08 ŞUBAT 2019
İkisi yerli, toplam yedi yeni yapım merhaba diyor vizyona! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın. İyi seyirler herkese.
ASLA GÖZLERİNİ KAÇIRMA
-Evreni hissetmek-
Dünya bir yangın yeri. Adaletsiz, zalim, kötücül, hain, vahşi bir yeryüzü parçasındayız. İnsanın insana ettiği… Onca zulüm arasında ‘hakiki bir insan’ gibi hissetmenin zorluğu. Kendini tek başına duyumsayıp, bütün kainatı hissedebilmek… Büyümek, sevmek, aşk, dostluk, mucizeler ve sanat… Kötülüğün yanında ‘iyilik’ de var elbet!
2006 yapımı, ‘en iyi yabancı dilde’ film Oscar’ını kazanmış yaman dram ‘Das Leben der Anderen / Başkalarının Hayatı’ ile tanıyıp sevdiğimiz Florian Henckel von Donnersmarck’ın yeni filmi ‘Werk ohne Autor / Asla Gözlerini Kaçırma’, 1930’ların Nazi Almanya’sında başlayıp, altmışların sonuna uzanan kaotik bir döneme yayılan epik bir hikaye! İnsanları karanlıktan ancak sanatın gücünün ve yaratıcılığın çıkarabileceğini gözler önüne seriyor etkileyici tarihsel dram.
Kurt ve Ellie üniversitede tanışır tanışmaz birbirlerine aşık olurlar. Ellie’nin babası, kadın doğum uzmanı Profesör Carl Seeband, kızının erkek arkadaş seçiminden memnun değildir ve onaylamadığı bu ilişkinin bitmesi için elinden geleni yapmaya hazırdır. Fakat asıl ilginç olan nokta; genç ressam adayı Kurt Barnert ile Carl Seeband’ın yaşamlarının, yıllar önce işlenen insanlık suçu nedeniyle bağlantılı olduğudur. Kurt, her ne kadar sanatına odaklanmak istese de, Nazi rejimi altında geçen çocukluğunun acı hatıralarından ve Doğu Almanya sınırları içindeki totaliter baskıların gölgesinde kalan gençliğinin yarattığı travmalardan kurtulması hiç de kolay değildir!
Almanya’da Nazilerin iktidara gelişi, dünyayı karanlığa sürükleyen faşist rejim, ikinci dünya savaşı, sonrasında kutuplaşan dünya, totaliter baskı, hemen her baskıcı rejimin gölgesi altında kalan küçük insan ve kötülüğü yok etmek için adeta bir umut ışığı olan sanat! Florian Henckel von Donnersmarck’ın yazıp yönettiği epik öykünün başlıca rollerini; Tom Schilling, Sebastian Koch, Paula Beer ve Saskia Rosendahl üstleniyorlar. Almanya adına yılın ‘en iyi yabancı dilde film’ adayı olan yapım, aynı zamanda ‘en iyi görüntü yönetimi’ dalında da Oscar adayı. Altı kez Oscar için yarışmış usta görüntü yönetmeni Caleb Deschanel’in müthiş kamerası, en az, von Donnersmarck’ın anlatımı, oyuncu kadrosu, kurgu, sanat yönetimi ve genel yapım tasarımı kadar etkileyici.
Ülkesinin neredeyse yarım yüzyılına, tarihsel ve dünyevi gerçeklerle bakan film, faşist zulmün, baskıların, insanı sıfırlayan totaliter zorbalığın ve kapitalist sapkınlıklarla dolu batının, ortak paydada hedef aldığı insan ruhunu resimliyor. Bu zulüm ve acıdan kurtulabilmek için yenilikçi ve hakiki sanata ihtiyacımız olduğu gerçeğine, insanın kendi acılarını ifade edebilme zorunluluğuna parmak basıyor. Sanat, zaten hayatın özü ile kurduğumuz o sahici ilişki, hakiki dokunuş ve her şeyin ardından geride kalan ‘gerçek’ değil mi diyor von Donnersmarck; incelikli bir estetik ve duru bir bilinçle. Kaçırılmaz. (4,5 / 5)
SISTERS BİRADERLER
-Derin ABD’nin kökleri üzerine-
Usta Fransız ‘auteur’ Jacques Audiard’a, Venedik’te ‘en iyi yönetmen’ ödülünü kazandıran yapım, hakiki bir western genel hatlarıyla! İşin aslı, aksiyon soslu politik bir dramla, romantik bir tarihsel dokümanterin iç içe geçmiş şekli. Patrick DeWitt’in aynı adlı kitabından Thomas Bidegain ve Jacques Audiard tarafından perdeye uyarlanan hikaye; 1850’li yılların başında Oregon’dan San Francisco’ya uzanan topraklarda geçiyor. Farklı yaratılışa sahip iki erkek kardeş, işlerini muhakkak tamama erdiren iki profesyonel tetikçi Sisters Biraderler; Eli ve Charlie Sisters, bölgede hemen herkese hükmeden korkutucu ‘landlord’ Commodore’un emriyle, aslen bir bilim adamı olan altın arayıcısı Hermann Kermit Warm’un peşine düşerler.
Eski adamlar, değişen dünya, zalim otorite, acımasız kanlı toprak, altına hücum dönemi, güç, hırs, silahlar, atlar, aşk, dostluk, unutulmayanlar, bağlar, düşler, rüyalar, esirler, düşmüşler ve insanın o zavallı, talihsiz varoluşu… En fazla ‘Un prophète / Yeraltı Peygamberi’, ‘De rouille et d´os/ Pas ve Kemik’ ve ‘Dheepan’ ile tanıyıp, sevdiğimiz Audiard, vahşi batı fonunda, derin ABD’nin üzerine kurulduğu değerleri-değersizlikleri tartışıyor. Üstüne üstlük bir de aşk hikayesi-hikayeleri yerleştiriyor içine, anlattığı incelikli öykünün! Oyuncu kadrosu müthiş aktörlerden oluşuyor: John C. Reilly, Joaquin Phoenix, Jake Gyllenhaal ve Riz Ahmed’e, küçücük rollerde, hatta birer sahnede iki usta isim, Sisters Biraderlerin annesi rolünde Carol Kane ve tabutta ölü haldeki The Commodore olarak Rutger Hauer eşlik ediyorlar.
Film müziğinin efsane isimlerinden Alexandre Desplat ve özellikle Gaspar Noe filmlerindeki müthiş işleriyle dikkat çeken görüntü yönetmeni Benoît Debie, Audiard’ın enfes filmine artı değer oluşturuyorlar. Genel yapım tasarımı ve sanat yönetimi de şapka çıkartacak cinsten! İçinde yaşadığımız bugünün dünyasına, 1850’ler özelinde, varoluş karanlığımızı kaşıyan, entelektüel ve tedirgin bir bakış… (5 / 5)
SARAYIN GÖZDESİ
-Çürüyen görkem-
‘Kynodontas / Köpek Dişi’, ‘Alpeis / Alpler’, ‘The Lobster’, ‘The Killing of a Sacred Deer / Kutsal Geyiğin Ölümü’ filmleriyle müthiş ses getiren ve fenomen bir yaratıcı olarak anılan yaman Yunanlı sinemacı Yorgos Lanthimos, ‘en iyi film’ ve ‘en iyi yönetmen’ dahil olmak üzere, toplam on dalda Oscar adayı olan yeni filminde, on sekizinci yüzyıl İngiltere’sine, sarayın içine bakıyor! Önceki filmlerine göre bir miktar farklı bir yapım, klasik bir dönem filmi orijinal adıyla ‘The Favourite’.
On sekizinci yüzyılda geçiyor öykü. İngiltere ile Fransa arasında savaş sürerken iki soylu kuzen, Marlborough Düşesi Sarah ile akrabası genç Abigail, İngiltere Kraliçesi Anne’in gözdesi olmak için birbirleriyle kıyasıya rekabete girerler. Saray ve hanedanın lüks, dejenere yaşam tarzı, sosyal olaylardan etkilenmemekte, bağımsız, federe, sorumsuz bir boşlukta sürmektedir. Her an değişebilen ruh haliyle, amaçsız, boğucu bir yalnızlıkta salınan Kraliçe, gözdelerinin birbirlerine meydan okumalarını kayıtsızlıkla izlemektedir.
On tanesi Oscar adaylığı olmak üzere çeşitli ödül ve festivallerde –yazıyla- toplam iki yüz otuz üç ödüle aday gösterilen tarihi dram, şimdiye dek yüz beş ödül elde etmiş durumda. Bu ödüller arasında Venedik’te kazandığı ‘Jüri Büyük Ödülü’ ve ‘En İyi Kadın Oyuncu ödülü’ dikkat çekiyor. Dev aktris Olivia Colman’ın başrolü üstlendiği hikayede, iki yıldız; Rachel Weisz ve Emma Stone, Colman’a eşlik ediyorlar. Yıldızı günden güne parlayan Nicholas Hoult ise; filmin nadir erkek oyuncu kontenjanında öne çıkan isim oluyor.
İktidar, güç oyunları, hırs, kıskançlık, kin, öfke, aşk, cinsellik ve yoz bir erk mücadelesi! Karanlık iktidar oyunları arasında, bütün toplumsal ve tarihi oluşlardan bihaber saray zümresi, Lanthimos’un favori meselelerinden ve absürt yaklaşımından alıyor nasibini ama Lanthimos, aşırı gösterişli yapım tasarımı ve iddialı biçimiyle, bir miktar kayboluyor, mevzuda! Yönetmenin yabancılaşması da denilebilir bu duruma. Ne filmler izledik oysa mesele ve durum üzerine. İlk akla gelenler mi; Kubrick harikası ‘Barry Lyndon’, ‘Restoration / Restorasyon’, ‘The Madness of King George / Kral George’un Deliliği’ hatta ‘A Man for All Seasons / Her Devrin Adamı’… Kötü değil tabii ki Lanthimos’un filmi; sadece bu denli abartılması kuşku ve kaygı uyandırıyor bünyede. Zihin ve kalp, bırak bu işleri Lanthimos kardeşim, sen uzmanlığınla ilgilen; çek bir ‘Köpek Dişi’ daha diyor! (3,5 / 5)
BABAMIN KEMİKLERİ
-Babalar ve oğulları-
Özkan Çelik imzası taşıyan dram, yıllar önce, neredeyse çocuk denecek yaşta, tatsız bir olay yüzünden köyünü, evini terk eden Ömer’in, yıllar sonra annesinin son isteğini yerine getirmek üzere, oğluyla beraber doğduğu eve yaptığı yolculuğu öykülüyor. İlk kez yirmi beşinci Adana Film Festivali’nin ‘ulusal yarışma’ bölümünde izleyiciyle buluşan yapımın başrolünü, Cem Davran üstleniyor.
Otoriter, sert, kuralcı babasıyla yıllar sonrasından barışmak adına, kendi oğluyla birlikte yollara düşen adam, farklılaşıp, babasından çok ayrı, kendi istediği ‘baba’ figürüne dönüşmek adına da mesafe kat eder. İdeal, insancıl, farklı bir yaşama, başka bir evreye geçiş anlamı da taşımaktadır, yıllar sonrasının bu hesaplaşma ve dönüşümü. Babanın kemikleri, utanılacak şeyler, gelenekler, en zor olan şey; kendini bağışlamak, uzayıp giden yolda kara mizaha bulanmış, hüzünlü haller. Hoş. (2,5 / 5)
2014 tarihli sevimli animasyon ‘The Lego Movie’nin devam filmi olan The Lego Movie 2: The Second Part / Lego Filmi 2’ ve Çin yapımı türdeşi ‘The Ladybug / Mucize Uğur Böceği’ ile birlikte Onur Aldoğan’ın yazıp yönettiği korku türündeki ‘Sir-Ayet’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Tekrar iyi seyirler herkese! MURAT ERŞAHİN