Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

06 MAYIS 2022

05 Mayıs 2022 Perşembe 21:21
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Dünya genelinde altı milyondan fazla, ülkemizde yüz binin üzerinde can kaybına yol açan Koronavirüs (COVID-19) belasından, aşılarımızı olarak, sosyal mesafelerimizi koruyarak, hijyen kurallarına sıkı sıkıya uyarak, maskelerimizi kapalı alanlarda ve toplu taşıma araçlarında çıkartmamaya çalışarak korunmaya devam ediyoruz. Umuyoruz yakında bu beladan kurtulacağız tamamen!
Tarih 2 Temmuz 2021’i gösterdiğinde sinema salonları yine izleyicileri ağırlamaya başlıyor; perdeler, umuyoruz bir daha kapanmamak üzere açılıyordu! Sinemalar açılmadan önce her hafta, naçizane iyi filmler ve diziler önerdim sizlere! 2020 Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaştım. 5 Mart 2021’den itibarense, sinema salonları perdelerini açana dek, her yeni hafta, o tarihe ait eski ‘sinemadan çıkmış insan / vizyonda bu hafta köşeleri’ni sizlerle buluşturdum. Sizlere her hafta sinema tarihinden 5 klasik film önerdiğim ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bölüm ve geçmiş vizyon haftalarını anımsadığımız ‘Tarihte Bu Hafta’ adlı bölümler devam edecek!
Önce sağlık; gerisi hikâye! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Kurda kuşa yem olmayın bir de!

 

ÖNCE TAVSİYELER…

SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK

Ivan Groznyy / Korkunç İvan

(Yönetmen: Sergei Eisenstein / 1944)

La Classe Operaia Va in Paradiso / İşçi Sınıfı Cennete Gider

(Yönetmen: Elio Petri / 1971)

Sacco e Vanzetti / Sacco ile Vanzetti

(Yönetmen: Giuliano Montaldo / 1971)

La Ragazza con La Valigia / Genç Aşıklar

(Yönetmen: Valerio Zurlini / 1961)

Le Boucher / Kasap

(Yönetmen: Claude Chabrol / 1970)

 

 

Vizyonda bu hafta (6 Mayıs 2022)


