07 ARALIK 2018
Beşi yerli, toplam sekiz yeni yapım merhaba diyor yeni vizyona! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın. İyi seyirler herkese.
ÖLÜMCÜL MAKİNELER
-İyileşmeyen yaralar-
Philip Reeve’in aynı adlı romanından uyarlanan aksiyonu yüksek fantastik maceranın senaristlerden biri ve yapımcısı, Hollywood’un yaman yaratıcılarından Peter Jackson. Yönetmen koltuğunda oturan isimse, Peter Jackson filmlerinde görsel efekt ve sanat yönetimi departmanlarında görev alan Christian Rivers. ‘King Kong’ ile görsel efekt dalında Oscar ve BAFTA Ödüllerini kazanan Rivers, Jackson’un güvenini boşa çıkarmamış doğrusu. Filmin teknik kalitesi ve biçimi üst düzey.
Bildiğimiz medeniyet yok olmuştur ve insanlık, kıyamet sonrasını andıran tuhaf bir dünyada, makinelerin üzerinde yol alan ‘hareket halindeki şehirlerde’ ayakta kalma gayreti içindedir. Büyük şehirler, küçükleri yutarken, bir kanun kaçağı olan Hester Shaw ve Londra şehrinin alt sınıfından gelen emekçi Tom Natsworthy, kötücül Thaddeus Valentine’e karşı mücadele ederken bulurlar kendilerini.
İzlandalı Hera Hilmar ve İrlandalı Robert Sheehan’ın başrolleri paylaştığı fantastik serüvende, Hugo Weaving, ağır makyaj altında rol alan Stephen Lang ve Koreli karizmatik şarkıcı Jihae, oyuncu kadrosunu oluşturan diğer önemli isimler olarak öne çıkıyorlar. Yolları tesadüf eseri kesişen karakterler, dünyanın kaderini değiştirecek bir işbirliğine giderler. İyi ve kötü olmak üzere, geçmişin hayaletleri onların yanı başındadır. Geçmişin kapanmayan yaraları, savaş seven, güce tapan insanlık düşmanları, kalbi alınmış ve insanlığı yok edilmiş vicdanlı yaratık, ezenler, ezilenler, özgürlük ve daha iyi bir hayat için mücadele edenler, post apokaliptik bir düzende hayatı sürdürme zorunluluğu, sınıf çatışması, sınıf bilinci ve küçük insan…
Teknik olarak kusuru olmayan film, türdeşleri ile kurduğu aynılık duygusundan alıyor eksi puanları. Senaryo, birçok ‘başka’ yere gidebilecekken, hep bir adım geri atmayı uygun görüyor sanki! Atası ‘Star Wars’dan, ‘Frankenstein’ ve ‘King Kong’a, gençlik ve fantastik edebiyatı harmanlamış neredeyse bütün benzerlerine referanslar barındıran yapım, bünyede bıraktığı dejavu hissini ötelersek, ilgiyle izlenen, kalitesi yüksek bir seyirlik olarak mütevazi bir yer buluyor kendi janrında. (3 / 5)
DON KİŞOT’U ÖLDÜREN ADAM
-Dünyanın genel ahvali üzerine-
Yedinci sanatın çılgın ustası Terry Gilliam, on üçüncü uzun metrajında, upuzun yıllardır üzerinde çalıştığı rüyayı nihayet gerçeğe dönüştürmüş. En son 2013 tarihli fantastik dram ‘The Zero Theorem / Sıfır Teorisi’ni çeken büyük usta, gelecekte, Londra’da geçen öyküde, varoluşsal acılarıyla boğuşan bilgisayar dâhisi kahramanı aracılığıyla, ‘ben neden varım’ sorusunun cevabını arıyordu! ‘Hiçbir şeyin her şey olduğu’ hipotezini, yani ‘sıfır teorisini’ çözebilmekle ilgili öyküsünde, dünyayı nasıl görüyorsa onu anlatıyordu yine Gilliam! Dünyanın gidişatını, kendine göre yorumluyordu. Konuşan pizza kutularıyla, tedirgin edici bir karmaşa arasında, tipik bir distopya öyküsüydü, perdede duran. Mesafeli, tavizsiz, öznel, uçuk, absürd tasarımlarla dile getiriyordu dertlerini her zamanki gibi. Provokatif, zeki, zorlayıcı, alaycı ve hafif ‘snop’ bir alan çalışmasıydı film.
Bu kez, beş yıl sonra; yirmi yılı aşkın süredir çekemediği ve çekilememe hikâyesi 2002 tarihli ‘Lost In La Mancha’ adlı belgeselde anlatılıp efsaneye dönüşen, Don Kişot projesi ‘The Man Who Killed Don Quixote / Don Kişot’u Öldüren Adam’la karşımızda Terry Gilliam. 1940 doğumlu usta, odağına Miguel de Cervantes (1547-1616) imzalı, ilk olarak 1615’de yayımlanmış, tarihin ilk modern romanı olarak bilinen, edebiyat klasiği ‘Don Kişot’u alarak, günümüz dünyasına saldırıyor.
Gençliğinde, ‘La Mancha’lı Don Kişot’u perdeye yansıtarak, sinemaya radikal bir adım atmak, yeni bir soluk arayışına girmek gibi ‘heyecanını yitirmemiş’ umutlarla donanmış meraklı Toby, yıllar içinde kendini beğenmiş bir reklam yönetmeni olmuştur sadece! Yalnız ve mutsuzdur. Militan bir öğrenci filmi ruhuyla çektiği ilk filminde, ‘Don Kişot’u canlandıran Javier ise bir ayakkabı tamircisidir. Tesadüfen keşfetmiştir onu Toby! İkili, yıllar sonra La Mancha’nın otantik atmosferinde yeniden karşılaşırlar. Yaşlı Javier, kendisinin Don Kişot ve Toby’nin de Sancho Panza olduğunu sanmaktadır. İkili, gerçekle hayalin, geçmişle bugünün iç içe geçtiği, çağdaş bir Don Kişot hikâyesinin ortasında bulurlar kendilerini.
Adam Driver ve usta aktör Jonathan Pryce’a, Stellan Skarsgård, Olga Kurylenko, Joana Ribeiro, Sergi López ve Jordi Mollà gibi önemli isimler eşlik ediyorlar. Terry Gilliam, ruhundaki soylu şövalyeyi yitirmeyen ‘Don Kişot’ bakışıyla, günümüzün vahşi dünyasının kötücül devlerine, yel değirmenlerine saldırıyor yeni filminde! Bu radikal saldırıdan nasibini almayan yok gibi. Bir mafya örgütünün başındaki Rus diktatör bozuntusu, acımasız, uyanık ve baş belası bir yapımcı, egoistçe aşk arayanlar, yoz ve hain çıkarcılar, radikal teröristler ve medeniyet düşmanları… Yeniden insan olmak isteyen masum bir yürek ve Don Kişot’un ta kendisi! Don Kişot’lar ölmez diyerek, kırık bir umut veriyor Gilliam. Şiirin, insanın, düşlerin, dürüstlüğün, etiğin, aşkın yok olduğu günümüzde, idealler, doğruluk, iyilik, güzellik ve ‘insanlık’ adına çırpınan bir kara mizah çekmiş Gilliam! (3,5 / 5)
SON ÇIKIŞ
-Hepimiz mahkumuz!-
‘Canavarlar Sofrası’ ve ‘Kusursuzlar’ın ardından Ramin Matin’in üçüncü uzun metraj kurmacası ‘Son Çıkış’, ‘çıkışsızlığı’ kaşıyan bir kara komedi! Prömiyeri, ana yarışmasında yer aldığı Tokyo Film Festivali’nde gerçekleşen yapım, bir beton ormanına dönüştürülmüş İstanbul’dan, güneye kaçmak isteyen, hayatından bıkmış bir mimarın kaçış-kaçamayış hikayesi.
İstanbul’u hızla betonlaştıran inşaat şirketlerinden birinde, kayınpederinin yanında mimar olarak çalışan Tahsin, tamamen tükenmiştir. İsteksizlik, hedefsizlik, bıkkınlık, ani bir kaçış planına sürükler genç adamı. Yıllardır görmediği eski arkadaşı Siren’le karşılaşır bir gece barda. Siren, Türkiye’nin güneyinde organik tarımla uğraşmaktadır ve Tahsin’e, ‘sen de gel’ der! İşinden ertesi gün istifa eder Tahsin, hemen her şeyi geride bırakarak bavulunu toplar ve…
Başrolünü Deniz Celiloğlu’nun üstlendiği kapkara komedinin diğer rollerini Ezgi Çelik, Pınar Töre, Ayşenil Şamlıoğlu, Gizem Erdem, Kerem Fırtına, Erdem Şenocak, Müfit Kayacan ve İbrahim Selim üstleniyorlar. Kentsel dönüşümün sancılarıyla can çekişen bir semtte, parasız ve telefonsuz biçimde, tek amacı, şehir sınırları dışına çıkmak isteyen kahramanımızın yaşadığı kabus! İstanbul’u terk etmenin imkansızlığı. Bu şehir arkandan gelecektir kabusu!
İstanbul’da hemen her gün aynı ‘sıkıntıyla’ yaşayan bizlere bir ayna tutuyor Ramin Matin’in yeni filmi. Dur kalk akamayan trafikte, itiş kakış binilen cehennemi metrobüslerde, ayakta ani frenlerle slalom yaptığımız minibüslerde günün her vakti filizlenen, ‘günün birinde bu şehirden kaçacağım’ düşüncesinin ‘imkansız’ öyküsü duruyor perdede. İyi niyetle kotarılmış güzel bir fikir üzerine, tekrarlı ve tuzaklı bir senaryo üzerine inşa edilmiş film. Açılımları dar ve basit oluşlara çıkıyor öykünün. Duyumsattıklarının yanında gösterdikleri yetersiz gibi! Ramin Matin’in geçmişinde yer alan iki ‘sıkı’ filminin düzeyinde olmasa da, bu çılgın kaçış planına şahit olmak ve hızla sona doğru yaklaşılan ‘sıkışmış’ hayatımızı gözden geçirmek adına, yerinde bir seyir olur ‘Son Çıkış’. (3 / 5)
ABD-İngiltere-Meksika ortak yapımı animasyon ‘Here Comes the Grump / Sihirbazın Balonları’ ile birlikte dört yerli yapım; Ahmet Katıksız’ın yönettiği biyografik dram ‘Şampiyon’, Onur Aldoğan imzalı korku-gerilim ‘Şeytan Geçidi Enhara’, Ahmet Boyacıoğlu’nun yazıp yönettiği ve Murat Kılıç’ın başrolü üstlendiği kara komedi ‘Paranın Kokusu’ ile Youtube fenomenleri Kafalar ekibi üyelerinin sürükledikleri Yücel Yolcu imzalı ‘Kafalar Karışık’ adlı komedi, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Tekrar iyi seyirler herkese. MURAT ERŞAHİN