Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

10 EYLÜL 2021

09 Eylül 2021 Perşembe 21:51
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Bazı salonlar yeni tedbirler uygulayarak kontrollü biçimde 2020 Temmuz ayından itibaren kapılarını açmışlardı. Kademeli ve kısmi olarak yeniden başlayan vizyona, 17 Kasım 2020 günü alınan bir dizi karar sonucu yeniden ara verildi. Covid-19 tedbirleri gereği sinema salonlarının önce yılsonuna, ardından belirsiz bir tarihe dek kapalı olacağı açıklandı. Ve tarih 2 Temmuz 2021’i gösterdiğinde salonlar yine izleyicileri ağırlamaya başlıyor; perdeler, umuyoruz bir daha kapanmamak üzere açılıyordu!  
Siz değerli okuyucularla, henüz vizyon filmsiz kaldığı ilk günlerden bu yana, 2020 Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaşıyordum. Bir yıldan fazla zaman geçti. 5 Mart 2021’den itibarense, sinema salonları perdelerini açana dek, her yeni hafta, o tarihe ait eski ‘sinemadan çıkmış insan / vizyonda bu hafta köşeleri’ sizlerle buluşacağını söylemiştik ve buluşturduk da! ‘Tarihte bu haftaya’ baktık! 
Her hafta naçizane iyi filmler ve diziler önerdik sizlere! ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bu yeni bölüm, sizlere her hafta sinema tarihinden 5 klasik film ve popüler olsun olmasın; ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ın beğendiği ‘güncelleri’ önerdi! Klasik film önerilerine devam edeceğiz!

ÖNCE TAVSİYELER…

SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK

The Third Man / Üçüncü Adam
(Yönetmen: Carol Reed / 1949)

All About Eve / Perde Açılıyor
(Yönetmen: Joseph L. Mankiewicz / 1950)

Rebecca
(Yönetmen: Alfred Hitchcock / 1940)

My Fair Lady / Benim Tatlı Meleğim
(Yönetmen: George Cukor / 1964)

The Misfits / Uygunsuzlar
(Yönetmen: John Huston / 1961)


Vizyonda bu hafta (10 Eylül 2021)

Beşi yerli yapım olmak üzere toplam dokuz yeni film merhaba diyor 10 Eylül haftasına!
Tom McCarthy imzalı dram ‘Stillwater / Durgun Su’ ve Tunç Şahin’in yönettiği ‘İnsanlar İkiye Ayrılır’, haftanın notlarımız arasında yer alan filmleri…

DURGUN SU

-Değişen ve değişmeyenler üzerine-
‘Spotlight’ ile ‘En İyi Senaryo’ Oscar’ını elde eden, ‘The Station Agent / Hayatın İçinden’, ‘The Visitor / Misafir’ gibi çok sıkı yapımlarla yüreğin manzaralı odalarından birine yerleşmiş aktör-senarist ve yönetmen Tom McCarthy’nin yazıp yönettiği yeni filmi ‘Stillwater / Durgun Su’, ABD’nin, Avrupa’nın, aslında ‘yaşadığımız dünyanın’ can acıtan gerçekleriyle yüzleşen küçük sıradan insanın bitmeyen trajedisiyle bir başına bırakıyor izleyicisini…
Başrolünü Matt Damon’un üstlendiği dram, ABD’nin merkezi güney eyaletlerinden Oklahoma’dan, Marsilya’ya hapisteki kızına yardımcı olmak için giden petrol işçisi babanın öyküsünü, içine dünya hali katarak anlatıyor. Ödün vermez bir gerçekçilik ve hüzünle yoğrulmuş dramda diğer önemli rolleri Fransız aktris Camille Cottin ve Abigail Breslin üstleniyorlar. 
Oklahoma eyaletine bağlı Payne ilçesinin merkezi olan küçük Stillwater şehrinden Fransa’nın güneydoğusunda yer alan netameli Marsilya’ya gelen ABD’li babanın, Marsilya’da okuyan kızı Allison’ın, işlemediğini iddia ettiği bir cinayetin zanlısı olarak tutuklanması sonucu kızını hapisten çıkarmak adına verdiği uğraşa tanık olurken, yeni insanlar ve gerçeklerle yüzleşmesini ve dünyaya başka bir pencereden bakma şansına kavuşmasını, küçük insanın çaresiz yalnızlığını yeniden anımsatarak öykülüyor. 
Ailesiyle kopuk ilişkilerini onarmayı bir türlü halledememiş, becerikli olduğu söylenemeyen, başarısız, donuk ve yalnız adamın hikâyesi, aslında sıradan ABD’li vatandaşın ruh altı röntgeni bir bakıma! Cumhuriyetçi Partinin cirit attığı merkez eyaletlerden birinde sorgulamadan yaşamayı seçmiş, nefes alıp veren, çevresindeki hemen bütün oluşları kabullenmiş alt orta sınıf bir adamın, dünyaya başka türlü bakmayı öğrenmesinin sancılı özetini çekmiş Tom McCarthy! Eşini yitirmiş, hayallerini beslemeden gündelik gerçeklerle haşır neşir biçimde hayatı bir bakıma ıskalamış yaralı baba, sırlar, yalanlar ve acıtan gerçeklerle yüzleşip, hep ezber ettiği dünyanın dışında yeni sıcaklıkları, sevgiyi ve en önemlisi farklı bakış açılarını keşfeder. Fedakarlık, vicdan, ekonomi-politik, kapitalizm, kültürel farklılıklar, öteki olmak, içerden ve dışardan bakmak, kabullenmek, sevmek, anlamak! 
Ters köşe oluşları, kaskatı gerçeklerle birlikte sunan senaryosuyla her gün bakılan yere başka bir yerden bakabilmenin özgürleştirici fakat yok edici gücünü Tom McCarthy, oldukça insancıl biçimde yansıtıyor perdeye. Matt Damon’un ‘tepkisiz, donuk’ performansı birinci sınıf. Camille Cotin, Abigail Breslin ve on yaşındaki Lilou Siauvaud, uzun zaman akıldan çıkması zor oyunculuklarla eşlik ediyorlar Damon’a… 
Dünya aynı değil, değişiyor… Olumlu yönde değil genelde fakat bazen vardığımız noktalarda anlamayı, bakıp; görmeyi, içselleştirip, bir diğerine dokunmayı öğreniyoruz. Ne kadar acemi, ürkek, yetersiz, uzak olursak olalım, fark etmek ve yeniden başlamak imkânını bulmak mümkün belki de!  (4 / 5)


İNSANLAR İKİYE AYRILIR

-Taze başlangıçlar adına-
Bankaların çeşitli sebeplerden peşine düşemedikleri borçları satın alıp, her ne pahasına olursa olsun tahsil etmeyi kendine misyon edinmiş bir şirkette çalışan Duygu ve Bahadır’ın karşılarına çıkan Ceren adlı borçlunun dosyası üzerinden gelişen olaylar…
Görevleri, borçlu olan insanlar üzerinde her türlü psikolojik baskıyı kullanarak, yapılabilecek en yüksek tahsilatı yapmak olan kapitalizmin köle kadrosunda yer alan insanları, onların kurbanlarını ve acımasız sistemin işleyişini taşımış yapım perdeye. Yazan ve yöneten Tunç Şahin! ‘Hamam’, ‘Sadece Tek Bir Gün’ adlı kısalarının ardından; Uygar Şirin’in aynı adlı kitabından uyarlanan ‘Karışık Kaset’i yöneten Şahin; TV için ‘7YÜZ’ adlı mini seriye dört bölüm çekmişti. İkinci uzun metraj kurmacası olan ‘İnsanlar İkiye Ayrılır’ın senaryosu yine Tunç Şahin imzalı. 
2020 Antalya Altın Portakal Ulusal Film Yarışması’ndan, ‘en iyi senaryo’ ve ‘en iyi yardımcı kadın oyuncu’ (Nezaket Erden) ödülleri ile dönen yapımın oyuncu kadrosunda Burcu Biricik, Pınar Deniz, Aras Aydın, Nezaket Erden, Başak Daşman ve Erdem Akakçe yer alıyorlar. Görüntü yönetmenliğini Sebastian Weber’in üstlendiği dramın kurgusu Doruk Kaya imzası taşıyor. Yetersiz, yüzeysel ve anlamsız popüler yapımlardan, kafası karışık, olmamış maket sanat filmi denemelerinden uzakta duran, çalışılmış, özellikle kurgusu ile dikkat çeken bir film olmuş ‘İnsanlar İkiye Ayrılır’. Tunç Şahin’in yürüdüğü yolda kendisini dikkatle izleyen biri olarak aklıma ve gönlüme yatmayan yanlarını da söylemem gerek filmin… 
Kapitalist etiğin, işleyişin kölelerinin ve sistemin kurbanlarının öyküsü, biraz fazla izahlı olarak yansımış perdeye. İzleyiciye pek güvenilmeden, parlak olduğu düşünülmüş akıl oyunlarına başvurulduğunu izlerken, aslında tahmin edilebilir birçok oluşun ‘maksattan’ sapıp, başka bir çıkmazda buluştuğunu görüyoruz. Eleştirilen pek çok noktanın aklandığı, aklanan şeylerin soru işaretli ve pekâlâ tartışılabilir olduğu gerçeği ile yüzleşiyoruz. Bowlingdeki ‘yes’ler, ‘izahlı’ açıklamalar, bazı eli korkak tutan oluşlar, ani boşluklar ve nihayet ‘taze başlangıçların’ pek de masum olmadığı gerçeği sonra… İnsanları, ‘borçlu ve alacaklı’ değil de, daha derin, daha başka biçimlerde ikiye ayırmanın daha izlenebilir olduğunu düşündürüyor formüllü öykü. Ülkenin ahvalinde başka ‘gerçekler’ görmek, daha taze başlangıçlara götürebilir insanı; kim bilir… (2,5 / 5)


Haftanın diğer yenilerine bakacak olursak…
Oyuncu kimliğiyle tanıdığımız Lina Roessler’in ilk uzun metraj yönetmenlik denemesi olan ‘Best Sellers / Çok Satanlar’, babasının butik yayınevini devralan Lucy’nin, zamanında yayınevine ün getirmiş olan ve şimdilerde inzivaya çekilmiş olan yazar Harris Shaw’un sözleşme gereği kendilerine bir kitap borcu olduğunu fark etmesiyle gelişen olayları öykülüyor! Aubrey Plaza, Scott Speedman, Cary Elwes ve dev aktör Michael Caine, oyuncu kadrosunu oluşturan isimler.
Gizemli korku-gerilim ‘Z’, Brandon Christensen imzası taşıyor. Sekiz yaşındaki oğullarının hayali arkadaşı tarafından musallat olunan bir ailenin ürkütücü hikâyesi!
Yann Gozlan’ın yönettiği Fransa yapımı gerilim ‘Boîte noire / Kara Kutu’, genç ve yetenekli bir kara kutu analistinin ölümcül uçak kazasının ardından ulaştığı ipuçlarından sonra gelişenleri taşıyor perdeye. Pierre Niney’e, usta aktör André Dussollier eşlik ediyor.
Emir Khalilzadeh’in yönettiği biyografik dram ‘Elli Kelimelik Mektuplar’, 27 Mayıs darbesi sonrası Yassıada’ya gönderilen dönemin Bayındırlık Bakanı Ahmet Tevfik İleri'nin hikâyesini anlatıyor.
Günay Günaydın imzası taşıyan korku gerilim ‘Sir-Ayet: Ölü Doğan’, beş yıl önce kaybettiği annesini sürekli rüyalarında görmeye başlayan ve anlam veremediği farklı olaylara maruz kalan genç kadının, bu garip olayları araştırması sonucu yaşadıklarını öykülüyor.
‘Suveydâ’, Mesut Uçakan imzalı! On bir yaşındaki bir çocuğun hafız olmak için verdiği mücadele.

Gökhan Aksu’nun yönettiği ‘Baturalp’, yakın arkadaşı Mahmut ile birlikte kahvehane işleten Baturalp’ın mahallede bir silahlı çatışmaya denk gelmesiyle gelişen mizah yüklü olayları taşıyor perdeye.

İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! İyi seyirler herkese.


TARİHTE BU HAFTA

Sırasıyla 2006, 2009, 2015 ve 2016 yıllarına gidiyor, tarihte bu haftayı anımsıyoruz!

Vizyonda bu hafta (8 Eylül 2006)

MIAMI VICE
Alton Yerkovich tarafından yaratılan ve ABD televizyonlarında 1984-89 yılları arasında yayınlanan ‘Miami Vice’, ülkemizde de çok sevilmişti. Dizinin yürütücü yapımcılarından usta sinemacı Michael Mann, Yerkovich’in pilot bölüm için yazdığı senaryoyu ilk okuduğunda, bu metinden uzun metrajlı bir film yapılması gerektiğini düşünmüş. Yayın haklarının el değiştirmesi üzerine Mann, fikrini 20 yıl sonra hayata geçirmiş. TV’de Don Johnson ve Philip Michael Thomas’ın canlandırdıkları Miami emniyetine bağlı iki dedektifi, beyazperdede, sıkı karizma Colin Farrell ve Oscar’lı aktör Jamie Foxx canlandırıyorlar. Çin’in medarı iftiharı güzeller güzeli Gong Li, yetenekli İspanyol aktör Luis Tosar, İngiliz güzel Naomie Harris, Mann’in kadrosuna aldığı uluslararası oyuncular. Mann’in bildik ustalığına “Miami Vice”te tekrar tanık oluyoruz. Sevdiği açılar, planlar, renkler, alıştığımız o gerçekçi, duru anlatım, hayatın tam içinden sahneler… Benzersiz çerçevesine yine su katılmamış bir gerçekçilik hakim Mann’in. Dizinin ‘hafif’ yapısı, beyazperdede tavizsiz. Son derece sert bir aksiyon, yoğun bir dramatik yapıyla sarmalanmış. Özellikle çatışma sahnelerinin atmosferi o denli gerçekçi ki, oturduğunuz koltukta yağmur gibi yağan kurşunlardan sakınmaya çalışıyorsunuz. Sıkı ama gücü ‘belli’, yetkisi kısıtlı dedektifler, onların güvenilir ve güvenilir olmayan amirleri, örgüt içindeki muhbirler, uyuşturucu baronları, onları kollayan gizli güçler… Hiçbir kuralın olmadığı zor bir dünya. Mann’in sihirli dokunuşuyla yüzde yüz sinemaya dönüşen keyifli bir seyirlik ‘Miami Vice’.

KUZEY FARESİ (LEMMING)
Yeni bir işe başlayan genç ve başarılı mühendis Alain, güzel eşi ile birlikte, patronu ve onun eşini yeni evlerine bir akşam yemeğine davet ederler. Davet, çok kötü bir atmosferle başlar ve sürer. Çiftlerin arasında aşırı bir zıtlık vardır. Bir yanda örnek bir ikili, öte yanda birbirlerine sevgi ve saygısını yitirmiş yaşlı çift. Şok edici akşam yemeğinin ardından, mutfağın atık borusunu tıkayan gizemli bir kemirgenin varlığı, genç çiftin belli bir düzen içinde süren yaşamlarını kesin bir biçimde değiştirecektir. Dominik Moll’un Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan son filmi, oldukça etkileyici ve sarsıcı, gerilim dolu bir dram. Başrollerini usta aktris Charlotte Rampling, Charlotte Gainsbourg, Laurent Lucas ve Andre Dussolier’in paylaştıkları Fransız yapımı, usta yönetmen Haneke’nin ‘iş’lerine benzer bir mesele üzerine kurulu. Batı toplumunun, orta ve üst sınıfın kirli ruh hali, yabancılaşma, sosyo-ekonomik yapının zedelediği insan ruhu ve koskoca kıtayı dolduran koyu bir yalnızlık… Batının geçer akçe insan modeli ve onların steril hayatları küçücük bir kemirgen tarafından nasıl tehdit edilir? Yüzeyde gördüklerimiz ve kazıyınca ortaya çıkan gerçekler… Batı toplumunun röntgeni ve gerçeküstü öğelerle sarmalanmış gerçekçi bir ağıt.

ESKİ SÜPER SEVGİLİM
‘Süper kahraman’ filmlerini romantik komediyle harmanlayan yapım, keyifli ve sevimli bir seyirlik. Dünyayı kollayan ve insanlığın kurtarıcısı olan güzel ve çekici bir süper kahraman. Onunla çıkmaya başlayan ama kısa süre içinde onun aradığı kadın olmadığını anlayan sıradan bir adam. Buraya kadar her şey normal ama ya bundan sonrası… ‘Ghost Busters’la tanıdığımız, türün üstatlarından Ivan Reitman ve ‘The Simpsons’ın yazarlarından Don Payne’in ortak çalışması gerçekten eğlenceli. Başroldeki Uma Thurman’a Luke Wilson ve Anna Faris eşlik ediyorlar. ‘Süper kahramanların da özel hayatı vardır diyen film, süper güçlerin daima insanlığın iyiliği için kullanılamayacağının altını çiziyor. Süper kahramanlarda aynı bizler gibi. Onların da sevmeye, sevilmeye ve delice kıskanmaya hakları yok mu? Aşk, normal insan, süper insan dinlemeyen ‘en kahraman’ duygu belki de…

NABIZ
Bir üniversite öğrencisi intihar eder ve yakın arkadaşları, birkaç gün sonra ondan e-posta yoluyla mesajlar almaya başlarlar. Bu garip durumun önce bir bilgisayar virüsü olduğu sanılır fakat gerçek çok korkutucudur: Mesajlar, öteki taraftan, ölülerden gelmektedir... Kiyoshi Kurosawa’nın 2001 yapımı korku filmi ‘Kairo’nun Hollywood versiyonunu beyazperdeye uyarlayanlardan biri de türün ustası Wes Craven. Çekimleri Romanya’da yapılan film, türe yeni bir şey eklemese de, belli bölümlerinde ürkütmeyi başarıyor. Dünyanın sonunun teknolojiden geleceğini söyleyen yapım, aslında bize yabancı değil. Uzun süre Japonya’da yaşayan Türk yönetmen Hasan Karacadağ’ın, dini motifler eklediği filmi ‘Dabbe’, ‘Nabız’ın klonlanmış hali. Ve maalesef Karacadağ, orijinal yapım “Kairo”dan etkilendiğini, daha doğrusu direkt alıntılar yaptığını bizlerle paylaşmayı unutmuş.

BİTİRİM KARINCA
Kolektif bilinç, dayanışma, özveri ve fedakarlık gibi önemli kavramları işleyen animasyonun yapımcıları arasında ünlü aktör Tom Hanks’de var. Bütün aile üyelerinin zevkle izleyecekleri çizgi film, on yaşındaki Lucas’ın ‘bir sürü aptal karınca’ olarak nitelediği canlıların gelişmiş medeniyetlerini tanımasını ve dostluğun anlamını keşfedişini öykülüyor. Ufak ve zayıf olmanın güçsüz olmak anlamına gelmediğini öğrenen Lucas, karıncalarla birlikte heyecan dolu maceralara sürükleniyor. Bize de koltuğumuza yaslanıp bu sevgi dolu eğlendirici ve öğretici animasyonu keyifle izlemek düşüyor.

 

Vizyonda bu hafta (11 Eylül 2009)

ÇİZMELİ KEDİ
17. yüzyıl Fransız yazınının önemli isimlerinden Charles Perrault’un (1628-1703) Kırmızı Başlıklı Kız, Uyuyan Güzel, Külkedisi ve Parmak Çocuk kadar ünlü masallarından ‘Çizmeli Kedi’, anavatanı Fransa imzasıyla beyazperdede. Jérôme Deschamps, Macha Makeïeff ve Pascal Hérold adlı üç Fransız yönetmenin işbirliğiyle perdeye yansıyan animasyon, 3 boyutlu bilgisayar teknolojisiyle kotarılmış. Öyküyü bilenler bilir. Değirmencinin küçük oğluna, sihirli çizmeler giyen ve hiç durmadan konuşan garip bir kedi miras kalır. Çizmeli Kedi, değirmencinin oğluna, Prensesin kalbini fethetmekte, ona yardım edeceğine dair söz verir. Yalancı ve işini bilir Kedi oldukça beceriklidir ve halledemeyeceği iş yoktur. Animasyonun Türkçe seslendirmesinde Çizmeli Kedi’yi Mehmet Ali Erbil konuşmuş. 

EVİMDE UZAYLI VAR
Kalabalık bir aile, yediden yetmişe, kuş uçmaz kervan geçmez, sessiz bir yerdeki eski köşkte hafta sonu tatili için bir araya gelirler. Ancak evde Tazer, Razor, Sparks ve Skip adlarında dört davetsiz misafir vardır. Uzaydan gelmiş bu beklenmedik ziyaretçiler, evin altında kalmış, kendilerine ait cihazı aramaktadırlar. Ailenin çocukları, bir yandan uzaylıların varlığını anne babalarından saklarken diğer yandan, onların gezegenin kaderini etkileyecek planlarını bozmaya çalışırlar. ‘Wallace ve Gromit’ ile ‘Madagascar’ adlı önemli ve popüler yapımların senaristi Mark Burton’un yazdığı öyküyü John Schultz yönetmiş. ABD-Kanada ortak yapımı, Yeni Zelanda’da çekilmiş. Ebeveyn-çocuk ilişkilerinden, kardeş, kuzen çatışmasına dek birçok aile içi durumu, uzaylı ziyaretçi komedisi ile harmanlayan fantastik macera, oldukça naif bir yapıya sahip. Özellikle küçüklerin büyük bir keyifle izleyecekleri film, içten, numarasız, samimi, sıcak atmosferiyle seyre değer.

İÇTEN GELEN  
St. Paul Minnesota’da düzenlenen korku-gerilim ağırlıklı filmlerin yarıştığı Solstice Film Festivali’nde ‘En İyi Film’, ‘En İyi Kadın Kadın Oyuncu’, ‘En İyi Erkek Oyuncu’ ve ‘En İyi Müzik’ ödüllerini kazanan korku-gerilimin yönetmen koltuğunda oturan isim, Hollywood’un ünlü görüntü yönetmenlerinden biri olan Yunan asıllı Phedon Papamichael. Batılı eleştirmenler tarafından görüntü yönetimindeki başarısını yönetmenliğe taşıyamadığı yönünde eleştirilen Papamichael’ın filmi, kimliklerimizi oluşturup, hayatımızı sürdürürken, inançlarımızın oynadığı rolü, perdeye ürkütücü biçimde yansıtmaya çalışmış. Dindar insanların yaşadığı kasabanın sakin yaşamı, genç bir çocuğun ve onun kız arkadaşının intiharlarıyla allak bullak olur. Birbiri ardına gerçekleşen ani ölümler, kasabada büyük bir panik havası oluşturur. Kasabalılarda bütün bu karanlık ölümlerin, açıklanamaz bir varlık tarafından işlendiği inancı vardır. Başrollerini Elizabeth Rice ve Thomas Dekker’ın üstlendiği gizem yüklü filmde, efsane oyuncu Richard Harris’in oğlu olan yetenekli İngiliz aktör Jared Harris’de rol alıyor. Türün meraklıları özellikle ilgilenmeli.


Vizyonda bu hafta (11 Eylül 2015)

Tam on üç filmlik, kalabalık bir yeni vizyona merhaba diyoruz! Beş film notlarımız arasında. Haftanın diğer yenileri ise; Joshua Oppenheimer imzalı kan donduran önemli belgesel ‘The Look of Silence / Sessizliğin Bakışı’, usta sinemacı Wim Wenders’in son filmi ‘Everything Will Be Fine / Her Şey Güzel Olacak’, başrolünde Meryl Streep’i izleyeceğimiz müzikal komedi ‘Ricki and the Flash / Sıradışı Anne’, iki animasyon; Almanya yapımı ‘Der Kleine Medicus / Küçük Kurtarıcılar’ ile Disney Channel’dan tanıdığımız üç boyutlu ‘Stand By Me Doraemon / Doraemon’ ve üç yerli yapım; Muhammet Arslan imzası taşıyan ‘Kanlı Postal’, Hasan Karacadağ imzalı korku serisinin altıncısı ‘Dabbe 6’ ve Alper Giray Urhanoğlu’nun yönettiği gerilim ‘Asimetrik’. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.

MR. HOLMES VE MÜTHİŞ SIRRI
Son derece zarif bir film. ‘Gods and Monsters’, ‘Kinsey’ ve  ‘Dream Girls / Rüya Kızlar’ gibi kalbur üstü filmlerin yanına, ‘The Twilight Saga: Breaking Down 1-2 / Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti 1-2’yi ekleyen ardından ‘The Fifth Estate / Wikileaks: Beşinci Kuvvet’i yöneten rafine isim Bill Condon imzalı yapım, Arthur Conan Doyle (1859-1930) tarafından yaratılan ünlü karakter Sherlock Holmes’un yaşlılığına götürüyor bizi. Terry Gilliam filmi ‘Tideland’in uyarlandığı aynı adlı romanın yazarı Mitch Cullin’in ‘A Slight Trick of the Mind’ adlı romanından perdeye uyarlamış dramın başrolünü, efsane aktör Ian McKellen üstlenmiş. 1960’lı yılların başından bugüne, kariyerini yükselen bir ivmeyle sürdüren İngiliz oyuncuya, bir başka usta isim Laura Linney eşlik ediyor. 1947’de geçiyor öykü. Ünlü dedektif Sherlock Holmes, uzun zaman önce emekli olmuş, dostu ve her şeyi Dr. Watson’dan ayrılmıştır. Sussex kasabasında bulunan evinde, arıları ve ona bakan Bayan Munro ve fedakar kadının yeni yetme oğlu Roger ile geçirmektedir günlerini. İyice yaşlanmıştır Holmes ve hafızası eskisi kadar kuvvetli değildir. Geçmişin hayaletleri ve yarım kalmış davalar, canını sıkmaktadır. Yarım olarak ayrılmak istememektedir dünyadan yaşlı adam. Bu yüzden, yeniden ‘tam’ olmak adına geçmiş ve yaşadığı gün arasında yeniden ince ama zorlu bağlantılar kurması gerekecektir. El yapımı bir biblo değerindeki ‘insancıl’ senaryoda, bütün boşluklar, son derece özenle doldurulmuş. Neyi nasıl anlattığını bilen ustalıklı yönetmenlik ve kelimeler ötesi oyunculuk performansı da işin içine girince, çok sık karşımıza çıkmayan, ‘dolu dolu’ bir film yansımış perdeye. İçimizdeki yaralar, yorucu hayatın bizi sürüklediği o tanımsız anlar, hafıza, tam olmak ve zarafet dolu bir hayat yolculuğu. Sherlock Holmes’in belirleyici özelliği olan birikimini, gerçek ve bilimden sapmayan şaşmaz mantığını dikkatini ve detaycı analizlerini, gündelik hayatın can alıcı nüanslarıyla birleştiren, sevgi, dostluk, aşk, bilgelik üzerine, yalnızlık soslu ve ‘içli’ bir öykü anlatan incelikli filmi iç cebinizde saklayabilirsiniz. (4,5 / 5)

ZİYARET
On üç ve on beş yaşlarındaki iki kardeş, annelerinin uzun zaman önce koptuğu büyükanne ve büyükbabalarının çiftlik evine bir haftalığına kalmaya giderler. Yaşlı kadın ve adamın davranışlarındaki tuhaflık kısa sürede çocukların dikkatini çekecektir. Mizah soslu korku filmi, türün usta isimlerinden M. Night Shyamalan imzası taşıyor. Shyamalan’ın çok sevildiği dönemine dönüş yolculuğu olarak adlandırılan yapım, bazı anlarıyla gerçekten ürkütücü olmayı başarıyor. Netameli aile korkusu, yaşlı insanların zaten gerektiği kadar korkutucu olması saptamasından yola çıkarak, ‘Hansel ve Gretel’ ile ‘Kırmızı Başlıklı Kız’ masallarının ruhunu, el kameralı çekim görüntüleriyle perdeye yansıtmış. Masalsı atmosfer, gerilimli bir eğlencede, Shyamalan sürprizlerini özleyenleri memnun edecek gibi. Genç oyuncular, abla rolünde Olivia DeJonge ve özellikle erkek kardeş rolünde Ed Oxenbould gayet iyiler. Erkek kardeşin, küfürlü kafiyeler yerine, rap denemelerinin sonuna, kadın pop yıldızlarının ismini yerleştirmesi, korkunun omuz başındaki mizahi dozu, kahkahaya dönüştürmüş. Tecrübeli oyuncular Deanna Duagan ile Peter McRobbie’ye, anne rolünde son dönemde sıklıkla karşımıza çıkan yetenekli aktris Kathryn Hahn eşlik ediyor. Tecrübeli Fransız görüntü yönetmeni Maryse Alberti’nin birinci sınıf kamerası, çok şey katmış öyküye. El kameralı çekim görüntülerinin ise, büyük resimde çok şeyi değiştirmediğini söylemek gerek. Biçim planlamasının, öyküye ivme sağladığını söylemek yanlış olur. Yapım tasarımının mütevazi ama iyi planlanmış sanat yönetimi detayları ise incelikli. (3 / 5)

İLİŞKİ DURUMU: KAÇAMAK
Screwball mizahını, günümüz modern komedi atmosferine taşıyan yapım, 70’lerin yeni Hollywood sineması öncülerinden Peter Bogdanovich imzalı. ‘The Last Picture Show / Son Gösteri’, ‘What’s Up, Doc? / Aşka Vakit Yok’ ve ‘Paper Moon’ gibi klasiklerin usta yaratıcısı, zeki diyaloglara sahip, incelikli bir komediyle karşımızda yeniden. Evli, çocuklu ve son derece çapkın, uslanmaz bir romantik olan Broadway yönetmeni, eskort kız olarak çalışan Isabella’dan etkilenir ve daha önce bir çok kez yaptığı gibi, özel bir gece geçirdiği bu sevimli kıza yardım etmeye karar verir. Oyunculuk hayallerini, gerçeğe dönüştüren genç kadın, çevresinde aniden gelişen zincirleme bir etkileşime sebep olacaktır. Vodvil’e göz kırpan yapı, Woody Allen sinemasından da tatlar barındırıyor. Yıldızı hızla parlayan İngiliz aktris Imogen Poots ve Owen Wilson’a, bir dizi usta isim; Jennifer Aniston, Rhys Ifans, Kathryn Hahn, Cybill Shepherd, Austin Pendleton eşlik ederlerken, Quentin Tarantino ve Michael Shannon gibi isimler, sürpriz misafirler olarak yer alıyorlar zengin kadroda. Yerinde ve dozunda bir mizahın, ince eleştirilerle hatırı sayılır bir hoşluk yarattığı film, sadece Bogdanovich ismi hatırına bile rahatlıkla izlenebilir. (3 / 5)

GECE BİTMEDEN
Bir gece içinde New York’ta geçiyor öykü. Günün yorgunluğu, yerini geceye bırakmaktadır. Tren istasyonunda klarnetini çalan ve ertesi gün katılacağı seçme için heyecanlı olan Nick ile Boston’a, onu evine götürecek olan son treni kaçıran Brooke, ‘birbirlerine’ rastlarlar! Çantasını çaldıran ve cep telefonu kırılan genç kadın, eve; kocasından önce varmanın tedirginliği içindeyken, otele verecek parası olmayan Nick’le birlikte, New York’un soğuk gecesini paylaşır. İki yabancı, aradıkları ‘şeyin’ hemen yanı başlarında olduğu gerçeğini keşfedecekleri bir gece geçireceklerdir. Korkular, şüpheler, kararlar, mutluluk, mutsuzluk, zayıflıklar, yanı başımızdan akıp giden hayat. Bir gece, bütün hayatını değiştirebilir klasik sloganının içini, romantik ve içten bir duygusallıkla doldurmayı başaran filmi, başrolü de üstlenen Chris Evans yönetmiş. ‘Rain Man / Yağmur Adam’ ile en iyi orijinal senaryo Oscar’ını elde etmiş Ronald Bass ve Jen Smolka’nın öykülerini perdeye aktaran Evans, ilk yönetmenlik deneyiminde sınıfı geçmeyi başarmış. Marvel’in ünlü kahramanı Kaptan Amerika olarak tanıdığımız Chris Evans’ın sürprizine eşlik eden isim ise İngiliz aktris Alice Eve. ‘Lost ın Translation / Bir Konuşabilse’ tadı ve dokusundaki öykü, Neil Simon oyunlarından, Richard Linklater klasiği ‘Before Sunrise / Gün Doğmadan’a uzanan bir düzlemi düşürüyor akla. Buruk ama umutlu haliyle, sahici bir romantizm etkisi bırakıyor bünyede. Chris Evans’ı, böyle sürpriz projelerde özellikle yönetmen olarak daha fazla görmek ümidiyle. (3 / 5)

FİRAK
Birbirlerine bağlı ağabey kardeş, Orhan ile Ali, insanlardan uzakta, bir dağın tepesinde yaşamaktadırlar. Odun kömürü elde etme işi olan torlukçulukla geçinmektedir iki kardeş. Ali, Bahar’la evlenip, eve gelin getirince, var olan düzen bozulur. Orhan ve Bahar arasında başlayan etkileşim, geleneklere ve taşranın rutinine ters düşünce, mutlu birliktelik, üç kişi için de tuhaf ve netameli bir hal alacaktır. Geçmişe dönüşlerle anlatılan hikâye, filmin yönetmeni Halil Özer’in imzasını taşıyor. Başlıca rollerini, Canan Atalay, Oktay Gürsoy ve Barış Gönenen’in paylaştıkları dram, geçtiğimiz 21. Adana Altın Koza Film Festivali’nde Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması kapsamında izleyici ile buluşmuş ve dünya prömiyerini gerçekleştirmişti. Kim Ki-duk evreni ve Oshima sinemasına, genel anlamda Uzak Doğu esintisine gülümseyen film, farklı senaryosu ve yaklaşımına rağmen, yaşadığı atmosfer ve tempo problemiyle, çok ilginç ve derinlikli olabilecekken, vasat sulara bırakıyor kendini. Yine de sadece gişe niyetiyle çekilmiş popüler yapımlardan ruh olarak ayrılan, cesur bir deneme ‘Firak’ (2,5 / 5)


Vizyonda bu hafta (9 Eylül 2016)

Yeni haftanın beraberinde getirdiği film sayısı yedi. Ünlü klasik Ben-Hur’un yeni çevirimi ve iki yerli yapımın yanın sıra, hemen her türe sesleniyor 9 Eylül vizyonu. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın. Herkese iyi seyirler.

BEN-HUR
Yedinci sanatın klasiklerini, yeni nesil için ‘hafifletip’ yeniden perdeye yansıtmak günümüzün moda işlerinden. Lew Wallace’ın romanından usta sinemacı William Wyler’ın nerdeyse ‘kusursuz’ yönetimiyle 1959’da uyarlanan 11 Oscar’lı ‘Ben-Hur’ yeni çevirimiyle karşımızda. Charlton Heston’un orijinal ‘Judah Ben-Hur’ performansı, John Huston’un torunu Jack Huston’un omuzlarına çökmüş. Huston, bu zorlu performansın hakkını vermeye çalışmış, hatta filmin belki de en ‘sırıtmayan’ tarafı baş oyuncusu fakat geriye kalan her şey, sadece orijinal filmi tekrar izleme isteği uyandırıyor insanda elde değil! Haksız bir ihanetle suçlanan Judah Ben-Hur’un ve bütün bir dönemin epik hikayesi duruyor perdede. Roma ordusunun subayı olan üvey kardeşi Messala ile Judah’ın arasındaki eşsiz dostluk bağının bozulması ve artık düşman olan iki insan.  Elinden hemen her şeyi alınan Judah, köleliğe mahkum edilir. Vatanına döndüğü zaman işleri yoluna koymaktır amacı. ‘Gece Nöbeti’ ve ‘Gündüz Nöbeti’ adlı filmleriyle ismini duyurup, Hollywood’a terfi eden Kazakistanlı Timur Bekmambetov’un yönettiği yeni ‘Ben-Hur’, deniz kazası ve finaldeki ünlü atlı araba yarışı sahnelerindeki başarılı çekimlerin ötesinde pek tat vermiyor. Öyküsünde yer alan Hristiyan miti ve tarihi ağırlıklı dinsel ve ahlaki yanlar, dünyanın gidişine ve ‘insani’ değişimin gerekliliği üzerine esere bağlı bir satır başı yapmayı unutmasa da, görkemli orijinal filmin yanında oldukça ‘tatsız’ kalmış yeni uyarlama. ‘Messala’ rolünde Toby Kebbell, usta aktör Morgan Freeman ve ‘Hz. İs’a rolünde Brezilyalı aktör Rodrigo Santoro, Jack Huston’a eşlik ediyorlar. Oyuncumuz Haluk Bilginer’in de kadroda küçük bir rolü olduğunu belirtmeden geçmeyelim. (2 / 5)   

LANETLİ MESAJ
Almanya’dan çıkagelen korku-gerilim, ‘facebook’ kaynaklı bir lanetin yol açtığı vahşeti öykülüyor. Sosyal medyadan hayata akan doğaüstü dehşet dalgasını, oyuncu kökenli Simon Verhoeven sinemalaştırmış. Üniversitenin popüler kızlarından biri olan Laura, okulun dışlanmış öğrencilerinden Marina’nın facebook’tan gelen arkadaşlık teklifini kabul eder ve önünde geçemeyeceği bir lanetin başlangıç fitilini ateşler. Korku-gerilim kolajı, birçok popüler tür örneğinden tanıdık gelişmelerle sürerken, ezber edilen bir yol haritası çiziyor adeta. Avustralyalı aktris Alycia Debnam-Carey ve Güney Afrikalı Liesl Ahlers’i izleyeceğimiz korku gerilim örneği, derine açılmadan, kıyıda dolanmayı tercih ediyor. (2 / 5) 

TOZ OL
Aksiyon ve dövüş sanatları filmlerinin sevimli ismi Jackie Chan, bu kez ortak olarak Jackass ekibinden Johnny Knoxville’i seçmiş kendine. Kağıt üzerinde uyumlu bir kimya olarak duran komedi-aksiyonu yöneten isimse üst üste çektiği başarılı ve tempolu aksiyonlarla Hollywood’un özellikle bir dönem aranan ismi olmuş Finlandiyalı Renny Harlin. Bu üç ismin ‘garantili’ görünümü maalesef beklenen etkiyi yaratmamış perdede. Hong Kong’lu dedektif ile Amerikalı kumarbazın ortaklıkları sıradan bir seyirliğin üzerine çıkamıyor. Çin mafyasına karşı omuz omuza veren iki ortak, acımasız bir kumpasla baş etmeye çalışırlarken, mizahı da unutmuyorlar tabii ama vaat edilen ‘tempo’ ve ‘komedi’ bir türlü sinmiyor içe. Latin kökenli Eve Torres ve sempatik Çinli aktris Bingbing Fan, filmin ‘hoş’ detayları. (2 / 5) 

Usta sinemacı Clint Eastwood’un otuz beşinci kez yönetmen koltuğuna oturduğu ve başrolünü Tom Hanks’in üstlendiği Biyografik dram ‘Sully’, Ira Sachs’ın yazıp yönettiği incelikli aile dramı ‘Little Men / Küçük Adamlar’ ve iki yerli yapım; korku-gerilim örneği ‘Azem 4: Alacakaranlık’ ile romantik komedi türündeki ‘El Değmemiş Aşk’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Tekrar iyi seyirler herkese!

MURAT ERŞAHİN

 



Diğer Yazılar