AGAH AĞABEYİN ARDINDAN…
Sinema tarihçisi, yazar, eleştirmen, gazeteci Agah Özgüç geçtiğimiz hafta, 28 Nisan günü aramızdan ayrıldı! Sinemamızın hafızasıydı Agah ağabey! Basında yer alan yayın organlarının hemen hepsinde yazıları ve çok değerli arşiviyle yer aldı. 
1932’de Kadıköy Yeldeğirmeni’nde dünyaya gelmişti. Haydarpaşa Lisesi’nde eğitim gördü! İlkin şiirle çok ilgilendi. Son derece araştırmacı ve meraklıydı! Ayrıntılara değer veren, bilge bir vakanüvisti! Yıllarca sinemamız üzerine bilgi ve belge biriktirdi, topladı, araştırdı, yazdı, çizdi. Usanmadı, bıkmadı hiç! Altmış yıllık gazeteciydi. Yazdıklarıyla, kalemiyle geçindi! Onun üzerine herkes aynı şeyleri söyleyecektir! Zira büyük bir basın, kültür-sanat ve sinema emekçisiydi! Benim söyleyeceklerim de üç aşağı beş yukarı aynı olabilir…
Her şeyden önce Agah abimizdi! Herkesi yararlandırdığı arşivini ve bilgisini, yardım ve imdat dediğimiz her an bizle ve hemen herkesle paylaştı! Salon adamı bir yanı vardı, bıçkın delikanlı karakterinin yanı sıra! Çapkındı. Hem de fena! Sevgi doluydu. Şefkatliydi. Dosttu. ‘Naber Reis!’ derdi her karşılaştığımızda! Sıkça telefonla görüşürdük. Komşumdu. Üç, dört ayda bir uğramaya gayret ederdim. Film festivallerinde karşılaşır, derin sohbetlere dalardık. Son yıllarda birçok film festivaline birlikte gittik. Mesleki geçmişinden, özel hayatının kırılma anlarından, şiirden, güzel şeylerden, dertlerinden, hayatının derin ve karanlık yanlarından, pişmanlıklarına, hayal kırıklıklarından, umutlarına dek birçok mesele üzerine sohbet ettik. 
‘Acayip bir roman yazacağım hakkında Agah abi ama önce upuzun bir röportaj ve kayıt yapacağız’ diyordum ona! O ise her zamanki çalışkanlığıyla ve özel gülümsemesiyle, ‘elini çabuk tut’ diyordu! Benim tembelliğime geldi yine! Bir de tabii onun ölümsüz olduğunu düşündüğüm için, ilerlemiş yaşına rağmen aklımın ucundan bile geçmiyordu bizi bırakıp gideceği. Ölümü yakıştıramadığım, hiç kondurmadığım iki, üç kişiden biriydi!
Peçete kağıtları üzerine yazılmış aşk notları, özel koleksiyonlar, Yeşilçam ruhu, ofis odaları, fotoğraflar, kış geceleri arşınlanan sokaklar, son kadehler, yıldızlar, film setleri, gazinolar, sinema salonları, absürt ve fantastik anlar, eski Türkiye kaldı geride… Her biri bir başvuru kaynağı olarak kullanılacak birçok değerli eser. Müthiş bir arşiv. Bir o kadar yaşanmışlık… 
Tinto Brass filmlerine bayılırdı. Marco Ferreri’nin ‘Le Grande Bouffe / Büyük Tıkınma’sına bir de! Videokaset koleksiyonundan her gece birkaç tane film izler öyle uyurdu! Kıpır kıpır, son derece hareketli, pire gibi, zıpkın gibi bir adamdı. Kolyeleri, hiç çıkarmadığı yüzüğü, bileklikleri, şapkaları, nevi şahsına münhasır giyim kuşamıyla hep farklıydı! Gençti bir kere! Yaşlanmadı zaten! Yorulduğunu bile düşünmüyorum… Alıntıdaki gibi: Nisan 28, dediler ustan ölmüş! 
Çok komiksin Azrail, Agah Özgüç ölür mü? Hazine niteliğindeki eserleri dışında, kimselere benzemeyen bambaşka karizması ve kişiliği ile aklımdan asla çıkmayacak! ‘Şimdi bak!’ diye başlardı konuşmasına Agah baba ve yoğun, duru, çok şey görmüş bir ırmak gibi akıp giderdi! Bazılarının kaybı, bir devri noktalar; bir tarihin, bambaşka gerçeklik ve değerlerin, geri dönülmesi imkânsız anların yitip gittiğini de söyler. Agah baba beraberinde bir devri noktaladı. Çok özlenecek!

 

Gelelim yeni vizyon haftasına! Mayıs’ın ilk haftasında beşi yerli yapım olmak üzere altı yeni film merhaba diyor vizyona!
Marvel ürünü ‘Doctor Strange in the Multiverse of Madness / Doktor Strange Çoklu Evren Çılgınlığında’ usta isim Sam Raimi imzalı. Benedict Cumberbatch’i ‘Dr. Stephen Strange’ rolünde izleyeceğimiz fantastik aksiyonda eski ve yeni mistik müttefiklerinin yardımıyla bilinmeyene yolculuk eden Doktor Strange’in yeni maceralarına tanık oluyoruz. Gizemli yeni bir düşmanla karşı karşıya olan Doktor Strange, bu süreçte çoklu evrenin akıllara durgunluk veren, tehlikeli alternatif gerçekliklerini kat ediyor. Elizabeth Olsen, Chiwetel Ejifor, Benedict Wong ve Michael Stuhlbarg yapımın öne çıkan diğer önemli karakterlerini canlandırıyorlar.
Servet Aksoy’un yönettiği ‘Erzurumlu Mümessil’de başrolü Burak Bozdağ üstleniyor. Dila Danışman, Metin Yıldız, Burcu Binici ve Ayhan Taş, oyuncu kadrosunun diğer isimleri. Sürekli olarak mahalle kahvehanesindeki sakinlere hikâyelerini anlatan Erzurumlu ilaç mümessili Burak’ın öyküsü.
Emre Kavuk’un yazıp yönettiği romantik komedi ‘Aşk Çağırırsan Gelir’, birbirinden farklı beş çiftin bir gün içerisinde yaşadıklarını konu alıyor. Keremcem, Gürgen Öz, Sera Tokdemir, Melis Babadağ, oyuncu kadrosunda yer alan isimler.
‘Dirlik Düzenlik’, farklı yaş gruplarından üç kadından oluşan bir ailenin öyküsü. Hicran yarı deli, uyumsuz karakteriyle bir türlü dünyaya ayak uyduramayan bir Tarih öğretmeni. Annesi Dudu onu, tüm zamanını saatlere bölüştürerek yaşamak zorunda bırakan şeker hastalığının verdiği sabırla kalenderleşmiş bir kadın. Hicran’ın kardeşi Vildan ise bir emlak acentesinde yöneticilik yapan, ama aslında şarkıcı olmak isteyen, bir barda gizlice sahneye çıkan, okuyamamanın verdiği ezikliği tuhaf bir kibirle yenmeye çalışan bir karakter. Bu üç kadın sevgi ve nefret arasında sürekli gidip gelen bir ilişki yaşıyorlar. Nesimi Yetik’in yönettiği dramın oyuncu kadrosuna Dudu Yetik, Asiye Dinçsoy ve Betül Esener yer alıyorlar.
Murat Çeri’nin yazıp yönettiği ‘Bir Düş Gördüm’ adlı dramın oyuncu kadrosunda, Harun Reha Pakoğlu, Nevzat Yılmaz, Recep Çavdar ve Ferda Işıl yer alıyorlar. Dokuz yaşındaki Tarık’ın hayatı ailesiyle birlikte geçirdiği trafik kazasının ardından altüst olur. Tarık kazada babasını kaybederken annesi de komaya girer. Kaza sonucu hafızasını kaybeden Tarık’ın geçmiş hayatıyla tek bağı gördüğü düşlerdir. Kazanın ardından köydeki dedesinin yanına giden Tarık, yeni hayatına alışmaya çalışırken gördüğü düşlere tutunmaya çalışır.
Yaşadıkları muhitte uyuşturucu satılmasına karşı savaş açan bir grup arkadaşın hikâyesini anlatan ‘The Bağcılar’ı, Osman Silahyürekli yönetmiş. Erkan Can’a eşlik eden isimler, Bayram Arslan, Su Polen, Ertan Saban ve Selim Erdoğan.
İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!
İyi seyirler herkese!

 

TARİHTE BU HAFTA
On bir ve altı yıl önceye, 2011 ve 2016 yıllarına gidiyor; tarihte bu haftayı anımsıyoruz.

Vizyonda bu hafta (6 Mayıs 2011)
Bu haftanın film sayısı dokuz. Yerli komedi ‘Ağır Abi’, Mustafa Kenan Aybastı’nın yazıp yönettiği ve Nazım Hikmet Kültür Merkezi Devrimden Sonra Film Kolektifi tarafından hayata geçirilen ‘Devrimden Sonra’ ile Brezilyalı efsane Formula 1 pilotu Ayrton Senna üzerine kurulu belgesel ‘Senna’, notlarımız arasında yer almıyorlar. Haftanın diğer yenileri, beş üzerinden verilmiş puanlarıyla aşağıda. Herkese iyi seyirler!

KIYAMET GECESİ
‘Makinist’ ile anılan Brad Anderson, yönetmen koltuğunda. Açıklanmayan ve adlandırılmayan bir nedenle Detroit’te karanlıkta kalıp yok olan insanlar. Bir nevi kıyamet senaryosu. Bildiğimiz dünyanın sonu. Hayatta kalmak için ışığa ihtiyaç duyan bir avuç insan ve uzayan gölgeler. İnsanın derininde bir yerde saklı olan endişe. Karanlıkta saklanan belirsizlik. Tanımlanamayan korkularımız, hazırladığımız ve sonunda gelip bizi bulan en kötü kâbuslar. Senaryo, oyunculuk ve atmosfer çok yüksek notla olmasa da sınıfı geçiyor. Goethe’nin ölüm yatağında söylediği son sözler. Işığın kaybı. Sona gelip dayanmış insanlık, gittiği yere kadar gidecek bir umut. (2,5 / 5)

