09 KASIM 2012
Bu hafta vizyon gören altı yeni filmden sadece biri notlarımız arasında yok. Adına basın gösterimi düzenlenmeyen müzikal belgesel “Marley” bu! “One Day in September” ile 2000 yılında ‘En İyi Belgesel’ dalında Oscar kazanan, 2006 tarihli kurmacası “İskoçya’nın Son Kralı / The Last King of Scotland” ile tanıdığımız Kevin Macdonald’ın yönettiği dokümanter, Reggae müziğin efsane ismi Bob Marley üzerine. Haftanın diğer filmleriyse notlarımız arasında. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insana sıkı sıkıya sarılmayı ihmal etmeyin lütfen! Sokakların sinemadan çıkmayanlarla dolu olduğu gerçeği aklınızdan çıkmasın. Herkese iyi seyirler!
FRANKENWEENIE
Tim Burton… İçindeki çocuğun yaşlanmasına ve yavanlaşmasına asla izin vermeyen gerçek bir sanatçı. 1984’te Disney stüdyolarından kovulmasına neden olan kısa metraj filmini, aynı stüdyonun çatısı altında dev bütçeli bir yapım halinde uzun metraj olarak yeniden çekmiş. Frankenweenie, el emeği göz nuru, üç boyutlu bir stop motion animasyon. Bilime çok meraklı olan genç dahi Victor, çok sevdiği dostu, köpeği Sparky’yi kaybedince, hazırladığı düzenek sayesinde, can dostunu hayata döndürür. Her şey yolunda gitmektedir ancak Sparky’nin hayata döndüğünü fark eden arkadaşları, fen projelerinde en başarılı öğrenci olabilmek için, çevredeki bütün ölmüş hayvanları hayata döndürmeye çalışırlar. İşin içinde sevgi olmayınca ortaya çıkan, içi boş ve kötücül yaratıklardan başka şey olmayacaktır. Burton’un klasik korku sinemasına, B filmlere ve gotik korkuya olan tutkusunu ortaya koyduğu sıcak yapım, sizi yüreğinizden yakalayıp, çocukluğunuzun aklı ve ayakları havada ‘masal’ günlerine götürüyor! Frankenstein, Mary Shelley, Van Helsing ve daha neler neler… Christopher Lee’nin “Dracula”sına özel bir saygı gösteren Tim Burton, çıkış yaptığı ilk parlak günlerine geri götürüyor bizi. Bitmesin istiyorsunuz perdedeki naif yolculuk. Ece Ayhan üstadın önemli tespitindeki ‘her çocuğun kalbinde kendinden daha büyük bir çocuk vardır’ durumunu da ayrıca vurguluyor film, gerçeğin can yakan ama büyüten yanıyla… Karanlık ama sevgi dolu, çok özel bir masal! Bir zamanlar hepimizin ‘parlak yıldızlar’ olduğumuz gerçeğini anımsatan Tim Burton filmine kayıtsız kalmayın lütfen!
(Notu: 4 / 5)
KATİL JOE
Derin Amerika’dayız. Tutucu güneyde, Texas’da. Uyuşturucu satıcılarına olan borcunu ödemek için çaresizce çırpınan genç adam, babası, üvey annesi ve ‘masum’ kız kardeşine canice bir teklifle gelir. Annesinin yüklü miktardaki hayat sigortasına konmak için bir kiralık katil tutacaklar ve hayatlarında bir arada görmedikleri miktarda paraya sahip olacaklardır. Katilin parası çıktığı zaman geriye adam başı altı bin dolar kalmaktadır ama olsun, içinde nefes aldıkları bu bataklıkta bir güvencedir bu para. Aynı zamanda polis müfettişi olan kiralık katile verecekleri beş kuruş olmadığı için; katilin depozito teklifini çaresiz kabul ederler. Evin saf genç kızı, bu tehlikeli ve fütursuz yabancının olacaktır! Bağımsız, federe kara filmin her köşe bucağı, kirli, kötücül, mide bulandırıcı. Karakterleri de öyle. “The Exorcist / Şeytan” ve “The French Connection / Kanunun Kuvveti” gibi klasikleriyle tanınan William Friedkin’in sterillikten uzak durmaya özellikle gayret eden filmi, ustanın 2006’da yönettiği “Bug / Böcek” adlı filmini de uyarladığı, oyun yazarı-aktör-senarist Tracy Letts’in aynı adlı sahne oyunundan yine Letts tarafından adapte edilmiş perdeye. Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan için yarışan kapkara ve tavizsiz filmin oyuncu kadrosu da kalburüstü. Romantik komedilerin aranılan yakışıklı yıldızı Matthew McConaughey, kendisinden alışık olmadığımız bir karakterle karşımıza çıkıyor! Sean Penn’in yönettiği 2007 tarihli “Into the Wild / Özgürlük Yolu” ile gürültülü bir çıkış yapan yetenekli genç aktör Emile Hirsch, Juno Temple, Gina Gershon ve Thmas Haden Church; ayrı ayrı döktürüyorlar. Bozuk mayalı insanın, bütün maneviyatını, saflığını, içindeki iyi şeylerin tamamını yitirmiş; çaresizlik, imkânsızlık ve ‘pislik’ içinde yaşayan yoksul ve yoksun bir grup insanın fiziki ve siyasi haritası izlediğimiz. Kan ve kusmuk; kötülük, acı ve çıkışsızlıkla kaplı fotoğrafa sinmiş. Hemen her karakteri son derece kötü filmin. Cinayet teklifiyle gelen genç adam belki de en masumu, sadece kendilerini sevip; düşünen bu insanların. Güneyin alt sınıfına, aslında ülkenin getirildiği yere acımasız ve son derece gerçek bir bakış atıyor William Friedkin. Dibe vurmuş karakterlerin sevgisiz, kapkara resmi; küçük insanlara sunulmuş, aslında dayatılmış zalim ‘yaşamın’ bir kesiti sadece. Shakespeare dokusu ve ters yüz edilmiş peri masalı, cehennemden çıkmış klasik cinayet öyküsünü; bambaşka yerlere götürüyor. Tavuk buduyla oral seks, konserve kutusuyla kafa ezme, kan revan sahneler; herkese göre kılmıyor perdedekini. Ama Hollywood’un ikircikli, kötü niyetli cinsellik ve şiddet kullanımından tamamen sıyrılmış, meseleyi olabildiğince ‘grafik’le sınırlamış film, üzerine gittiği ahlaksızlığın çok uzağında, son derece gerçekçi ve ahlaklı bir iş yapmış. Göstermiş ve ‘işte budur’ demiş. Cehennemde nefes alıp vermek bundan öte bir şey değil!
(Notu: 3,5 / 5)
THE MASTER
“The Master”da, savaştan döndükten sonra topluma uyum sağlamakta zorlanan bir müptelayı tanıyoruz; Freddie Quell’i… Yolu, günün birinde The Cause isimli tarikatın eksantrik lideri Lancester Dodd ile kesişiyor ve Freddie’nin içindeki büyük boşluk, bir baba, bir sevgili, bir dayanak olarak gördüğü bu adamın öğreti ve öğütleriyle dolmaya başlıyor. Şekillenen ve ortaya çıkan şey, başlangıç noktasındaki varlığın ta kendisine dönüşüyor belki de! ‘Birine veya herhangi bir şeye bağımlı olmadan bir an olsun geçirebilen birini tanıyor musunuz?’ sorusunu da yöneltiyor Paul Thomas Anderson’un altıncı uzun metrajı; yakından bakmaya çalıştığı birçok oluşun yanı sıra. Varoluşuna bir anlam yüklemeye çalışan, sıradan, zavallı bireyin çaresizliği duruyor perdede. Bir baba-oğul öyküsü, bir aşk öyküsü, bir anlam arayış rüyası ve ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında şekillenen ruh hali! Anderson, Amerikan ‘gerçeği-rüyası’nı analiz etmeyi, “There Will Be Blood / Kan Dökülecek”te bıraktığı yerden sürdürüyor. Kaba güç, petrol, din, kirli para üzerine kurulan bir imparatorluğun, İkinci Dünya Savaşı sonrası şekillenen ruh haline ve insanına sunduğu ümitsiz karanlığın ne olduğuna bakıyor. Öykü, kaba olarak; gündeme sıklıkla yansıyan ‘Scientology’yi çağrıştırıyor ister istemez. Birçok bakış ve yaklaşıma açık oluşlar ve meseleler duruyor perdede. Freddie Quell karakterinin, bütün yaşadıklarını hayal ettiğini düşünebiliriz örneğin. İçindeki uçurumun kenarına yaklaşıp, gözleri kapalı bir kurtuluş yolu bulmak için çırpınan, zavallı, donanımsız, harcanmış, unutulmuş, ötelenmiş, güçsüz, yalnız sıradan bireyin hikâyesi olabilir izlediklerimiz. İki erkek arasındaki aşk öyküsü de olabilir Freddie ve Lancester arasında yaşananlar veya bir baba-oğul arasında yaşanan her şey. Öğreti, öğüt, nefret, sevgi, tutku, arkadaşlık, dostluk, dayanışma… Vatandaşlarına, bütün bir halka kan, gözyaşı ve umutsuzluk dağıttıktan sonra; onlara ‘hadi bakalım, devam edin, sistemi besleyin’ diye seslenen bir ülke ve o insanların acınası durumu! Ruhları çalınmış insanlardan beklenenler. Verecek bir şeyleri olmayan, belki de ‘kalmamış’ olanlardan. Yeni bir başlangıç fikrine, içinde yaşadıkları boşluğun kumsalına uzanıp, kayıtsız biçimde gözlerini yumanlardan. Tükenmiş olanlardan… Bir boşluğun anatomisini, ‘derin’ başlangıçlarla çözümlemek ve yeniden yaratmak niyetinde olan bir oluşumun; dünyaya hükmetme niyetinin ardındakiler. İktidarın ve uyuşturulmuş kitlenin geniş resmi, son tahlilde hali hazırda nefes alıp veren bir canavarı besleyen ruhsuz figürler ve ‘araf’ta kalmış akıl, sevgi, dostluk, aşk ve soru işaretleri… Philip Seymour Hoffman ve Joaquin Phoenix’in hipnotize edici performansları, günümüzün dijital refleksine meydan okuyarak 70mm çekilmiş filme değer katıyor.
(Notu: 4 / 5)
MÜKEMMEL PLAN
Çok iyi anlaşan iki yakın arkadaş, çocuk sahibi olma isteklerini gerçekleştirmek için birbirlerini seçerler! ‘çocukları’ haricinde ortak bir ev yaşamları olmayacaktır ve ikisi de özgürce başkalarında arayacaktırlar mutluluğu! Bu tuhaf anlaşma, ikilinin ‘çocuklu’ yakın dostları tarafından kuşku ve şaşkınlıkla karşılansa da, her iki arkadaş, kendi hayatlarını yaşamayı sürdürürler. Aşkın kapıyı belki de çok uzun zaman önce çaldığını fark etmeden! Kariyerini TV dizileriyle ve romantik komedilerle inşa eden Jennifer Westfeldt’in ilk yönetmenlik denemesi yine bir romantik komedi. Aşk, mutluluk, sevgi ve çocuklar üzerine kurulu öykü, karşımıza aşk filmi diye çıkan birçok yapımdan –özellikle yerli örnekler- daha çok aşk filmi! Öncelikle, gerçek ve sıcak! Aktris-senarist-yönetmen Westfeldt’in başrolü Adam Scott ile paylaştığı samimi güldürüde diğer önemli rolleri, Maya Rudolph, Jon Hamm, Kristen Wiig, Chris O’Dowd, güzeller güzeli Megan Fox ve artık ‘veteran’ aktör konumuna yerleştiği anlaşılan Edward Burns üstleniyorlar. Aşkın altyapısını oluşturan dostluk, dostluğun iç dinamikleri, aşkın kabul etmesi güç gelip geçiciliği, eskiyen duyguların onarım süreçleri, ilişkilerin doğal süreci, çocuklar, sorumluluk ve fedakarlığın ‘sevgi’nin yapı taşları olması ve ‘ilişki’ üzerine daha bir çok kavram, mesele.
(Notu: 2,5 / 5)
SESSİZ TEPE: KARABASAN 3D
Playstation için üretilen Silent Hill adlı ‘hayatta kalma’ oyunundan 2006’da aynı adla sinemaya uyarlanan korku-gerilim filmini, usta senarist Roger Avary kalem almış, yönetmen koltuğuna ise yetenekli Fransız Christophe Gans oturmuştu. Oyun, Silent Hill 3 olarak yenilenip, hayranlarıyla buluşunca, uyarlama da gecikmedi tabii. Kamera ardındaki ekip değişti sadece! Senaryo ve yönetmen bu kez İngiliz Michael J. Bassett. Heather ile babası, kendilerini izleyen kötücül gizli güçlerden senelerdir kaçmaktadırlar. Yeni geldikleri kasabada, artık bir genç kız olan Heather’ı kötü sürprizler beklemektedir. Başroldeki genç aktris Adelaide Clemens’e, ilk filmin iki oyuncusu Sean Bean ve Radha Mitchell ‘konuk oyuncular’ olarak destek veriyorlar. Martin Donovan, kadroya yeni eklenen Carrie-Anne Moss, usta aktör Malcolm McDowell ve Deborah Kara Unger, filmin ünlü isimleri. Sadece içi boş bir görsel efekt ve makyaj şovu olarak nitelendirebileceğimiz korku filmi, çizdiği cehennem tasviri ötesinde hiçbir yenilik ve tat içermiyor. Orijinal oyunun fanatikleri dışında, vakit nakittir diyenleri uyarırız!
(Notu: 1 / 5)
MURAT ERŞAHİN