06 KASIM 2015
Yedi filmlik yeni hafta, yeni James Bond macerası ‘Spectre’den tutun, merakla beklenen yerli yapım ‘Abluka’ya dek zengin bir seçenek sunuyor sinemaseverlere. Başrolde Kate Winslet’i izleyeceğimiz ‘The Dressmaker / Düşlerin Terzisi’, Estonya-Letonya ortak yapımı animasyon ‘Lotte ja kuukivi saladus / Sevimli Köpek Lotte’ ve iki yerli yapım, korku-gerilim türündeki ‘Cin Kuyusu’ ile komedi türündeki ‘Kariyer’, haftanın notlarımızda yer alamayan filmleri. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.
SPECTRE
Şimdiye kadar izlediğim en vasat Bond filmi diyebilirim, 007’nin yirmi dördüncü macerası için! Aceleye gelmiş gibi bir hali var sanki, İngiliz Gizli Haberalma Servisi MI6’in, salon adamı özelliği son dört filmde rafa kaldırılan gözü pek kahramanının üç yıl aradan sonra çıkagelen Sam Mendes imzalı macerasının. Ian Fleming tarafından 1952’de yaratılan 007, bu kez; geçmişiyle ilgili bir serüvenin içinde. Onun için çok değerli olan eski ‘M’nin bıraktığı not üzerinden, tehlikeli bir örgütün bağlantılarına ulaşan James Bond, Londra’da; ulusal güvenlik merkezinde yaşanan değişimlerle de mücadele edecektir. Sıkı dostları, M, Q ve Moneypenny’nin de yardımıyla tabii. Sam Mendes’in yönetmen koltuğunda oturduğu yeni Bond macerasını, John Logan, Neal Purvis ve Robert Wade kaleme almışlar. Daniel Craig’in salon adamlığı törpülenmiş Bond’luğuna eşlik eden isimlerse, MI6 cephesinden; Ralph Fiennes, Ben Whishaw ve Naomi Harris ile birlikte filmin kötü adamı olan Christopher Waltz, alışageldik ‘ısıya’ pek cuk oturmayan Bond kızı Léa Seydoux ve eskimeyen manyetizmasıyla Monica Bellucci. Amerikan profesyonel güreşçiliğinden Hollywood’a atanan Dave Bautista ise, filmin Bond’la kapışan iri yarı cani kötüsünü canlandırıyor. Yeni filmin, klasik Bond’lardan ayrılan noktası; -aslında son dört filmdir- mizah duygusu yüksek salon adamı Bond’a veda edip, her daim yumruk yumruğa vahşice kavga eden atletik, kaslı Bond’u iyice pekiştirmesi. Gelenekte yer alan bir takım alışkanlıklara, bazı naif oyunlara ve avantür sürprizlere veda eden öykü, sorunsuz bir plastik içerse de benim oyum, yüzünüzde bir gülümsemeyle izlediğiniz o eski ‘hafif’ avantürlere, klasik Bond’lara. Tabii ki kendini izletiyor ‘Spectre’ fakat genişçe bir ‘ama’ listesiyle. (2,5 / 5)
GİZLİ DOSYA
David Fincher’ın ‘sıkı’ işlerinden ‘Zodiac’ uyarlamasıyla tanıdığımız senarist James Vanderbilt’in ilk yönetmenlik denemesi, gerçek olaylara dayanan, biyografik bir dram. Etkili yapım, basın özgürlüğü üzerinden politik ve sosyal oluşları eşeliyor. Avustralya-ABD ortak yapımı, CBS’in ünlü haber programı yapımcısı Mary Mapes ve başta efsane haber spikeri Dan Rather olmak üzere, ekibinin, 2004 yılında, Başkan George W. Bush hakkında yaptıkları haber sonrasında yaşanan gelişmeleri taşıyor perdeye. CBS’in ünlü haber programı 60 dakika; Bush’un askeriyede geçen yılları üzerine alternatif bir raporu haber olarak sunar ve daha sonra, haberin gerçekliği tartışılınca saygın gazeteciler, baskılar karşısında meslek hayatlarının en zor günlerini yaşarlar. Acımasız ve kirli sistemin, medya karşısında kullandığı güç, yaşanmış bir ibret tablosu halinde perdeye yansımış. Basın özgürlüğünün sınırları içinde, gazetecilik etiği, iş ahlakı, profesyonellik, politik baskılar ve küçük insanı öğüten koca dişli sistemin röntgeni. Her zamanki mükemmel performansına bir yenisini ekleyen Cate Blanchett’in ‘döktürdüğü’ yapımda, dev aktör Robert Redford’un yanı sıra, Bruce Greenwood, Dennid Quaid, Topher Grace, Stacy Keach, Elisabeth Moss ve Dermot Mulroney gibi önemli isimler rol alıyorlar. Mary Papes’in anılarını ve yaşadığı olayı kaleme aldığı ‘Truth and Duty: The Press, the President, and the Privelege of Power’ adlı kitabından, yine yönetmen Vanderbilt tarafından uyarlanan yapım, 80’li yılların Sidney Lumet ve Alan J. Pakula filmleri başta olmak üzere, ABD politik sinemasını düşürüyor akla. O eski efsanelerin gücünde olmasa da, içeriği, meseleye yaklaşımı ve sağlam duruşuyla gayet sıkı ve kaçırılmaz bir film olmuş, orijinal adıyla ‘The Truth’. Basın özgürlüğü, gerçek gazetecilik, cesaret ve medeniyet seviyesi üzerine düşünen, konuşan, kalem oynatan herkesin, gazeteci olmak isteyen gençlerin ve adı gazeteci olanların mutlaka izlemesi gereken bir mecburiyet öte yandan. En önemlisi, gerçeğin buz gibi yüzü ve midemize inen aparküt eşliğinde, basbayağı bir kendini kötü hisset filmi duruyor karşımızda. Yalandan bir kendini iyi hisset filminden çok daha değerli olduğu ise su götürmez. (4 / 5)
ABLUKA
İlk uzun metrajı ‘Tepenin Ardı’ ile ses getirip, dikkat çeken Emin Alper’in ikinci uzun metraj kurmacası, galasını, ‘Altın Aslan’ için yarıştığı Venedik Film Festivali’nde yapmıştı. Venedik’ten, ‘Jüri Özel Ödülü’ ile ayrılan politik dram, yoğun bir siyasi şiddet ortamında varolmaya, devinmeye çalışan iki kardeşin öyküsünü yansıtıyor perdeye. Kadir, yirmi yıl yattıktan sonra, şartlı tahliye ile salıverilir. Zamansız öyküye fon olan İstanbul, büyük bir kaos içindedir. Siyasal karmaşa, günlük şiddet, insanların hayatlarını ve hemen her oluşu tehdit ederken, Kadir, yıllardır görmediği küçük kardeşiyle yüzleşir. Ufak kardeş Ahmet, belediyede, sokak köpeklerinin itlafından sorumlu bir birimde çalışmaktadır. Kadir ise, emniyet mensubu olan Hamza tarafından muhbirlikle görevlendirilmiştir. Bir çöp toplayıcısı görünümünde, çöplerde, bomba ve bomba yapım malzemeleri arayacak, yaşadığı yerdeki ‘tuhaflıkları’ ve şüphe çeken şahısları, rapor edecektir. Bu ortamda, iki kardeşin ve yakın çevrelerinin ilişkileri, Kadir’i, anlam yüklemekte zorlanılan komplo teorileri üretmeye iter. Başrollerini, Mehmet Özgür ve Berkay Ateş’in paylaştıkları sosyal ve politik dramda, Tülin Özen, Müfit Kayacan ve Ozan Akbaba diğer önemli rolleri üstleniyorlar. Özgür ve Ateş’in dikkat çeken oyunculukları, öyküye ivme kazandırmış. Yoğun ve baskıcı bir siyasi ortamda, ‘insan’lıklarını muhafaza etmeye çalışan küçük, güçsüz, sıradan bireyin çıkmazları ve benliğini, kişiliğini yitirmiş zavallı, çıkışsız ruhların, umutsuz bir yeniden başlangıç hayali. Paranoya ve gel-gitler arasında yaşanan acılar, yalnızlık, otoritenin saldığı dehşet, korkular, tatminsizlikler ve olanca zavallılığı ile insanı sıfırlayan sistem. Çağdaş İngiliz ve Latin sinemasında karşımıza son dönemde sıklıkla çıkan, ruhu olan işlerden biri ‘Abluka’. Emin Alper’in pırıltılı anları fazla yönetmenliği, içerdiği ‘duygu’ durumuyla bir parça mesafeli. Fazlasıyla orijinal, aykırı ve yeni değilse de, tutarlı tespitleri ve başarıyla kotarılmış atmosferiyle –ki genel yapım tasarımı, dolayısıyla sanat yönetimi başarılı- öne çıkan politik dram, ‘meseleli’ sinemamızdaki büyük boşlukta önem arz ediyor. (3 / 5) MURAT ERŞAHİN