KIRMIZI BAŞLIKLI KIZ: KÖTÜLERE KARŞI
2005 tarihli ‘Hoodwinked! / Kırmızı Başlıklı Kız’, masalların naif dünyasını alaşağı ediyor, hepimizin hayatında yer etmiş kahramanlara tersten yaklaşıyordu. Popüler kültürle dalgasını geçmekten geri kalmayan film, ikinci bölümüyle karşımızda. Üstelik üç boyutlu olarak. Bu kez kırmızı başlıklı kız, kurt, büyükanne ve sincap, ilk filmin bildik mantık koridorunda, bir diğer ünlü masal ve kahramanlarıyla karşılaşıyorlar; Hansel ve Gretel’le… ‘Kuzuların Sessizliği’nden ‘Kill Bill’e dek birçok ünlü filme göndermeler yapan animasyon, keyif veriyor. (2,5 / 5)

COPACABANA
Fransız usulü ‘kendini iyi hisset’ filmi olarak lanse ediliyor ‘Copacabana’. Oysa kendini iyi hissedecek en ufak bir noktası yok filmin. Bu işin; Fransız tarzı, İngiliz tarzı, Latin tarzı da olmaz üstelik. Ya kendini iyi hissedersin ya değil. Aksine, yaşadığımız yerin, dipsiz bir cehennem olduğunu, hüzün dolu sahneler eşliğinde bir kez daha anımsatan, çoğu anında gözlerinizin dolduğu bir film duruyor karşınızda. Gücünü, gerçeğin kalp burkan tarafından alan bir film. İyinin ve insanın varlığına inandıran ama bunun karşısına kötücüllüğün doğasını ve toplumsal kabullenişini çıkaran dramı, Marc Fitoussi yazıp yönetmiş. Umudunu, neşesini, özgürlüğünü asla yitirmek istemeyen ana karakter Babou’nun bile insana dair yaşadığı onca hayal kırıklığını düşünecek olursak, salondan tamiri güç bir kırılganlıkla ayrılmamak elde değil. Isabelle Huppert’in ‘neşe, sevgi ve iyilik dolu eksantrik anne’ karakterinin akıldan çıkması zor. İnsanı hiçe sayan çıldırmış kapitalizm, bombok dünya düzeni, kalpteki karanlık yan, bir diğerinin çukurunu kazan çağdaş zaman gladyatörleri, neşesini, umudunu sonsuza dek yitirmiş, her şeyini satılığa çıkarmış, hırsına yenik düşmüş insan müsveddeleri. Özgür bir yüreğin, aşk, sevgi, fedakârlık ve iyiliğin direnişi. Sonuçta elde var sıfır da olsa, hayali olanaklı kılmanın, söz gelimi Copacabana’yı, oturma odasına taşımanın hüzün de içeren içli gülümsemesi. (3,5 / 5)

SUÇLU KİM?
Buram buram romantizm kokan sevimli bir soygun öyküsü değil aslında anlatılan. Mesele derin. Bağımsız ruhlu film, O. Henry’nin sıcacık hikâyelerinin tadında… Edebi anlamda fazla önemsenmeyen ama çok okunan ve sevilen öykülerdir O. Henry’ninkiler. Önemsenmeleri gerekir oysa. Önemlidirler. Aynı, Malcolm Venville’in yönettiği ‘Suçlu Kim? / Henry’s Crime’ gibi... Varoluştan, aşkın yaşamsal önemine, Çehov’dan, polisiye sinemaya dek birçok satırbaşı açan bir öykü duruyor perdede. 2004 tarihli Spielberg filmi ‘The Terminal’i kaleme aldıktan altı yıl sonra, ‘Suçlu Kim?’in öykü ve senaryosunda görüyoruz Sacha Gervasi ismini. Oyuncu kadrosu da müthiş. Keanu Reeves, alışageldik rollerinden çok uzakta. ‘My Own Private Idaho’da bıraktığı yerden devam ediyor ‘rafine oyunculuğa’. Amaçsız, şaşkın, mutsuz Henry karakterinde döktürmüş. Usta aktör James Caan son dönemde perdede izlediğim en lezzetli karakterlerden birini canlandırmış. Cazibeli ve iyi aktris Vera Farmiga, her zamanki gibi. Onu perdede izleyip de aşık olmayacak insan yoktur bence. Şefkatle sarılmak istiyorsunuz Farmiga’ya perdeye yansıdığı her an. Felsefi yanı çok güçlü senaryonun. Mutsuz, boşlukta salınan bir ana kahramanı var filmin. Otoyolda gişe memurluğu yapıyor. Arkadaş hatırına, suçsuz yere hapis yatıyor. Dışarı çıkınca, soyguna karıştığı iddia edilen bankayı gerçekten soymayı planlıyor. Aslında yeni bir hayata başlamak asıl derdi Varoluşuna bir anlam yüklemek. Aşk kapıyı çalınca, bütün taşlar yerine oturmaya başlıyor. Etrafındaki herkesin ve her şeyin de öyle… Film içinde önemli bir yere sahip olan Çehov’un ‘Vişne Bahçesi’nin özel karakterlerinden yaşlı uşak Firs’in oyunun finalinde söylediği şu cümle, belki de filmi en iyi özetleyen: ‘Yaşam gelip geçti, sanki hiç yaşamadım’… Son jenerikler akarken, film üzerine bazı şeyleri asla unutamayacakmışsınız gibi geliyor; incelikli senaryo ve diyalogları, oyuncu kadrosunu, bir de filme fon olan Buffalo’ya hüzünle yağan karı… Niagara şelalesinin kıyısındaki flört anlarını, ‘Vişne Bahçesi’nin karakterlerini, James Caan’ın ‘Max’ ve Peter Stormare’in ‘Darek Millodragovic’ tiplemelerini saymazsak… (4 / 5)

KÜÇÜK GÜNAHLAR
Romanları, öyküleri, söyleşi ve biyografi kitapları, ‘Ömer Kavur’la Yola Çıkmak’ adlı belgeseli ve kısa filmleriyle üretken bir isim olan sinema yazarı Rıza Kıraç, yazdığı, yönettiği ve yapımcılığını üstlendiği ilk uzun metrajıyla, ‘çok çalışkan’ sıfatını kesinlikle hak ettiğini kanıtlıyor. SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) üyesi olan Kıraç, aynı zamanda yakın bir dostum. Diyeceksiniz ki, insan dostunun filmine ‘kötü, beğenmedim’ diyebilir mi? Hem de kolaylıkla. Zaten bizleri eleştirmen yapan nokta, gördüğünü çalan bir hakem olmamızda yatar. (En azından bu benim şahsi iddiam) Eleştirirken, her şeyi dışarıda bırakırsınız. Bütün mesafeleri. Duyguları. Olabildiğince. Rıza’nın filmini izledim. Bir ilk film için oldukça düzgün bir iş. Hataları var tabii. Senaryoda, diyaloglarda… Bazı boşluklar, soru işaretleri yaratıyor zihinde. Fakat perdeye yansıyan çalışılmış, üzerinde düşünülmüş, özgün bir iş. Bir kere meselesi doğru. Doğru bir film. Dürüst. Samimi. Doğal. Kıvırmadan anlatıyor meselesini. Üçlü bir aşk var. Fonda, 12 Eylül darbesinin insan ruhunda açtığı büyük yaralar var. Tarihsel bir hesaplaşma var. Kürt-Türk çatışması var. Faşizm var, Kürt sorununun, güney doğudan uzakta, büyük şehirde yaşayan bireyin hayatına olan etkisi var. Türkiye’nin son otuz senesinin tomografisi var. Tahribatlar, tamamlanmamış yolculuklar, pişmanlıklar, oturmamış kimlikler, benlikler. Her sabah yeniden demlenen acılar. Tutku, dostluk, aşk, günümüz Türkiye’sinin değer yargıları, yaşanan gerçeklikte üşüyen ruhlar… Macit Koper’in başı çektiği oyuncu kadrosu da iyi. Genç aktris Esra Ruşan örneğin. Zorlanmadan, kolayca giyinmiş üzerine rolünü. Hiç düşürmeden oynuyor. Rıza Akın, küçük rolünde ‘olağanüstü inandırıcı’. İlk filmin dağınıklığı, ‘dur, şunu da ekleyeyim’ telaşı, acemiliği, biçim kaygısı filan; meseleyi biraz dağıtıp, savuruyor bir yerlere izleyiciyi. Sarkan yanları da var filmin. Fakat yürekten, içten yapılmış bir iş Rıza Kıraç’ın filmi. Şimdi bir de uzun metrajı oldu Rıza’nın. Gelecek sefer, daha olgun bir sinema bekleniyor kendisinden. ‘Genç adam, tebrikler’ diyelim sadece… Bir önemli not daha; bu film, başvurduğu iki önemli festivalin ulusal yarışma bölümlerine seçilmedi. Son jenerikler akarken bunu da sorguladım. İki yarışmada da, bu ilk filmin, her bakımdan gerisinde olan birden fazla film izledim ben… Neyse, yolu açık olsun diyelim. (3 / 5)

GİŞE MEMURU
Bir ilk film daha… Gayet düzgün. Tolga Karaçelik’in yazıp yönettiği ‘Gişe Memuru’, 47. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden ‘En İyi İlk Film’, ‘En İyi Erkek Oyuncu’ (Serkan Ercan) ve ‘En İyi Görüntü Yönetmeni’ (Ercan Özkan) ödülleriyle ayrılmıştı. Geçmişin travmalarıyla yaşayan bir gişe memurunun hikâyesi anlatılan. Hasta babasıyla yaşayan, orta yaşlarını süren problemli Kenan ve dışarıdaki dünya. Statik bir dünyada, başa çıkılamayan ağır yükler, sorunlar. Yalnızlıkla örülü psikolojik bir fantezi perdedeki. Başroldeki Serkan Ercan çok çok iyi. ‘Hakkı Baba’ rolünde usta aktör Zafer Diper, başka bir şey. Müthiş bir performans sergiliyor Diper. Kendisini beyazperdede daha fazla izleme imkânı bulsak keşke. Nadir Sarıbacak’tan, Sermet Yeşil’e, Ruhi Sarı’dan, Nergis Öztürk’e; filmin bütün oyuncuları zihinde kalıcı işler çıkarmışlar. Yaratılan atmosfer ve mevzu, Cronenberg’in 2002 tarihli ‘Spider’, büyük ölçüde de; Brad Anderson’un 2004 yapımı ‘The Machinist’ini anımsattı. Kendine göre bir özgünlüğü olan, iyi planlanmış ve çekilmiş, tuhaf bir çekiciliğe sahip, plastiği ve anlatımıyla, bir ilk filmin çok ötesinde, ‘olmuş’ bir çalışma olarak duruyor “Gişe Memuru”. Tolga Karaçelik’in yeni işlerini heyecanla beklememek mümkün değil. (3,5 / 5)


Vizyonda bu hafta (6 Mayıs 2016)
Altısı yerli yapım olmak üzere, toplam on yeni filmle merhaba diyor yeni hafta. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.

SONSUZLUK TEORİSİ
Günümüzde matematiğin Newton’u olarak gösterilen Hindistanlı matematikçi Srinivasa Ramanujan’ın gerçek öyküsü. 1887-1920 yılları arasında yaşamış ve gencecik yaşta hayata veda eden dahi matematikçi Ramanujan, ülkesinin zorlu koşullarında, eğitim görmeden, sezgileriyle çözülemeyen matematik problemleri üzerinde çalışmaktadır. Bir yandan da once olanaksızlık içinde, hayat mücadelesi veren genç adam, İngiltere’ye, Cambridge Üniversitesi’ne, varlığını duyuran ve çalışmalarını içeren bir mektup gönderir ve kendini prestijli üniversitenin davetlisi olarak Birleşik Krallıkta bulur. Okulun bölüm başkanı, efsane matematikçilerden G.H. Hardy ve J.E. Littlewood’un himayesindeki genç adam, matematik teori ve kuramlarının önde gelen isimlerinden biri olacağı kısa süreçte, en çok geride bıraktığı eşini özleyecektir. Robert Kanigel’in aynı adlı eserinden uyarlanan biyografik dramı, Matt Brown yönetmiş. Başrollede; Jeremy Irons’a eşlik eden isimse, ‘Ramanujan’ rolünü üstlenen Dev Patel. Toby Jones, Jeremy Northam ve Stephen Fry, kadronun diğer usta aktörleri. Britanyalı ünlü filozof, matematikçi, tarihçi, toplumsal eleştirmen, dilbilimci ve yazar Bertrand Russell, biyografide yer alan efsane isimlerden biri. Sezgiler ve ispatlar arasında, matematik ve bilimin ne olduğuna içeriden bakan başarılı biyografi, yüzyılımızın pek bilinmeyen bir dehasının gerçek ve hüzünlü öyküsü öte yandan. (3,5 / 5)

