Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

09 ARALIK 2022

08 Aralık 2022 Perşembe 18:39
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Dünya genelinde altı milyondan fazla, ülkemizde yüz binin üzerinde can kaybına yol açan Koronavirüs (COVID-19) belasından, aşılarımızı olarak, sosyal mesafelerimizi koruyarak, hijyen kurallarına sıkı sıkıya uyarak, maskelerimizi kapalı alanlarda ve toplu taşıma araçlarında çıkartmamaya çalışarak korunmaya devam ediyoruz. Umuyoruz çok yakında bu beladan kurtulacağız tamamen!
Tarih 2 Temmuz 2021’i gösterdiğinde sinema salonları yine izleyicileri ağırlamaya başlıyor; perdeler umduğumuz o ki, bir daha kapanmamak üzere açılıyordu! Sinemalar açılmadan önce her hafta, naçizane iyi filmler ve diziler önerdim sizlere! 2020 Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaştım. 5 Mart 2021’den itibarense, sinema salonları perdelerini açana dek, her yeni hafta, o tarihe ait eski ‘sinemadan çıkmış insan / vizyonda bu hafta köşeleri’ni sizlerle buluşturdum. Sizlere her hafta sinema tarihinden 5 klasik film önerdiğim ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bölüm ve geçmiş vizyon haftalarını anımsadığımız ‘Tarihte Bu Hafta’ adlı bölümler devam edecek!
Önce sağlık; gerisi hikâye! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Kurda kuşa yem olmayın bir de!


ÖNCE TAVSİYELER…

SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK

Grand Hotel
(Yönetmen: Edmund Goulding / 1932)

A Taste of Honey / Bir Tutam Bal
(Yönetmen: Tony Richardson / 1961)

Billy Liar / Yalancı Billy
(Yönetmen: John Schlesinger / 1963)

Girl With Green Eyes
(Yönetmen: Desmond Davis / 1964)

Seance on a Wet Afternoon
(Yönetmen: Bryan Forbes / 1964)

 

Vizyonda bu hafta (9 Aralık 2022)
Beşi yerli yapım olmak üzere, toplam altı yeni filme ev sahipliği yapıyor 9 Aralık vizyonu!
Emin Alper’in bol ödüllü filmi ‘Kurak Günler’ notlarımız arasında!

KURAK GÜNLER
-Artan obruklar-

Genç savcı Emre, tayin olduğu Yanıklar kasabasına gelip, görevine başlar! İşini ciddiyetle yapma uğraşındaki idealist savcı, kasabada meydana gelen ve bir şekilde odağında olduğu soruşturma sırasında, kendini siyasi bir çatışmanın ve çıkarların öne çıktığı bir mücadelenin içinde bulur.
Yaklaşan Belediye başkanlığı seçimleri, kuraklıkla mücadele, siyasi çekişmeler, küçük yerde oynanan çıkar oyunları, bir suç, bir soruşturma, av ve avcılar, önyargılar, ezber edilen alışkanlıklar, kasabanın muhalif gazetecisi, yeraltı su kaynakları, insanı içine çeken obruklar, kasaba homurtuları, öteki olmak, linç kültürü ve hal-i pür melal! Politik alegorilerle bir panorama çizen etkileyici ve sarsıcı film, Emin Alper imzası taşıyor! 
Senaryosunu da Emin Alper’in kaleme aldığı dram, dördüncü uzun metraj kurmacası yaman sinemacının. Selahattin Paşalı’nın başrolü üstlendiği yapımda, Ekin Koç, Erol Babaoğlu, Erdem Şenocak ve Selin Yeninci, oyuncu kadrosunun öne çıkan diğer önemli ve başarılı isimleri olarak yansıyorlar perdeye. Özcan Vardar ve Eytan İpeker’in metronom düzenindeki kurgusu ve Christos Karamanis’in titiz kamerasıyla artı değer kazanan metaforlarla yüklü yapım, Stefan Will imzalı orijinal müziğiyle de zihne takılıyor. 59. Altın Portakal’da En İyi Yönetmen, En İyi Görüntü Yönetmeni, En İyi Müzik, En İyi Kurgu, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu, Cahide Sonku Ödülü, SİYAD En İyi Film ve Film Yön En İyi Yönetmen ödüllerini kazanan yapım, 33. Ankara Film Festivali’nden de,  En İyi Film, Onat Kutlar En İyi Senaryo, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ve En İyi Kurgu heykelcikleriyle ayrılmayı başarmıştı.
Çizdiği toplumsal iklimin kodlarını, ait olduğu coğrafyanın tarihsel refleksleriyle harmanlayan, ‘ötekinin’ daima süregelen dramını, gayet usta bir üslup ve atmosferle perdeye yansıtan film, her daim, her yerde var olması gereken adalet duygusuna da vurgu yapmayı unutmuyor. Kimi tekrarları ve bazı tartım meseleleri dışında yılın en önemli yerli yapımlarından biri perdede duran. Kesinlikle kayıtsız kalınmamalı! (4 / 5)

Haftanın diğer yenilerine bakacak olursak…
Adam Leader ve Richard Oakes’in yazıp yönettikleri korku öyküsü ‘Hosts / Şeytanın Laneti’, İngiltere yapımı. Komşularını Noel yemeği için evlerine davet eden ailenin ürpertici hikâyesinde başlıca rolleri Neal Ward, Frank Jakeman ve Samantha Loxley üstleniyorlar.
‘Her Şey Dahil’, Hakan Eser’in yönettiği, başrollerini Gürgen Öz ve Gonca Vuslateri’nin paylaştıkları bir komedi. Farklı donörlerden dünyaya gelmiş üç kardeş Faruk, Ayhan ve Kasım’ın mizah yüklü hikâyesi. Dedelerinden kalan mirasla ıssız bir Ege koyunun tapusunu almaya çok yaklaşan kardeşler, ödenmesi gereken son iki taksiti denkleştirmek için koyda bir tatil köyü açmaya karar verirler. Hakan Bilgin, Kaan Yılmaz ve Tuncay Beyazıt’i öne çıkan diğer önemli rollerde izliyoruz.
Evin gelini Ceylan’ın hafızasını kaybetmesi sonrası ev içerisinde dinamiklerin değişmesini konu alan komedi ‘Sil Baştan Kaynanam’, Raşit Çelikezer imzası taşıyor. Algı Eke’nin rol arkadaşları, Alper Saldıran, Zeynep Eronat ve Asuman Dabak.
Semir Aslanyürek ve Kazım Öz’ün birlikte yazıp yönettikleri dram ‘Elif Ana’nın senaryo ortaklarından biri de Nihat Behram. Elif Ana keramet sahibi, geleceği önceden sezen, ermiş bir kadındır. Ne var ki herkese iyilik yapan bu kadın ömrünün sonunda dünyanın en büyük kötülüğünü görür. Aliye Uzunatağan, Hülya Diken, Necmettin Çobanoğlu, Cezmi Baskın, Ali Sürmeli, Turgay Tanülkü, oyuncu kadrosunda yer alan isimler.
Nurulllah Yenihan’ın yönettiği ‘Nasreddin Hoca Zaman Yolcusu’ özellikle küçük yaştaki izleyiciye seslenen bir animasyon! Gizlice ağaç eve giren iki hazine avcısı, yanlışlıkla geçmişe gidince Nasreddin Hoca ve çocuklar onları geri getirmek üzere peşlerinden giderler.
İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!

İyi seyirler herkese!


TARİHTE BU HAFTA
On bir ve altı yıl öncesine, 2011 ve 2016 yıllarına gidiyor; tarihte bu haftayı anımsıyoruz.

Vizyonda bu hafta (9 Aralık 2011)
Bu hafta, vizyonun bütün filmleri notlarımız arasında. Üç yerli filmin de aralarında olduğu seçki, hemen her beğeniye sesleniyor. İçinizdeki ‘sinemadan çıkmış insan’ı çok uzun süre yaşatmanız temennisiyle iyi seyirler!

KAZANMA SANATI
İlk uzun metrajı ‘Capote’ ile En İyi Yönetmen dalında Oscar adayı olan Bennett Miller’ın yeni filmi Michael Lewis adlı ekonomist-yazarın ‘Moneyball: The Art of Winning an Unfair Game’ adlı araştırma kitabından uyarlanmış. Gerçek ve sıradışı başarı öyküsü, biyografik bir spor dramında işlenmiş. Oakland Athletics adlı beysbol takımının ‘farklı’ genel menajeri Billy Beane, ‘kazanmak’ için, istatistik değerlere ve rakamlara önem veren genç Yale mezunu Peter Brand ile ele ele verir ve yeni yöntemlere başvurarak, beklentilerin ötesinde alışılmadık bir oyuncu kadrosuyla yola çıkar. Küçülen takım, büyüyen başarılara imza atacaktır ve eğer ümit edilen başarı gerçekleşirse, bu olay spor tarihinde bir devrim anlamı taşıyacaktır aynı zamanda. Filmin yapımcıları arasında olan Brad Pitt’in başrolü üstlendiği filmde, ‘Judd Apatow tayfasından’ sevimli ve göbekli Jonah Hill ve usta isim Philip Seymour Hoffman da rol alıyorlar. Robin Wright ise filmin konuk oyuncuları arasında. Brad Pitt’in belki de perdedeki en iyi performansını sergilediği yapım, anlatımı, meseleye yaklaşımı ve ‘büyük resmin içersindekini’ bambaşka bir yerden incelemesiyle takdire şayan. Eşit rakamların konuşmadığı spor dünyasında başarı için gerekli olan ufak ama önemli ayrıntılar. Sporun anatomisi; örneğin mağlubiyet sonrası üzülmenin anlamı, soyunma odası, idareci, antrenör odaları, stadyum koridorları, takım tarihinin ruhu, eski fotoğraflarda gizlenmiş spor aşkı. Hiçbir rakamın akıl çelemediği idealizm, ‘oyunun doğasını sevip, inandığın’ için mücadele etmek. Sadece bunun içi… Kaybın değil, bir dahaki son maçı kazanabilme umudunun önemi… 

JANE EYRE
İngiliz yazar Charlotte Brontë’nin (1816-1855) aynı adlı klasiğinden, Moira Buffini’nin senaryosuyla perdeye uyarlanmış dramı, Japon asıllı ABD’li yönetmen Cary Fukunaga yönetmiş. Romantizm akımının başucu eserlerinden olan ve sinemanın çok sevdiği karakterlerden biri Jane Eyre. Beyazperdeye pek çok kez yansıyan acı yüklü genç kadının 2011 versiyonu, sanırım en sadık Brontë uyarlamalarından biri olmuş ve kuşkusuz en etkili. Karakterlerin acıları, saklı duyguları ve dönemin ruh haritası, olabildiğine net yansımış perdeye. Eserin belki de görsel karşılığını çekmiş Fukunaga. Renk paletinden çekim açılarına, hüznün ve elemin, romantizmin, umutsuzluğun ve umudun gölgesi sinmiş peliküle. Tim Burton’un ‘Alice Harikalar Diyarında’sı ile keşfettiğimiz Mia Wasikowska, ‘Jane Eyre’in etle kemikle buluşmuş hali olarak duruyor karşımızda. Michael Fassbender ise özel bir ruh hali ve duruşla canlandırmış ‘Rochester’ karakterini. Brontë kardeşlerden Charlotte’nin; yarı karanlık, gerilimli, keder dolu ama sevginin sözlük anlamıyla yazılmış enfes metni, perdede ayrı bir naiflikle duruyor. Cary Fukunaga’nın takip edilmesi gereken isimler listesindeki yerinin yanına bir artı koyup; Adriano Goldman’ın, Victoria dönemini; iliklerimize kadar hissettirdiği görüntü yönetimine de dikkat çekiyoruz. Son derece detaycı sanat yönetimi, Beethoven ve Mozart’ın 4 ve 11 numaralı piyano sonatlarıyla birleşerek yüreği okşuyor.  Yaşadığımız dünyada ‘şiirin’ ölmediğine dair umut dolu bir kanıt ‘Jane Eyre’.

YANGIN VAR
‘120’, ‘O… Çocukları’, ‘Deli Deli Olma’ ve ‘72. Koğuş’ ile tanıdığımız Murat Saraçoğlu, yeni filminde, kanımca kendi sinemasının en iyi örneğine imza atmayı başarmış. Mizah ve hüznün birbirine karıştığı bir yol filmi ‘Yangın Var’. Trabzon’un Çayırbağı beldesi, bölgede çıkan yangınlara daha rahat müdahale etmek için çevre illerden itfaiye aracı bulamaz. Diyarbakır Belediyesi, dost eli uzatarak, Çayırbağı’na bir itfaiye aracı hibe eder. Karadenizli İtfaiye şoförü Koşman, arabayı almak üzere bütün ön yargılarıyla birlikte Diyarbakır’a gider ve orada Belediye görevlisi Asya ile tanışır. Dönüş yolculuğuna beraber çıkan ikili, birçok yangın yaşanan memleket yollarını kat ederlerken, türlü maceralar yaşayacak ve önyargılar yerini anlayışa bırakacaktır. Son derece sevimli, naif, sıcak komedi-dram, gerçek bir olaydan esinlenerek uyarlanmış perdeye. Aynı filmdeki gibi; 2010 Mart ayında, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, Çayırbağı Belediyesi’ne bir itfaiye aracı bağışlamış ve Araç- Trabzon’da şüphe üzerine durdurulmuş… Osman Sonant ve Nesrin Cavadzade’yi başrole taşıyan filmde konuk oyuncu olarak, Erkan Can, Yavuz Bingöl ve Şerif Sezer rol alıyorlar. Yeşim Ustaoğlu’nun ‘Pandora’nın Kutusu’ filminde problemli erkek kardeş rolünde izlediğimiz ve bu rolüyle 16. Altın Koza’da ‘En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu’ seçilen Osman Sonant’ın performansı yine çok iyi. Bu arada, film başlı başına bir ‘Selvi Boylum Al Yazmalım’ güzellemesi. Atıf Yılmaz’ın ölümsüz eserine içten saygılarını sunan film, ana karakterlerinden birine de ‘Asya’ adını vermiş. Güzel, içten, doğru, son derece naif, sıcak mı sıcak bir film var perdede. Memleket meselelerini kaşıyan, onlara dürüst bakma gayretinde, ne söylediğini ve nasıl söylediğini bilen, biçim olarak da temiz bir iş ‘Yangın Var’. Görüntü yönetmeni Gökhan Atılmış’ın kamerasından, müziklerine, oyuncularından, anlatımına dek iyi bir film son tahlilde karşımızdaki.

AŞKIN FORMÜLÜ YOK
Asperger Sendromu, sosyal etkileşimde zorluklar ve sınırlı, stereotipik ilgi ve etkinliklerle tanımlanan otistik spektrum bozukluklarından biri olarak adlandırılıyor. Sendrom üzerine cevaplanmamış birçok soru var fakat uzmanlar, sendromun bir hastalık ve bir engellilikten çok bir ‘farklılık’ olarak tanımlanması görüşünde. Beyazperdeye de sık sık konu olan bir durum Asperger Sendromu. Adam Elliot imzalı, 2003 tarihli Avustralya yapımı animasyon ‘Mary ve Max’, bu meseleyi, sıcacık bir dostluk öyküsünde işlemişti. Bu kez, Asperger Sendrom’lu bir başka karakter, Simon ile tanışıyoruz. İsveç’in geçtiğimiz yıl, ‘En İyi Yabancı Film’ dalında Oscar adayı olan yapım, kardeşi Sam ile yaşayan Aspergerli Simon’un aşkı bulmasını öykülüyor. 1985 doğumlu genç yönetmen Andreas Öhman’ın ilk yönetmenlik denemesi, kısmen başarılı sayılabilir ama anlatılmamış, yapılmamış, denenmemiş hemen hiçbir şey yok gibi filmde. Biçim, anlatı, atmosfer vasatta seyrediyor. Üstelik mevzunun çok daha iyisini bir animasyonda izlemiş durumdayız. Yine de, zorlanmadan, sempatik biçimde işlenmiş öykü. Uzayda yaşadığını düşünen ve yörüngesinden memnun halde teneke bir kazanın içine saklanarak dış dünyayla bağlantısını kesen Simon ve etrafındakilerin öyküsü, sıkılmadan izleniyor. Uzay, fizik ve matematik bilimlerinin, yönetmenin ilgi alanına girdiği çok belli. 

AY BÜYÜRKEN UYUYAMAM
‘Amerikalı’nın ardından yirmi yıla yakın suskun kalan usta yönetmen Şerif Gören’in sinemaya geri dönüşü, Necati Cumalı’nın ünlü öykü kitabına adını veren hikâyesiyle olmuş. Taşrada yaşayan insanların cinsel hayatı, taşrada cinselliğe bakış, din, ahlak, ahlaksızlık, baskı, kadın, erkek, namus ve namussuzluk. Aslında çok önemli, bütün bir toplumu ilgilendiren ‘derin’ meseleler. Bir Ege kasabasının tutucu fonunda bir anne ve iki kızının yalnız başınalığı… Popüler televizyon dizilerinden tanıdık oyuncu kadrosunu yönetmiş Gören. Ayça Bingöl, Hazal Kaya, Selin Şekerci ve Fırat Çelik’e, Fırat Tanış, Ali Düşenkalkar ve Hakan Boyav gibi güçlü karakter oyuncuları eşlik ediyorlar. Ayvalık, Çeşme ve Alaçatı görüntüleri eşliğinde anlatılan hikâye, maalesef kitaptaki etkileyiciliği perdeye taşıyamamış. 

İZ
Tayfur Aydın’ın ilk uzun metrajı, düzgün biçimi ve önemli meselesine rağmen sırıtan diyaloglara, oluşlara, kimi kaba hatlı izahlara kurban gidiyor. Kesinlikle kötü değil ama sanki ıskalanmış, kaçmış bir fırsattan söz eder gibi filmin ardından kalanlar. Etkileyici, yürek sökücü öykü, daha ince, daha olgun, daha köşesiz, daha insancıl işlenseydi keşke. Annesine verdiği sözü tutmak için parçalanan oğul, gizleriyle hayata veda eden kadının acısı, topraklarından koparılmış insanların suskun öfkeleri, yürekleri nasırlaştıran acılar… Necmettin Çobanoğlu’nu başrole taşıyan dram, Yavuz Ekinci’nin ‘İncir’ adlı öyküsünden uyarlanmış perdeye. İstanbul, Diyarbakır ve Batman’da çekilen ‘İz’in oyuncu kadrosunda Serdar Orçin’de yer alıyor. Emre Konuk imzalı görüntü yönetimi, oldukça özenli ve anlatının ruhunu başarıyla destekliyor.

 

Vizyonda bu hafta (9 Aralık 2016)
Bu hafta merhaba diyen yeni vizyon beraberinde; üçü yerli, yedi yeni yapım getiriyor. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.

GECE HAYVANLARI
Kapkara tahliller… Ünlü bir modacı olarak bilinen Tom Ford, 2009’da Christopher Isherwood’un aynı adlı romanından uyarladığı ilk yönetmenlik deneyimi ‘A Single Man / Tek Başına Bir Adam’la ‘vay be!’ dedirtmişti. Bağrımıza bastığımız ve beyazperdeye şahane bir ‘hoş geldin’le yeni bir anlam katan Ford, merakla beklenen ikinci uzun metrajıyla karşımızda. Kaybetme korkusu, acı, suçluluk, vicdan, aşk. Her intikam farklıdır! diyor yeni filminde Tom Ford! İşin özü, aşk ve vicdan üzerine bambaşka bir bakış ve incelikli bir analiz filmi orijinal adıyla ‘Nocturnal Animals’. Austin Wright’ın ‘Tony and Susan’ adlı romanından yine Tom Ford tarafından yapılan uyarlama, incelikle netameli ruh altımıza bakıyor, aynı ‘A Single Man’ gibi. Venedik Film Festivali’nde Tom Ford’a Jüri Büyük Ödülü’nü kazandıran gerilimi yüksek dram, öykü içinde öykü barındırıyor. Bir sanat galerisi sahibi olan Susan, yıllar önce ayrıldığı eski eşinin kendisine yolladığı roman taslağını okudukça, geçmişin acıları, kalp ve hayal kırıklıklarıyla yüzleşir. Öte yandan, romanda yer alan öykü, ailesiyle birlikte çıktığı gezinin sahici bir kabusa dönüştüğü Tony hakkındadır. Bir vicdan öyküsü çekmiş her şeyin ötesinde Tom Ford. İki filmiyle artık ‘usta’ olarak adlandırılmayı hak eden Tom Ford, şaşırtıcı değinilerle insan denen organizmanın ‘tekinsiz’ ruh altına bakarken, hakiki saptamalar yapıyor. Başrolleri paylaşan Amy Adams ve Jake Gyllenhaal’e, hemen her performansında fark yaratmayı başaran Michael Shannon ile son dönemin yükselen aktörü Aaron Taylor-Johnson eşlik ediyorlar. Isla Fisher, Ellie Bamber, Karl Gusman, Robert Aramayo ve bir başka usta oyuncu Laura Linney, başarılı kadronun diğer isimleri olarak yansıyorlar perdeye. Birini sevdiğinde, onu öylece kaldırıp atamazsın demeyi de unutmuyor film. Bütün günahlarımız, suçluluk duygumuz, kaybetme acımız ve korkularımız, tükenmek bilmeyen burukluğumuzla insan olduğumuzu anımsatıyor hepimize. Bir de aşk ve sevgi denen o hayati kavramlar, insan denen ‘zavallı’ varlığın önüne dikilip durmuyor mu? ‘Atonement / Kefaret’ ve ‘Anna Karenina’ gibi güçlü filmlerle iki kez Oscar adayı olan, İrlandalı görüntü yönetmeni Seamus McGarvey’in kamerası, kapkara, rahatsız edici, kasvet dolu ‘bilinçli’ atmosferin perdeden koltuğa geçmesinde büyük rol oynuyor. Karanlık derinliklerimizle flört eden tekinsiz bir şölen çekmiş Tom Ford. Ürküp, geçmişin hayaletlerini anımsayacaksınız elde değil. Gözden çok vicdana sesleniyor. (4 / 5)

AŞK MEKTUPLARI
Son derece zarif, kırılgan ve samimi bir aşk filmi. Duygusal öykünün finalinde, Gabrielle, sevmeden evlendiği ama ‘sonunda’ sevgisinin gerçekliğini fark ettiği kocasına sorar: ‘Neden bana söylemedin?’ Adamın cevabı kısa ve net olur: ‘Yaşamanı istedim’… Baştan beri seni çok sevmiştim filandır duymayı düşündüğümüz sözler. Oysa adam, sevmenin ne denli emek gerektiren bir uğraş olduğunun altını çizer. ‘Selvi Boylum Al Yazmalım’ın aşk-emek meselesine, farklı ve samimi bir katkı sağlamış Nicole Garcia’nın romantik filmi. Cannes’de Altın Palmiye için yarışan yapım, filmekimi programında buluşmuştu ülkemiz izleyicisiyle ilkin. Milena Agus’un aynı adlı romanından uyarlanan Fransa-Belçika-Kanada ortak yapımında başrolü, ‘benzersiz’ Marion Cotillard üstleniyor. Zihinden çıkması zor bir performans sergilemiş yine Cotillard. Louis Garrel ve Cotillard’a aynı mükemmellikte eşlik eden İspanyol aktör Alex Brendemühl, kadronun diğer isimleri. İngiliz besteci ve müzik adamı Daniel Pemberton’un filmin atmosferine son derece uyumlu notaları, romantik dramın içinize daha bir fazla işlemesine neden oluyor. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından Fransa’dayız. Özgür ruhlu, tutkulu bir kadın olan Gabrielle, küçük kasabasında sıkışmışlığın avucunda bunalırken, ailesinin baskısıyla İspanyol bir çiftçi olan Jose ile evlenir. Basit bir adamdır Jose. Kendisine seni sevmiyorum diyen kadına karşı dürüsttür ve ona aşıktır. Kendini bir tutsak gibi hisseden kadın, tedavi için yattığı klinikte, bastırdığı tutkularını ona yeniden hatırlatan Andre ile tanışır. Yeni bir başlangıç için ümit doludur Gabrielle ancak dünya hali, onun duygularını dikkate almayacaktır. Son derece iyi uyarlanmış senaryo, kusursuz performanslarla ve son derece titiz bir yönetimle, yılın iyi filmlerinden birini çıkarıyor karşımıza. Sevginin ve aşkın, emek, özellikle sabır isteyen ciddi bir uğraş olduğunu, asil ve vakar biçimde anımsatan film, sözlük anlamları dışında önem yüklenen kelimelerin gerçek ifadelerini gün ışığına çıkarmakla yükümlü olduğunu hissetmiş. Başarmış bu zor işi üstelik. Yürekte yer eden içli öyküyü, iç cebinizde saklamak en doğrusu. (4 / 5) 

SEN BENİM HER ŞEYİMSİN
2014’te ülkemizde de vizyona giren 2013 tarihli Meksika filmi ‘No se Aceptan Devoluciones / Çocuk Büyütme Rehberi’ adlı melodramdan uyarlanan yerli yapımı Tolga Örnek yönetmiş. Yine Örnek imzalı uyarlama senaryoda başrolü Tolga Çevik üstleniyor. Aktörün gerçek kızı Tuna Çevik, Melis Birkan, Cengiz Bozkurt ve Reha Özcan oyuncu kadrosunun diğer isimleri. Yaşadığı geniş ve rahat günlerde, günübirlik işler ve ilişkilerle hayatını geçiren Sedat, günün birinde ansızın eski sevgilisi Pınar tarafından kucağına bırakılan bir bebekle baba olduğunu öğrenir. İstanbul’a gelip, Pınar’ı aramaya başlayan Sedat, kaderin cilvesiyle iyi kalpli ama uyanık yapımcı Birol ile tanışır ve babasının kendisine çocukluğundan beri öğrettiği üzere, ‘korkularının gözünün içine bakacağı’ bir meslek edinir: Dublörlük. Zoraki babalıktan, gerçek bir baba olmaya doğru hızla yol alan Sedat, kızı için kusursuz bir masal dünyası yaratmıştır ama dışardaki dünya acımasızdır. ‘Güldür-ağlat-izlet’ formülünün hakkını verememiş yerli uyarlama. Tolga Örnek, komedi dramda başarılı olamıyor. Önceki filmlerine baktığımızda bunu net olarak görebiliyoruz. Melodramın asıl kırılma noktalarını ve özünü yakalayamadan, baba-kızın kendilerine kurdukları naif evrenin ruhuna giremeden yüzeyde gezinmeyi seçen yapım, yapay bir televizyon dizisi formatıyla, ne güldürüyor ne de ağlatıyor işin doğrusu. Orijinal filmin Latin hüznü ve sahiciliği, yerli yapıma nüfuz edememiş. (1,5)

KASAP HAVASI
Çiğdem Sezgin’in senaryosunu yazıp yönettiği ilk uzun metraj kurmacası, 36. İstanbul Film Festivali’nin ‘Ulusal Yarışma’ bölümünde yapmıştı galasını. Bir aşk dramı ‘Kasap Havası’. Çıkışsız ve imkânsız oluşların, kimi toplumsal değinilerle tatlandırılmış buruk hikayesi. Annesinin istediği kızla nişanlanmak üzere olan genç taksi şoförü Ahmet, kendisinden yaşça bir hayli büyük olan terzi Leyla ile tutkulu bir ilişkiye girmiştir. Mutluluğu ıskalamış, geçmişinden mustarip Leyla ile yolun henüz başında olan ‘delikanlı’ raconundan ödün vermeyen Ahmet, çevresel baskılara rağmen, ilişkilerini ciddi bir sona, evliliğe doğru götürürlerken; Leyla’nın eski erkek arkadaşı Semih’in geri dönüşüyle yoluna girmiş gibi görünen her şey alt üst olur. Başlıca rollerini Şenay Gürler, yıldızı TV dizisi ‘Behzat Ç.’deki ‘Hayalet’ karakteri ile parlayan İnanç Konukçu ve Hakan Karahan’ın üstlendikleri duygusal dram, toplumsal dinamiklerin üzerine fazla gitmeden, ‘durum’un ağırlığı altında kalırken, karakterlerin derinlemesine tahlilinde de çok başarılı olamıyor. Buna karşılık samimi performansları, bazı anlarda yakalanan sahicilik ve kendi iddiasının sınırlarını iyi bilip, kasılmadan söz söylemesi açısından rahatlıkla izletiyor kendini. (2,5 / 5)

Üç boyutlu müzikal animasyon ‘Sing / Şarkını Söyle’, Jennifer Aniston’lu komedi ‘Office Christmas Party / Çılgın Ofis Partisi’ ve yerli komedi ‘Hayati Tehlike’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Herkese tekrar iyi seyirler.

MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar