Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

10 HAZİRAN 2011

09 Haziran 2011 Perşembe 23:09
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Bu hafta vizyon gören altı filmin tümü notlarımız arasında. Sadece haftanın değil, sezonun en iyilerinden biri olan Mike Leigh filmi “Ömrümüzden Bir Sene / Another Year” kaçırılmaması gerekli bir dram. Animasyondan, gençlere seslenen romantik vampir öyküsüne, atmosfer geriliminden, stil deneyen aksiyona kadar, her zevke seslenen bir haftaya merhaba diyoruz. Herkese iyi seyirler!


ÖMRÜMÜZDEN BİR SENE
Kırk yıla varan mutlu evliliklerinde, çevrelerindeki ‘tutturamamış’ dostlarına kol kanat geren Tom ve Gerri ile arkadaşlarının hikâyesi. Aslında, insanlık durumlarının dört mevsime sığan öyküsü. Farklı sınıflara ait dostların yanı başında akıp giden yaşam. Mike Leigh bildiğimiz gibi… Belki de şunu söylemek gerek; bu film ustanın en iyi işleri arasında. Dört mevsime yayılan bir aile, yakın dostlar, arkadaşlık öyküsünde, yalnızlık, yoksunluk ve yaşlılık üzerine içi dopdolu şeyler söylüyor yürekli İngiliz. Doğumu takip eden ölüm, çıkışsız bir izolasyon, birlikte olmanın hayati önemi, sorumluluklar, zorunluluklar, imkânsızlıklar, olanaksızlıklar, atıp fırlatamadığımız mecburiyetler; hepsinin ötesinde o mecburiyetlerin insancıl tarafı. ‘En yakınlarımız dünyanın öbür ucunda duygusu’… Üzerimizden çıkaramadığımız pejmürde yalnızlığımız. Son treni kaçırmış, tamiri mümkün olmayan hayatlar, oluşlar ve nihai kopuşlar… Geriye dönüşün, baştan başlamanın, düzeltmenin olanaksızlığı. Yerine bir şey koyamadığımız durumlar, anlar. Acımasızlık, anlayışsızlık, nihayetinde ‘herkesin kendi evindeki yalnızlığı’. Finaldeki o bakış. Umutsuz kadın ve adamın göz göze geldiği an. ‘Neler diyor oysa bunlar’ bakışı… Jim Broadbent ve Lesley Manville’nin başı çektiği müthiş oyuncu kadrosu. Senaryonun meydan okuyan sadeliği. Sınıfsal bir bakışı ihmal etmeden, sadece teşhis ve tanılarla ilerleyen asla yargılamayan, son derece dürüst, doğru ve insan kokan bir film “Another Year”. Asıl gücü buradan geliyor. (5 / 5)

TUZAK
İlk önce filmin adıyla başlamak gerek... “Wrecked”, Türkçede ‘enkaz’ demek. Vizyona “Tuzak” adıyla girmesi saçma bir ticari hamle olarak görünüyor. Film, her şeyden Şekip Ahyan Özışık’ın rast makamındaki şarkısını çağrıştırıyor: ‘Hayal mi gerçek mi gördüğüm bilmem.’ Bir muallak senfonidir gidiyor ardından. Başrolünü, aynı zamanda filmin yapımcıları arasında yer alan Adrien Brody’nin üstlendiği minimal gerilim, yönetmeni Kanadalı Michael Greenspan’ın ilk uzun metrajı. - Zaten daha önce hep ‘kısa iyidir’ demiş yönetmen, bu filmi de şöyle 15 dakikalık kısa film olarak çekseymiş, çok başka şeyler söyleyebilirmişiz üzerine- Gözlerini açtığında kendini ormanlık alanda, hurdaya dönmüş bir arabanın içinde sıkışmış olarak bulan karakter, varoluş kaygıları içinde, bir anlam arayış öyküsü izletiyor bize. Hayatla ölüm arasında gidip gelen ‘yalnız’ kahraman hikâyelerinin bu biraz başka şeyleri eşeleyen örneği, doğal olarak az söze dayanıyor. Tek kişilik resitalinde Brody’nin rol arkadaşları, bir dağ aslanıyla bir köpek. Hayvan severleri filme çekecek olan bu iki arkadaşın yedinci sanattaki gelecekleri parlak... Açılış sahnesi itibariyle, "Buried / Toprak Altında" ve “127 Hours / 127 Saat” filmlerini anımsatan yapım, sonraları Asif Kapadia’nın “The Return / Dönüş”üne göz kırpmaya başlıyor. Filmin genel atmosferinde ünlü TV dizisi “Lost”vari bir durumda var… Son tahlilde, niyeti bozuk olmayan ama dünyası küçük bir ‘Hayali Küçük Ali’ vaziyeti gerilim denemesi diyebiliriz perdedekine. (2 / 5)

HANNA
“Aşk ve Gurur / Pride & Prejudice / Aşk ve Gurur”, “Kefaret / Atonement” gibi başarılı edebiyat uyarlamalarını beyazperdeye ‘özenle’ yansıtan rafine isim Joe Wright, bu kez; takipçilerini hayal kırıklığına uğratan bir filmle karşımızda. ‘Güneş Sirki / Cirque du Soleil’mi izliyoruz, panayırda mıyız, ne yapıyoruz, ne ediyoruz belli değil. Bir maymunluktur gidiyor. Tuhaf numaralar, ayarsız bir tempo, içi bomboş bir gösteriş. ‘Kof’ aksiyon, filmin orijinal müziğine de imza atan ‘The Chemical Brothers’ın yeni albümü için çekilmiş sanki. Bir klip mantığıyla süren görgüsüz şiddet gösterisi, anlamsız bir sertlik ve ahlaksız bir vahşet geçidine dönüşüyor. ‘Ahlaksızlık’, henüz reşit olmamış bir kız çocuğunun, önüne geleni öldürmesiyle vücut buluyor çünkü. Grafik şiddetin de ötesine geçmiş filmdeki gösteri. İyi, kötü, suçlu, masum, birçok insan, diğerleri tarafından katlediliyor. Öyküdeki boşluklar, gereksiz oluşlar – sinyal veren, baba kızın yerlerini bildiren telsize ne gerek var, anlaşılamıyor- mantık hataları, bu kadar da olmaz dedirtiyor. Filmin ‘kötü katilleri’, ‘Clockwork Orange 2011’ konumunda. “Nikita” ve “Bourne” serilerinin de kulaklarını çınlatan yapım, stilize olmaya uğraşmış – fakat başaramamış- bir aksiyon denemesi olarak değerlendirilebilir. Doğumundan itibaren, kusursuz bir katil olarak yetiştirilen genç bir kızın, yeni nesil aksiyon yıldızı olarak pazarlandığı öykünün başrolünü, geleceğin Meryl Streep’i olacağı çok önceden belli olan 1994 doğumlu aktris Saoirse Ronan üstlenmiş. Eric Bana, Cate Blanchett, Olivia Williams gibi ustaların da yer aldığı müthiş kadro, ‘sıra dışı’ olmak adına, ‘sıradanlığı’ seçmiş yapıma zenginlik katamıyor. Sadece film müziği ve Saoirse Ronan’ın ‘sıkı’ performansı kalıyor geriye. (1,5 / 5)

ADALET OYUNU
Mahur Özmen ve Ali Özuyar’ın yönettikleri yerli film “Adalet Oyunu”, İsviçreli ünlü yazar Friedrich Dürenmatt’ın “La Panne” adlı sahne oyunundan perdeye uyarlanan usta İtalyan yönetmen Ettore Scola imzalı “Yaşamımın En Güzel Akşamı / La più bella serata della mia vita” adlı filmi anımsatıyor en çok. Başrollerini, Alberto Sordi ve Michel Simon’un paylaştıkları gizemli dram, 1996’da, 14. İstanbul Film Festivali’nin programında da yer almıştı. Bir gece yarısı, emekli bir hâkimin görkemli malikânesinin kapısı çalınır. Emekli hâkim, kendisi gibi geçmişin ünlü hukukçuları olan yakın dostlarıyla akşam yemeğindedir. Eski hâkimler, savcı ve avukattan oluşan ev halkı, yağmurlu havada arabası bozulup, eve sığınan yabancının halinden şüphelenirler. Vakit geçirmek adına bir oyun oynamayı teklif ederler yabancı adama. Bir mahkeme kurulacak, yabancı yargılanacaktır. Gecenin sonu, kimsenin ummadığı şekilde gelişir… Sahnelerimizde de sahnelenip, yerli bir TV filmine dönüşmüş güçlü sahne oyunu, fena halde benziyor “Adalet Oyunu”na. Bunu, meraklısı için önemli bir not olarak düşelim. “Yaşamımın En Güzel Akşamı”na bir yerlerden ulaşıp, izlemek isteyenler için hoş bir vesile olması adına… Öte yandan, yakın geçmişte sinemalarımıza uğramış, 2009 tarihli Arjantin yapımı “Gözlerindeki Sır / El secreto de sus ojos”u da andırıyor “Adalet Oyunu”. Juan José Campanella’nın yönettiği ve ‘En İyi Yabancı Film’ dalında Oscar kazanmış Arjantin filmi, gözlerden uzak evinde, gizli bir hücre kurup, suçlu olduğuna inandığı adamı hapseden bir karaktere yer veriyordu. İki yönetmenin ilk sinema filmleri, bahsettiğimiz bu iki filmi feci derecede andıran bir hikâyeye sahip. Tabii, öykünün farklı, bambaşka detayları da var. Emekli ağır ceza hâkimi, biricik serveti olan kızının öldürülmesini, hiçbir zaman sevemediği damadından bilmektedir. Adaleti, kendi gerçekleri içinde sağlamak isteyen yaşlı adam, yargılanıp, beraat eden damadını, gizlice kaçırır ve evin gizli bir bölmesinde inşa ettiği hücreye hapseder. Hâkimin yakın arkadaşları, dostlarındaki değişimden ve evdeki gizemli durumlardan şüphelenip olaya karışınca, damadı yeniden yargılamak için, evde bir mahkeme kurulur. Usta tiyatro sanatçıları Erol Keskin, Alp Öyken, Serap Sağlar gibi isimlere, Mustafa Uğurlu’nun eşlik ettiği dram, maalesef, ilginç öyküsüne ve usta oyuncu kadrosuna karşın sinema tadı vermiyor. Bir sahne oyunu, böyle güçlü bir oyuncu kadrosuyla rahatlıkla izlenir, çok başarılı bulunabilirdi. Fakat perdeye yansıyan, yedinci sanata dair en ufak bir unsur içermiyor. Atmosfer, anlatı ve biçimden söz etmek mümkün değil. Hiçbir büyüsü, etkileyiciliği yok perdedekinin. Kamera, kesintisizlik, kurgu, çekim açıları, planlar, genel kompozisyon sınıfı geçemiyor. (1 / 5)

KUNG FU PANDA 2
2008’de vizyona giren ve gişede yapımcılarının yüzünü güldürüp, çok sevilen Kung Fu Panda, ikinci filmiyle sinemalarda. Tembel, hantal, sakar ama iyi kalpli ve son derece sevimli şişman Panda Po, bu kez geçmişinin peşine düşüyor. Karanlıkta kalan geçmişini aydınlatmaya çalışan kahramanımız; Çin’i ve Kung Fu öğretisini yok etmeye kararlı olan kötücül Lord Shen’e karşı büyük bir mücadele veriyor. Po’nun yanında yine tanıdık dostları var tabii: Kaplan, Maymun, Mantis, Engerek ve Turna… Bazı anlar oldukça duygusallaşan film, ağırlıklı olarak küçük izleyicilere sesleniyor. Çocuklarına eşlik etmek üzere salonları dolduran yetişkinlere göre ilginç bir şey yok ortada. Sıkılmazlar izlediklerinden; fakat bunun garantisini de veremeyiz. Dublaj, yetişkin sinemaseverler için, yavan bir tat bırakıyor damakta. Özetlersek, özellikle minikler adına, rengârenk akıp gidiyor, üç boyutlu olarak izlenecek eğlenceli animasyon. (2,5 / 5)

GECELER BİZİM
Sık kullanılan tabiriyle, Almanların, “Twilight”a cevabı… Özellikle yeniyetmelerin çok sevdiği ve popüler kültürde kendine geniş bir saha edinen vampir meselesi üzerine çekilmiş Alman yapımı, günümüz Berlin’inde geçen modern ve duygusal bir vampir öyküsü anlatıyor. 2008 tarihli “Die Welle / Tehlikeli Oyun” adlı filmiyle büyük beğeni toplayan Dennis Gansel imzalı romantik soslu fantastik korku filminin başrolünü, “Koku / Perfume” filminde dikkat çeken Karoline Herfurt üstlenmiş. Aktrise, üç güzel kadın vampirin eşlik ettiği yapımın erotik dozu, küçük yaştaki izleyiciler düşünülerek oldukça azaltılmış. Sessiz sinema döneminden, Avrupa yakın tarihine kısa bir bakış atan, işin içine aşk öyküsü ve epey bir duygusallık katarak, gerçek anlamda insani olmayı başaran Avrupa tarzı vampir filmi, vasat sınırının altına kesinlikle düşmüyor. Son tahlilde, ‘Geceler bizim. Gündüzler sizin olsun’ diyen yapım, özellikle genç kızlar ve türün meraklıları için cazip bir seyirlik. (2,5 / 5)

MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar