07 MART 2014
Yedi filmlik haftanın, notlarımız arasında yer alamayan iki yapımı, başrolünü Cezmi Baskın’ın üstlendiği yerli komedi ‘Bizum Hoca’ ile üç boyutlu animasyon ‘Zambezia/Kuşlar Şehrinde Macera’. Yine, hemen her zevke seslenen, zengin seçenekli yeni haftada da, içinizde yaşayan ‘sinemadan çıkmış insanın’ elini sakın bırakmayın. Sokaklar, sinemadan çıkmayanlarla dolu çünkü. Herkese iyi seyirler!
300: BİR İMPARATORLUĞUN YÜKSELİŞİ
Sinemaseverlerin, ‘Sin City’ ile tanıdığı Frank Miller’ın ‘300’ adlı resimli romanından beyazperdeye uyarlanan 2006 tarihli ‘300 / 300 Spartalı’, George Romero’nun kült filmi ‘Dawn of the Dead / Ölülerin Şafağı”nı yeniden çekerek ‘parlayan’ Zack Snyder’ın ikinci uzun metrajıydı. Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de ilgiyle karşılanan görkemli yapım, büyük ölçüde görsel efektlerden beslenmişti. Spartalılar ve Persler arasındaki Thermopylae savaşını konu alan film, Sparta kralı Leonidas ve emrindeki 300 askerin, karşılarındaki kat be kat üstün askeri güce karşı mucizevi direnişini öykülüyordu. Kral Leonidas’ı İskoç aktör Gerard Butler’ın canlandırdığı filmde, diğer önemli rolleri, Lena Headey, David Wenham, Dominic West ve Brezilyalı Rodrigo Santoro paylaşıyorlardı. Destansı hikâye, üstün teknik özellikleri dışında, günümüze göndermeler de bulunan senaryosu, başarılı oyunculuğu ve titiz yönetimi ile dikkat çekmiş, Perslerin ve Pers kralı ‘Xerxes’in tamamen kötü, sapkın ve karanlık gösterilmesi senaryonun zaafı olarak işaretlenmiş ve film, ırkçılık eleştirileri almıştı. Sekiz yıl aradan sonra devam filmi çıkageldi. Yine Frank Miller’ın Pers kralı ‘Xerxes’in adını taşıyan grafik romanından uyarlanan yeni film, ‘300: Bir İmparatorluğun Yükselişi’ adını taşıyor. İlk filmin yönetmeni Zack Snyder, bu kez senarist ve yapımcı kimliğiyle yer almış yaratıcı kadroda. Yönetmen koltuğu ise, 2008 tarihli ilk uzun metrajı ‘Smart People / Aşkın Yaşı Yok’ filminden anımsayacağınız İsrailli Noam Murro’ya emanet edilmiş. Artemision deniz muharaebesi’nden yola çıkan öykü, yine bolca efektle desteklenmiş. Atinalı lider Temistokles, donanmasına ve yaratıcı savaş taktiklerine güvenmektedir. En büyük amacı, Perslere karşı bütün Yunanlıların tek yürek olmasıdır. Eskiden ölümlü bir prensken, şimdi kötücül bir tanrı olan Xerxes komutasındaki Pers ordusunun donanmasının başındaysa, acımasız savaş tanrıçası Artemis bulunmaktadır. Yunan halkının kaderini şekillendirecek kanlı savaş, bu kez denizde yaşanacaktır. Yeni filmin yıldızları, Avustralyalı aktör Sullivan Stapleton ile güzeller güzeli Eva Green. Lena Headey, David Wenham ve Rodrigo Santoro, ilk filme oranla ‘azalan’ sahneleriyle yine kadroda yer bulmuşlar. Grafik şiddet, estetize edilmiş tabii ama üç boyutlu filmden perdeye sıçrayan en önemli ayrıntı, bolca ‘kan’. Son derece gelişmiş bilgisayar efektleriyle süslenen filmde, grafik şiddetin rahatsız etmediğini ama bir süre sonra bir tekrara dönüştüğünün altı çizilmeli. İlk filmin duygu yüklü, epik öyküsü, yeni filmde, biraz daha fazla süslü aksiyona, Eva Green ile Sullivan Stapleton’un tutku dolu sahnesiyle de, erotizme dönmüş yüzünü. Eva Green’li sahneleri çıkarttığımızda çok şey kalmıyor zihinde. Bu da, onun filme vurduğu güçlü damgayı kanıtlıyor. İyi tasarlanmış film, bir aynılık ve tekrar hissi ile ‘yavan’ bir düzlemde ilerlese de, denize taşınan aksiyon ve yeni ‘300’lerle keyifle izletiyor kendini. Sürükleyici bir avantür özetle. (2,5 / 5)
ÖMER
Bu yılın, ‘en iyi yabancı film’ dalında Oscar adaylarından biriydi, orijinal adıyla ‘Omar’. Filistin yapımı, Cannes Film Festivali’nin belirli bir bakış bölümünde ‘jüri özel ödülü’ kazanmış, Asya-Pasifik ödüllerinden ‘en iyi film’ heykelciğiyle ayrılmıştı. Yine Oscar adayı olan, bol ödüllü 2005 yapımı ‘Paradise Now / Vaat Edilen Cennet’ ile tanıdığımız Hany Abu-Assad imzalı dram, Orta Doğu’nun can acıtan makus talihini ve değişmez kaderini yansıtıyor bir kez daha perdeye. Orta Doğu’da yaşıyor olmak… Üç bölgeye ayrılmış olan Batı Şeria’dayız. İsrail işgali altında olan Batı Şeria’da, genç bir direniş savaşçısı Ömer. Öte yandan, dostlarına çok önem veren, titiz, çalışkan bir fırıncı. Genç adam aşık! Militan arkadaşı Tarık’ın güzel kız kardeşi Nadya’ya. Aşkı uğruna, gün içinde, kurşunlanma tehlikesine karşın, ölümü göze alarak, tecrit duvarının öte tarafına geçmekte. Kimin dost, kimin düşman olduğu çok net olmayan topraklarda, yarına çıkmak garanti değil üstelik. Nadya ile evlenmek, yuva kurmak, tek isteği Ömer’in. Ama savaş, direniş sürmekte. Fiziksel, ruhsal işkenceler, şiddet, idealler, nefretler, ayak oyunları, yalanlar, acılar, onur, özgüven, aşk, dostluk, zulüm, genç insanların önündeki çetin sınavlar anlamına geliyor, bu topraklarda… Son derece etkileyici film, Hany Abu-Assad’ın tanıdık ustalığı ve öykü anlatımındaki rahatlığıyla dikkat çekiyor ve tabii dokunaklı tonuyla… Titiz, tertemiz bir sinemayla, yüreğe bir bıçak saplarcasına anlatılan öykü, sert ve sarsıcı olmasının yanında, zihinde kalıcı da. Gencecik oyuncularının başarısı da bir başka artısı filmin. Dünyanın adaletsizliğini, orta doğunun özel durumunu, Batı Şeria’da yaşıyor olmanın ne demek olduğunu, sömürüye kaçmadan, olduğu gibi ortaya koyan yapım, alkışı hak ediyor. Ömer’in tecrit duvarına tırmanmakta zorlandığı sahnede gözyaşlarınızı tutamıyorsunuz daha fazla. Yoldan geçen yaşlı adamın, genç adama omuz verip, duvara tırmanmasına yardım ederken, ‘geçecek bunlar, her şey güzel olacak’ dediği, o sahne yok mu… (4,5 / 5)
SINIRSIZLAR KULÜBÜ
Orijinal adıyla ‘Dallas Buyers Club’, geçtiğimiz Pazartesi günü sahiplerini bulan Akademi Ödülleri’nden ‘en iyi erkek oyuncu’ (Matthew McConaughey), ‘en iyi yardımcı erkek oyuncu’ (Jared Leto) ve ‘en iyi makyaj-saç stili’ olmak üzere üç Oscar’la ayrılmayı başarmıştı. Yaşanmış olaylardan beyazperdeye uyarlanan yapımın yönetmen koltuğunda, 2005 tarihli ‘C.R.A.Z.Y. / Çılgın’ ve 2011 yapımı ‘Café de Flore / Ruh Eşim’ filmlerinden tanıdığımız Kanadalı Jean-Marc Vallée var. 1985’te geçer öykü. Ron Woodroof, bir fabrikada elektrik teknisyeni olarak çalışan, arta kalan zamanlarında da rodeo kovboyluğu yapan, yalnız bir adamdır. Bir karavanda tek başına yaşamaktadır. Çağın vebası olarak adlandırılan AIDS’e yakalandığı ve önünde sadece bir aylık ömrü kaldığı söylenir bir gün kendisine. ATZ adlı ilaç verilir talihsiz adama ancak Ron, ilacın sağlığını düzeltmeyeceğini anlar. Yeni tanıştığı Rayon adlı, yine HIV virüsünden muzdarip trans gençle birlikte, AIDS’in tedavisinde daha etkin olan ‘ciddi’ ilaçları yasadışı bir şekilde, Meksika’dan ABD’ye sokup, satmaya başlarlar. Homofobik, ırkçı, maço kovboyun değişimi ve trans arkadaşıyla birlikte dayanışmayı öğrenerek, hayata tutunma mücadelesi, duyarlı ve eleştirel bir öyküde anlatılmış. İki aktörün, gerçekten çok iyi performanslarından besleniyor büyük oranda biyografik dram. Büyük resme bakıldığında, gücü, yılın diğer ‘en iyi film’ adayları arasında bir hayli sınırlı olarak göze çarpıyor, belli oranda, iyi çekilmiş bir TV filmi estetiği ruhuna sahip yapımın. Karakterlerde var olmayan derinlik ve öykünün önceden tahmin edilebilirliği, hafif zedeliyor filmi. Yine de gayet iyi oynanmış, ana akım sinemaya yakın olmasına rağmen, sistem ve birey eleştirisini yüzeyden de olsa yapan, eli ayağı düzgün bir yapım var karşımızda. Film bir de, yaşanmış bazı gerçek olayları çarpıtmak ve içini boşaltmakla eleştirilmişti. (3 / 5)
MAVİ DALGA
Zeynep Dadak ve Merve Kayan’ın ilk uzun metraj filmleri ‘Mavi Dalga’, ülkemizde ilk kez, 50. Uluslararası Altın Portakal Film Festivali’nin ‘ulusal yarışma’ bölümünde izleyici ile buluşmuş, festivalden, ‘en iyi ilk film’, ‘en iyi senaryo’ ve ‘en iyi kurgu’ ödülleriyle ayrılmıştı. Dadak ve Kayan’ın birlikte yazıp yönettikleri film, ‘taşrada büyümek’ meselesini iyi anlatmış. Ergenliğini süren genç karakterlerin öyküleri, sahici. Üniversiteyi büyük bir şehirde okumak isteyen Deniz ve arkadaşlarının, hayatla kurdukları ilişki… Aşkları, hüzünleri, dertleri, dostlukları, aileleri ve fonda ‘içinde’ nefes aldıkları Anadolu şehri. Ergenliğin zorlu yokuşunda yürüyor olmanın büyüten etkisi, öte yandan ‘sıkışmışlığın’ sözlük anlamı. Taşrada akan değil, ‘düşen’ zaman! Kalp kırıklıkları, oyalanmalar, eğlenmeler, hoşlanmalar, melankoli, tasalar, şahitlikler, inat, fark etmeler, yalnızlık hissi, isyan ve dayanışma. Önlerinde uzanan belirsiz ama ‘başka’ olacağı kesin bir hayatı, umudu aralama ve önlerinde yaşanan son derece klasik oluşlara, pes etmelere ve kabullenmelere isyan etme derdindeki bir grup genç. Değişik ve farklı olanın peşinden koşmak ve gitmek arzusu… Büyümek… Başroldeki Ayris Alptekin’e, Barış Hacıhan, Albina Özden, Nazlı Bulum ve Begüm Akkaya eşlik ediyor. Onur Saylak, Derya Durmaz ve Banu Fotocan, genç oyunculara destek veren deneyimli isimler. Genç oyuncular, oldukça doğal, gerçek, yeri geldiğinde ‘nüanslı’, başarılı performanslar sergilemişler. Ayris Alptekin, Barıs Hacıhan ve Begüm Akkaya özellikle dikkat çekiyorlar. Biraz farklı, hafif ‘lüks’, eldekinin en iyisi olan ‘sütlü kahve/nescafe’ detayı, babadan, ‘caddeye çıkılmayacak’ şartıyla alınan arabayla, özgür olmanın ve özgür hissetmenin keyfi, sigarayı filtrenin sonuna kadar içmenin bireyselliği, ‘güneş doğar, güneş batar ama insan uyumaz bazen düşünür’ durumları… Ortada, bir ‘ilk film’ için iyi bir ürün duruyor. Elbette, eksikleri, gedikleri var. Örneğin, filmdeki ton, ana karakterin, çevresindekilerle ve hayat ile mesafesi, daha ilgili, daha yakın, daha sıcak tutulabilirdi. Biraz daha ‘insan’ kokmalıydı oluşlar, öykünün genel anatomisi göz önüne alındığında. Daha içten, ‘sevenin var bak ne güzel’in hakkını verircesine... Sinemamızda bu tip öyküler fazla çıkmıyor karşımıza oysa dünya sineması, her yıl o denli çok değiniyor ki bu meselelere. Aklıma, Cottbus festivalinde FIPRESCI jürisiyken izlediğim bir yarışma filmi geliyor örneğin hemen. 2009 Polonya yapımı ‘Galerianki / Shopping Girls’. Sırf bu yüzden, sinema sevdalısı ve sinemayla ‘ciddi’ olarak uğraşacaklarının kanıtını sunan Zeynep Dadak ve Merve Kayan’ın ilk filmlerinin hakkını teslim etmek gerek. Bundan sonra yapacaklarını da gözlemek; beklemek. İki genç sinemacıya, cesaretle atıldıkları bu zorlu ama keyifli yolda başarılar ve tabii tebrikler. (3 / 5)
SİLSİLE
Bir gecede gelişen olaylar sonucu, alt üst olan hayatlar. Toplumun iki farklı sınıfının çatışması ve günümüz değer yargıları, suç ve aşkla örülü dramın merkez noktasında. Bir partide iki eski sevgili, Ece ile Cenk karşılaşırlar. Ece, Faruk’la evlilik hazırlığı içindedir ama Cenk’i unutamadığını fark eden genç kadın, kendini eski sevgilinin yanında bulur. İki aşık, evde birilerinin olduğunu fark ettiklerinde, olayların çığırından çıkacağını düşünmeden paniğe kapılırlar ve… Sınıfsal farklılıklar, özellikle çarpık şehirleşmede bir rant merkezi halini alan en büyük köy İstanbul’un suç haritası ve kurbanlar… Reklam yönetmenliği ve kısa filmlerin ardından, 2010’da ‘Çok Film Hareketler Bunlar’ ve 2012’de ‘Sen Kimsin’ adlı uzun metrajları imzalayan Ozan Açıktan’ın yönettiği kapkara öykü, kült roman olarak anılan ‘7’nin yazarı Cem Akaş’ın hikayesinden uyarlanmış perdeye. Senaryoda ise, yine Cem Akaş’la birlikte, Ozan Açıktan ile Faruk Özerten’in imzaları bulunuyor. Başrolleri, Nehir Erdoğan, Tardu Flordun, İlker Kaleli’nin paylaştıkları gerilim yüklü suç dramında, Serkan Keskin, Esra Bezen Bilgin ve genç oyuncu Aytaç Uşun, diğer önemli rolleri üstleniyorlar. Gece yarısı, Karaköy’de başlayıp, biten öykü, neon ışıklarının aydınlattığı kirli sokaklarda, şehrin öteki yakasının, ‘gayri safi hiçbir şeyden’ pay alamayan gençleriyle, buyurganlığa alışmış, rahatı yerinde karakterlerinin karşılaşmasını ve bu beklenmedik ‘buluşmanın’ doğurduğu trajik gelişmeleri işliyor. Bir şekilde suça bulaşmış, ‘şanslı tabaka’ ile suçun içinde yaşayan ve ‘yırtmak’ için mücadele veren diğerlerinin öyküsü, gayet iyi başlıyor ama bir anda dağılıyor ve meselenin ‘merkezinden’ uzaklaşıyor. Söyleyeceklerini sakındığından mı, yoksa yeterli gördüğünden mi bilinmez, bir fırsat kaçıyor ister istemez. Daha cesur, daha radikal, en önemlisi daha içli ve sıcak olsaymış keşke anlatı. Belirli bir kafa karışıklığı, ‘net’ bir soğukluk ve ayağı yere basmayan zorlama oluşlar kalıyor geriye, çok acı ve gerçek bir tablodan. Yine de izlenesi ve üzerine kafa yorulması, tespitler yapılması gerekli bir yapım ‘Silsile’. (2,5 / 5)
MURAT ERŞAHİN