Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

06 OCAK 2023

05 Ocak 2023 Perşembe 19:42
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Dünya genelinde altı milyondan fazla, ülkemizde yüz binin üzerinde can kaybına yol açan Koronavirüs (COVID-19) belasından, aşılarımızı olarak, sosyal mesafelerimizi koruyarak, hijyen kurallarına sıkı sıkıya uyarak, maskelerimizi kapalı alanlarda ve toplu taşıma araçlarında çıkartmamaya çalışarak korunmaya devam ediyoruz. Umuyoruz üç yıldır süren bu beladan çok yakında tamamen kurtulacağız!
Tarih 2 Temmuz 2021’i gösterdiğinde sinema salonları yine izleyicileri ağırlamaya başlıyor; perdeler umduğumuz o ki, bir daha kapanmamak üzere açılıyordu! Sinemalar açılmadan önce her hafta, naçizane iyi filmler ve diziler önerdim sizlere! 2020 Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaştım. 5 Mart 2021’den itibarense, sinema salonları perdelerini açana dek, her yeni hafta, ‘o tarihe ait eski vizyonda bu hafta’ ve ‘sinemadan çıkmış insan’ köşelerini sizlerle buluşturdum. Sizlere her hafta sinema tarihinden beş klasik film önerdiğim ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bölüm ve geçmiş vizyon haftalarını anımsadığımız ‘Tarihte Bu Hafta’ adlı bölümler yeni yılda da devam edecek!
Önce sağlık; gerisi hikâye! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Kurda kuşa yem olmayın bir de!


ÖNCE TAVSİYELER…

SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK

The Killers / Katiller
(Yönetmen: Robert Siodmak / 1946)

Out of the Past / Maziden Gelen
(Yönetmen: Jacques Tourneur / 1947)

Sorry, Wrong Number / Yanlış Numara
(Yönetmen: Anatole Litvak / 1948)

The Night of the Hunter / Caniler Avcısı
(Yönetmen: Charles Laughton / 1955)

Mirage / Katil Kim
(Yönetmen: Edward Dmytryk / 1965)

 

Vizyonda bu hafta (6 Ocak 2023)
Dördü yerli yapım olmak üzere toplam altı yeni filmle başlıyor 2023 vizyonu!
Steven Spielberg ustanın merakla beklenen yeni filmi ‘The Fabelmans / Fabelmanlar’, Romanya Yeni Dalgası’ndan Alexandru Belc imzalı dram ‘Metronom’ ve Çağan Irmak’ın yeni filmi ‘Sevda Mecburi İstikamet’ notlarımız arasında.

 

FABELMANLAR
-Ufuk nerede?-

Steven Spielberg’in yeni filmi, kendi çocukluk ve ilk gençlik anlarından, özellikle sinema tutkusundan derin izler taşıyan, sinema sevdasıyla yoğrulmuş bir dram. II. Dünya Savaşı sonrasında ailesiyle birlikte sırasıyla New Jersey, Phoenix ve Kaliforniya’da geçen yılların tortuları ve yönetmeni güdüleyen hemen her şey masalsı bir tonla yansımış perdeye. ‘The Fabelmans’, bir büyüme, olgunlaşma, karar verme öyküsü her şeyden önce! 1952’de Cecil B. DeMille imzalı ‘The Greatest Show on Earth / Harikalar Sirki’ filmini görüp büyülenen, babası Burt’ün kamerasını alıp sanatçı ruhlu annesi Mitzi, ailenin neredeyse bir üyesi olan Bennie ve ailenin büyük dayısı Boris tarafından desteklenen bir çocuğun, Sammy Fedelman’ın büyüme hikâyesi kimi zaman mizah fakat yoğun bir hüzün ve ajitasyona asla kaçmayan zarif bir duygusallık barındırıyor.
Michelle Williams, Paul Dano ve Seth Rogen’in başrolü üstlenen gencecik aktör Gabriel LaBelle’ye eşlik ettikleri dramda usta aktör Judd Hirsch ve misafir oyuncu olarak dev yönetmen David Lynch’de yer alıyorlar. Spielberg’in senaryosunu Tony Kushner ile birlikte kalem aldıkları yapımın görüntü yönetmeni usta isim Janusz Kaminski. Efsane isim John Williams’ın özgün müziği de artı değeri Spielberg’in yeni harikasının. 
ABD’de savaş sonrası orta sınıf Yahudi bir çekirdek ailenin ferdi olarak inanç, aşk, tutku, dostluk, bilgi, sanat, bilim, kültür, eğlence ve hüzünle iç içe geçmiş bir ev içi laboratuvar çalışması adeta film. Fonda hemen her detayıyla dünya halleri de var! Acı, gözyaşı, hayal kırıklığı, kahkaha, tecrübe ve büyümek… Kimi zaman örselenerek, kimi zaman beslenerek şekillenmek. New Jersey soğuğundan, Arizona çöllerine, nihayet Kaliforniya’ya uzanan sihirli ‘oluşma öyküsü’ aynı zamandan yeni başlayanlar ve düşleyenler için sinema nedir sorusunun yanıtını da barındırıyor içinde? David Lynch’in John Fordu’u canlandırdığı efsane final antolojik olmuş! Bir sinemacı dahası bir sanatçı olmak için ilgi, yetenek, çalışma ve kararlılık dışında gerekli olan küçük ayrıntılar… (4/ 5) 

 

METRONOM
-Radyodaki özgürlük-

Romanya yeni dalgası ya da orijinal ismiyle ‘noul val romanesc’ ekibinde yer alan Alexandru Belc’e Cannes’de prestijli ‘Belirli Bir Bakış / Un Certain Regard’ bölümünde ‘En İyi Yönetmen ödülünü kazandıran’ sarsıcı dram ‘Metronom’, 1972 yılında Romanya’da geçen bir öykü. 
1972 yılının sonbaharında iki liseli sevgili Ana ve Sorin, birbirlerine hüzünle sarılırlar. Sorin çok yakında ülkeyi terk edecektir. Almanya’da bulunan babanın yanına gidecektir aile. Sınıf arkadaşlarının evinde verecekleri parti yaklaşmaktadır. Ana önce partiye katılmayacağını söyler ardından Sorin’le olabilmek için partiye gider. Gençler, Özgür Avrupa Radyosu’nun yasaklı yayınını dinlemek ve programa bir mektup yazmak için toplandıklarında, dans ve içki eşliğinde ilerleyen masum gecenin ani bir polis baskını ile sonuçlanacağından habersizdirler.

1965-1989 tarihleri arası Romanya Komünist Partisi (PCR) Genel Sekreteri, 1967 yılından itibaren Devlet Konsülü Başkanı ve 1974-1989 yılı arası da Romanya Cumhurbaşkanı olan Rumen politikacı Nikolay Çavuşesku’nun ‘güçlü’ döneminde geçen öykü, ülkedeki baskıcı rejimin küçük, sıradan insanın hayatını nasıl tehdit ettiğini hatta yok ettiğini izletiyor. Korkunun, çaresizlik ve çıkışsızlık hissinin ortadaki rejimin ana unsurları arasında olduğunu söyleyen film, ilk aşkını yaşayan on yedi yaşındaki genç kızın ruhunda açılan derin yaralara götürüyor bizi. Masumiyet dediğimiz o büyülü şeyin, baskı ve zulümle hunharca nasıl yok edildiğini içerden ve sert bir alegoriyle (aslında belki de direkt olarak) izletiyor etkili yapım. 

İki belgeselinin ardından ilk uzun metraj kurmacasıyla üçüncü kez oturduğu yönetmen koltuğundan Cannes’den alınan önemli ödülle ayrılan Alexandru Belc’in güçlü kalemi ve perdede ilk rolünü oynayan başrol oyuncusu Mara Bugarin’in son derece nüanslı, enfes performansıyla öne çıkan film, etkili atmosferi ve dar mekânı müthiş kullanan kamerasıyla da akılda kalıcı. İnsanın sıfırlandığı yerden doğan bir başkaldırı öte yandan! (3,5 / 5) 

 

SEVDA MECBURİ İSTİKAMET

-Pişmanlık ve tamirat-

Yeşilçam’ın eski jönlerinden olan Selim, bir film çekimi sırasında aşık olduğu meslektaşı Sevda ile evlenmiş ve çiftin Suna adında bir kızları olmuştur. Otizm teşhisi konan kızını ve eşini geride bırakan aktör, yıllar sonra eşinin ölüm haberini aldığında geçmişi ve kızıyla olan ilişkisini tamir etmek için kararlı bir adım atar!

Yol filmi fonunda duygusal bir dramı imzalamış Çağan Irmak! Bencillik, fedakârlık, vicdan, aşk, pişmanlık, tamirat, içsel ve sahici yolculuklar. Wim Wenders şaheseri ‘Paris, Texas’ ruhunda bir farkındalık, itiraf ve arınma öyküsü aslında Çağan Irmak’ın yazıp yönettiği yeni filmi. Yani hedeflenen o! Başrolü üstlenen Selçuk Yöntem’e eşlik eden isimler Selin Şekerci, Kubilay Aka, Elif Ceren Balıkçı, Günay Karacaoğlu, Nergis Öztürk ve Şebnem Sönmez. Görüntü yönetmenliğini Mirsad Heroviç’in üstlendiği duygusal yapımın filmle aynı isimdeki şarkısı ‘Sevda Mecburi İstikamet’i seslendiren, aynı zamanda şarkıyı besteleyip, sözlerini de kaleme alan Teoman! 

Eski Yeşilçam geleneğinin yıldız yapısını sorgulayıp, sektörün ve günümüzün geçer akçe değerlerini de değinen yapım, bir ‘duygu durumu’ yaratmak için çok uğraşsa da, ‘sahici’ olmakla oldukça mesafeli. İnandırıcı olmayan gelişmelerle süren, Günay Karacaoğlu dışında oyuncu kadrosunun vasatın altında kaldığı, dümdüz, TV estetiğine sahip bir film olmuş bu kez yönetmenin son çalışması. Çağan Irmak’ı, istediğini, hayalinde ve yüreğinde yatanı çekemediği için acı çeken bir sinemacı olarak gördüm ve hissettim! (2 / 5)

 

Haftanın diğer yenilerine bakacak olursak…

Bilal Kalyoncu’nun yazıp yönettiği aksiyon katkılı komedi ‘Düşeş 1- Mafya Sızıntısı’, karıştıkları suçun kefareti olarak emniyetin operasyon düzenleyeceği bir mafya oluşumuna sızmak zorunda kalan Tarkan ile Serkan’ın öyküsü.  Hayrettin Onur Gökoğuz, Korhan Erduran, Bülent Çolak ve Ufuk Özkan, oyuncu kadrosunda yer alan isimler.

Senaryosunu Furkan Aslan’ın kalem aldığı, yönetmenliğini Suat Ergin’in üstlendiği korku türündeki ‘Evlad-ı Cin’, bir cin tarafından evlat edinilen bir çocuğun hikâyesini taşıyor perdeye. Berna Gülen, Serhat Şentürk, Yavuz Gürbüz ve Musa Has, başlıca rolleri üstleniyorlar.

‘Rafadan Tayfa Galaktik Tayfa’, özellikle küçük yaştaki izleyiciye seslenen bir animasyon. Astronomi kulübünün en parlak üyelerinden Akın, yörüngemize yerleşmiş bir uzay gemisi keşfeder ve bir anda dünyanın gündemine oturur. Uzay gemisi ile ilgili birçok haber yayınlanıp sayısız teori ortaya atılırken keşfin yapılmasında az da olsa parmağı olan Hayri de ufak bir şöhret kazanmıştır. Hayri’nin gazetelerde yayınlanan fotoğrafları hiç beklenmedik bir kişinin dikkatini çeker; geminin gerçek sahibinin, yani bir uzaylının. Bu gizemli ve sevimli uzaylı, Hayri’yi bulmak ve onu kendisine yardım etmesi için ikna etmek zorundadır. Yönetmen İsmail Fidan.

İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!

İyi seyirler herkese!

 

TARİHTE BU HAFTA

On bir ve altı yıl öncesine, 2012 ve 2017 yıllarına gidiyor; tarihte bu haftayı anımsıyoruz.


Vizyonda bu hafta (6 Ocak 2012)

Yeni yılın ilk haftası, beş yeni filme ev sahipliği yapıyor. ‘Saftirik Greg’in Günlüğü: Rodrick Kuralları’ notlarımız arasında yer almayan tek yapım. Johnny Depp’in başrolünü üstlendiği ‘Tutku Günlükleri’, sezonun iyileri arasında anılmaya aday. Yeni yılda da içinizde nefes alıp veren ‘sinemadan çıkmış insana’ çok iyi bakın. Artık biliyorsunuz; sokak, sinemadan çıkmayanlarla dolu… Herkese iyi seyirler!

 

TUTKU GÜNLÜKLERİ
Yeni yılın ilk haftasının çiçeği burnunda filmi olmasına rağmen, öyle gözüküyor ki, bütün bir sezonun önemli filmleri arasında anılacak ‘Tutku Günlükleri / The Rum Diary’. Aykırı kalem Hunter S. Thompson’ın aynı adlı romanından perdeye uyarlanan drama imza atan isim; 1984 tarihli ‘The Killing Fields / Ölüm Tarlaları’ ile ‘En İyi Uyarlama Senaryo’ dalında Oscar adayı olmuş; senarist-aktör ve yönetmen Bruce Robinson. Aynı zamanda yapımcılar arasında yer alan Johnny Depp’i başrolde izlediğimiz kara mizah soslu yapım, kıyasıya bir kapitalizm ve bozuk düzen eleştirisi. 1950’li yıllarda geçen öykü, New York’un boğucu karmaşasından kaçan alkol düşkünü bir gazetecinin, Porto Riko’da karşılaştığı; aslında neredeyse bütün dünyaya ait gerçeklere değiniyor. Fakir yerli halka sahip Porto Riko’yu zenginler için bir cennete dönüştürmeyi amaçlayan ahlaksız girişimcilerle yolu kesişen gazeteci, kalemini satıp satmamakla ilgili bir deneyim yaşar. Oscar Wilde’ın ünlü sözlerinden biri yer alıyor kapitalist ahlaka ve uzantılarına uçan tekmeyle giren filmde: ‘Onlar, her şeyin fiyatını bilirler ama hiçbir şeyin değerini bilmezler.’ Alkol, uyuşturucu, kara büyü, yerel kültür, sıkıntılar, derken dünyanın hali, ekonomik-sosyal gerçekler, derken politika, derken insanlık halleri, ahlak, aşk, dostluk, idealler, düşler ve bir rüya olarak adlandırılan gerçek bir kâbusun röntgen filmi. ‘Fear and Loathing in Las Vegas / Vegas’ta Korku ve Nefret’in yazarı Hunter S. Thompson’ın, yaşanmışlıklardan esin alarak kaleme aldığı roman, müthiş bir kıvraklıkla uyarlanmış perdeye. Hep öz yaşamsal tatlar barındıran sistem karşıtı satırların yazarı Thompson’ın ruhu sinmiş adeta filme. Depp’in nüanslı oyunculuğuna, Giovanni Ribisi, Aaron Eckhart, Michael Rispoli, Richard Jenkins ve çekici aktris Amber Heard aynı ‘şahanelikle’ eşlik ediyorlar. İnsan müsveddesi, zalim, kan emici fırsatçıların ve idealini yitirmemiş kahramanların çatıştığı dünya halinin resmini, buruk bir tebessümle izleyeceksiniz. Doğru olandan ve insandan yana bir umut ışığı barındıran film, ‘yerinde’ tespitleriyle her daim geçerli evrensel eleştirilerle yüklü. Güçlü ve enfes son tahlilde.

