Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

07 EYLÜL 2012

05 Eylül 2012 Çarşamba 21:38
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Haftanın sekiz yeni filminden altısı notlarımız arasında. Adına basın gösterimi düzenlenmeyen, usta yönetmen Stephen Frears imzalı “Bahse Var Mısın? / Lay the Favorite” ve ön gösterimine katılamadığımız korku-gerilim “Ruh / The Pact” haftanın diğer iki yeni filmi. Haftanın tek yerlisi Çiğdem Vitrinel’in ilk uzun metrajı “Geriye Kalan” izlenmeli. Rus sinamacı Andrey Zvyagintsev’in üçüncü uzun metrajı “Elena” ise, sade haftanın değil, sezonun en önemli filmleri arasında. Kesinlikle kaçırmayın! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insana iyi bakmayı sürdürün. Sokağın sinemadan çıkmayanlarla dolu olduğunu gayet iyi biliyorsunuz. Herkese iyi seyirler!

ELENA
Sezonun en önemli yapımlarından biri bu hafta merhaba diyor vizyona. Andrey Zvyagintsev’in yeni filmi, Rus yönetmenin çağdaş ustalardan biri olduğu gerçeğini pekiştiriyor. 2003 yapımı enfes şiir-film “Dönüş / Vozvrashchenie” ile keşfetmiştik 1964 doğumlu sanatçıyı. Ardından 2007’de “Sürgün / Izgnanie” çıkageldi. Tarifsiz hüzünlere müthiş bir ‘biçimle’ savrulduk. Meselelerini, yarattığı özgün atmosferle çok şık bir stille sunan Zvyagintsev, Tarkovsky’nin mirasçılarından. Üzerindeki Bergman etkisinden de bahsedilebilir. “Elena”, vahşi kapitalizmin kural tanımayan çılgınlığında ‘yaralayıcı’ bir ‘hayatta kalabilme’ öyküsü. Zvyagintsev, bu kez ‘ahlak’ kavramına bakıyor! Bedeli ne olursa olsun, hayatta kalmak için verilen mücadele… Elena, zengin ve yaşlı Vladimir ile evli. Eski bir hemşire. Adama bakıyor, bütün isteklerine evet diyor. Hemşiresi, hizmetçisi, her şeyi. Adam, kalp krizi geçirince vasiyetini hazırlıyor. Bütün mal varlığı, her şeyi, ilk eşinden olan kızına kalacak. Bu haksızlık diye düşünüyor Elena. Kendi oğlu var. Torunu, gelini. İşsizler, çalışmıyorlar. Hepsi onun eline bakıyor. Elena, kritik bir karar alıyor. Bedelli her ne olursa olsun… Komünizm sonrası yokluk içinde ‘bekleyen’ varoşlar, toplu konutlar ve şehrin diğer tarafında yeni Rusya’nın zenginleri. Farklı sınıflar, bozuk düzen ve çaresiz insan. Ölüm, yaşam, fedakârlık, ahlak, sorumluluk ve yoksunluk. Boğazınıza dek yükselen sıkıntı eşliğinde Zvyagintsev’in mat renklerle desteklediği umutsuz resim. Çıkışsızlığın, çaresizliğin kekremsi tadı! Nadezhda Markina’nın müthiş oyunu sonra. Yüzde yüz sinema lezzeti.

MUTLULUĞA BOYA BENİ
Yetmişli yaşlarını süren Fransız animasyon ustası Jean-François Laguinoie’den şiir gibi bir film: “Mutluluğa Boya Beni / Le Tableu”. Tastamamlar, yarımlar, eskizler. Bitmemiş bir tablo üzerinde yaşayan üç farklı grup. Güce tapan ve iktidar süren ‘tastamamlar’, diğerlerine hükmediyorlar. Ressamı bulup, tablosunu tamamlaması için her üç toplumdan bazı ‘bilinçli’ karakterler yola düşüyorlar. Sonuçta keşfettikleri, bambaşka, boyanmamış bir gerçeklik oluyor. Ötekileştirilmişlerin eşitlik ve özgürlük rüyası, el emeği, göz nuru politik bir masal. Ezenler, ezilenler. İçinde nefes alıp verdiğimiz adaletsiz sistemin, yani bildiğimiz tualin dışındakinin keşfi için çıkılan bir yolculuk. Has sinemaseverler için!

CESUR
Alışageldik güzellikteki Pixar animasyonlarından biri daha! Bu kez öykü, biçimin biraz gerisinde kalmış. 13. uzun metrajında Pixar stüdyoları, genç bir kadını merkeze yerleştirerek anne-kız ilişkilerinde sevgi ile nefret arasındaki o muğlak ve ince ayrıma değiniyor. Brenda Chapman ve Mark Andrews’in yönettiği animasyonun yapımcıları arasında, ekibin ve mevzunun iki üstadı; Andrew Stanton ve John Lasseter’da bulunuyor tabii ki. İskoçya’da 10. Yüzyılda, mitlerin yazıldığı zamanlardayız! Babası Fergus ve annesi Elinor’un büyük bir özenle yetiştirdiği Merida, ideal bir prenses adayıdır. Gelenekçi kraliçe Elinor, kızının ülkedeki barışın sürekli korunması amacıyla müttefiklerden birinin oğluyla evlenmesini istemektedir. Damat adayları evlere şenlik olunca, özgürlük düşkünü kahramanımız Merida, isyan bayrağını açar ve hakkını aramak için bir büyücünün yardımına başvurur. Ortaya çıkan karışıklığı, yine kendisi çözmek zorundadır. Günümüz animasyonlarına egemen maço bakışı törpüleyen “Cesur”, feminist tavrı ve sevimli çizgileriyle, animasyon tutkunlarına üç boyutlu bir eğlence vaat ediyor. Türkçe dublajda Merida’yı popüler figür Beren Saat’in seslendirdiğini bir yapım notu olarak ekleyelim. Son tahlilde özü kısıtlı ama detayı fazla, ‘farklı’ bir masal “Cesur / Brave”.

