09 NİSAN 2010
Haftanın film sayısı dokuz. 29. İstanbul Film Festivali´nin sürdüğü haftanın haklı, yorgun ve tatlı koşuşturmasında sizler için yorumlayabildiğim filmler aşağıda… Herkese iyi seyirler! Festivale ise seyirci kalmayın; izleyici olun…
BAL
Semih Kaplanoğlu´nun ´Yusuf Üçlemesi´, ´´Bal´´la sona eriyor. ´´Yumurta´´ ve ´´Süt´´ün ardından gelen ´´Bal´´la, Yusuf´un çocukluğuna dönüyoruz. Berlin´den ´Altın Ayı´ ödülüyle dönüp, büyük bir başarıya imza atan ´´Bal´´, ´biçim olarak´ üst düzey bir sinema örneği. Üçlemenin en az diyaloga sahip, en içsel halkası belki de… Baba-oğul arasındaki ilişkinin filmi ´´Bal´´. Büyük bir sessizliğin, doğa ile insan arasındaki dingin dengenin, ayrı ve özel bir gücün himayesinin, yerleşik değerlerin, kuralların ve insanın içinde debelendiği sistemin katılığı, kesinliği üzerine bir film. Zamanın, rüyaların, sözsüz açıklamaların, anlık ifadenin yeterliliği üzerine. Küçük bir çocuğun gözüyle, insanı sarıp sarmalayan doğanın, korkunun, otoritenin, öğrenmenin, satırların, dizelerin, bilinmezin, her şeyiyle bilinenin, annenin, babanın, kırmızı kurdelelerin anlamının, saflığın, balın filmi… Filmdeki manevi boyut oldukça dikkat çekici. Babanın kaybından sonra çocuğu kucaklayan ´Allah babanın´, kulağa fısıldanan rüyanın, gökyüzünden aşağı inen balın tadının, Karadeniz´in içsel ve tanımsız görkemi içinde yer alması, izlediğimiz öykünün, görünür olan dünyanın ötesinde ´anlamlar´ içerdiğini hissettiriyor. Bildik dünyada yer alan bütün figürlerden başka bir gücün, zaman ve mekânın dışında var olan bir sistemin, ufak bir çocuğun dünyasına olan etkisini izliyoruz. Ölümün, sevginin, hayat kavgasının, geleceğin kesin ve kati sınırları dışında var olduğunu hissettiren ve sessizliği görkemli ağaçların rüzgârda savrulmasıyla bozan başka bir gücün varlığını duyumsuyoruz. Büyümenin, hiç bitirmediğin bir bardak dolusu sütü bir dikişte içmek olduğunu görüyoruz. Babanın yaptığını yapan, büyüyen bir çocuğun, bunu annesine kanıtlamasını izliyoruz. Rüyanın gerçekliği, yine sessiz, büyük bir sükûnet içinde kesin bir biçimde çıkıyor karşımıza… Filmin küçük başrol oyuncusu Bora Altaş´ın büyük performansı dikkat çekiyor. Enfes görüntü yönetimi ve Rimbaud şiiri de öyle… Üçleme içinde benim kişisel tercihimin halen ´´Süt´´ olduğunu ise söylemek zorumdayım. ´´Bal´´ın yadsınması güç sinemasına rağmen, öyküsü, yaklaşımı ve meselesi yüzünden ´´Süt´´ü daha özel buluyorum kendi adıma. Aslında dinlenmesi, his dünyasında bekletilmesi zamanla geri dönülüp farklı biçimlerde özümsenmesi gereken bir üçleme duruyor Kaplanoğlu´nun filmografisinde. Kendi dünyası, bakışı, meseleleri olan ve bunları taviz vermeden, oynamadan, kıvırmadan, bildiği gibi, numarasız çeken bir yönetmen Kaplanoğlu. ´´Bal´´ ise kesinlikle zor bir film. İyi olduğu kesin ama seslendikleri ve beğenilirliği değişebilecek farklı bir deneyim.
BEŞ ŞEHİR
İlk uzun metrajı ´´Polis´´le sevip tanıdığımız Onur Ünlü, ´´Beş Şehir´´le karşımızda. 46. Antalya Altın Portakal Film Festivali´nde ´En İyi Senaryo´ ödülünü kazanan yapım, birbirlerinden her şeyleriyle farklı, bambaşka insanların yaşam, ölüm ve aşkla örülü öykülerini yansıtıyor perdeye. Yoksunluklarla sarmaladığımız çaresiz düşlerimiz. Mecburi zavallılıklarımız. Üşüyen yerlerimiz, ölümden öte köy olmadığını bildiğimiz halde o bozulmuş, çaresiz hallerimiz. Önü arkası engellenmiş sevda sözlerimiz… İstanbul, Eskişehir ve Afyon´da geçen öyküler, gerçeküstü oluşlarla çevrelenmiş. Hayatın kendisi gibi. ´´Beş Şehir´´, içerdiği hüzünle ve Ahmet Kaya´nın unutulmaz şarkısıyla takılıyor zihne, yüreğe ve dudaklara: ´…Beni Vur, beni onlara verme, külüm al uzak yollara savur, Dağılsın dağlara dağılsın vur öykümüz ama sen ağlama dur…´ Filmin oyuncu kadrosu da gayet başarılı. Usta aktör Bülent Emin Yarar ve Tansu Biçer´e özel bir vurgu yapmak gerek ama. Bir de kediye… En önemlisi de şu: ´varoluş, karanlık, acı yüklü ve yeteri kadar gerçeküstüdür…´
ŞARK OYUNLARI
Itso, bağımlılık tedavisi gören umutsuz bir Bulgar genci. Neo-nazi çetesine katılan kardeşi Georgi ile uzun süre önce kopmuşlar. Itso, ülkeye ziyarete gelmiş Türk kızı Işıl ile tanışınca, hayatla mücadele edecek bir enerji buluyor kendinde. Yeniden başlamak için bir fırsat belki de… Bulgar gençliğinin ve belki de bütün toplumun, umutsuzluk, bozulma, yoksulluk, yoksunluk ve ırkçılıkla çevrelenmiş portresi… Başarılı kısa filmleriyle adını duyuran Bulgar Kamen Kalev´in ilk uzun metrajı yürek yaralayan bir dram. Samimi, doğal, gerçek ve ´siyaseten doğru´. Öykünün çıkış noktası ise filmin başrol oyuncusu Christo Christov. Çekimlerden kısa bir süre sonra hayatını kaybeden aktör son derece başarılı. Saadet Işıl Aksoy ve Hatice Aslan´ın da oyuncu kadrosunda yer aldıklarını not düşelim. Tokyo, Las Palmas, Bratislava ve Varşova film festivallerinden ödüllerle ayrılan ´´Şark Oyunları´´, ne söylediğini bilen, hedefi vurmuş bir yapım. Küçük, bağırmayan ama aksine, perdede ve kalpte kocaman, güçlü bir etki yaratan iyi bir film.
SON İSTASYON
26 Şubat´ta vizyona girecekken ertelenen ´´Son İstasyon´´, İstanbul film festivalinin en hızlı günlerinde diğer sekiz filmle birlikte vizyona giriyor. Hikâyesini Levent Kırca´nın yazdığı ve yönetmen koltuğuna sevilen komedyenin oğlu Oğulcan Kırca´nın oturduğu yapım, duygu sömürüsü kokan, ´yürek enfaktı´ bir dram. Uşak´ta bir istasyonda demiryolları memuru olarak çalışan dürüst bir adamın ve ailesinin trajik öyküsü. Melodramdan kopkoyu bir drama yol alan film, maalesef en ufak bir sinema lezzeti vermiyor. Levent Kırca´nın fazla nüanslı oyunundan, mantık sınırlarını zorlayan senaryosuna, acemi yönetiminden, genel atmosferine, zayıf bir film ´´Son İstasyon´´.
MURAT ERŞAHİN