 

BU SON OLSUN
Orçun Benli’nin ilk yönetmenlik denemesi 12 Eylül üzerine bir kara komedi. Albert Camus’nün; ‘birisinin cenneti bir başkasının cehennemidir’ sözünden esinlenen film, 12 Eylül askeri darbesi sırasında, kendilerini hapiste bulan bir grup evsiz üzerinden dönemin gerçeklerini ve ülkenin genel durumunu özetliyor. Adını da; Cem Karaca’nın ünlü şarkısından alan yapımın müzik çalışması Cahit Berkay imzalı. Sadece ideolojik mücadele içinde olanların değil; hayatın zorluklarıyla boğuşan sıradan insanın başına gelenler, şahit oldukları ve gayri safi mutluluktan aldıkları pay; acı bir gülümsemeyle izletiyor kendini. Başrolleri, Mustafa Uzunyılmaz, Orhan Eşkin ve Ferit Kaya’nın üstlendikleri ‘Bu Son Olsun’, son derece naif bakışıyla dürüst ve tutarlı bir iş. İlk film için, sadece değindiği önemli satırbaşlarını kıstas alırsak; bir dolu eksisine rağmen; rahatlıkla kendini izletiyor diyebiliriz.

 

KARANLIK SAAT
‘Dövüş Kulübü / Fight Club’, ‘Orada Olmayan Adam / The Man Who Wasn’t There’, ‘Azınlık Raporu / Minority Report’ ve ‘Vegas’ta Korku ve Nefret / Fear and Loathing in Las Vegas’ gibi kalburüstü yapımlara sanat yönetmeni olarak imza atan Chris Gorak’ın ikinci yönetmenlik denemesi; gerilim ve aksiyon dozu yüksek bir bilim kurgu. Kötücül uzaylılar bu kez, ABD yerine Rusya’dalar. Kızıl Meydan’dan tutun, Kremlin’e dek çeşitli Moskova manzaralarını fon alan yapım, ışık topları halinde saldıran kötü niyetli yabancı istilacılara karşı; başta Moskova’ya gelmiş dört Amerikalı gencin ve kent sakinlerinin direnişini öykülüyor. Emile Hirsch, Olivia Thirlby ve Max Minghella gibi genç oyuncuların başı çektiği filmin yapımcıları arasında, ‘Gece Nöbeti’, ‘Gündüz Nöbeti’ ve ABD’de çektiği ‘Wanted’ adlı filmlerle tanınan Kazak asıllı Rus yönetmen Timur Bekmambetov bulunuyor. Yaratıcı sinemacının ev sahipliğinde gerçekleşmiş bilimkurgu denemesi, ilk yirmi dakikalık ‘iyi’ açılış bölümünden sonra, oldukça sıradan bir tür kırması olarak seyrediyor. 

 

KURTULUŞ SON DURAK
BKM filmin yapımcılığında çekilen ‘Kurtuluş Son Durak’ın yönetmeni, Barış Pirhasan’ın oğlu Yusuf Pirhasan. Babasının senaryosunu çeken yönetmen; son günlerde anormal boyutlara ulaşan kadın teröründen yola çıkarak, etrafımızı saran şiddet ve terör ortamını resmediyor. Mekân olarak; Kurtuluş son durak’ta bulunan bir apartmanda geçen ‘şiddetten kurtulmak’ için omuz omuza veren komşu kadınların öyküsü; kara mizah şeklinde işlenmiş. Belçim Bilgin, Demet Akbağ ve Asuman Dabak’ın başı çektiği kadroda, Nihal Yalçın, Ayten Soykök, Damla Sönmez, Mete Horozoğlu, Ahmet Mümtaz Taylan, Hüseyin Soysalan, Tuncer Salman ve Yavuz Bingöl diğer rolleri üstleniyorlar. Görüntü yönetimi ve özellikle ışık kullanımı başarılı. Kadına şiddetten yola çıkan hikâye, meseleye bağlı olan daha başka şeyleri radikal biçimde söyleme eğilimindeyken; bir anda sarkıyor ve yapaylaşıyor. Film, özellikle Latin sinemasında başarıyla uygulanan kara komedi biçimini tutturmaya gayret ederken, anlatımda ortaya çıkan kimi zafiyetler, gayet iyi olabilecek mizansenleri vasat çizgisinde tutmuş. 


 

Vizyonda bu hafta (6 Ocak 2017)

2017 vizyonunun ilk haftası, farklı seçeneklerle merhaba diyor! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın. Filmler ve salonlar sizi bekliyor. Herkese iyi seyirler.

 

-Ağ’a takılan hayatlar veya küçük insanın bitmez dramı-

Kendine has sineması olan Güney Koreli usta isim Kim Ki-duk’ın yeni filmi, ideolojilerin yok edici zulmü karşısında küçük, korunmasız insanın büyük trajedisini yansıtıyor perdeye. Etik, ahlak, doğa, devinim ve insan zaafları üzerine ciddi satırbaşları yapan Kim Ki-duk’un şimdiye dek çektiği en politik filmi ‘Ağ’. Küçücük teknesinin motoru bozulan Kuzey Koreli balıkçı Nam Chul-woo, Güney Kore’ye sürüklenir ve casus sanılarak gözaltına alınır. Çok sert ve acımasız geçen sorgu süreci sonrası, ülkesi Kuzey Kore’ye iade edilen balıkçı, karşılaştığı kötü muamelenin hemen aynısını, kendi ülkesinde de bulacaktır. Medeni ve müreffeh Güney Kore’de kendisine uygulanan şiddet ve zulmün, baskıcı ülkesi dahil her yerde aynı olması, sadece balıkçının kaderi değil, belki de kendi gibi küçük ve tek başına olan her insanın kaderidir. 

Bireyleri mercek altına alan sinemasının odağını genişleten Kim Ki-duk, elem dolu öyküsünde yine yaralıyor izleyicisini. Öyküsündeki coğrafyada defalarca yaşanmış olayların bir benzerini kurmaca olarak perdeye taşıyan kişilikli sinemacı, dünya üzerinde yoksulların ve garibanların ortak kaderini ve ideolojilerin, sıradan insan üzerindeki yok edici tahribatını, sarsıcı biçimde seriyor gözler önüne. İnsan olmanın değerini alaşağı eden oluş ve kavramlar arasına sıkışmış birey ve sonu gelmeyecek trajediler. Yetenekli akör Ryoo Seung-bum’un enfes performansı, övgüye değer. Can alıcı meseleleri, küçük insanın içine sıkıştığı cenderedeki talihsiz çıkmazını, yalın bir sinemayla basitçe anlatması ve yönetmenin takipçileri açısından ayrıca önemli. (3,5 / 5)
 

SNOWDEN

-‘Big Brother’ın ifşası, hainlik ve kahramanlık üzerine-

Usta sinemacı Oliver Stone, tartışmalı bir karakterin ve ABD’nin karanlık yanının öyküsünü taşımış perdeye. Laura Poitras’ın 2014 tarihli Oscar’lı belgeseli ‘Citizenfour’un kurmaca hali, gerçek olayların öykülendiği biyografik bir dram. Laura Poitras imzalı, bol ödüllü ‘ciddi’ dokümanter, eski CIA çalışanı Edward Snowden’ın, bütün dünyayı sarsan açıklamalarının öncesinden başlayıp, onu Hong Kong ve nihayetinde Rusya’ya kadar takip etmiş, adeta kurmaca bir politik gerilim gibi işleyen enfes kurgusuyla nefes almadan izletmişti kendini. Ocak 2013’te Amerikan Ulusal Güvenlik Dairesi’nin (NSA) yasadışı izleme yaptığına dair elinde belgeler olduğunu söyleyen ‘Citizenfour’ kod adlı birinden şifreli e-postalar almaya başlayan gazeteci Poitras, beş ay sonra adının Edward Snowden olduğunu öğrendiği adamla Hong Kong’un sıradan bir otelinin sıradan bir odasında bir araya geliyordu. Amerikan hükümetinin karanlık ve hukuk dışı sırlarının ifşa edilme süreci böylelikle başladı. ‘Dünya yaşanacak yer değil’ dedirtiyordu belgesel. 

Günümüzde, yirmi iki milyar insanın dinlenip, takip edilmesi için hazırlanan mekanizmaya parmak basarak, gelinen nokta üzerine kara kara düşündürüyordu. Amerika’nın kirli çamaşırlarını açıkça ortaya saçmasının ardından, yine Amerikan Film Akademisi tarafından en iyi belgesel Oscar’ı ile ödüllendirilmesi, Amerikan demokrasisi ve toleransının cilalanıp, sistemin ‘kendini’ usulca okşaması olarak da algılanabilirdi tabii. Ama belgeselin hastalıklı bir ‘iç güvenlik’ korkusu adına, neredeyse bütün dünyayı mikroskop altına alan ‘big brother’ı açıkça ortaya koyması, son derece önemli ve cesur bir çabaydı. Oliver Stone, Poitras’ın belgeselinin üzerine, ‘Snowden’ın insan yönünü oturtmuş ve öyküsünde, anlattığı karakterin yanında durmuş. Anatoly Kucherena ve Luke Harding’in kitaplarından uyarlanan senaryoda, Edward Snowden rolünü, Joseph Gordon-Levitt üstlenmiş. Snowden’ın sevgilisi ‘Lindsay Mills’ rolünde Shailene Woodley yer alıyor. ‘Laura Poitras’ karakterini Melissa Leo canlandırırken, gazeteci ‘Glenn Greenwald’ rolünde ise Zachary Quinto’yu izliyoruz. Rhys Ifans, Nicolas Cage, Tom Wilkinson ve Joely Richardson gibi ustalarsa, zengin oyuncu kadrosunun diğer isimleri olarak çıkıyorlar karşımıza. 

Eski Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) ve eski Ulusal Güvenlik Dairesi (NSA) çalışanı Snowden, gizli NSA belgelerini medyaya ifşa ederek, NSA tarafından yürütülen küresel izleme aletlerinin işletme detaylarını, birçok ticari ve uluslararası ortağı ortaya çıkaran NSA sızıntılarını başlatmıştı bildiğiniz üzere. The Guardian ve The Washington Post’a sızdırılan belgeler, ABD’de özgür ve korkusuz medyanın varlığı açısından da önemli bir oluş olarak yer alıyor Stone’un filminde. ‘Big Brother’ı ifşa eden eski devlet çalışanını, bir özgürlük kahramanı olarak görüyor film son tahlilde ve ele aldığı karakterin, bildik noktaya geliş sürecini, özel hayatındaki ilginç detaylarla ve çevresiyle birlikte öykülüyor. Stone’un her zamanki güçlü anlatımı ve sarsıcı öykülemesinden uzakta olsa da, ilgiyle izlemeye değer bir film, çağın önemli portrelerinden biri olan ‘Snowden’. (3 / 5)

 

SONSUZLUK ORMANI

-Aşk, ölüm ve varoluş üzerine ‘hafifleştirilmiş’ değiniler-

Bağımsız ruhlu, ‘ayrıksı’ sinemacı Gus Van Sant; Cannes’de Altın Palmiye adayı olan yeni filmiyle karşımızda. Chris Sparling imzalı senaryo, usta yönetmenin en sıradan filmlerinden birine öykü oluştursa da, kimi anlarda dikkat çeken zarif, usta dokunuşlar, rahatlıkla izlenir kılıyor hüzünlü dramı. Filmin orijinal adı olan ‘Ağaçlar Denizi’ (The Sea of Trees) ve ‘İntihar Ormanı’ olarak bilinen Japonya’da, Fuji Dağı yakınında bulunan Aokigahara ormanında geçiyor öykü. Dünyanın her tarafından intihar etmek için bu ormana gelen insanlardan birinin hikâyesini ele almış Gus Van Sant. Aynı ormanda meydana gelmiş gerçek intihar vakaları üzerinden kurmaca bir hikâye perdeye yansıyan. 

Eşini kaybetmiş Matthew Brennan adlı Amerikalı, varoluşuna son vermek, intihar etmek için, internetten bulduğu ve en uygun yer olarak düşündüğü Japonya’daki Aokigahara Ormanı’na gelir. Yanındaki ilaçları içip, intihar etmektir amacı ama ormanda karşısına çıkan çaresiz Japon Takumi Nakamura adındaki yabancıyla birlikte, hiç aklında yokken yaşam mücadelesi verirlerken bulur kendini. Matthew McConaughey, Naomi Wats ve usta Japon aktör Ken Watanabe’nin rol aldıkları dramda, başrolü üstlenen McConaughey, filmin etkisi ve gücünün çok ötesinde bir performans sergilemiş. Cannes tarihinin yuhalanan ender Altın Palmiye adaylarından olan film, yuhalanacak kadar kötü değil fakat Gus Van Sant sinemasının bildik gücü ve etkisinden mesafelerce uzak. Kimi incelikli anlar, geride kalan sıradanlığı öteleyemiyor zihinden. İntihar edip ölen öfkeli ruhların gezindiğine inanılan Aokigahara Ormanı, Jason Zada imzalı 2016 tarihli ‘The Forest’ adlı korku-gerilim filmine de konu olmuştu. (2,5 / 5)


ANTHROPOID

-İkinci Dünya Savaşı’ndan gerçek bir fedakârlık öyküsü-

Nazilerin üç numaralı adamı, milyonların katledildiği nihai çözüm felaketinin mimarlarından zalim SS generali Reinhard Heydrich suikastinin gerçek öyküsü. Müttefikler tarafından eğitilen ve kendilerine paraşütçüler adı verilen bir grup Çek direnişçisinin, fedakârlık hikâyesi, sert ve hüzünlü anlatılmış. Yaşanmış gerçekler, baştan sonra tarihsel hakikate son derece yakın olarak yansıtılmış perdeye. 

‘Cashback / Zamana Güzellik Kat’ ve ‘Metro Manila’ adlı ses getiren filmlerin yönetmeni Sean Ellis imzalı Çek Cumhuriyeti, İngiltere ve Fransa ortak yapımında başrolleri, adalı aktörler Jamie Dornan ve Cillian Murphy üstleniyorlar. Usta İngiliz aktör Toby Jones’un yanı sıra Kanadalı Charlotte Le Bon ve başarılı Çek aktrisler Alena Mihulová ve Anna Geislerová, uluslararası oyuncu kadronun diğer isimleri. Yaşanmış suikast girişimi, öncesi ve sonrası, olanca detayı ve tarihsel gerçekliğe ters düşmeyecek biçimde titizlikle kaleme alınmış. Fedakârlık, dostluk, vatanperverlik, kahramanlık, hamasi olmayan bir tonda işlenmiş. Özellikle Cillian Murphy’nin performansı üst düzey. Filmin yapım tasarımı ve yine yönetmen Sean Ellis’in kullandığı kamera, öykünün ruhuna başarıyla eşlik etmiş.  (3 / 5)

Ahmet Kural ve Murat Cemcir’in başrolleri paylaştığı popüler seri ‘Çalgı Çengi’nin yeni filmi ‘Çalgı Çengi İkimiz’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan yapımı. Tekrar iyi seyirler herkese!

MURAT  ERŞAHİN



Diğer Yazılar