GERİYE KALAN
Geçtiğimiz yıl, 48. Antalya Altın Portakal’dan ‘En İyi Yönetmen’ ve ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ödülleriyle ayrılan “Geriye Kalan”, kadının toplumsal hayattaki rolüne bakarken, çıkar ilişkisine dönüşen evliliklere de sert eleştiriler getiriyor. Çiğdem Vitrinel’in ilk uzun metrajı yine Çiğdem ve kardeşi Şebnem Vitrinel’in imzasını taşıyor. Doktor Cezmi ile evli olan Sevda, kocasının hemen her şeyine göz yuman, konforlu hayatından taviz vermemeye çalışarak, evliliğini sürdürme gayretinde olan genç ve güzel bir kadın. En büyük hayali daha büyük ve bahçe içinde yeni bir ev. Cezmi ise Sevda’yı, aynı hastanede birlikte çalıştığı Zuhal ile aldatıyor. Durumu fark eden Sevda, annesinin de öğütleriyle hiç renk vermeden, rakibini yok etmek ve kocasını tekrar elde etmek için planlar yapmaya başlıyor. Kötü kokan bir düzene, mülkiyet ve sömürüyle şekillendirilmiş sisteme baş kaldırmaya davet ediyor Vitrinel bütün hemcinslerini, onlara da ağır eleştiriler getirerek ve mesafeli olmaya gayret ederek. Genel atmosfer, Chabrol sinemasına benzer bir düzlemde yol alıyor. Yine de belli bir ölçüye dek cesur ve bağımsız yürekli bir iş var ortada. Siyaseten doğru perdeye yansıyan. İki kadın oyuncu gayet iyiler Şebnem Hassanisoughi ve Devin Özgür Çınar. Erkan Bektaş, iki aktrise eşlik ediyor. Şebnem Vitrinel üretmeye devam etmeli!

SIR
Fransız Pascal Laugier’i, 2008 tarihli korku gerilim bazlı tür kırması “İşkence Odası / Martyrs” ile tanımıştık. Ters köşe film, içerdiği şiddete kattığı sosyo-politik detaylarla oldukça ilginçti. Laugier, Hollywood’a “Sır / The Tall Man”le adım atıyor. Yazıp yönettiği ilk İngilizce filmine, yine gizem ve gerilim hakim. Dramatik unsurlar ise yine unutulmamış. Tartışılacak, ‘sarsıcı’ mesele ve farklı bakış, provokatif bir duruş yaratıyor filmde. Cold Rock kasabasının netameli karanlığında bir anne, küçük oğlunun iri yarı bir siluet tarafından kaçırıldığını görür. Bu gizemli yabancıyı takip eden kadın, bambaşka gelişme ve gerçekleri ortaya çıkaracak olayları tetikler. Güzel aktris Jessica Biel’a, Stephen McHattie eşlik ediyor. ‘Kayıp çocuklar her zaman kaybolmazlar’ diyen ustalıklı bir ters köşe golü… Son tahlilde Pascal Laugier, izleyicisiyle oynamaya devam ediyor. Soru işaretleri arasında kaybolacağınız sıkı bir gerilim.

ŞİMDİ GEL DE GÖR BENİ
Özel yaşamlarını paylaşan Daryl Wein ve Zoe Lister Jones yedinci sanatta da bir aradalar. Birlikte yazdıkları yeni filmlerini, Wein yönetmiş, Lister Jones ise önemli rollerden birini üstlenmiş. Bağımsız romantik komedi, otuz yaşına merdiven dayamış bekar bir kadın olan Lola’nın öyküsü. Uzun zamandır birlikte olduğu ve evlilik hazırlıkları yaptığı erkek arkadaşı tarafından terk edilen Lola, gerçek hayal kırıklığının ne demek olduğuna daha yaklaşmamıştır bile. Ayakları yere basan bir kadın öyküsü bağımsız federe yapım. Başroldeki Greta Gerwig’e, Zoe Lister Jones dışında, yakın geçmişte Miranda July imzalı “Gelecek / The Future”da izlediğimiz Hamish Linklater, Joel Kinnaman ve iki usta isim, Debra Winger ile Bill Pullman eşlik ediyorlar. Lay lay lom oluşların rahatsız edici boyutlara ulaşmadığı, derin olmayan ama asla sığda yüzmeyen, havalı olmaktan uzak sevimli bir film orijinal adıyla “Lola Versus”. Filmin Türkçe isminin bir Ajda şarkısından gelmesi ise naif ve masumane bir gişe düşüncesinin ötesinde değil sanırım. Rahatlıkla izlenebilir.
MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar