09 OCAK 2015
Haftanın beş yeni filminden notlarımız arasında yer alamayan yapımlar, yerli komedi ‘Bana Masal Anlatma’ ile Liam Neeson’lu aksiyon serisinin üçüncü halkası olan ‘Taken 3 / Takip 3’. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.
YILDIZ HARİTASI
Kült sinemacı David Cronenberg’in Cannes’de ‘Altın Palmiye’ için yarışan yeni uzun metrajı, dünyanın geldiği son hale uçan tekme girişiyor işin aslı! Görünürde, bir Hollywood kâbusu, usta yönetmenin perdeye yansıttığı, geniş resimde ise, dünyanın gelip dayandığı çıldırma ve yok olma noktasını sorguluyor üstat! Hollywood’un görünürde parlak, ışıltılı, alacalı dünyası, aldatıcı bir imaj düzenlemesinden başka bir şey değildir. Sığ, egoist, kötücül, yoz şöhretler ve onların etrafında akbaba gibi dolaşan leş yiyiciler, Hollywood ve sistem eleştirisinin anti kahramanları olarak çıkarlar karşımıza. Orta yaş bunalımında olan, eski popülerliğini özleyen ve annesinin hayaletinden kurtulma mücadelesi veren aktris Havana Segrand, işini bilir, düzenbaz psikoterapist Stafford Weiss, onun on üç yaşını süren ve bir çocuk yıldız olarak, uyuşturucu tedavisi gören oğlu Benjie Weiss, ailesini yakmak istediği için sanatoryuma yatırılan ve oradan çıktıktan sonra, yeniden ‘bildiği’ yerlere dönen kızı Agatha Weiss, onun bütün dertleri sümen altı eden annesi Christina ve senarist olma derdindeki masum görünümlü limuzin şoförü Jerome… Şöhret, getirdikleri, karşılığı ve bomboş, değersiz ruhlar arenasında bir yalnızlık ve yok oluş masalı! Cronenberg’in usta hamleleriyle, vahşi kapitalizmin içini boşalttığı ve zavallılaştırdığı insanın tükenişine tanıklık ettiğimiz zengin metin, Bruce Wagner imzalı. Cannes’de ‘en iyi aktris’ ödülünü kazanan ve bu dalda, yıla ambargo koyması muhtemel Julianne Moore’un yanı sıra, Mia Wasikowska, John Cusack, Olivia Williams, Robert Pattinson ve genç yetenek Evan Bird, ‘kolaylıkla’ müthiş olarak nitelenebilecek performanslar sergiliyorlar. Medeniyete ait yozlaştırılmış kültür ve yaşam tarzından tutun; ekonomik, sosyal ve büyük resimde vahşi kapitalist mantığa ait ne varsa hunharca saldıran film, son derece dürüst ve insancıl. O ölçüde de sert! (3,5 / 5)
BEYAZ TANRI
Albert Lomorisse imzalı 1956 tarihli 34 dakikalık ‘büyük’ film ‘Le Ballon Rouge / Kırmızı Balon’, birkaç neslin başucu filmlerinden ve içlerindeki devrimi ateşleyen yapımlardan biriydi kuşkusuz! Sihirli bir kırmızı balon ve yedi yaşlarındaki Pascal adlı çocuğun Paris sokaklarındaki macerasıydı izlediğimiz. Sistemin, büyüklerin ve balonu olmayanların nefreti sonucu sihirli baloncuk patlayınca, filmin o muazzam finalinde, gökyüzünden binlerce rengarenk balon yağıyordu Pascal ve onun gibileri için. ‘Yeni neslin ‘Kırmızı Balon’u, yaman Macar yönetmen Kornél Mundruczó imzası taşıyor. Orijinal adıyla ‘Fehér Isten / Beyaz Tanrı’da (İngilizce adı White God), balonların yerinde köpekler var! Alışılmadık bir köpek-insan macerası perdede duran. Sıkı bir dostluk öyküsü, sert ve şaşırtıcı bir devrim hikayesi olarak da okunabilir pekala, masalsı dram. Kahverengi, melez bir sokak köpeği olan Hagen ile onun sahibi olan on üç yaşındaki Lili’nin dostlukları, koparıldıkları anda daha da güçlenmiştir belki de. Yanına bırakıldığı babası, okuldaki öğretmeni, evdeki komşular kimse ama kimse, melez bir köpeği, hayatlarının tam ortasında istememektedir. Köpek, hakiki bir ‘öteki’ olarak, dışlanmıştır toplumdan. Asil bir kan taşımamaktadır, cemiyet içinde yeri yoktur! Barınaklarda, uyutulmayı bekleyen birçok sahipsiz kırma sokak köpeği gibi Hagen de hiç bilmediği sokağın ve vahşi dünyanın acımasız kurallarının ortalık yerinde kalınca, insanların köpeklere dost olmadığını deneyimler ve kendisi gibi dışarıda kalmış, itilmiş, ölüme terk edilmiş gariban köpekleri örgütleyerek, kötücül insanlara ve belki de bütün insan ırkına karşı savaş açar. Bu amansız savaşı durdurabilecek tek şey sevgidir yine! Cannes Film Festivali’nin ‘belirli bir bakış’ bölümünde ‘en iyi film’ seçilen sert, o ölçüde de romantik dram, hiçbir dijital efekt kullanılmadan, gerçek köpeklerle, gerçek sokaklarda çekilmiş. Genç aktris Zsófia Psotta, müthiş bir uyumla ‘Body’ adlı köpeğe dost ve yoldaş olmuş. Çekim aşaması son derece zorlu, iyi yazılmış, güçlü, yaman bir film, Macaristan-Almanya-İsveç ortak yapımı. Köpekler değil sadece; sokaklardaki evsizler, öksüzler, özürlüler, lambalar, bisikletler, balonlar, çirkin plastik oyuncak bebekler, kediler ve bütün düşmüş insanlar, her anlamda bütün ötekiler de alabilirdi filmin zorla çıldırtılan, isyan ettirilen anti kahramanlarının yerini. Nereden bakılırsa bakılsın, gayet iyi film! (4 / 5)
ÇALSIN SAZLAR
Günümüzde, eski bir evin satışı ile başlayan öykü, altmışlı yıllara uzanan üçlü bir aşk öyküsüyle birleşiyor. Biri Rum asıllı meyhaneci, diğeri bir klarnetçi olan iki yakın dost, çalgılı meyhanenin yeni şarkıcısına aşık olurlar. Ülkenin toplumsal gelişmelerinden nasibini alan sadece sıradan insanlar değil, aşk, dostluk, arkadaşlık gibi hayati kavramlardır da. Başta ‘Züğürt Ağa’ olmak üzere, ‘Kardeşim Benim’, ‘Selamsız Bandosu’, ‘İmdat ile Zarife’ ve ‘Son Buluşma’ adlı belgeseli ile tanıdığımız usta yönetmen Nesli Çölgeçen’in yazıp yönettiği romantik dram, naif bir aşk filmi olmasının ötesinde, memleketin önemli tarihi-politik olgularına da değiniyor. Kurgusuna da özen gösterilmiş yapımın başrollerini, Belçin Bilgin, Engin Hepileri ve Caner Cindoruk üstleniyorlar. Usta aktör Can Kolukısa’nın yanı sıra, Nil Günal, Serhat Özcan, Deniz Özerman ve Devrim Yakut, kadronun öne çıkan diğer isimleri. İyi niyetle gerçekleştirilmiş bir yapım olsa da, Çölgeçen’in bildik filmlerinin gücünden oldukça uzakta, etkileyiciliği sınırlı ve büyüsü olmayan bir film olmuş perdeye yansıyan. Bir temsil bütünlüğündeki bazı sahneler, inandırıcılığı zedeliyor. Sigarasız meyhane işin cabası. Romantik ve duygusal olmak adına, zorlama sahneler ve senaryo, ‘gibi yapmalar’, bir dönem filmine ters düşen özensiz sanat yönetimi ile birleşince, vasat altı bir film çıkmış ortaya. Yeşilçam geleneğine saygı duruşunda bulunan final ise, bütün gidişatın en zayıf yanı. (2 / 5) MURAT ERŞAHİN