KAPTAN AMERİKA: KAHRAMANLARIN SAVAŞI
Jack Kirby ve Joe Simon tarafından yaratılan Marvel’in ünlü çizgi roman kahramanı ‘Kaptan Amerika’, sadece okunmak için değil, beyazperde ve televizyon için de her zaman çok cazip bir karakter olmuştur. 1944’te, 1979’da, 1990’da çeşitli uyarlamaları yansımıştır perdeye ve TV’ye. 1941’de okuyucuyla buluşan çizgi roman, kimileri tarafından; ‘Amerikan milliyetçiliğinin tayt giymiş hali’ olarak da gösterilir. İkinci dünya savaşı sırasında Nazilere karşı savaşan Marvel kahramanı, Amerikan bayrağından ödünç aldığı kostümü ve vibranyum elementinden yapılmış kalkanıyla meydan okur düşmanlarına. Kahramanın 2011 tarihli beyazperde uyarlaması; ‘İlk Yenilmez: Kaptan Amerika’ adını taşıyordu. Joe Johnston imzalı aksiyonu bol macera filmi, diğer süper kahramanlar gibi fazla insanüstü özellikleri olmasa da, müthiş bir kararlılık ve cesarete sahip farklı bir kahramanı çıkarıyordu yeni neslin karşısına. İkinci film için üç yıl bekledik ve Marvel’in ünlü kahramanı, ‘Kaptan Amerika: Kıs Askeri’ adlı 2014 tarihli yeni macerasıyla yansıdı perdeye. Filmin yönetmen koltuğunda ise, TV filmleri ve dizilerinden, beyazperdeye transfer olan iki kardeşe rastlıyorduk; Joe ve Anthony Russo’ya… Russo kardeşler, sihirli bir dokunuşla, ilk filmde bıraktığımız ‘Kaptan Amerika’yı bambaşka bir kahramana ve filmi de bambaşka bir hale dönüştürmüşlerdi. Militarist ve milliyetçi bakış, törpülenmiş ve senaryo, oldukça özenle kaleme alınmış. Güncel değiniler dikkat çekiciydi. Hatta aksiyon anlamında, son yıllarda perdede izlediğimiz en sıkı ve doyurucu çalışmalardan biri duruyor karşımızda! Üçüncü filmi yine Russo kardeşler imzalamış. ‘Kaptan Amerika: Kahramanların Savaşı’, Steven Rogers’i namı diğer Kaptan Amerika’yı, ‘Yenilmez’lerin yenilenmiş ekibinin lideri konumuna oturtuyor. Yenilmezler’in karıştığı bir olay, kargaşa ve kaza sonucu can kaybı ile sonuçlanınca, egemen politik güçler daima insanlığın yanında yer alan süper kahramanların bir otorite tarafından baskı altına alınmasını isterler. Bu durum, ‘Yenilmezler'in fikir ayrılığına düşerek iki gruba ayrılmasına neden olur. Bir grubun başını Steve Rogers çekerken, diğer tarafta ise Iron Man olarak bilinen Tony Stark vardır. Ta ki, kötücül Zemo’nun intikam planı devreye girene dek. Kaptan Amerika, Iron Man, Black Widow, Spider-Man, Falcon, Kış Askeri, War Machine, Hawkeye, Black Panther, Scarlet Witch, Ant-Man. Yenilmezler, Marvel’in, DC Comics’in Justice League’ne direkt cevabı niteliğinde. Superman ve Batman’in öyküsü, Marvel kahramanlarından Kaptan Amerika ve Iron Man çekişmesinde vücut bulmuş. O denli aynı ki her şey, bir ara kahramanların karışma riski doğuyor zihinde. Kapitalist endüstrinin ve Hollywood’un önemli karakterleri, kasaları doldurmayı sürdürüyorlar özetle. Üçüncü film ne denli iyi çekilmiş olsa da, kremalı bir süper kahraman çorbası özünde! Bu evrene çok aşina değilseniz ve artık yeni yetme de değilseniz pek bir eğlencesi olmuyor aksiyonu yerinde bilimkurgu türlüsünün. (2,5 / 5)

ÇÖL KRALİÇESİ
Usta sinemacı Werner Herzog imzalı tarihi ve biyografik dram, Berlin’de ‘Altın Ayı’ için yarışmıştı. Yapım, gezgin, yazar, araştırmacı, arkeolog, aynı zamanda yirminci yüzyılın sonunda, Büyük Britanya İmparatorluğu’nun önemli bir siyasi figürü olan Gertrude Bell’in yaşamını taşıyor perdeye. Bilinen ve bilinmeyen yönleriyle güçlü ve dirayetli bir kadının biyografisi. İngiltere’nin dışındaki yaşamı merak eden Gertrude’un, Tahran’da başlayan yolculuğu, hayat boyu sürecek bir macerayı tetikler. İngiltere, Ürdün ve Fas’ta çekilen film, Ortadoğu ve Arabistan yarımadasının topraklarında ve uçsuz bucaksız çöllerinde bir kadının özgürlük, macera, aşk ve gerçek arayışı üzerine, bir yol serüveni öte yandan. Senaryosu da Herzog imzalı filmin başrolünü, Nicole Kidman üstlenmiş. James Franco, Damian Lewis ve ‘Arabistanlı Lawrence’ rolünde Robert Pattinson, her daim çok özel aktris Kidman’a eşlik ediyorlar. Bildik Herzog gücünde ve etkisinde olmasa da, incelikli yapım tasarımı, güçlü kadın kahramanını doğanın içinde yücelten tarafı ve görüntü yönetmeni Peter Zeitlinger’in titiz kamerası sayesinde izleniyor film fakat Herzog’un, emperyalizmin kirli yüzünü, açıkça cilalama girişiminde bulunması, affedilir gibi değil. Alenen casus yaftası ile nitelenebilecek ana karakterini aklamak için senaryoda yapılan cambazlıklar, tarihi gerçeklere de yalandan değiniyor. (2,5 / 5)

İŞKENCE ODASI
Pascal Laugier’in yazıp yönettiği 2008 tarihli Fransa-Kanada ortak yapımı kanlı korku örneği, türün; içi dolu, kişilikli örneklerinden biri olarak kaydedilmişti zihinlere. Hollywood, çok sevdiği yeniden çevrimlere, bu sert ve vahşet yüklü yapımı da ekledi. Kevin ve Michael Goetz kardeşlerin yönettiği korku-gerilim, orijinalinin tadından çok uzakta olsa da, tanıdık güçlü öyküsüyle izletiyor kendini. Aslına sadık uyarlama, iki kurban masum kız arasındaki ilişkiye ve işin dramatik boyutuna biraz daha fazla tutunmuş sanki. Amerikan versiyonu için bildik öyküyü tekrar hatırlatalım: Küçük yaşta tutsak alınan ve türlü işkencelerden geçen Lucie, hapsolduğu depodan kaçarak kurtulsa da, ona sahip çıkan yetimhanede, canavarların halen dışarıda bir yerde yaşıyor olduklarını bilmenin dehşetiyle geçirmektedir günlerini. Geçmişin kabus dolu anları, yetimhane arkadaşı Anna’nın sevgi ve şefkatiyle biraz olsun sarmalanır. Aradan on beş yıl geçer. Lucie, elinde bir tüfekle, sıradan gibi gözüken bir ailenin kapısını çalar ve… Başrollerde, Troian Bellisario ve Bailey Noble’yi izlediğimiz dehşet yüklü yeniden çevirim, tamamen orijinal yapımın gölgesinde kalsa da, en azından o filme geri dönebilmek için bir araç görevi görebilir. (2 / 5)

Altı yerli yapım; Çağıl Nurhak Aydoğdu’nun yönettiği ‘Yarım’, Orhan Eskiköy’ün yazıp yönettiği belgesel türündeki ‘Başgan’, Sinan Uzun imzalı ‘Adım Adım’, Kemal Uzun’un yönetmen koltuğuna oturduğu ‘Ankara Yazı Veda Mektubu’, korku-gerilim denemesi ‘İfrit’in Diyeti: Cinnia’ ve komedi türündeki ‘5 Dakkada Değişir Bütün İşler’ notlarımız arasında yer alamayan haftanın diğer yenileri. Herkese tekrar iyi seyirler.
MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar