Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

09 AĞUSTOS 2024

08 Ağustos 2024 Perşembe 20:17
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Yaz mevsiminin resmi olarak son ayının ikinci haftasındayız! Önümüz güz… 
Vizyon filmlerinin tanıtımı ve artık sizin de ilgiyle takip ettiğiniz ‘Sinema Tarihinden 5 Klasik’ ‘Hafta Sonu Aile Sineması’ ve ‘Tarihte Bu Hafta’ bölümleri dışında, haftalardır artık tarihte ve anılarda kalmış bir Kadıköy sinemasını anımsatıyorum sizlere. 
Devam edelim o halde…
İstanbul’un orta yeri sinemadır ya; Kadıköy’ün her köşesi sinematografiktir! Saint Joseph’in duvarı, Kadıköy Anadolu’nun denize inen yolu, Çarşı’nın balıkçıları, Kalamış’ın ağaçları, Kızıltoprak’ın rüzgârı, Moda’nın iskelesi, okulları, çeşmeleri, kiliseleri, köşkleri, çayırları, eczaneleri, lokantaları, meyhaneleri, kulüpleri, lokalleri, esnafları, doktorları, yazarları, şairleri, spor kulüpleri, hamamları, tramvayları, kedileri, köpekleri, renkli simaları ve elbet sinemaları… Kadıköy, günümüzde olduğu gibi eskiden de kültür ve sanata ev sahipliği yapıyordu. Beyoğlu ve Şehzadebaşı gibi Kadıköy de sinema salonlarının merkez semtlerinden biriydi. Bahariye Caddesi ve civarından Bostancı’ya dek uzanan bölgede çok sayıda kışlık kapalı salonlar ve yazlık bahçe sinemaları vardı. Çok azı günümüze kadar varlığını sürdürmeyi başarırken birçoğu yıkıldı, yok oldu, dönüşüme uğradı ve isimleri unutulmaya yüz tuttu.
Bu hafta Kuşdili Sinema ve Tiyatrosu’nu anımsayacağız!

KUŞDİLİ SİNEMA VE TİYATROSU
Kuşdilinde, bugün Tramvay Müzesi’nin bulunduğu yerde bir sinema vardı. Uzunlamasına yapılmış tek katlı binanın hemen hemen hiçbir lüksü yoktu. Buna rağmen Kuşdili sineması, Hamdi’nin Gazinosu ve bunların yer aldığı Kuşdili Çayırı Kadıköy’ün en gözde eğlence yerleriydi. Sinemanın içinde, yerden bir buçuk metre kadar yükseğe yapılmış iki sıra basit locaların arka duvarlarına ut, keman, kanun, klarnet, tambur, kudüm, tef gibi musiki aletlerinin siyah renkte çizilmiş kompozisyonları görülürdü. İçinde birkaç hasır iskemle bulunan localara her müşteri girişinde yalın tahta kapılar gıcırtı ile açılır, loş sinemaya birden ışık huzmesi dolar, hemen kapatılırdı. Halkın oturacağı yerler, beş, altı kişilik uzun tahta banklardı. Girişten sahneye uzanan yolun sonundaki piyanoyu, daima siyah elbiseler giyen kısa boylu bir Musevi kadın çalar, İskender isminde bir genç de kemanla ona eşlik ederdi. Sessiz filmlerin oynadığı sinemada filmin heyecanını müzikle pekiştirmek adet olmuştu. Piyanist hanım bu işi gayet iyi bilir, filmin konusuna göre bazen hüzünlü bazen heyecanlı, bazen de hızlı müzik parçalarını adapte eder, bir taraftan da notaların bulunduğu yere koyduğu romanını okurdu. 
Kuşdili Sineması aslında tiyatro olarak yapılmış, sonradan her iki görevi de üstlenmişti. Beyaz sinema perdesi kalkınca sahne meydana çıkar, büyük bir orman panosu görülürdü. Kuşdili Tiyatrosu yapılmadan önce Kurbağalıdere kenarında başka bir tiyatronun olduğu, tiyatro yapıldıktan sonra da faaliyet gösterdiği,1912 yılının Ağustos ayında Peyamı Sabah Gazetesi’nde çıkan şu ilandan anlaşılmaktadır: ‘Kadıköy’de Kurbağalıdere Derebağı mesiresinde Abdi Efendi Kumpanyası ve mükemmel ince saz, sinematograf (sinema) Ramazanın birinci günü akşam beyefendilere ‘Şehirli ve Köylü Gelin’ dört perde, kemani Memduh Efendi’nin ince saz takımı, Periz, Amelya, Mari hanımlar tarafından kanto. Yarın gece yalnız hanımlara mahsus olmak üzere icrai lubiyat (oyun) yapılacaktır.” 
Kuşdili Tiyatrosu’nun ne zaman yapıldığını merhum Adnan Giz araştırmış, fakat tam bir tarih tespit edemediğini yazmıştır. Çeşitli izleyicinin dost ve ailelerini merkez alan anılarına bakılacak olursa, 1900’lerden önce inşa edilmiş olma ihtimali bulunmakta. Binanın kapısında tahta sehpalar üzerine iliştirilmiş parlak film fotoğrafları durur, başında bekleyen bir görevli, ‘fotolara el sürmeyin!’ diye meraklıları uyarırdı. Holün sol tarafında bilet gişesi vardı. 1928 yılında sinemanın sahibi Kâmil Bey’di. Gişede oturur, bilet keserdi. Mannik isimli bir kadın da dönüşümlü olarak gişede bulunurdu. Sinema salonuna girilen kapının tam üstündeki odaya kurulan film makinesi ilk zamanlar elle çevrilir, saatlerce kol çeviren makinist yorulunca farkına varmadan bazen hızlı, bazen yavaş çevirerek perdedeki görüntüyü aksatırdı. Bu esnada birden feryatlar yükselir, ‘Makinist, makinist’ diye bağıran seyirciler kıyameti koparırdı. Sinema binasının çayır tarafına bitişik makine dairesinde mazotla işleyerek elektrik üreten kocaman bir makina vardı. Elektrik üreten bu üniteyi Baha isimli bir genç çalıştırır, aynı zamanda kapıda durarak biletleri kontrol ederdi. Makine çalışınca çıkardığı sesten sinema zamanı geldiği anlaşılır, çayırda oynayan çocuklar, ortalıkta dolanan gençler binanın kapısına doğru yürürlerdi. Henüz daha Kadıköy’de elektrik yokken Hamdi’nin Gazinosu ve Kuşdili Sineması kendi elektriğini üretirdi. 1926 yılından sonra kolla çevrilen film makinesi kaldırılmış, elektrikle çalışan cihaz getirilmişti. O yıllarda sinema makinesini bir Rum işletirdi. Film başlamadan önce ve antraklarda elinde bir sürahi ve bardakla ‘soğuk su’ diye dolaşan çocuklar bir kuruşa su satar hem de bedava film görecekleri için mutlu olurlardı.
Mustafa Gökmen’in araştırmalarına göre, bina ilk zamanlar Fuad Uzkınay ve Cemil Filmer tarafından işletilmiş, daha sonraları Kadıköy’de birkaç sinemanın işletmeciliğini elinde tutan Rus Musevisi Şiroskin’e devrolmuştu. Bir müddet Cevdet Güldürücü binayı kiralayıp, kendisi de içinde oturmuştu. 1931 yılında Kuşdili sinema ve tiyatrosunun Emlak ve Eytam Bankası tarafından yıllığı 1000 lira bedelle kiraya verileceğine dair gazete ilânları çıktı. Sinemanın üzerinde bir de kafeterya vardı. Yandan bir merdivenle çıkılırdı. Askerliğini yaparken attan düşüp ölen İskender isimli genç, film oynarken sinemanın içinde, sair zamanlar kafeteryada keman çalardı. 
Kuşdili Tiyatrosu’nda Abdi Efendi, Kel Hasan Efendi, Naşit Özcan, İsmail Dümbüllü, daha sonraki dönemlerde de Cevdet Güldürücü, temsiller vermişlerdi. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra işgal kuvvetleri İstanbul’a dolunca, tiyatro ve sinema faaliyetlerine istilacı kumandanlar izin vermemiş, bina kapatılmıştı. Fakat 6 Ocak 1920 tarih ve 10827 sayılı Peyamı Sabah Gazetesi’nde çıkan ilân, sinemanın yeniden açıldığını şu satırlarla bildiriyordu:
‘Bir müddetten beri ahval dolayısıyla mestud (kapalı) bulunan sinemamız, 7 Ocak Çarşamba gününden itibaren küşad edilerek icrai lubiyata (oyuna) başlayacaktır. Fiyatlar 10 ve 5 kuruştur.”
Sinemanın ilk ismi ‘Şehbal’di, sonra ‘Hilal’ oldu. Daha sonra Lale Sineması dendi. Fakat bu isimler ne bilindi ne de söylendi. Herkes ona “Kuşdili Sineması” demiş ve sinema tarih boyunca böyle anılmıştır. Binanın Kuşdili Caddesi tarafına bakan yüzünde, yoldan görülecek şekilde büyük, siyah harflerle eski Türkçe ‘Bedii Kolonya Suyu’ yazılı idi. Sanırım o civarın tek duvar ilanı buydu. Çayır tarafında yine bir yazı vardı: ‘Asker çocuk beş kuruş, başıbozuk yedibuçuk’. 1924-1928 yılları arasında, ‘Artakor’un Maceraları’, ‘Rasputin Kanlı Papaz’, ‘Edi Polo’, ‘Edi Cambazhane Kralı’, ‘Sinebar’ ve ilk çevrilen Tarzan filmleri hep bu sinemada izlendi. Bir elinde gaz tenekesi, bir elinde tavan süpürgesi ile Kel Hasan Efendi, bu tiyatroda sahneye çıktı.
Dört, beş film seri olarak oynatılır, her birinden on beş dakika kadar gösterilerek, en heyecanlı yerinde kesilir, devamı gelecek haftaya bırakılırdı. Bu esnada bir kıyamet kopar, tepinenler, bağıranlar, ıslıklar ayyuka yükselir, arada küfürler de duyulurdu. O anda, hemen öteki seri film başlar, yeni heyecan, bir önceki kesintiyi unutturur, ortalık sakinleşirdi. Bazen da kapıya asılan ‘36 kısım tekmili birden’ bildirisiyle o gün seri film olmadığı duyurulurdu.
Kuşdili-Gazhane gençleri arasında hasım gruplar zaman zaman kozlarını bu sinemada paylaşır, karanlıkta birbirlerine girerek adeta bir savaş başlatırlardı. Gösterim durur, elektrikler yanar, dövüşçüler salondan çıkarılırdı. Fakat çok defa ortalık durulmaz, düşman gruplar sokakta kavga etmeye devam ederlerdi. Filmin bittiği, perdede görülen eski harflerle yazılı ‘Teşekkür Ederiz!’ ibaresiyle anlaşılır, seyirciler istemeyerek salonu boşaltırdı. Binanın yan tarafına bir de ek olarak yazlık sinema yapıldıysa da ömrü uzun olmadı. 1927 yılında Süreyya Sineması yapılınca, bu yeni binanın ihtişamı karşısında Kuşdili Sineması pek sönük kalarak gözden düştü. Zayıf ışıklandırması, gıcırtılı loca kapıları, değişmeyen orman panosu, eski ve düşük kaliteli filmlerin vizyon görmesi, seyirciyi bıktırmış, usandırmıştı. Sonuç olarak sinema müşterisiz kalmış, zoraki yürütülen tiyatro temsillerine ise kimse gelmez olmuştu. 1966 yılında tramvaylar kaldırıldı ve Kuşdili Sineması’nın içine raylar döşenerek 1967 yılından itibaren mekân, Tramvay Müzesi olarak kullanılmaya başlandı. 1970 yılında Tünelden sökülen tarihi makineler de getirilip müzeye kondu. Böylece bir dönemin gözde ve aranan eğlence yeri olan Kuşdili Sineması, tarihin tozlu raflarındaki yerini almış oldu. 

 


SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK
Ballada o soldate / Askerin Türküsü
(Yönetmen: Grigoriy Chukhray / 1959) 

...A zori zdes tikhie / Sakindi Oranın Şafakları
(Yönetmen: Stanislav Rostotskiy / 1972)

Oni srazhalis za rodinu / Vatanları İçin Öldüler
(Yönetmen: Sergey Bondarchuk / 1975)

Siberiade
(Yönetmen: Andrey Konchalovskiy / 1979)

Moskva slezam ne verit / Aşk Gözyaşlarına İnanmıyor
(Yönetmen: Vladimir Menshov / 1980)

 


 

HAFTA SONU AİLE SİNEMASI
ANNE VE BABA İÇİN

Revolutionary Road / Hayallerin Peşinde
(Yönetmen: Sam Mendes / 2008)

Little Children / Tutku Oyunları
(Yönetmen: Todd Field / 2006)House of Sand and Fog / Sisler Evi

(Yönetmen: Vadim Perelman / 2003)


ÇOCUKLAR İÇİN
Bridge to Terabithia / Terabithia Köprüsü
(Yönetmen: Gabor Csupo / 2007)

The Spiderwick Chronicles / Spiderwick Günceleri
(Yönetmen: Mark Waters / 2008)

Fantastic Beasts and Where to Find Them / Fantastik Canavarlar Nelerdir, Nerede Bulunurlar?
(Yönetmen: David Yates / 2016)

 

 

 

Vizyonda bu hafta (9 Ağustos 2024)

İkisi yerli yapım olmak üzere toplam sekiz yeni filme ev sahipliği yapıyor Ağustos ayının ikinci haftası.
Haftanın notlarımız arasında geniş olarak yer alan tek yenisi, başrollerini Sean Penn ve Dakota Fanning’in paylaştıkları duygusal dram ‘Daddio / New York’ta Bir Gece’.


NEW YORK’TA BİR GECE
-Takside psikoterapi-

Aynı zamanda senaryoyu da kaleme alan Christy Hall’un ilk uzun metraj kurmacası, nerdeyse bütün sahneleri tek mekânda, bir taksinin içinde geçen duygusal bir dram. New York’ta, John F. Kennedy Havaalanı’ndan Manhattan’a gitmek için taksiye binen bir kadının, taksi şoförüyle, ilişkiler ve hayat üzerine yaptığı derinlikli sohbete tanıklık ediyoruz. Yolcu ve taksi şoförünün sohbetleri derinleştikçe, üçüncü kişi olarak taksiye dahil oluyoruz biz de… Usta aktör Sean Penn ve Dakota Johnson, öykünün iki oyuncusu. 
Tek mekânda başarılı kamera kullanımı dikkat çekerken, iki yıldızın oldukça iyi performansları sürüklüyor filmi. Buna karşılık; senaryonun derinliği soru işaretleri ile dolu. Kadın yolcunun özel hayatındaki sorunları, kendine ait bir felsefi düzlemde çözümleme gayretindeki insan sarrafı ‘babacan’ taksi şoförünün durumu bir miktar muallakta kalıyor. Bizim gibi sosyo ekonomik, politik ve kültürel sorunların ayyuka çıktığı bir coğrafya için lay lay lom durumlar geçidi perdede izlediklerimiz. Aşk-meşk problemleriyle, yüzeyde gezinen varoluş dertleriyle fazla ilgilenemiyorsunuz elde değil! Kaçan fırsatlar dosyasına kaydediliyor film zihinde. Büyük bölümü takside geçen klasikler düşüyor akla hemen sonra: 1991 yapımı Jim Jarmusch başyapıtı ‘Night On Earth / Dünyada Bir Gece’, Michael Mann’in 2004 tarihli filmi ‘Collateral / Tetikçinin Gecesi’ ve Gérard Pirès’in yönettiği Fransız yapımı aksiyon ‘Taxi’… Martin Scorsese başyapıtı ‘Taxi Driver / Taksi Şoförü’nü saymıyoruz tabii.
Takside süren psikoterapi seansı, bizim bildik yurdum taksicilerinden soğutabilir izleyiciyi. Bu durum, onulmaz hasarlar oluşturabilir ruh altında. Aman dikkat! (2,5 / 5)

Haftanın diğer yenilerine bakacak olursak…
‘Borderlands’, dünyaca ünlü aynı isimli video oyun serisinden uyarlanan mizahı ve aksiyonu yüksek bir avantür. Terkedilmiş ve yüzlerce farklı tehlike barındıran Pandora gezegeninde önemli bir hazinenin peşine düşen bir grup avcının öyküsü! Gizemli bir geçmişe sahip kanun kaçağı Lilith, hayal bile edilemeyecek bir gücün anahtarını elinde tutan kayıp bir kızı kurtarma görevi için kendi gezegeni Pandora’ya gönülsüzce geri döner. Bu görev için birbirleriyle uyumsuz ve çılgın bir ekiple iş birliği yapmak zorunda kalan Lilith, bu ekiple birlikte kayıp kızı bulmak ve korumak için uzaylı canavarlar ve tehlikeli haydutlarla savaşmak zorunda kalacaktır. Elini korkak alıştırmayan ‘sert ve kanlı’ filmlerle tanıdığımız Eli Roth’un yönettiği popüler yapımın oyuncu kadrosunda Cate Blanchett, Kevin Hart, Edgar Ramirez, Jamie Lee Curtis ve Gina Gershon gibi yıldızlar yer alıyor.
Rebekah McKendry’nin yönettiği ‘Elevator Game / Asansör Oyunu’, doğaüstü bir korku-gerilim öyküsü. Ryan, şehir efsanelerini araştıran bir internet dizisi çeken bir grup lise mezununa katılır. Bu grubun, birkaç ay önce kaybolan kız kardeşinin ortadan kaybolmasıyla bağlantılı olduğuna inanmaktadır. Gençlerden birinin, ölümcül ‘Asansör Oyunu’nu oynayarak kardeşinin kaybolmasına sebep olduğunu düşünür ve onları yeniden oyunu oynamaya ikna eder. Oyunu oynarken ‘Beşinci Kattaki Kadın’ı uyandırırlar ve işler korkunç bir hal alır. Gino Anania, Megan Best ve Alec Carlos, oyuncu kadrosunun öne çıkan isimleri.
Geçmişinden gelen trajik bir olay nedeniyle anksiyete yaşayan genç kız, kendini ormanda tanımadığı biri tarafından ölümcül bir öfkeyle avlanırken bulur. Başrolü usta aktör J.K. Simmons’un üstlendiği korku gerilim ‘You Can’t Run Forever / Sonsuza Kadar Kaçamazsın’, aynı zamanda J.K. Smmons’un eşi olan Michelle Schumacher tarafından yönetilmiş. Fernando Urrejola, Allen Leech ve Isabelle Anaya, oyuncu kadrosunu oluşturan diğer isimler.
Kazakistan yapımı komedi ‘Pochty Macho / Neredeyse Maço’, Bakhytzhan Zhienaly tarafından yönetilmiş. Damir çok uzun zamandır Amerika’da prestijli bir tıp merkezinden diş doktoru olarak çalışmak için haber beklemektedir. Nihayetinde beklediği haber gelir, ancak annesi ona ‘ya evlenip eşinle gidersin ya da asla gidemezsin’ der. Damir bir hastasından bir flört ajansı olduğunu öğrenir ve ajansa gidip uzmanlardan yardım ister. Uzman koç Ardak ona yardım etmeye hazırdır. Damir’in bu görevi başarması için iki ay vakti vardır! Zhanna Kuanysheva, Dastan Orazbekov ve Kamshat Zholdybaeva filmin oyuncuları.
Endonezya-İngiltere ortak yapımı gizem yüklü korku öyküsü ‘Before Night Falls / El Fecr’, Helfi C. H. Kardit tarafından yazılıp yönetilmiş. Üç psikoloji öğrencisi, bir tez ve belgesel çekimi için ruhsal bozukluğu olan bir hasta ile ilgilenmektedirler. Araştırmaları, ekibi mantığın sınırlarını zorlayan gerçeklerle yüzleştirir. Başlıca rolleri, Annette Edoarda, Novia Bachmid, Jeffry Reksa ve Fajar Kurniawan üstleniyorlar. 
Atilla Özyüksel’in yazıp yönettiği fantastik gerilim ‘İnziva’, İstanbul'da bir call center’da çalışan Duygu’nun ürkütücü öyküsü. Rüyalarında izleniyormuş hissi ve telefon tacizleriyle huzursuz olan Duygu, yakın arkadaşı Seda ve yeni tanıştıkları Yasemin ile katıldıkları bir yoga inziva kampında tuhaf cinsel ritüeller ve kaybolan arkadaşlarıyla karşılaşır. Son gece düzenlenen kanlı bir ayinde Duygu’nun hayatı tehlikeye girer. Berna Gülen, Gizem Topal, Alev Şengül ve Can Alkım Çetin, başlıca rolleri üstleniyorlar. 
Ali Karaçam’ın yönetmenliğini üstlendiği ‘Kaptan Pengu ve Arkadaşları 4: Buzuldaki Sır’, özellikle küçük yaştaki izleyiciye seslenen bir animasyon. Serinin dördüncü filmi, tatil köyüne dönüştürdüğü ormanda meydana gelen bir kaza sonrası bütün gruplardan dışlanan Tili’nin gizemli biriyle tanışması sonrası yaşadığı maceraları taşıyor perdeye. Tili, Okyanus Melekleri Ormanı’nın genel müdürü olarak ormanı bir tatil köyüne dönüştürmüş ve turistleri ormana çekmeyi başarmıştır. Ancak, buzda meydana gelen bir çatlak yüzünden penguenlerin evleri zarar görür ve orman halkı arasında tartışmalar başlar. Kaptan Pengu ve arkadaşları durumu anlamak için kuzeye gelirler fakat geldiklerinde Tili yoktur. Bütün gruplardan dışlanan Tili bu sırada yeryüzündeki kimsenin varlığından haberi olmadığı gizemli biriyle tanışmıştır. Bu ikili, birbirlerinden çok şey öğrenecek ve penguenler şehriyle, ormanı yeniden kurmak için uzun bir yolculuğa çıkacaklardır.
İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!
İyi seyirler herkese!

 


 

TARİHTE BU HAFTA
On bir ve beş yıl öncesine, 2013 ve 2019 yıllarına dönüyor, tarihte bu haftayı anımsıyoruz!

 

Vizyonda bu hafta (9 Ağustos 2013)

Nitelikli politik bilimkurgu ‘District 9 / Yasak Bölge 9’ ile tanıyıp sevdiğimiz Güney Afrikalı sinemacı Neill Blomkamp’ın merakla beklenen yeni filmi ‘Elysium / Elysium: Yeni Cennet’ notlarımız arasında yer alamıyor maalesef. Başrollerini Matt Damon ve Jodie Foster’ın üstlendikleri aksiyon yüklü bilimkurgu, haftanın ıskalanmaması gereken yapımlarından biri olarak gözüküyor! Diğer yeniler, notlarımızda. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insana sıkı sıkıya sarılmayı ihmal etmeyin lütfen. Herkese iyi seyirler! 

 

EVDEKİ YABANCILAR
1990’lı yıllarda, Ege’nin küçük, şirin bir sahil kasabasındayız. Mübadele yıllarında doğup büyüdüğü yerden ayrılan Rum kadın Agapi, eski evini ziyaret etmek ister. Genç torunu Alpida ile birlikte kasabaya gelen kadını, evin artık başka birine ait olduğunu görür. Yaşar adlı otuzlu yaşlarını süren genç adamla kadın arasında, ortak bir nokta oluşturmuştur, içinde anıların barındığı bu ev. Ortak duyarlıklar, mülkiyet, adalet, geçmiş, aşk, sevgi, anlayış ve anılar üzerine bir ilk film, genç iki yönetmenin imzasını taşıyan dram. Dilek Keser ve Ulaş Güneş Kacargil imzası taşıyan filmde başrolleri, Fatih Al, Melpo Zarokosta ve Romy Vasiliadis paylaşıyorlar. Geçmiş ve gelecek; yıllardır bütün değişimlere; oluşlara, yaşanılanlara tanıklık eden eski ev, kesişen hayatlar ve adına ömür dediğimiz o hoyrat süreç. Geçtiğimiz yıl Antalya Altın Portakal kapsamında, ‘Ulusal Yarışma’da yer alan yapımda; Türksoy Gölebeyi’nin kamerası kayda değer. (2 / 5)

 

HAYALLERİN ÖTESİNDE
Polonya, İngiltere, Fransa ve Portekiz ortak yapımı, Polonyalı yönetmen Andrzej Jakimowski imzalı. 2012 yapımı dram, Varşova Film Festivali’nde ‘en iyi yönetmen’ ve ‘izleyici’ ödülünün sahibi olurken, 32. İstanbul Film Festivali’nde de izleyiciyle buluşmuştu. Özgürlük ve şiirsellik… Lizbon’da görme engelliler için hizmet veren bir klinikte eğitmen olarak işe başlayan Ian’ın gizemi, sonradan ortaya çıkacaktır. Dünyanın farklı yerlerinden kliniğe gelmiş çoğu gençlerden oluşan hastalar, Ian’ın sıra dışı yöntemlerinden etkilenirler. İdareciler ise, genç eğitmenin metotlarını fazla zorlayıcı ve tehlikeli bulurlar. Profesyonellik ve insanlık, Lizbondaki klinikte sınanırken, dostluk ve aşk da bu sınavdan nasibini alacaktır. Dünyayı aslında nasıl görürüz. Gerçekler, yalanlar, limitler, sınırlar, özgürlük ve ötesi… Edward Hogg ve Alexandra Maria Lara, uyumlu bir ikili oluşturuyorlar. Pencere kenarına konan güvercinler ve yaşam tutunma hikayesi, O’Henry’nin ünlü hikayesi ‘Son Yaprak’ı getiriyor akla. Yaşamdan keyfi almak için hayati detayları fark etmenin ve engelleri kaldırmanın mecburiyeti düşüyor akla elde değil, bir de aşk denen o serseri tutkunun asla engellenemeyeceği. Bir tesadüftür sonuçta belki de hayat dediğimiz… (3 / 5)

 

JURASSIC PARK 3D
1993 yapımı Steven Spielberg başyapıtı, yirminci yılının şerefine; üç boyutlu olarak yeniden vizyonda. Bir seriye dönüşen ve gişede gerçek bir canavar halini alan fantastik macera; en iyi ses efekti, görsel efekt ve en iyi ses olmak üzere üç Oscar kazanmayı başarmıştı. Toplam 21 ödüllü filmde Sam Neill, Laura Dern ve Jeff Goldblum başrolleri paylaşıyordu. Genetiği kurcalanan ve yeniden hayata döndürülen dinozorlar. Doğa mutlaka bir yolunu bulur mesajı ve son derece keyifli bir eğlence. Endüstrinin tarihinde önemli bir yapı taşı olmuş filmi yeniden anımsamak için üç boyut ve geniş perde, müthiş bir olanak sağlayacaktır. Bu görkemli tura, beyazperdede ilk defa çıkacaklar için anlamı daha büyük kuşkusuz! (4,5 / 5)


ATEŞLİ AYNASIZLAR
Orijinal adı ‘The Heat’ olan komedi soslu aksiyon; fazla sulandırılmış ama asla sıkıcı değil. İncecik Sandra Bullock ve orkinos etli, sevimli Melissa McCarthy, sıkı bir ikili oluşturmuşlar. Birbirlerine taban tabana zıt iki polis. Biri, kurallara harfiyen bağlı, formuna dikkat eden, kararlı ve işini bilir bir FBI ajanı Ashburn. Diğeri, sokakların korkulu belası, ağzı bozuk, gözükara dedektif, ‘gönül insanı’ Mullins. Tehlikeli bir uyuşturucu baronuna karşı birlikte savaşıyorlar. Nick Nolte ve Eddie Murphy’li 1982 yapımı ‘48 Hours / 48 Saat’i akla düşüren hareketli yapım, dostluk ve ‘birlikte kalmak’ üzerine samimi, eğlenceli bir öykü. Sınırları belli ama keyifli yapım, yakın gelecekte devam filmiyle karşımızda olabilir. Yönetmen Paul Feig’i, 2011’in gişe canavarı komedisi ‘Bridesmaids / Nedimeler’ ile tanıyoruz. ‘Nedimeler’deki performansıyla en iyi yardımcı kadın oyuncu dalında Oscar adayı olan sempatik aktris Melissa McCarthy, lokomotif görevi görüyor ve filme artı değer katıyor. (2,5 / 5)

 

 

Vizyonda bu hafta (9 Ağustos 2019)
9 Ağustos haftasında vizyon görecek yeni filmlerin hiçbirini izleyemedim. Acımız büyüktü. Dostum ve değerli meslektaşım sevgili Cüneyt Cebenoyan’ı elim bir trafik kazası sonucu kaybettik. Cüneyt gitti… İçimiz yandı! Cüneyt hakkında bir şeyler yazmak…  Çok zor yitip giden bir dostun, bir yakının ardından cümleler sarf etmek. Hatta imkânsız.
Çok şey yazılıp çizildi Cüneyt’in ardından; çok söz söylendi… Onun bu zamansız çekip gidişi, herkesin malumu, yaşadığı yığınla dayanılmaz acı ve zalim felek üzerine klasik şeyler söylemek istemiyorum. Onu daima o muzip gülümsemesiyle, yabancı bir ortama dahil olduğu ilk anda çevreyi tarayan ‘Hrundi V. Bakshi’ bakışlarıyla, hemen her konu üzerine söyleyecek sözü olan bir dostum olarak anımsamak istiyorum. Huysuz, umutsuz bir orta yaş vakası olarak, eski güzel zamanları akla düşüren fotoğraf karelerinde, sabahın köründe bir araya geldiğimiz basın gösterileri öncesi ve sonrasındaki ucu bucağı olmayan keyifli sohbetlerde, Fenerbahçe-Beşiktaş atışmalarımızda, festival ortamlarında; sinemada, fuayede, lokantada, plajda, bir şehri bir uçtan diğerine arşınlarken, ne bileyim ayaküstü birine, bir şeye, bir oluşa kıllandığımızda, hava alanlarında sıkılırken, yabancı küçük bir çocuğun başını okşarken…
Dobra adamdı Cüneyt. Fazlasıyla. Bütün yalanlardan arınmış sinir bozucu bir hali vardı hatta! Yaşadığı onca acı ve felaket, başka türlü bir bakış kazandırmıştı ona. Tartıştığımız, anlaşamadığımız şeylerin fazlalığı yanında, aynı noktadan baktığımız birçok şeyin bünyede yarattığı ‘anlamsız’ mutluluk sonra! Gezici festivalin Artvin ayağındaki tekne turunda nasıl gülmüştük. Sabahları, henüz karga dışkısıyla tanışmadan sinema salonunda birbiri ardına patlayan espriler, bazı sabahlar huysuz, aksi, lanet bir adam! Yaz, kış, dört mevsim, aile üyelerinden bile fazla şeyler paylaştığımız o bir avuç insandan biri…
Sadece sinema değil elbet; müzik ve edebiyat üzerine derin sohbetler… Hayatın kenar süsleri üzerine… AnaBritannica’nın editoryal kadrosunda da yer almıştı Cüneyt. Adına ilk orada rastladığımı anımsıyorum. Yıllar sonra tanıştığımızı… SİYAD’a beraber, aynı gün kabul edilmiştik. Cüneyt, Fırat, Şenay ve ben… Saçma sapan şeylere güldüğümüzü anımsıyorum sonra… Ciddi şeylere de! 
Bizim eleştirmen ekibiyle, sinema ve festival tayfasıyla, çok sevgili eşi, sıkı dostu, kader arkadaşı Ayşegül ve her daim gurur duyup, çok sevdiği biricik kızı Elif’le anacağız onu artık… Yemekten de çok iyi anlardı bu arada! Güzel, upuzun, zengin dost sofralarında yeni lezzetler tadıp, onun şerefine kadeh kaldıracağız. Mürekkep balıklı makarna tarifini vermeden çekip gitmek sana yakışmadı Cüneyt! 
Gelelim bu haftaya… Yeni vizyonun toplam film sayısı yedi bu hafta! Koreli müzik grubu BTS’nin dünya turnesinde geçen belgesel müzik öyküsü ‘Bring The Soul: The Movie’ 7 Ağustos Çarşamba günü buluştu sinemaseverlerle. 
Louis Garrel’in yazıp yönettiği ve Laetitia Casta ile birlikte başrolü üstlendiği ödüllü romantik komedi ‘L'homme fidele / Sadık Bir Adam’, Sean Brown ve Luke Gosling’in birlikte yazıp yönettikleri İngiltere yapımı korku örneği ‘Blood Myth / Kanlı Efsane’, Finlandiya-Almanya-Belçika ortak yapımı, Timo Vuorensolo imzası taşıyan aksiyonu yüksek avantür ‘Iron Sky: The Coming Race / Ayın Karanlık Yüzü: Hitler’in Çocukları’, ailenin neredeyse bütün üyelerine seslenen Avustralya-ABD ortak yapımı James Bobin’in yönettiği ‘Dora and the Lost City of Gold / Dora ve Kayıp Altın Şehri’ ile birlikte iki yerli yapım; Mustafa Kotan imzası taşıyan komedi ‘Konuşan Hayvanlar’ ve Alper Mestçi’nin yazıp yönettiği popüler korku serisinin altıncı halkası olan ‘Siccin 6’, haftanın vizyon gören yenileri. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! İyi seyirler herkese.

MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar