08 OCAK 2016
Vizyonda bu hafta (8 Ocak 2016)
Haftanın beraberinde getirdiği yeni film sayısı altı. ‘Les Profs / Amman Hocam 1’ adlı Fransız komedisi ile Çin yapımı animasyon ‘Agent F.O.X. / Sevimli Tilki’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan filmleri. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın. Herkese iyi seyirler.
THE HATEFUL EIGHT
Kimilerine göre ‘ahir zamanlar sinemacısı’ Quentin Tarantino’nun sekizinci solo uzun metrajı, alışık olduğumuz üzere, yine yüksek oranda sinema tadı içeriyor. Sinefil sinemacı, hayranı olduğu spagetti westernlere, özellikle Sergio Corbucci filmlerine saygı sunduğu filmde, bildik takıntılarını sergilemekten ve muzip kalemini coşturmaktan geri durmuyor. İki saat kırk sekiz dakikalık uzun süresine rağmen, yağ gibi akan ve seyir zevki veren film, neredeyse tek mekanda, karlarla kaplı Wyoming kışının ortasında, ıssız, uçsuz bucaksız boşluktaki bir konaklama kulübesinde geçiyor. Cellat lakaplı ödül avcısı, yakaladığı ve son derece tehlikeli olduğunu söylediği kaçak kadın Daisy’yi, Red Rock kasabasına götürüp, asılışını seyretmek üzere bir posta arabasındadır. Yolda karşılarına çıkan iki yabancıyla birlikte, karların ortasındaki konaklama yerine, Minnie’s Haberdashery’ye vardıklarında, içerdeki dört yabancının katılımıyla birlikte, öyküdeki ana karakterlerin sayısı sekize yükselir. Fırtına, bölgeyi iyiden iyiye etkisi altına almaya başlarken, Red Rock kasabası, sekiz kişi için belki de ulaşamayacakları bir yerdir artık! Tarantino, yazıp yönettiği dram ve gerilim soslu westernde, 70 mm. sinema filmiyle, müthiş bir izlence yaratıyor işin aslı. Tarihsel ve sosyal alegorilerini, güncel oluşlarla zenginleştiren ‘tuhaf’ western, aynı zamanda, keyif veren bir sinemayla sunuluyor. Üç Oscar’lı görüntü büyücüsü Robert Richardson’un enfes kamerası ve kelimelerin ötesine denk düşen ustalığı ile 1928 doğumlu yaşayan efsane Ennio Morricone’nin orijinal film müziği, Tarantino’nun öyküsünün çok üzerinde duruyorlar. Gelelim oyuncu kadrosuna, Samuel L. Jackson, Tim Roth, Bruce Dern, Kurt Russell, Walton Goggins, Michael Madsen, Demian Bichir ve sekizlinin tek kadını, Jennifer Jason Leigh isimleri yeterli herhalde! Özellikle, usta aktris Leigh, 1989 tarihli Uli Edel filmi ‘Last Exit to Brooklyn / Brooklyn’e Son Çıkış’tan bu yana en güçlü performansını ortaya koymuş. Bütün ufak tefek itirazların ötesinde, seyir zevki garanti! (3,5 / 5)
CREED: EFSANENİN DOĞUŞU
1976’da perdeye yansıyıp, efsane bir seri haline gelen ‘Rocky’ye ve o eski güzel günlere yazılmış bir aşk mektubu adeta ‘Creed’. Rocky Balboa’nın çetin rakibi ağır sıklet boks şampiyonu Apollo Creed’in oğlu Adonis, 2015’te ununu eleyip eleğini asmış eski şampiyon Rocky’nin kapısını çalar ve sıkı bir boksör, bir şampiyon olmak istediğini söyler, baba yadigarı ‘İtalyan Aygırı’na. Philadelphia’nın arka mahallerinde, kentin yoksul, sahici sokaklarında, ter, kan ve gözyaşı kokan boks salonlarında yeni bir şampiyon boksör yetişmektedir. Can acıtan gerçek bir olaydan esinlenen ‘Fruitvale Station / Son Durak’ ile dikkat çeken 1986 doğumlu ‘yaman’ yönetmen Ryan Coogler, ikinci uzun metrajında, ringlerin efsane ismi Rocky’ye itinalı bir saygı duruşunda bulunurken, öte yandan da, orijinal filmin köklerine inerek, yeni bir efsanenin doğuşunu müjdeliyor. İlk filminin başrol oyuncusu Michael B. Jordan, Apollo Creed’in oğlu ‘Adonis’i canlandırırken, Sylvester Stallone; kendisine belki de bugünkü ününü kazandıran ‘ilk’ karakteri, ‘Rocky’yi -yedinci kez- yine ve yeniden taşıyor perdeye. Tessa Thompson ve profesyonel İngiliz boksör Tony Bellew, filmin öne çıkan diğer isimleri olarak dikkat çekiyorlar. Plan sekans olarak çekilmiş ilk dövüş sahnesinden, finale dek, özenli sineması ve naif yapısıyla, ‘özel’ bir film olmayı başarmış ‘Creed’. ‘The Wrestler / Şampiyon’la övgü alan Maryse Alberti’nin özenli kamerası ve İsveçli Ludwig Göransson’un, orijinal ‘Rocky’ye yeni nesil bir ruh katan özgün müzik çalışması, artı değeri oluyor, dram tarafı güçlü boks öyküsünün. Sezonun erken sürprizlerinden biri ‘Creed’; otantikliğin gücüne saygı duyan ve orijinal dokunuşları emek karşısında önünü ilikleyerek gerçekleştiren ‘sıkı’ film. (4 / 5)
BÜYÜK AÇIK
Michael Lewis’in ülkemizde de yayımlanmış ‘Büyük Açık: Kıyamet Çarkının İçinde’ adlı kitabından uyarlanan biyografik dram, yaşanmış gerçek olay ve kişilere dayanıyor. Ekonomi üzerine bir korku filmi olarak tanımlayabileceğimiz yapım, genel özellikleri ile belgesele daya yakın duran, kurmacaya hafif mesafeli, iyi dramatize edilmiş bir canlandırma adeta. Kamuoyu 2008 sonbaharında ABD borsasının çöktüğünü öğrendiğinde haber çoktan eskimişti. Açıkgöz finans dâhilerinin! borçlarını ödeyemeyen alt-orta sınıf Amerikalıların sıkıntıları üzerinden kâr sağlamak için anlaşılmaz menkul kıymetler icat ettikleri tahvil ve gayrimenkul türev piyasaları yerle bir olmuştu. Yıllar öncesinden, neler olduğunu veya olabileceğini anlayan bir avuç öngörülü, zeki insan; bankaların, medyanın, hükümetin, koskoca ‘sistemin’ görmekten kaçındığı acı gerçeği, karanlık geleceği görmüşlerdi adeta. Adam McKay imzalı yapımda başlıca rolleri, Steve Carell ile Christian Bale üstlenirlerken, Ryan Gosling, Marisa Tomei ve aynı zamanda yapımcılar arasında yer alan Brad Pitt, kadroda yer alan yıldız isimler olarak öne çıkıyorlar. Milyonlarca insanın işsiz ve evsiz kaldığı büyük kriz, bir bakıma kapitalist sistemin yıkım anlarından biriydi ama her zamanki gibi fatura, alt-orta sınıfa kesildi. Her şeyin tekrar yalandan da olsa rayına oturduğu ekonomik-finansal düzen ve sistemin kurbanları… Filmde geçtiği gibi; ‘gerçek, şiir gibidir ama birçok insan, şiirden nefret eder!’ Bir ibret vesikası, belgesele göz kırpan biyografik kurmaca. En İyi Belgesel dalında Oscar kazanmış 2010 tarihli Charles Ferguson filmi ‘Inside Job’ hiç olmasaydı eğer, çok daha önemli olabilirdi karşımızda duran film. Bir miktar geveze, teknik detaylarla yüklü ama gerçeğin buz gibi yüzüyle dimdik gözlerimizin içine bakan yapım, ‘hakiki’ bir belge olarak önem arz ediyor ama açıkça söylenmeli ki, seyir zevki son derece kısıtlı ve her bünyeye göre değil kesinlikle. (3 / 5)
JOY
‘En İyi Yönetmen’ dalında üç kez Oscar’a aday gösterilen David O. Russell’ın bildik parıltısından uzak bir film olsa da, başrol oyuncusu Jennifer Lawrence’ın yıldız ışığını alabildiğine yansıttığı, Russell’ın gedikli oyuncusunun enfes performansıyla zihne takılan bir komedi-dram olarak dikkat çekiyor ‘Joy’. Aile üyelerinin, her şeyi kendisinden beklemesinden muzdarip, zorlu hayatına rağmen pes etmemeye çalışan çocuklu genç kadının, kendi ayakları üzerinde korkusuzca durması ve hayallerinin peşinden inatla koşmasının hikayesi perdeye yansıyan film. Aile bağları, sadakat, aşk, dayanışma, dostluk, onunla baş başa yürüyen düşmanlık, vicdan, hayal kırıklığı, acımasız dünya ve hayal gücü… Gerçek bir kadın filmi öte yandan ‘Joy’. Jennifer Lawrence’a eşlik eden isimlerse birbirinden usta: Robert De Niro, Diana Ladd, Bradley Cooper, Edgar Ramirez, Isabella Rossellini ve Virginia Madsen. Sıkı soundtrack, öykünün ruhuna uygun ama aynı övgüyü, kurgu için sarf etmek güç. Öykü anlatımındaki yavanlık biraz yabancılaştırıyor karşınızdaki resme. Yapım, Russell’ın bildik ‘samimi pırıltısından’ bir miktar uzak olsa da, kimi iyi yazılmış karakterlerin ve özellikle başrol oyuncusunun peşine takıp, izletiyor kendini. (3 / 5) MURAT ERŞAHİN