Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

10 KASIM 2017

09 Kasım 2017 Perşembe 20:46
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Biri ikinci kez vizyon görmek üzere, beşi yerli yapım, toplamda yedi yeni filme merhaba diyor bu hafta. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.


YOL AYRIMI

-Yapay ve ham bir ‘uyanış’ hikayesi-

Sinemamızın usta yönetmenlerinden Yavuz Turgul, sırasıyla, ‘Fahriye Abla’ (1984), ‘Muhsin Bey’ (1987), ‘Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni’ (1990), ‘Gölge Oyunu’ (1992), ‘Eşkıya’ (1996), ‘Gönül Yarası’ (2004) ve ‘Av Mevsimi’nin (2010) ardından sekizinci uzun metraj kurmacası ‘Yol Ayrımı’ ile ve yine Şener Şen’le birlikte beyazperdede.

Bütün hayatını babasından kalan tekstil imparatorluğunu daha da büyütmeye adamış acımasız iş adamı Mazhar Kozanlı’nın hayatı, yaşadığı trafik kazasıyla tamamen değişir. Ölümden dönen ve bu sayede farklı bir ‘uyanış’ yaşayan Mazhar, hastanede adeta ‘başka biri olarak’ gözünü açtığında, ailesini, çevresindekileri şaşırtır öncelikle. Hemen ardından, hayatındaki hemen her şeyi değiştirme fikrini en yakınlarına açıkladığında büyük tepki görür. Geçmişindeki ve yaşadığı gerçeklikteki ağır yükten kurtulabilmek için geldiği yol ayrımında, düşünmediği birçok engel çıkacaktır önüne.

Turgul, yazıp yönettiği yeni filminde, her zaman olduğu gibi yine Şener Şen’e vermiş başrolü. Rutkay Aziz, Nihal Yalçın, Çiğdem Selışık Onat, Ruhsar Öcal, Tilbe Saran, Mert Fırat, Defne Kayalar ve Şerif Erol, oyuncu kadrosunu oluşturan diğer önemli oyuncuları filmin. Teknik ekipte ise, işinin ehli isimlere rastlıyoruz yine. Görüntü yönetmenliğini Uğur İçbak üstlenirken, kurguda Niko’nun, sanat yönetiminde ise Sırma Bradley’in isimleri var. Müzik ise Anjelika Akbar imzası taşıyor. Şener Şen’in oynadığı her film gibi ‘Yol Ayrımı’nda da, aynı ‘rolü verip’, hep aynı karakteri canlandırma durumuna değinmek de, önem arz ediyor.

Yavuz Turgul, kimi zaman şahsımın da kullandığı günün moda eleştirmen tabiriyle ‘iyi niyetle’ kaleme aldığı öyküsünü, (ki kötü niyetle tasarlanan filmler var mıdır?) maalesef iyi ve ondan beklenen olgunlukta bir sinemayla yansıtamamış perdeye. İşin aslı öykü de, son derece suni, yapay, zorlama, gerçeklikten kopuk ve uzay boşluğunda! Ortalama bir yerli TV dizisi kapsamında değerlendirmek gerek ‘Yol Ayrımı’nı belki de… Filmin ana karakteri Mazhar Kozanlı’nın ani uyanışından sonra ortaya çıkan karakterdeki değişim, (bir trafik kazasının ardından, daha doğrusu ışığa doğru yürünen bir ölüm anından hemen sonra) inandırıcı gelmiyor, elde değil. Turgul’un yarattığı karakterler yardımıyla toplumsal dertlere dokunma çabası, yama gibi duruyor perdede. Aydınlanmış işçi sınıfı mensubu ile anamalcı vahşi kapitalist patronun omuz omuza sisteme karşı durma girişimleri inandırıcılıktan çok uzak. Psikiyatr sahnesi ise bir ilkokul temsili adeta! İki buçuk saatlik kamu spotu benzeri aydınlanma, uyanma, iyileşme durumu, karakterin çevresini değiştirip, en yakın, en eski ve tek dostuna koşması, kendine ‘Nur’un Gemisi’ adında yeni bir liman bulması, Mahcup adını verdiği bir köpek sahibi olması ve Turgul’un, ‘Yurtaş Kane’in ‘Rosebud’ının yerine koyduğu ‘bisiklet sevdası’ filan, hiçbir şeyi kurtarmaya yetmiyor inandırıcı olmak ve ikna etmek adına!
Zorlama sembolist değini Kane’in çocukluk kızağı ‘Rosebud’ı geçtik, bir de, işin realist tonunu vurgulamak ve Mazhar’ın bisiklet sevdasını temsil etmesi adına son derece naif biçimde kullanılmış ‘Bisiklet Hırsızları’ görüntüleri, De Sica ustanın kemiklerini sızlatmaya kafi gelebilir, kim bilir? Olur olmaz bir etkileyicilik içinde kullanılmış ünlü şiirler, edebi metinler ve referanslar, bir yere çıkarmıyor ‘yavan ve plastik’ öyküye karşı olan duyarlılığımızı. Usta bir sinemacıdan beklediğimiz film değil ‘Yol Ayrımı’. Sanat felsefesi veya tasarım üretim felsefesi gibi ciddi meseleler üzerine cümleler kurmaya gerek duymadan söylemek bir mecburiyet: en iyi niyetli söylemde, son derece ortalama bir TV filmi olmuş, Turgul’un yedi yıl aradan sonra çıkagelen filmi. Yapay, ham, zorlama, tekrara düşmüş, -mış- gibi, acemi bir anlatı duruyor perdede. (2 / 5)


DOĞU EKSPRESİNDE CİNAYET

-Branagh’dan sihirli dokunuş-

Polisiye edebiyatın en önemli isimlerinden biri olan ve en az kendi kadar ünlü Belçikalı dedektif Hercule Poirot karakterinin yaratıcısı İngiliz yazar Agatha Christie’nin, ilk olarak 1934 yılında yayımlanan ünlü romanı ‘Murder on the Orient Express / Doğu Ekspresinde Cinayet’in yeniden çevirimi sinemalarda.

Beyazperdeye ilk olarak 1974 yılında yansıyan ve usta yönetmen Sidney Lumet imzası taşıyan gizemli suç dramı, 1977’nin Ocak ayında ‘Şark Ekspresinde Cinayet’ adıyla vizyona girmişti ülkemizde. Hercule Poirot karakterini, usta aktör Albert Finney canlandırırken, doğru bir söylemle; Ingrid Bergman, Richard Widmark, Sean Connery, Vanessa Redgrave, Lauren Bacall, Martin Balsam, Jacqueline Bisset, Jean-Pierre Cassel, Anthony Perkins, Michael York, Rachel Roberts ve John Gielgud’dan kurulu ‘dev’ bir oyuncu kadrosu eşlik ediyordu, ünlü dedektife… Altı dalda Oscar adayı olan film, Ingrid Bergman’la ‘en iyi yardımcı kadın oyuncu’ Oscar’ının sahibi olmayı başarıyordu.

Yeni çevirim, ‘Doğu Ekspresinde Cinayet’ adıyla giriyor vizyona. Christie’nin ünlü eserini, senaryolaştıran Michael Green. Yönetmen ise Kenneth Branagh. Royal Shakespeare Company’nin usta ismi, yönetmen koltuğuna oturduğu yeniden çevirimde, başrolü, dedektif ‘Hercule Poirot’u da canlandırmış. Herkesin şüpheli olması durumundan hareketle enfes polisiyelere imza atan Agatha Christie’nin ünlü eseri, Branagh’ın sihirli dokunuşuyla çok özel bir atmosfere bürünmüş. Özellikle final bölümünde yükseliyor film. İstanbul’dan yola çıkan ünlü Orient Ekpresinde dedektifimiz Hercule Poirot da bulunmaktadır. Trende işlenen cinayet sonrası, hemen bütün yolcular şüphe atındadır. Poirot, katili bulmak adına, keskin zekasını ve kimselerde olmayan dikkatini devreye sokar; karşılaşıp, yüzleşeceği gerçekler ise, beklediğinden daha karmaşıktır. Branagh’ın yanı sıra, Michelle Pfeiffer, Johnny Depp, Willem Dafoe, Judi Dench, Penélope Cruz, Derek Jacobi, Josh Gad, Tom Bateman, Lucy Boynton, Olivia Colman, Daisy Ridley ve Lesley Odom Jr, zengin oyuncu kadrosunu oluşturan isimler olarak dikkat çekiyorlar.

Lumet’in 1974 tarihli uyarlaması, Christie’nin ünlü klasiğinin ruhunu müthiş yansıtmış, dönemin ve karakterlerinin içsel ayrıntılarını kusursuza yakın oranda kullanmışsa da, Branagh’ın dijital teknolojiye başvurmuş, daha fazla aksiyon içeren yorumunun, ilk filmin ağırlığı altında ezilmemiş olduğunu belirtmek gerek. Branagh, son yarım saatlik bölümde ve özellikle finalde, son derece sihirli bir Shakespeareyen dokunuşla, müthiş bir atmosfer yaratmayı ve etkileyici olmayı başarmış doğrusu. Eserin ve karakterlerin içinde nefes alıp verdikleri ruhu yakalamış Branagh! Hüzünlü bir vicdan öyküsüne dönüştürmüş, Lumet’nin ayrıntılarla taçlanmış klasik yorumunu. Bu sebeple polisiye edebiyat ve sinema tutkunları kaçırmamalı bu kalburüstü uyarlamayı. (3,5 / 5)


UMUDUN ÖTEKİ YÜZÜ

-İnsanın varlığına inanmak-

Yedinci sanatın ‘has’ auteur isimlerinden Finlandiyalı sinemacı Aki Kaurismäki’nin yeni uzun metraj kurmacası, kendisine Berlin’de ‘en iyi yönetmen’ ödülünü kazandırmıştı. Son derece insancıl dram, dünyanın genel durumu ve insanın değeri/değersizliği üzerine trajik bir ‘mesel’ içeriyor.

Bombalar altındaki Halep’ten kız kardeşiyle birlikte kaçarak, ‘yaşamak’ adına insani bir ‘yer’ bulma ümidindeki Suriyeli göçmen Khaled’in yolu, Helsinki’de düşlerinin peşinden koşan, sıkkın, mesafeli ve yalnız adam Wikström ile kesişir. Helsinki’ye varmadan önce, uzun ve zahmetli yolculukta, kız kardeşini kaybeden Khaled’e, Finlandiya göçmenlik bürosu, memleketinde bir sorun yaşanmadığını ve geri dönmesi gerektiğini söyler. Wickström’ün lokantasına sığınan Khaled, umutla kız kardeşinden haber almak için çırpınırken, birbirinden tamamen farklı iki dünyalı, herkese ve her şeye karşı ayakta durmaya gayret ederler.

Acı acı gülümseyip, dünyanın ahvalini yüreğinizin ortalık yerinde duyacağınız, içe işleyen, olgun ve sert bir dram çekmiş yine Kaurismäki kardeşlerin Aki’si. Aki usta, elini korkak alıştırmadan, bildik, tiyatral anlatısına, göçmenlik problemini ve bu kanayan açık yaraya karşı olan genel duyarsızlığı o denli etkili iliştirmiş ki… Devletlerin asık yüzü, kalpsiz bürokrasi, resmi engeller, çetin ekonomik şartların ve katı kapitalist ahlakın değişmez yasaları, buna karşılık, derinlerde, kuytularda bir yerlerde sevgi, dayanışma dostluk ve iyilikle atan insan yüreği! İnsandan yana umudunu kesmeyen film, ‘asla yok olmayacak bu umut’ diye de haykırıyor.

Küçük, sıradan, önemsiz gözüken insanın, halkın, ihtiyacı olana uzattığı yardım eli. Karşılıksız iyilik, vicdan ve tek bir dünyada yaşadığımız gerçeği. Aki’nin başucu oyuncuları yine yanında. Sakari Kuosmanen, Kati Outinen gibi Finli ustalara, başka bir coğrafyadan Sherwan Haji, başarıyla eşlik ediyor. Usta görüntü yönetmeni Timo Salminen, Aki’nin sevgi dolu, tiyatral dekor evrenini titizlikle kurmuş genel sanat yönetimi ve yönetmenin tanıdık müzikli format anlatısı, yine bizi bizden alıp götürüyor. İnsani bir sorumluluk olduğu bilinip, kaçırılmamalı! (4 / 5)


SABAH YILDIZI: SABAHATTİN ALİ

-Emek yoğun belgesel-

Metin Avdaç imzalı belgesel, edebiyatımızın en önemli isimlerinden Sabahattin Ali’nin yaşam öyküsünü taşıyor perdeye. 2012 tarihli yapım, sanatçının yüz onuncu doğum yılı sebebiyle ikinci kez vizyon görüyor.

Edebi kişiliğini, öğretmen kimliği ve toplumcu-gerçekçi çizgiden taviz vermeyen sanatçı sorumluluğuyla yoğuran Sabahattin Ali, (1907-1948) kendinden sonraki Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının ve çağdaş edebiyatın en önemli esin kaynaklarından biri olmuştur. ‘Kuyucaklı Yusuf’, ‘Kürk Mantolu Madonna’ romanlarının, onlarca öykü ve şiirin yaratıcısı, usta kalem, 1948’de Kırklareli’nde faili meçhul bir cinayete kurban giderek aramızdan ayrılmıştı. Kalemini, halkın dilinden kullanan Ali’yi, kızı Filiz Ali, sanatçı, politikacı, bilim adamı olsun, döneme imza atmış, bugün çoğu aramızda olmayan yakın dostları, yaşamına o veya bu nedenle tanık olmuş şahıslar ve ondan esin almış günümüz sanatçıları anlatıyorlar. Bir de belgeler ve bulgular tabii. Bulgaristan, Almanya ve Türkiye’de çekilmiş emek yoğun belgeselin kurgusu Thomas Balkenhol imzası taşıyor.

Sabahattin Ali’nin doğumu, gençliği, sürdüğü zorlu hayat, siyasi görüşü, hapishane yılları, idealleri, hümanist yanı ve başyazarı olduğu efsanevi siyasi mizah gazetesi Marko Paşa günleri de yer alıyor belgeselde. Daha güzel bir dünyada yaşamak özlemiyle, iyi bir eğitmen ve sanatçı sorumluluğunu dengeleme gayreti içinde ömrünü tüketen bir aydının elem yüklü, hüzünlü, kimi zamanda kendi zekası ve yaratıcı yanından güç alan mizahıyla çevrelenmiş, hayat öyküsü, titiz bir belgeselle yansıyor perdeye. İkinci kez kaçırmayın diye! (4 / 5)

Üç yerli yapım, Elçin Sangu, Barış Arduç ve Cengiz Bozkurt’un rol aldıkları romantik komedi türündeki ‘Mutluluk Zamanı’, Cüneyt Faruk Arkın imzası taşıyan macera dram ‘Ağır Kelepçe’ ile Ulaş Cihan Şimşek’in yönettiği, önemli rollerini Hakan Bilgin, Şevket Çoruh ve İlker Ayrık’ın üstlendikleri ‘Yanlış Anlama’ adlı komedi, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Tekrar iyi seyirler herkese! MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar