Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

08 MAYIS 2015

07 Mayıs 2015 Perşembe 20:33
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Haftanın hemen her türü içeren, bazıları ıskalanmayacak derecede önemli sekiz yeni filminden altı tanesi notlarımız arasında. Sekiz filmin üçü, 34. İstanbul Film Festivali’nden sonra, salonlara da uğruyor. Korku-gerilim ‘Demonic / Şeytani Ruhlar’ ile küçük izleyiciye seslenen Çin yapımı çizgi film ‘Yugo ve Lala’ haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer iki filmi. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini kesinlikle bırakmayın! Herkese iyi seyirler.

GİZLİ KUSUR
Yapıtlarında, kara mizahla düş dünyasını birleştirerek modern toplumda nefes alıp veren insanın yabancılaşmasını betimleyen Amerikalı kült ve aykırı yazar Thomas Pynchon’un 2009 tarihli aynı adlı romanından, usta sinemacı Paul Thomas Anderson’un perdeye uyarladığı film, sosyopolitik öğeler içeren bir suç dramı. 1970’li yılların başında, Los Angeles’dayız. Sürekli dumanlı kafayla dolaşan, sahte ‘doktor’ unvanlı özel dedektif Larry ‘Doc’ Sportello, eski kız arkadaşının isteği üzerine, ‘ince bir meseleyle’ ilgilenmeye başlar. Kızın yeni sevgilisi emlak zenginine, adamın karısı ve onun ‘kaslı’ ruh koçu sevgilisi tarafından bir komplo kurulmuştur. Doc, önemsiz gibi görünen olayı araştırmaya başladığında, bir suç, diğerine; öteki, karmaşık, kocaman, örgütlü bir suç ağına götürür kahramanımızı. Kara film geleneğine ve ‘Chinatown / Çin Mahallesi’ gibi yeni neo-noir’lere selam duran gizemli suç dramı, ‘grunge’ ve ‘saykodelik’ bir yapı da ekliyor, sağlam temelin üzerine. Motorsikletli aryan çetesi, sörfçüler, hippiler, kentsel dönüşüm, komünizm korkusu, astroloji, uyuşturucular, cinsellik arasında bir dönem resmi öte yandan, Paul Thomas Anderson’un tabu deviren yenilikçi yeni filmi. Hemen bütün filmleriyle, ABD tarihine bakmayı sürdüren Anderson, 70’lere demirlemiş yeni öyküsünde. Ne gerçek dedektifler, ne dumanı tüten silahlar, ne de gerçek femme-fatale’ler… Bambaşka ve inadına gerçek kılınan oluşlarıyla, biçim olarak da son derece titiz ve lezzetli bir ‘başka’ film olmuş orijinal adıyla ‘Inherent Vice’. Başrolde, enfes performansıyla Joaquin Phoenix yer alırken, Josh Brolin, Owen Wilson, Benicio Del Toro gibi usta aktörler, ona eşlik ediyorlar. Yine Thomas Anderson’un 2007 tarihli ‘There Will Be Blood / Kan Dökülecek’ filmiyle Oscar kazanan usta görüntü yönetmeni Robert Elswit’in kamerasına ve hikayeyi ivmeleyen leziz soundtrack’a dikkat! Türkiye galasını, 34. İstanbul Film Festivali’nde yapan, ikisi Oscar adaylığı olmak üzere toplam yirmi dokuz ödüllü bu ilginç dönem filmini ve içi dolu ‘aykırı’ dedektiflik öyküsünü ıskalamayın sakın! (4 / 5)

BURGONYA DÜKÜ
Perdede karşımıza sıklıkla çıkmayan bir yüksek sanat örneği. 70’ler erotizmine ve giallo türüne selam duran yedinci sanat ürünü, ‘aşk ve kelebekler’ üzerine zarif bir şiir-mesel! Ayrıksı ve özen dolu filmleriyle tanınan İngiliz sinemacı Peter Strickland’ın yazıp yönettiği üçüncü uzun metrajı, geçtiğimiz 34. İstanbul Film Festivali’nin ‘mayınlı bölge’ bölümünde izleyiciyle buluşmuştu. Kapkara filmler, 2009 tarihli ‘Katalin Varga’ ve 2012 yapımı ‘Berberian Sound Studio / Berberian Ses Stüdyosu’ ile eleştirmenlerin ve sinefillerin dikkatini çeken Strickland, yeni filminde başka türlü bir duyu yolculuğuna çıkarıyor bizleri. 70’lerin özgün üsluplu erotik filmlerinin mimarı Jess Franco’ya ve belki de bütün giallo geleneğine saygılarını sunan incelikli erotik dram, netameli ve zarafet yüklü gotik bir melodram her şeyden önce! Zamansız ve işaretsiz bir yerdeyiz. Kelebek uzmanı varlıklı ve asil Cynthia ile hizmetçisi Evelyn, her gün yinelenen bir ritüeli yaşamaktadırlar. Bu tuhaf, tekinsiz oyun, sürekli, cezalandırılma ve cinsel hazza ulaşmakla sona erer. Adı hemen konamayacak tuhaf ama gerçek ilişki, geçen zaman ve istemler sonucu, fedakarlık ve bağımlılık arasında gidip gelen bir kırılma noktasına ulaşacaktır. İç gıcıklayıcı, son derece kırılgan, karanlık, ürkek ama aynı anda cüretkar tonlara sahip ‘estetik’ öykü, aşkın ne olup olmadığı konusunda, ilişkiler üzerinden buruk bir tespit yapıyor. Bütün bir kıta Avrupası ruh özeti aynı zamanda film. Aşkın, cinselliğin, zaman ve çevrenin sınır-sınırsızlığı üzerine, duyarlılığımızı zorlayan, üst düzey bir gösteri ‘Burgonya Dükü’. Ömrü kısacık olan kelebeklerin, aynı aşk ve bizler gibi olan öyküsü izlediğimiz. Son derece titiz yapım tasarımı, güçlü oyuncu kadrosu, eşsiz anlatımıyla dört başı mamur bir film Strickland imzalı kırılgan dram. Danimarkalı aktris Sidse Babett Knudsen ile Chiara D’Anna’nın başrollerde ‘döktürdükleri’ yüksek sanat örneğinde, yönetmenin bütün filmlerinde yer verdiği Fatma Mohamed ve 70’li yılların erotik filmlerinin yıldızlarından Belçikalı usta oyuncu Monica Swinn de rol alıyorlar. Her izleyiciye değil, öz izleyiciye seslenen ve nadiren sinemalarımıza uğrayan el işi zarif bir biblo değerindeki sanat ürününe kayıtsız kalmayın! (4,5 / 5)

KORO
Sıcak bir külkedisi masalı veya naif ve insancıl bir ‘Whiplash’! Bu anti-Whiplash öyküsü, ‘Thirty Two Short Films About Glenn Gould’, ‘Le Violon Rouge’ ve ‘Silk’ gibi filmleriyle tanınan Kanadalı François Girard imzalı. Zor şartlarda yaşayan, babasını hiç tanımamış ve annesini bir trafik kazasında yitirmiş 11 yaşındaki yetenekli bir çocuğun, bir çocuk korosunda yeniden varolmasının öyküsü. Leonardo DiCaprio’nun küçüklüğünü fena halde anımsatan Garrett Wareing’i, ‘müthiş bir sese sahip sorunlu çocuk Stet’ rolünde izlediğimiz müzik katkılı dramda, Dustin Hoffman, Kathy Bates ve Debra Winger gibi usta isimler yer alıyor. Josh Lucas, Eddie Izzard ve Kevin McHale, kadronun öne çıkan diğer isimleri. Bir çocuk korosundaki problemli yetenek Stet’in, şarkı söylemeyi ve sesini kullanmayı öğrenerek kendini yeniden bulup, hiç tanımadığı babasına kavuşmasının, sıcak bir yuvaya ulaşıp, başarıyı yakalamasının öyküsü, gerçekten insancıl ve mütevazı biçimde, bir Frank Capra melodramı duyarlılığıyla yansımış perdeye. Annesinin ölümünün ardından, ona sahip çıkmayan biyolojik babası tarafından, Texas’ın küçük bir kasabasından, ülkenin sayılı özel çocuk korosu okullarından birine gelen Stet, okulun zor beğenen, disiplinli ve konusunda gerçek bir otorite olan öğretmeni ile zihin açıcı ve iyileştirici bir baba-oğul ilişkisi yaşar adeta. Anlayışlı, toleranslı, mesafeli ve duygusal olmayı ajite etmeden başaran, sade bir matematikle oluşturulmuş, ruha iyi gelen bir seyirlik, orijinal adıyla ‘Boychoir’. İyi insan filmi! (3,5 / 5)

PEŞİMDEKİ ŞEYTAN
John Carpenter kökenli, aritmetiği üzerine fazla kafa yorulmuş ama buna karşılık, özünde snop ve ‘gizli’ muhafazakar bir korku örneği orijinal adıyla ‘It Follows’. 34. İstanbul Film Festivali’nin ‘geceyarısı çılgınlığı’ bölümünde gösterilen gizemli korku filmi, Cannes Film Festivali’nin ‘eleştirmenler haftası’ bölümünde de yer almış ve büyük sükse yaratıp, çok kısa zamanda ‘kült film’ muamelesi görmüştü. Özellikle 70’li ve 80’li yılların korku klasiklerine, en çok da John Carpenter sinemasına yakın duran sürpriz film, cinsel birleşme yoluyla kişiden kişiye geçen kötücül bir gücün saldığı korku ve vahşeti öykülüyor. Cinsel yoldan bulaşan ölümcül bir virüs, hikayedeki gençlerin peşinde düşen bu lanet. Yavaş hareket eden ve yürüyerek yaklaşan, çoğu deforme insan bedenleri tarafından kovalanan kahramanlarımız, bu doğaüstü kötülüğün üstesinden gelebilmek için amansız bir mücadele veriyorlar. David Robert Mitchell’in yazıp yönettiği, festivallerin ve izleyicinin gözdesi korku filmi, modern ve yenilikçi bir korku tehdidi yansıtıyor perdeye. Fakat, fazla hesap kitap içeren, bir hayli snop, kendine göre gösterişli çekilmiş film, çaktırmadan bir muhafazakarlık da içeriyor. Bu durumu, ters köşe bir hamleyle savuşturmaya çalışsa da, seks işçilerine, zaruri emekçilere, bir miktar ikiyüzlü yaklaşarak, en az öyküsünde yer alan gizemli canavar kadar kötücül bir ruh haline bürünmüş oluyor. ‘Korunmasız birleşmeler ölüm getirir’ mottosunu nereye vardıracağını düşündüren ve kolaycı çözümlerle süren film, altını çizmek gerek; netameli ve özgün bir atmosfer yaratmayı da başarıyor bu arada. ‘Halloween’, ‘Donnie Darko’, en çok da 1977 tarihli Cronenberg filmi ‘Rabid / Kuduz’ ve daha birçok ‘karanlık’ korku-gerilim örneğini akla düşüren korku denemesinde başlıca rolleri, genç oyuncular Maika Monroe, Lili Sepe ve Keir Gilchrist üstleniyorlar. İddialı kamera hareketleri ve bayağı bayağı Carpenter müzikleriyle süslenmiş, ‘çok zekiyim ve farklıyım ben’ diye bağıran korku filmi, kendini izletiyor rahatlıkla ama yerleştirildiği ‘kült’ mertebesini hak etmiyor kanımca. İzle, gülümse, ürper, sıçra ve devam et tarzı filmlerden ‘Peşimdeki Şeytan’. (2,5 / 5)

44. ÇOCUK
Tom Rob Smith’in çok satan üçleme roman serisinin ilk halkasından uyarlanan gerilimli politik dram, soğuk savaş döneminden günümüze sarkan bir anti-Sovyet dönemi propaganda söylemi öykülüyor. 1950’li yıllarda Stalin dönemine ağır bir eleştiri film. 50’lilerde Sovyet gizli polisinde görev yapan savaş kahramanı Leo Demidov, adeta bir korku imparatorluğunda yaşamaktadır. Eşi Raisa’nın hain ilan edilmesinin ardından, başta mevkii olmak üzere hemen her şeyini kaybeden adam, sürüldüğü taşra kasabasında, erkek çocukları öldüren bir seri katilin izini sürmeye başlar. Cinayeti kabul etmeyen siyasal bir düzende geçen gerilimli bir polisiye işin aslı orijinal adıyla ‘Child 44’. Şilili baba ve İsveçli annenin İsveç vatandaşı çocukları Daniel Espinoza’nın yönettiği filmin senaryosu, tecrübeli isim Richard Price imzalı. Bizde de beğeniyle karşılanan, bir CIA ajanının duygusal öğeler içeren aksiyonlu macerasını anlatan ‘Safe House / Düşmanı Korurken’ filmiyle Hollywood’a transfer olan Espinoza’nın yeni filminde başrolü, iyiden iyiye yıldızı parlayan İngiliz aktör Tom Hardy üstleniyor. Noomi Rapace, Gary Oldman, Vincent Cassel, Paddy Considine ve Charles Dance, güçlü oyuncu kadrosunun diğer isimleri. Usta görüntü yönetmeni Oliver Wood’un ‘ne gösterdiğini bilen’ kamerası ve renk paleti dahil, ustalıklı biçimiyle öne çıkan film, yanlı meselesini ötelersek, öyküsü ve politik bir polisiye olmasının getirdiği seyir avantajını, güçlü oyuncu kadrosuyla birleştirmeyi başarmış. (3 / 5)

NİYAZİ GÜL DÖRTNALA
Ata Demirer’in TV şovlarından tanıdığımız karakterlerinden biri Niyazi Gül. ‘Eyyvah Eyvah’ serisinden sonra Ata Demirer ve Demet Akbağ, popüler serinin yönetmeni Hakan Algül ile yeniden bir araya gelmişler. İsimlerin ve karakterin vaat ettiği şamatayı, gerçek kahkahalara dönüştürmekte biraz zorlanan bir komedi olmuş ‘Niyazi Gül Dörtnala’. Saf ve iyi niyetli veteriner hekim Niyazi Gül, yardımcısı ve hemen her şeyi olan Hediye ile birlikte yaşayan, kendi halinde, gerçek bir bilim adamıdır. Dedesinden kalma, veterinerlikte çığır açacak bir formül üzerinde çalışmaktadır ezeli beri. Bu arada atlarını yarıştırmaya karar veren varlıklı ve görgüsüz eski karı-koca, Sultan ile Rıza, Niyazi’nin hayvanlara hız ve güç veren gizli formülünü ele geçirmek için Niyazi’nin peşine düşerler. Ata Demirer ve Demet Akbağ ikilisine, Levent Ülgen, Şebnem Bozoklu, Kevork Malikyan ve yine ‘Eyyvah Eyvah’ ekibinden Ayşenil Şamlıoğlu eşlik ediyorlar. Bozoklu ve Ülgen, komedinin itici ve yenileyici gücü olmayı başaran performanslarıyla akılda kalıyorlar. Eddie Murphy’li ‘Dr. Dolittle’ karakterini akla düşüren ‘Niyazi Gül’ün beyazperde macerası, çok şey beklemeden ailecek gülümsemek adına uygun bir seçenek olabilir. (1,5 / 5) MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar