08 EYLÜL 2023
8 Eylül… Sonbahar’dayız artık! Eskinin yeni vizyon heyecanı yok bünyede ama daha çok sayıda film buluşuyor izleyiciyle perdede… Hiç sona ermeyecek nitelik, nicelik tartışmaları içinde bazı sürprizler heyecanlandırıyor bu satırların yazarını halen! Tecrübeli, sadece gözünü değil, aklını da filmlerle bozmuş bir adamın bilmem kaçıncı güzü sürüyor… Tuhaf bir ay aslında Eylül! Bir şeylerin sona erip, yeni heyecan ve kıpırtıların filizlendiği günler… ‘Adresler, telefonlar, verilip alındılar, sanki aranacaklar gibi’ durumu eşlik eder günlere daha ziyade bazıları için… Kiminin gerçekleştireceğini mutlak bildiği hayalleri, hedefleri vardır, kimiyse, öyle, daha ilk başlarda, yapmış, etmiş, görmüş, duyumsamış, sıkılmış, beklemektedir. Gelişine vurmak iyidir topa bazen ama hedefi iyi hesaplamak ve tekniğini geliştirmek de çok önemlidir!
Sinemayla ilintisini okuyucuya bırakmak en iyisi bu satırların… Hayatın atar damarına karışıp, dolaşmak, devinmek, düşünmek demek sinema bildiğiniz üzere. İçselleştirip, atmak zihnin bir odasına bir şeyleri…
Neil Simon’ın kaleminden çıkıp, Gene Saks’ın, Herbert Ross’un yönettiği filmler iyi gelir bünyeye sonbaharda! ‘Barefoot in the Park / Çıplak Ayaklar’ ve ‘The Goodbye Girl / Elveda Güzelim’ örneğin! Sydney Pollack sonra: ‘The Way We Were / Bulunduğumuz Yol’… Nora Ephron ve Rob Reiner ortaklığı romantikler komediler tabii! New York’un sarı ve hafif kızıl yapraklarla kaplı Central Parkı’nı fon alan o güzelim romantik öykü ‘When Harry Met Sally / Harry Sally’le Tanışınca’! Bunlar da hiç izlemeyenler ve izleyip unutanlar için anımsatma olsun!
O zaman Ataol Behramoğlu’ndan gelsin bir Eylül şiiri de…
‘Eylül sabahının serinliğini
Yaprakların serinliğini
Ciğerlerime dolduruyorum
Sessizlik ve serinlik
Birleşiyor
Yıkanmış güvercinler
Ve çok uzakta bir tren sesi
Her zaman yeniden başlamak duygusu
Doğuyor içimde
Her uyanışımda
Düşmanlarımı bağışlıyorum
Daha çok seviyorum dostlarımı
Her uyanışımda
Eylül sabahının serinliğini
Yaprakların serinliğini
Yüreğime dolduruyorum’
Hızla geçiyor zaman! Tadını çıkarmak, hüznüne ortak olmak gerek Eylül’ün…
İyi seyirler herkese!
SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK
Il Grido / Çığlık
(Yönetmen: Michelangelo Antonioni / 1957)
Matka Joanna od Aniolów / Meleklerin Rahibesi Joan
(Yönetmen: Jerzy Kawalerowicz / 1961)
Rekopis znaleziony w Saragossie / Zaragoza El Yazması
(Yönetmen: Wojciech Has / 1965)
La Religieuse
(Yönetmen: Jacques Rivette / 1966)
Ziemia obiecana / Vaatler Ülkesi
(Yönetmen: Andrzej Wajda / 1975)
Vizyonda bu hafta (8 Eylül 2023)
Üçü yerli yapım olmak üzere toplam sekiz yeni filme ev sahipliği yapıyor 8 Eylül haftası!
Joanna Hogg’un yönettiği, usta aktris Tilsa Swinton’un bir anne-kızı canlandırdığı gizem yüklü dram ‘The Eternal Daughter / Sonsuz Sır’, yeni bir korku serisine dönüşen Michael Chaves imzalı ‘The Nun 2 / Dehşetin Yüzü 2’, Nicolas Cage’i başrolde izleyeceğimiz gerilimi yüksek dram ‘Sympathy for the Devil’ ile Selcen Ergun’un ilk uzun metraj kurmacası olan, başrolünü Merve Dizdar’ın üstlendiği ödüllü yapım ‘Kar ve Ayı’, haftanın notlarımız arasında yer alan yenileri…
SONSUZ SIR
-O özel bağ üzerine…-
Orta yaşlarda bir yönetmen ve yaşlı annesi, Galler’deki neredeyse boş olan eski bir otele yerleşirler. Önlerindeki birkaç gün boyunca bu sessiz yerde, anılar ve saklı gerçeklerle yüzleşeceklerdir. Ellili yaşlarını süren Julie annesi Rosalind’in doğum gününü kutlamak üzere onu tarihi, görkemli olmakla beraber tenha bir otelde kısa bir tatile çıkarır. Julie bir yandan annesi üzerine bir film yapmaya çalışırken biz onları odalarında istirahat ederlerken, otel restoranında yemek seçerlerken veya köpeklerini yürüyüşe çıkarırlarken izleriz. Anne kız arasındaki o tarifsiz duygu, garip bağ ama aynı zamanda aşılamaz karakter ve görüş farkları… Son derece incelikli öykü, zaman ve mekân algımızla da oynuyor bir yandan!
Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan’a aday olan dram, ‘The Souvenir / Hatıra’ ve ‘The Souvenir: Part 2 / Hatıra: 2. Bölüm’ ile ses getirmiş Joanna Hogg imzası taşıyor. Senaryosunu da Hogg’un kaleme aldığı, içinde gizem barındıran gotik ruhlu yapımda usta aktör Tilda Swinton iki karakteri, anne ve kızı canlandırıyor. Swinton’un son derece nüanslı performansı, yılın en iyilerinden kuşkusuz!
Söze gelmeyen hatta gerek duymayan hisler, söylenmemiş sevgi sözleri, hep bizi izleyen ürkek yalnızlıklar, anne-kız arasındaki yok olmaz, tuhaf bağ, hesaplar, endişe, pişmanlık, sırlar, vicdan, merhamet, yüzleşme ve eski aile evinde buruk bir kutlama… Gotik korku unsurlarını da duygu dolu drama ustaca serpiştirmeyi başarmış Joanna Hogg… Kelimelerin kifayetsiz kaldığı yerde filizlenen peşinatsız bir hesaplaşma! Gelip geçici hayatta önem sıralamaları, her yere sürüklediğimiz o pejmürde yalnızlığımız, anlayış sonra, bazen yabancı, hiç tanımadık bir elin size olan desteği, nasırlı yürekler ve ah! o dinmez yürek acısı. (4 / 5)
DEHŞETİN YÜZÜ 2
-Şeytan her yerde!-
Adından da anlaşılacağı üzerine yine bir devam filmi çıkıyor karşımıza bu hafta!
İzleyicinin gizem yüklü korku ‘The Conjuring / Korku Seansı’ serisinde tanıştığı şeytani rahibenin hikâyesi ilkin 2018’de yansımıştı perdeye! Popüler ‘Korku Seansı’ serisinin yaratıcıları, başta James Wan olmak üzere, öyküyü kaleme almışlar, yönetmen koltuğuna ise Corin Hardy oturmuştu! İlk filmi anımsayalım… Romanya’da şehirden uzak, ıssız bir yerde yer alan manastırda yaşamını sürdüren genç bir rahibe intihar ediyor, Vatikan, şeytan çıkarma konusunda uzman bir rahip ve henüz yeminini tamamlamamış acemi bir rahibe adayını, gizem dolu olayı araştırmak üzere köye gönderiyordu. Başrollerini, Meksikalı Oscar adayı aktör Demián Bichir, ‘The Conjuring’ serisinin yıldızlarından Vera Farmiga’nın küçük kız kardeşi Taissa Farmiga ve Belçikalı genç aktör Jonas Blaquet paylaşıyorlardı. Özellikle Taissa Farmiga’nın yıldızı pırıl pırıl parlıyordu ürkütücü öyküde!
Türün ve benzeri öykülerin -ki özellikle ‘The Conjuring / Korku Seansı’nın- açtığı güvenli yoldan ilerliyordu korku-gerilim örneği. Doğaüstü hayalet hikâyelerini sıkça izlediğimiz son dönemlerde, metin fazla parlak olmasa da; yapım tasarımı ve teknik kalitesi üst düzeydi filmin. Birkaç sahnede ise gerçekten hopluyordunuz oturduğunuz koltukta. Kötücül ruhlar, şeytani güçler, inançlar, fedakârlıklar, kutsal sırlar ve derin Hristiyan miti içinde gelişen paranormal olaylar, özellikle meraklısı için gayet tatminkârdı!
Gelelim seriye dönüşen yapımın yeni halkasına! Devam filmi ‘The Nun 2 / Dehşetin Yüzü 2’, Genç rahibe Irene’in, Valak adındaki şeytan rahibe ile bir kez daha yüz yüze gelmesini konu alıyor. Gotik korku, 1956’da Fransa’nın ufak bir kasabasındaki manastırda geçiyor. Gizemli ölümler ve rahip cinayetlerini araştırmak üzere, kilise, yaşça çok genç fakat bu konuda tecrübeli olan rahibe Irene’i görevlendirir. Irene, arkadaşı Debra ile olay yerine geldiğinde, eski dost Maurice ile karşılaşır. Genç adamın ruhu, Valak tarafından rehin alınmıştır!
Yönetmen koltuğunda bu kez ‘The Curse of La Llorona / Lanetli Gözyaşları’ ve ‘The Conjuring: The Devil Made Me Do It / Korku Seansı 3: Katil Şeytan’ filmlerinden tanıdığımız Michael Chaves oturuyor. Başrolü üstlenen Taissa Farmiga’ya, Jonas Blaquet, Storm Reid, Anna Popplewell ve genç aktris Katelyn Rose Downey eşlik ediyorlar. Taissa Farmiga, ablası Vera’yı aratmıyor. Nüanslı, oturaklı bir performans. Görüntü yönetiminden, sese, kurgudan, sanat yönetimine, orijinal müzikten, özel efektlere dek titiz bir yapım. Kimi sahneleri gerçekten son derece sıkı çekilmiş filmin. Issız sokakta, rahibe Irene’in bir başına, gazete ve dergilerin durduğu duvarın önünde yaşadığı paranormal olay, çok iyi çekilmiş örneğin. Koltuktan sıçratma garantisi sürüyor yani. Türün bildik ve garantili formüllerine sadık kalıp, görevini aynı ilk film gibi yerine getirmiş serinin ikinci halkası da! (3 / 5)
SYMPATHY FOR THE DEVIL
-Görünüş aldatıcıdır!-
‘Yolcu’ olarak bildiğimiz gizemli, öfkeli yarı çılgın bir adamın sürücülüğünü yapmak zorunda olan ‘sürücü’ adlı kendi halinde adamı, yüksek riskli bir kedi fare oyununda izliyoruz. Eşinin doğum yapacağı hastaneye giden ‘sürücü’, silah zoruyla arabasına binen ‘yolcu’nun dediklerini harfiyen yapmak zorunda kalır. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir oysa!
Bir intikam ve kefaret öyküsü aslında, yol filmi tadında süren psikolojik gerilim. İsrailli sinemacı Yuval Adler’in yönettiği yapımda başrolleri usta isim Nicolas Cage ve İsveçli aktör Joel Kinnaman paylaşıyorlar. Oyuncu performanslarıyla öne çıkan yapım, vicdan kavramını da kaşıyor. Türe eklemeler yapamayan, bir takım soru işaretlerine gark olduğumuz ama kendini izlettiren ve ters köşe oluşlarla süren öykünün finale yakın, bir yol üstü lokantasında tek mekânda kurulmuş sahneleri dikkat çekiyor. Görüntü yönetmeni Steven Holleran iyi iş çıkarmış. (2,5 / 5)
KAR VE AYI
-Şüphe, sırlar ve kar-
Bitmek bilmeyen kışın, dış dünyayla bağlarını kesip izole halde bıraktığı bir kasabaya atanan genç hemşire, kış uykusundan erken uyanan aç ayı söylentileriyle dolu günlerde, güç ilişkileri, dengeler, sır ve şüphelerle dolu günler geçirecektir. Kasabadan bir adamın ortadan kaybolmasıyla başlayan gerilim ve korku, yüzeyin altına itilmiş gerçekleri de ortaya serecektir.
Yeşim Aslan ve Selcen Ergun’un birlikte yazdıkları senaryoyu, yine Selcen Ergun yönetmiş. Yönetmenin bu ilk uzun metraj kurmacası, 59. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ‘Behlül Dal En İyi İlk Film’ ve başrol oyuncusu Merve Dizdar’la ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ödüllerini kazanmayı başarmıştı. Görüntü yönetmenliğini usta isim Florent Herry’nin üstlendiği, gerilim de içeren dramda, Merve Dizdar’a eşlik eden isimler Saygın Soysal, Asiye Dinçsoy, Erkan Bektaş, Derya Pınar Ak, Onur Gürçay ve Muttalip Müjdeci.
Egemen güç ilişkileri ile örtülmüş sırların saldığı şüphe, yoksunluk, mesafeler, atılan, ötelenen suçlar, korku nesneleri, dinmeyen kış, karların bile gizleyemediği gerçekler öte yandan… Bir ilk film için tatminkâr fakat içerdiği boşluk ve barındırdığı gizli iddia ile kendine fazla önem yükleyen ama bu vaadi yerine getiremeyen bir yapım ‘Kar ve Ayı… Kafası karışık, net olmayan bakış ve muallak meseleler… Yönetmeni izlemek ve yeni projeleri bekleyip görmek de yarar var! (2 / 5)
Haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenilerine bakacak olursak…
Seung-wan Ryu’nun yönettiği Güney Kore yapımı ‘Smugglers / Kaçakçılar’, aksiyonu bol bir suç öyküsü. Geçimlerini denizden sağlayan Chun-ja, Jin-sook ve aileleri çevreye fabrikaların kurulmasıyla aksayan işlerini kaçakçılık yaparak telafi etmeye karar verirler; ancak bu hem onların hem de huzurlu kasabalarının kaldıracağı bir durum değildir.
‘Lille Allan - den menneskelige antenne / Küçük Allen ve Galaksi Yolcusu’, Danimarka’dan çıkagelen bir animasyon. Amalie Næsby Fick’in yönettiği, özellikle küçük yaştaki izleyiciye seslenen yapım, Ailesi boşanmış olan Allen’ın babasıyla bir apartmana taşınmaları sonrasında gelişen olayları taşıyor perdeye. Küçük Allen, babası ile yeni bir kasabaya taşınmıştır. Yeni arkadaşlar ararken birdenbire yaşlı ve UFO takıntılı komşusu için anten görevi görmeye başlar. O esnada, uzaylı bir kız olan Britney dünyaya düşer ve Allen ile tanışır. Artık Allen’ın önemli bir görevi vardır: Birtney’in galaksisine, evine geri dönmesine yardımcı olmak!
Deniz Çınar’ın yazıp yönettiği ‘Bulutların Üstünde’, çalıştığı gazeteye haber yapmak için yola çıkan Gökhan’ın ıssız bir arazide aracının bozulması ve ardından gizemli bir yabancı ile tanışıp çaresizlikten onun peşine takılması sonucu ikilinin başından geçenleri taşıyor perdeye. Başrolleri Cemal Hünal ve Ruhi Sarı üstleniyorlar.
Aslı, Berk ve Tuna isimli üç sapkın arkadaş, satanist ayinler yapmaktadırlar. Yakında, bin yılda bir denk gelen kutsal yılın, kutsal ayın on üçü yaklaşmaktadır ve bu ayin için pentagramın köşeleri gibi beş kişi olmak gerekmektedir. ‘Şeytanın Elçileri’, Özlem Yeşilyurt imzalı. Atilla Karahan, Cemre Yalçın, Caner Gölcüoğlu ve Yağmur Yenice, oyuncu kadrosunda yer alan isimler.
İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!
İyi seyirler herkese!
TARİHTE BU HAFTA
On yedi ve altı yıl öncesine, 2006 ve 2017 yıllarına gidiyor, tarihte bu haftayı anımsıyoruz!
Vizyonda bu hafta (8 Eylül 2006)
MIAMI VICE
Anthony Yerkovich tarafından yaratılan ve ABD televizyonlarında 1984-89 yılları arasında yayınlanan popüler TV dizisi ‘Miami Vice’, ülkemizde de çok sevilmişti. Dizinin yürütücü yapımcılarından usta sinemacı Michael Mann, Yerkovich’in pilot bölüm için yazdığı senaryoyu ilk okuduğunda, bu metinden uzun metrajlı bir film yapılması gerektiğini düşünmüş. Yayın haklarının el değiştirmesi üzerine Mann, fikrini tam yirmi yıl sonra hayata geçirmiş. TV’de Don Johnson ve Philip Michael Thomas’ın canlandırdıkları Miami emniyetine bağlı iki dedektifi, beyazperdede, sıkı karizma Colin Farrell ve Oscar’lı aktör Jamie Foxx canlandırıyorlar. Çin’in medarı iftiharı güzeller güzeli Gong Li, yetenekli İspanyol aktör Luis Tosar, İngiliz güzel Naomie Harris, Mann’in kadrosuna kattığı uluslararası oyuncular. Mann’in bildik ustalığına ‘Miami Vice’te tekrar tanık oluyoruz. Sevdiği açılar, planlar, renkler, alıştığımız o gerçekçi, duru anlatım, hayatın tam içinden sahneler… Benzersiz çerçevesine yine su katılmamış bir gerçekçilik egemen Mann’in. Dizinin ‘hafif’ yapısı, beyazperdede aksine tavizsiz. Son derece sert bir aksiyon, yoğun bir dramatik yapıyla sarmalanmış. Özellikle çatışma sahnelerinin atmosferi o denli gerçekçi ki, oturduğunuz koltukta yağmur gibi yağan kurşunlardan sakınmaya çalışıyorsunuz. Sıkı ama gücü ‘belli’, yetkisi kısıtlı dedektifler, onların güvenilir ve güvenilir olmayan amirleri, örgüt içindeki muhbirler, uyuşturucu baronları, onları kollayan gizli güçler… Hiçbir kuralın olmadığı zor bir dünya. Mann’in sihirli dokunuşuyla yüzde yüz sinemaya dönüşen keyifli bir seyirlik ‘Miami Vice’.
KUZEY FARESİ (LEMMING)
Yeni bir işe başlayan genç ve başarılı mühendis Alain, güzel eşi ile birlikte, patronu ve onun eşini yeni evlerine bir akşam yemeğine davet ederler. Davet, çok kötü bir atmosferde başlar ve sürer. Çiftlerin arasında aşırı bir zıtlık vardır. Bir yanda sevgi dolu, örnek bir ikili, öte yanda birbirlerine sevgi ve saygısını yitirmiş yaşlı çift. Şok edici akşam yemeğinin ardından, mutfağın atık borusunu tıkayan gizemli bir kemirgenin varlığı, genç çiftin belli bir düzen içinde süren yaşamlarını kesin bir biçimde değiştirecektir. Dominik Moll’un Cannes Film Festivali’nde ‘Altın Palmiye’ için yarışan son filmi, oldukça etkileyici ve sarsıcı, gerilim dolu bir dram. Başrollerini usta aktris Charlotte Rampling, Charlotte Gainsbourg, Laurent Lucas ve Andre Dussolier’in paylaştıkları Fransız yapımı, usta yönetmen Haneke’nin ‘dert’lerine benzer bir mesele üzerine kurulu. Batı toplumunun, orta ve üst sınıfın kirli ruh hali, yabancılaşma, sosyo-ekonomik yapının zedelediği insan ruhu ve koskoca kıtayı dolduran koyu bir yalnızlık… Batının geçer akçe insan modeli ve onların steril hayatları küçücük bir kemirgen tarafından nasıl tehdit edilir? Yüzeyde gördüklerimiz ve kazıyınca ortaya çıkan gerçekler… Batı toplumunun röntgeni ve gerçeküstü öğelerle sarmalanmış gerçekçi bir ağıt.
ESKİ SÜPER SEVGİLİM
‘Süper kahraman’ filmlerini romantik komediyle harmanlayan yapım, keyifli ve sevimli bir seyirlik. Dünyayı kollayan ve insanlığın kurtarıcısı olan güzel ve çekici bir süper kahraman. Onunla çıkmaya başlayan ama kısa süre içinde onun aradığı kadın olmadığını anlayan sıradan bir adam. Buraya kadar her şey normal ama ya bundan sonrası… ‘Ghost Busters’la tanıdığımız, türün üstatlarından Ivan Reitman ve ‘The Simpsons’ın yazarlarından Don Payne’in ortak çalışması gerçekten eğlenceli. Başroldeki Uma Thurman’a Luke Wilson ve Anna Faris eşlik ediyorlar. ‘Süper kahramanların da özel hayatı vardır diyen film, süper güçlerin daima insanlığın iyiliği için kullanılamayacağının altını çiziyor. Süper kahramanlarda aynı bizler gibi. Onların da sevmeye, sevilmeye ve delice kıskanmaya hakları yok mu? Aşk, normal insan, süper insan dinlemeyen ‘en kahraman’ duygu belki de…
NABIZ
Bir üniversite öğrencisi intihar eder ve yakın arkadaşları, birkaç gün sonra ondan e-posta yoluyla mesajlar almaya başlarlar. Bu garip durumun önce bir bilgisayar virüsü olduğu sanılır fakat gerçek çok korkutucudur: Mesajlar, öteki taraftan, ölülerden gelmektedir... Kiyoshi Kurosawa’nın 2001 yapımı korku filmi ‘Kairo’nun Hollywood versiyonunu beyazperdeye uyarlayanlardan biri de türün ustası Wes Craven. Çekimleri Romanya’da yapılan film, türe yeni bir şey eklemese de, belli bölümlerinde ürkütmeyi başarıyor. Dünyanın sonunun teknolojiden geleceğini söyleyen yapım, aslında bize yabancı değil. Uzun süre Japonya’da yaşayan Türk yönetmen Hasan Karacadağ’ın, dini motifler eklediği filmi ‘Dabbe’, ‘Nabız’ın klonlanmış hali ve maalesef Karacadağ, orijinal yapım ‘Kairo’dan etkilendiğini, daha doğrusu direkt alıntılar yaptığını bizlerle paylaşmayı unutmuş.
BİTİRİM KARINCA
Kolektif bilinç, dayanışma, özveri ve fedakârlık gibi önemli kavramları işleyen animasyonun yapımcıları arasında ünlü aktör Tom Hanks’de var. Bütün aile üyelerinin zevkle izleyecekleri çizgi film, on yaşındaki Lucas’ın ‘bir sürü aptal karınca’ olarak nitelediği canlıların gelişmiş medeniyetlerini tanımasını ve dostluğun anlamını keşfedişini öykülüyor. Ufak ve zayıf olmanın güçsüz olmak anlamına gelmediğini öğrenen Lucas, karıncalarla birlikte heyecan dolu maceralara sürükleniyor. Bize de koltuğumuza yaslanıp bu sevgi dolu eğlendirici ve öğretici animasyonu keyifle izlemek düşüyor.
Vizyonda bu hafta (8 Eylül 2017)
İkisi yerli toplam altı yeni filme ev sahipliği yapıyor yeni hafta. Şehir dışında olduğumdan bu hafta hiçbir filmin basın gösterimine iştirak edemedim. Yapım notları öngörü ve eleştirmen hissiyatıyla tanıtmaya gayret edelim yeni vizyonu…
Fransız ‘auteur’ François Ozon’a, Cannes’de Altın Palmiye adaylığı getiren, usta sinemacının on yedinci uzun metraj kurmacası ‘L’amant Double / Tutku Oyunu’, gerilim de içeren romantik bir dram. İki karakteri canlandıran usta aktör Jérémie Renier ile yine Ozon’un 2013 tarihli filmi ‘Jeune & Jolie / Genç ve Güzel’de başrolü üstlenen 1991 doğumlu aktris Marine Vacth’a perdenin usta isimlerinden Jacqueline Bisset eşlik ediyor. Yaşadığı depresyon sonucu gittiği psikiyatriste aşık olan Chloé’nin gizemli hikâyesi, perdeye yansıyan.
Bourne serisini mimarlarından Doug Liman imzalı biyografik aksiyon ‘American Made / Barry Seal: Kaçakçı’, 80’li yıllarda bir kartel için ABD’ye uyuşturucu kaçıran, sonrasında CIA için silah kaçakçılığı da yapan pilot Barry Seal’ın hikâyesini anlatıyor. Mizahi tonlar içeren filmde, başrolü üstlenen Tom Cruise’a, Domhnall Gleeson ile Sarah Wright eşlik etmiş.
Çin-ABD-Kanada ortak yapımı, yine biyografik bir aksiyon. Dövüş sanatları efsanesi Bruce Lee ile Kung Fu ustası Wong Jack Man arasında 60’larda gerçekleşen karşılaşma duruyor öykünün odağında. Yu Xia ile Philip Ng, başrollerde. 2011 tarihli ‘The Adjustment Bureau / Kader Ajanları’ ile tanıdığımız senarist kökenli George Nolfi, yönetmen koltuğunda.
Günümüzde, gündelik yaşantımızın odağında yer alan mobil mesajlaşmaların vazgeçilmezleri konumundaki emojileri anlatan animasyon ‘The Emoji Movie / Emoji Filmi’ni, Tony Leondis yönetmiş. Akıllı telefonlar, sanal ifadeler, hızla yok olan gerçeklik…
İki yerli yapım; Emre Yılmaz imzalı dram ağırlıklı aşk öyküsü ‘Yarım Kalan’ ile Korhan Uğur’un yönettiği Cenaze İşleri’ adlı komedi, haftanın diğer yenileri. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın. Herkese iyi seyirler.
MURAT ERŞAHİN