortağı ve dostu olarak dayısına elini uzatır. Jacues Tati’nin üçüncü uzun metraj kurmacası olan 1958 tarihli ‘Mon Oncle’, geleneksel ahlâk değerlerinin oluşturduğu yaşam tarzı ile tüketim toplumunun ortaya çıkardığı kargaşa ve koşuşturma arasındaki çelişkiyi vurgularken, modernleşmenin getirdiği yabancılaşmaya dikkat çekti.
Tati’nin romantik alter egosu ‘Mösyö Hulot’ bu filmde de (birçok Tati filminde olduğu gibi) II. Dünya Savaşı sonrasında Fransa’da başlayan Amerikan tarzı tüketim sevdasını, geleneksel mimarinin yok edilip, yerini soğuk modern yapıların almasını, otomobil çılgınlığını ve benzeri ‘insansız’, eğreti sözde yenilik ve adetleri eleştirmekten geri kalmadı. Çılgın ve dejenere değişime, determinizme Don Kişot gibi biçimde direndi. Zaten filmde betimlenen absürt modern mimarinin vurgulanabilmesi için Henri Schmitt’in tasarımı olan bir dekor bina stüdyoda özel olarak oluşturuldu ve bu efsane dekor, sinema klasikleri arasında girdi.
Filmin Türkçe adının ‘Dayım’ olması gerekirken (Mösyö Hulot, filmdeki küçük çocuğun annesinin kardeşidir), Fransızca’da amca ve dayı kavramları ‘aynı’ sözcükle ifade edildiği için, film Türkiye’de gösterime girdiğinde ‘Amcam’ olarak literatüre girmiştir. Filmin İngilizce konuşulan ülkelerdeki adı da (uluslararası adıyla birlikte) Fransızca olarak kalmıştır. Filmin diğer dillerdeki adları da anlam olarak aynıdır. Modern zamanlar eleştirisi, ‘En İyi Yabancı Dilde Film’ dalında Oscar ödülünün yanı sıra, Cannes’de Jüri Özel Ödülü’nün de sahibi olmayı başarmıştır. Henüz izlemeyenler için kaçırılmaz bir fırsat! (4,5 / 5)
OYUN VAKTİ
-Paris sokaklarında-
Mösyö Hulot, her yanı modern araç gereçlerle dolu Paris’te sudan çıkmış balığa döner. İş için biriyle buluşmaya çalışırken kısa sürede kaybolur. Mösyö Hulot şehirde daireler çizerken, yolu sık sık, Amerikalı turist Barbara’yla kesişir.
Jacques Tati’nin efsane karakter Bay Hulot’yu üçüncü kez izleyiciyle buluşturduğu ‘Playtime’, Paris'in ultra modern yapılarla dolu, yeni inşa edilmiş semtlerinde ve mekânlarında bir gün ve gecede geçer. Eyfel Kulesi gibi eski Paris’e ait anıtsal yapıların ancak bir anlığına, o da ancak bir camekân yansımasından sembolik olarak görünüp kaybolduğu film aslında özel olarak inşa edilmiş bir sette –Tativille- çekilmiştir. Film altı bölümden oluşmaktadır ve bu bölümler arasındaki bağlantılar gün boyunca rastlaşan iki ana karakter tarafından sağlanır. Bu karakterlerden biri, çoğunluğu orta yaşlı kadınlardan oluşmuş bir turist kafilesiyle Paris'i gezmeye gelmiş Amerikalı genç kadın Barbara ile Paris’in bu alışılmadık modern bölümünde neredeyse kaybolmuş, orta yaşlı şaşkın Fransız Bay Hulot’dur. Filmde Jacques Tati’ye, Barbara Dennek, Rita Maiden ve France Rumilly eşlik ederler. Aynı ‘Amcam’da olduğu gibi, geleneksel mimarinin yok edilip yerini çelik ve camdan yapılmış soğuk, ultra-modern yapıların almasını, insanın doğasına aykırı bulduğu yapay şehirleşmeyi ve mekanik bir düzene girmiş olan iş dünyasını eleştirtir 1967 tarihli film hunharca! Sakarlığın, gerçekliğin, insancıllığın ve içselliğin yarattığı anarşi! (4 / 5)
Haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenilerine gelirsek…
Justin Simien’in yönettiği komedi ‘Haunted Mansion / Perili Köşk’, bir anne ile oğlunun, evlerini doğaüstü işgalcilerden kurtarmak için ‘sözde’ ruhani uzmanlardan yardım istemesiyle gelişen olayları konu alıyor. Başlıca rolleri Jamiee Lee Curtis, Owen Wilson, Rosairo Dawson, LaKeith Stanfield, Tiffany Haddish, Jared Leto ve Danny DeVito üstleniyorlar.
‘Sound of Silence / Sessiz Kabus’, Alessandro Antonaci, Daniel Lascar, Stefano Mandala ve T3 dörtlüsünün yazıp yönettiği İtalyan yapımı bir korku filmi. Emma, lanetlenmiş eski bir radyonun karanlık sırrını aydınlatmak ve ailesini korumak zorunda kalır! Başrolde Lucia Caporaso yer alıyor.
Rusya yapımı gizemli ve gerilimi yüksek avantür ‘Ten: Vzyat Gordeya / Gölge Ajan: İstanbul’da Ölümcül Hesaplaşma’, ‘Gölge’ lakaplı bir ajanın, devlet sırlarıyla birlikte kayıplara karışan eski bir Rus ajanının peşine düşmesiyle İstanbul’a kadar uzanan olayları taşıyor perdeye! Kimliğini sır gibi saklamayı başaran ve yeri tespit edilemeyen gizemli eski Rus ajanı, devlet sırları ile kayıplara karışmıştır. Ülkenin ulusal güvenliği tehdit altında olduğundan, Rus karşı istihbaratı lakabı ‘Gölge’ olarak bilinen ajana, devlet sırlarının açığa çıkmadan kayıp ajanı yakalaması görevi verilir. Kovalamaca Moskova’dan, İstanbul’a kadar uzar. İlya Kulikov ve Anya Mirohina’nın birlikte yönettikleri maceranın başlıca rollerini, Tatyana Babenkova, Iman Baysayeva, Artyom Eshkin, Oleg Gaas ve Martin Cook üstleniyorlar.
Almanya-Lüksemburg ortak yapımı animasyon ‘Die Mucklas ... und wie sie zu Pettersson und Findus kamen / Bıcırıklar: Yeni Yuvamız’, Ali Samadi Ahadi ve Marksu Dietrich imzası taşıyor. Bıcırıklar, bir şeyleri dürtmeyi ve onlarla el işleri ve şakalar yapmayı seven küçük, canlı goblinlerdir. Yaşadıkları yer olan kaotik bakkal istediklerini yapabilecekleri mükemmel bir yerdir. Ne yazık ki, küçük dükkanın sahibi ölür ve bir yok edici, her şeyin orada yaşamak için fazla steril ve düzenli olmasını sağlar. Ancak Bıcırıkların iyi hissetmek için kaosa ihtiyacı vardır. Bu yüzden Svunja, Tjorben ve Smartö yaşayacak yeni bir yer aramaya başlarlar. Çok geçmeden dışarıdaki dünyanın tehlikeli olduğunu ve hayatta kalmak istiyorlarsa bir arada kalmaları gerektiğini anlayacaklardır!
Gabriel Riva Palacio Alatriste ve Rodolfo Riva Palaico Alatriste’nin birlikte yönettikleri Meksika yapımı animasyon ‘Un Rescate de Huevitos / Yumurtalar Firarda: Afrika Macerası’, Horoz Toto ile Tavuk Di’nin, altın renklerinden ötürü koleksiyoncuların hedefinde olan evlatlarını kurtarma mücadelesini öykülüyor. Toto adındaki sevimli horozun, ünlü Tavuk Çiftliği’nde eşi tavuk Di ile birlikte huzurlu bir hayatı vardır. Uly ve Max adında, altın rengi olma özellikleriyle ‘altın yumurta’ gibi görünmelerini sağlayan bir çift sevimli küçük yumurtanın gururlu ebeveynleridir. İşte tam da bu yüzden bazı yumurta koleksiyoncuları onları alıp Afrika’ya götürmek ister. Kahramanlarımız, çocuklarını kurtarabilmek için Afrika kıtasına seyahat etmenin bir yolunu bulmalı, timsahlar, su aygırları, bir grup çılgın maymun ve ormanın kralı aslan ile dolu zorlu parkurları aşmak zorundadırlar.
Sevgilisi Deniz’in evinin bir odasında gizemli bir takım ‘şeylerin’ olduğunu fark eden Oğuz'un bu konuyu araştırırken yaşadıkları… Bülent Orçin’in yönettiği korku-gerilim ‘Oda’da başlıca rolleri Ceren Gülşah Elmalı, Mustafa Zeren ve Nesrin Tunç üstleniyorlar.
‘Ehl-i Cin: İntikam’, Batuhan Çelik’in yönettiği bir korku öyküsü. Emre ve Murat, kız arkadaşları Ceren ile Seda’ya verdikleri tatil sözlerini yerine getirmek için yola koyulurlar. Keyifli yolculukları terk edilmiş köyde farklı bir hal alır. Köyde yaşayan Zaği’nin anlattığına göre, köylüler tarafından yakalanmış ve ormanın derinliklerine gömülerek mühürlenmiş bir cin vardır ve halen yaşamaktadır! Beyza Nur Önispir, Kerem Can Karaoğlu, Merve Erçel, Kutay Koç ve Serpil Gümüş, oyuncu kadrosunda yer alan isimler.
Abbas Karatekin’in yönettiği, başlıca rollerini Can Şuoruç, Metin Keçeci, Selahattin Taşdoğan’ın üstlendikleri komedi ‘Borcumuz Borç’, Üniversite mezunu ve işsizlik sıkıntısı yaşamakta olan Murat’ın öyküsü. İşsizlik sorununu çözmek için tefeciden borç alan Murat, bir kafe açmıştır fakat işi batırır. Bunun üzerine tefecinin borcu için işten işte koşarak parayı bulma çabasına girişir fakat şansı hiç yaver gitmez.
İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!
İyi seyirler herkese!
TARİHTE BU HAFTA
On yedi öncesine, 2006 yılına gidiyor, tarihte bu haftayı anımsıyoruz!
Vizyonda bu hafta (11 Ağustos 2006)
AYRILIK
Vince Vaughn ve Jennifer Aniston’u bir araya getiren ve iki aktrisin özel hayatlarında birlikte olmalarına vesile olan film, ‘Ayrılık’ adını taşıyor. Romantik komedi (anti-romantik komedi de diyebiliriz) bir ayrılığın anatomisi olarak da tanımlanabilir. Bir zamanlar birbirlerine deli gibi aşık, mutlu bir çift olan Gary ve Brooke aynı evi paylaşmaya başladıkları zaman, artık paylaşabilecekleri pek az şey kaldığını fark ederler. Evde başlayan huzursuzluklar ve kavgalar, ailelerinin ve aile dostlarının, arkadaşlarının araya girmeleri ve tavsiyeleriyle daha da kötü sonuçlar doğurur. Vince Vaughn’un aynı zamanda yapımcısı olduğu zaman zaman hüzünlü olabilen film, aktörün doğup büyüdüğü Chicago’da geçiyor. Şehir, filme ciddi bir fon oluşturuyor. Renee Zellweger ve Ewan McGregor’lu Rock Hudson ve Doris Day filmlerine saygı duruşunda bulunan ‘Down With Love’ adlı romantik komediyle adını duyuran Peyton Reed, filmin yönetmeni… Ülkesinde gişe başarısı da elde eden film, her ilişkinin başladığı an bittiği noktasını kaşıyarak, ayrılığın kötü bir şey değil, bazen bir mecburiyet olduğunu ve en önemlisi ‘birlikte olmak’ kadar doğal bir şey olduğunun altını çiziyor. Ve zor olanın birlikte olmak değil, birlikte kalmak olduğunu bir kez daha duyumsuyor insan… Dan Franck’ın 1994’te beyazperdeye de uyarlanan ve başrollerini Isabelle Huppert ve Daniel Auteuil’ün paylaştıkları ‘Ayrılık’ adlı lezzetli romanında altını çizdiği gibi: Sadece gerçek bir kopuş insanı olgunlaştırabilir.
YÜREĞİMDEKİ CANAVAR
Bu yıl ‘En İyi Yabancı Film’ Oscar’ı için yarışan İtalyan filmi, 25. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde de Altın Lale için de yarışmıştı. Ülkemizde Ferzan Özpetek filmleriyle tanınan güzel gözlü oyuncu Giovanna Mezzogiorno’nun başrolde olduğu film, çarpıcı bir aile dramı. Mezzogiorno’ya Venedik Film Festivali’nde ‘En iyi Kadın Oyuncu’ ödülü getiren Sabina rolü, geçmişinin karanlık köşelerinden kaçamaya çalışan ve bu karanlık anların ağırlığı altında ezilen genç bir kadını beyazperdeye taşımış. Filmi yazan ve yöneten Christina Comencini. Ensest bir ilişkinin, kocaman insanlar olmuş çocukların ruhlarında açtığı derin ve kapanmaz yaraları öykülüyor film ve bir geçmişle hesaplaşma hikâyesi üzerinden birçok ikili ilişkiyi taşıyor perdeye. Cinsel tercihler, aşk ve yalnızlık filme iyi yedirilmiş. Almodovar atmosferine bir özenti seziliyor öte yandan. Fakat o ölçüde derinlik ve naiflikten yoksun bir film bu. Süresi de fazla uzun. Senaryoda ciddi fazlalıklar var. Aşırı diyalog ve fazla yan karakter var yani… Eğer 120 dakika, en azından 90 dakikaya inip, yönetmen birçok şeyi filminden atabilseymiş, öykü ve yaklaşımı itibariyle iyi bir film çıkacakmış ortaya…
THE DARK
Almanya-İngiltere ortak yapımı film, Avrupa’dan gelen bir korku filmi. Teknik olarak, ürkütücü bir doğaüstü gerilim filmi olarak niteleyebiliriz. ‘Sheep’ adlı bir romandan beyazperdeye uyarlanmış. Güzel aktris Maria Bello ve Sean Bean gibi iki oyuncusu var filmin. ‘The Dark’, Galler inanışlarına ait, yerel mistik mitlerden yola çıkan bir öykü anlatıyor. Ada ülkesinin yerel hurafe ve karanlık öykülerinin en ünlülerinden biri izlediğimiz. Kaybetmek ve kaybın verdiği derin acı hakkında aslında film. Ailesini bir araya getirmek için çırpınan bir kadın küçük kızını alıp tuhaf bir adam olan kocasının yanına Galler’in sessiz bir köyüne geliyor ve bir gün kızları Sarah, denizde kayboluyor. Baba, en azından kızının cesedini ulaşmak için onu denizlerde ararken anne ise kızının evin içinde bir yerlerde tutsak olduğuna dair kâbuslar görüyor ve öğrendiği bir efsane ile ilgili bilgiler, küçük kızının kendisi ile iletişim kurmaya çalıştığını gösteriyor ona. Böylece tehlikeli bir arayış başlıyor. Ama bazen ölmek en iyisi… Film, bu yönüyle Stephen King’in romanından beyazperdeye uyarlanan ‘Pet Sematary / Hayvan Mezarlığı’nı hatırlatıyor. Görüntüleri fotoğraf kalitesinde olan film, iyi oynanmış bir yapım. Fakat gereksiz tekrarlar, kurulamamış atmosfer ve anlatım itibariyle iyi bir film olmanın kıyısından dönmüş.
ÖLÜM ÇIKMAZI
Öncelikle şunu belirmek gerekli: Kan görmeye dayanamayanlar bu filmden uzak dursunlar. Korku türünün slasher alt türü, yani ellerinde kocaman bıçaklar, baltalar, kazmalar önüne geleni doğrayan arızalı insanların, kahramanı olduğu filmlerden biri bu. Eski klasiklerden ve yüzlerce benzerinden beslenip, türe hiçbir yenilik katmayan yapım, anlamsızca kanlı ve vahşet dolu. Bir taraftan da işin gereğini yapıyor ‘ajite’ film. Genç kuşak beyazperdede daha fazla kan istiyor ve talep karşılanıyor. Islahevinden özel izinle çıkan sekiz genç, cezalarının azaltılması koşuluyla yanlarındaki iki görevliyle birlikte yıllardır kullanılmayan harap bir oteli temizlemeye gidiyorlar. Fakat otelde onları dört gözle bekleyen biri var. Yıllar öncesinin efsane katili Kane, elinde kazması yeni kurbanlarını bekliyor, sonrası malum… Kan, ter ve gözyaşı… Psikopat katil Kane rolünde izlediğimiz oyuncu ‘Büyük Kırmızı Makine’ lakaplı yenilmez Amerikan Profesyonel Güreş şampiyonu Glen Jacobs. Pankreas’a benzeyen bu sert sporun ünlü ismi 2.06 cm. boyunda ve 150 kilo. Yapıma, onu ve canlandırdığı karakteri sinemaya kazandırmak için çekilmiş bir film olarak da bakabiliriz.
MURAT ERŞAHİN