Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

06 EKİM 2023

05 Ekim 2023 Perşembe 10:05
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Eylül sona erdi. Ekim bütün hüznü, medarı maişet koşuşturması ve öte yandan eski, derin yaraları sarma gayretindeki yenilikçi yanıyla devrede! Sararmış, kızarmış yapraklar her yerde şimdi… Özdemir Asaf’ın dediği gibi: ‘Her şeyi süpürebilirsin; sonbaharı süpüremezsin.’

Bu arada geçtiğimiz hafta Cem Yılmaz’ın NETFLİX platformunda izleyici ile buluşan yeni filmi ‘Do Not Disturb’ü, ön gösterimde izledik… Cem Yılmaz’ın 2019 tarihli ‘Karakomik Filmler’ adlı yapımının ‘2 Arada’ adlı bölümünün ana karakteri Ayzek’in ‘solo’ macerası ‘Do Not Disturb’. İDO arabalı vapur kantin çalışanı Ayzek, Pandemi yüzünden işsiz kalınca, ruhen iyice dibe vuruyor! Lakabını, eski güzel günlerin popüler TV Dizisi ‘Aşk Gemisi’nden ödünç alan ‘saf’ kahramanımız, nihayet sessiz sakin bir otelde iş buluyor fakat daha ilk gece vardiyasında başına olmadık işler açılıyor… Cem Yılmaz’ın yanı sıra, usta aktör Celal Kadri Kınoğlu, Ahsen Eroğlu, Özge Özberk, Bülent Şakrak, Seda Akman, Nilperi Şahinkaya, Selen Şenay, Diren Polatoğulları’nın oyuncu kadrosunu oluşturduğu kapkara komedi; özünde bir varoluş acısı portresi! 
Cem Yılmaz, yazıp yönettiği, başrolü üstlendiği, dahası orijinal müziği paylaştığı yeni filminde, kendisinden çoğunluk tarafından beklenen ‘sadece komiklik yapma ve güldürme’ durumunun ötesine geçmiş. Kahramanca ve asil bir girişim bu film işin özü! Ülkenin kurak kültür haritası şartları gereği riske girmiş Cem Yılmaz ve ‘bundan böyle; benden bu tip öyküler de bekleyin’ demiş izleyiciye… Çoğunluk tarafından nasıl karşılanır emin değilim ama kanımca Cem Yılmaz’ın son zamanlarda imza attığı en iyi yapım ‘Do Not Disturb’! 
Barış Özbiçer’in titiz kamerası, Cem Yılmaz’ı yerel bir Jacques Tati duyarlılığıyla taşımış perdeye. İç acıtan zavallı yalnızlığımız, kapkara, netameli, çılgın varoluşumuz ve bir yerlere saklanıp yardım çığlığı atamadan yardım bekleyen küçük insanlar… Merhamet, vicdan ve unutulmuş bilumum insani değer. Celal Kadri Kınoğlu’nun şahane performansı, Cem Yılmaz’ın nüanslı hisleriyle müthiş bir uyum oluşturmuş. Kınoğlu’nu beyazperdede izlemek büyük keyif! Oyuncu kadrosunun bütün elemanlarına da şapka doğrusu! Günümüzün toksik çılgınlıklarına, geçer akçe kişisel gelişim safsatalarına ve hemen bütün değer yargılarına da uçan tekme girişiyor karanlık öykü. ‘Dağınık, eksik, tamamlanmamış’ yapısına karşın, bakışı, atmosferi, ruhu ve cesaretiyle ayakları üzerinde duruyor film! Cem Yılmaz’ın gelecek projelerini ilk kez ‘fazlasıyla’ merak ettiğimi belirtmem gerek! (Filme beş üzerinden notum: 3,5 / 5)
Genel ‘haleti ruhiye’me geri dönersek, bünyede, zihinde ne varsa Turgut Uyar’ın ‘Acıyor’ adlı şiirinde nefes alıyorlar sanki:

‘Mutsuzluktan söz etmek istiyorum
Dikey ve yatay mutsuzluktan
Mükemmel mutsuzluğundan insan soyunun
Sevgim acıyor

Biz giz dolu bir şey yaşadık
Onlarda orada yaşadılar
Bir dağın çarpıklığını
Bir sevinç sanarak

En başta mutsuzluk elbet
Kasaba meyhanesi gibi 
Kahkahası gün ışığına vurup da
Öteden beri yansımayan
Yani birinin solgun bir gülden kaptığı frengi
Öbürünün bir kadından aldığı verem
Bütün iş hanlarının tarihçesi
Sevgim acıyor

Yazık sevgime diyor birisi 
Güzel gözlü bir çocuğun bile 
O kadar korunmuş bir yazı yoktu
Ne denmelidir bilemiyorum
Sevgim acıyor
Gemiler gene gelip gidiyor
Dağlar kararıp aydınlanacaklar
Ve o kadar

Tavrım birçok şeyi bulup coşmaktır
Sonbahar geldi hüzün
İlkbahar geldi kara hüzün
Ey en akıllı kişisi dünyanın
Bazen yaz ortasında gündüzün
Sevgim acıyor
Kimi sevsem
Kim beni sevse 

Eylül toparlandı gitti işte 
Ekim filanda gider bu gidişle 
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar’


SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK

High Noon / Kahraman Şerif
(Yönetmen: Fred Zinnemann / 1952)

The Man Who Shot Liberty Valance / Kahramanın Sonu
(Yönetmen: John Ford / 1962)

The Sons of Katie Elder / Kötü Evlat
(Yönetmen: Henry Hathaway / 1965)

El Dorado
(Yönetmen: Howard Hawks / 1966)

The Wild Bunch / Vahşi Belde
(Yönetmen: Sam Peckinpah / 1969)


Vizyonda bu hafta (6 Ekim 2023)

Altı tanesi yerli yapım olmak üzere beraberinde toplam sekiz yeni filmle geliyor Ekim ayının ilk vizyon haftası!
Ünlü korku klasiği, kült film ‘The Exorcist / Şeytan’ın yeni yorumu ‘The Ecorcist: Believer / Exorcist: İnançlı’ ve yerli dram ‘Roza’, haftanın notlarımız arasında yer alan iki yeni filmi!


EXORCIST: İNANÇLI
-Şeytan bunun neresinde?-

Beyazperdeden 1973 yılında izleyiciye yayılan ‘korku’, başka, tuhaf, yeni, adı konulamayan, ürkütücü bir histi. Bunu başaran ikili ise aynı adlı romanın yazarı ve senarist William Peter Blatty ile usta yönetmen William Friedkin’di. ‘The Exorcist / Şeytan’, korku türünün kült figürü, klasik bir başyapıt olarak anıldı her daim! Elli yıl sonra, yeniden beyazperdede bu korkunç öykü. Son dönemlerde ‘kafayı taktığı’ korku filmi uyarlamalarıyla (örneğin: John Carpenter imzalı 1978 yapımı ‘Halloween / Yabancı’) gündeme gelen David Gordon Green yönetmen koltuğunda oturuyor. Peter Blatty’nin yarattığı karakterlerden yola çıkarak yeni öyküyü yazan senaryo ekibi ise, David Gordon Greene’in yanı sıra, Peter Sattler, Scott Teems ve Dany McBride’den oluşuyor.
Ne var ki, perdede duran yeni film, orijinal yapımın etkileyiciliği, derinliği ve kalitesinden çok uzakta. William Friedkin ve Peter Blatty’nin, mezarlarında ters dönme olasılıkları yüksek! Yeni öyküde, şeytan iki kız çocuğunun bedenlerini ayrı ayrı ele geçiriyor ve şeytan çıkarma görevi bu kez ağırlıklı olarak ailelere kalıyor! Victor Fielding, on iki yıl önce hamile karısının Haiti’deki bir depremde ölümünden sonra kızı Angela’yı tek başına yetiştirmiştir. Angela ve yakın arkadaşı Katherine, ormanda kaybolup üç gün sonra başlarına gelenleri hiç hatırlamadan geri döndüklerinde bir dizi ürkütücü gelişme, Victor’u inancıyla ve şeytanın en kötü haliyle yüzleşmeye zorlayacaktır!
On dalda Oscar’a aday gösterildiği Akademi ödüllerinden, ‘En İyi Uyarlama Senaryo’ ve ‘En İyi Ses’ Oscar’larıyla dönen orijinal filmde, usta aktris Ellen Burstyn’in canlandırdığı, içine şeytan girmiş kızı Regan’ı kurtarma gayretindeki fedakâr anne Chris MacNeil, elli yıl sonra yeni öyküye katılan tek orijinal karakter olmuş! (Gerçi bu ikonik rolün yanı sıra filmde bir sürpriz daha var ama onu yazıda belirtmemek önem arz ediyor.) Yeni filmin başrolünü, son yıllarda sıkı bir ivmeyle yıldızı parlayan yetenekli aktör Leslie Odom Jr. üstlenirken, genç aktrisler Lidya Jewett ve orijinal filmde Linda Blair’in canlandırdığı Regan karakterine tıpatıp benzeyen ‘Katherine’i oynayan Olivia O’Neill’ın yanı sıra, E.J. Bonilla, Ann Dowd, Jennifer Nettles, Raphael Sbarge, Danny McCarthy, Antoni Corone, Okwui Okpokwasili ve misafir statüsünde usta aktris Ellen Burstyn oyuncu kadrosunun geri kalanını oluşturuyorlar.
Atmosfer yaratamadan, ürkütemeden, en önemlisi korkutamadan çekilmiş yeni film, son derece gereksiz, tamamen orijinal filmin mirasına göz dikmiş ticari bir hamle olmuş. Katolik inancın yüceltilmesinden öte başka hiçbir noktaya değinmeyen, hizmet etmeyen senaryo, orijinal filme ekleme ve katkı yapmak şöyle dursun, cepten yiyor tamamen. İki bedeni birden ele geçirmiş şeytana karşı koyan ekibin mücadelesi, bir panayır eğlencesi adeta! Orijinal müziğin kullanıldığı kimi ara namelerin ve finaldeki ufak sürprizin dışında tamamen vasat altı, boş bir çaba duruyor perdede! Filmin iyi yanı ise, belki 1973 tarihli orijinal filmi merak edip izleyecek yeni nesle katkısı olacak, kim bilir! (2 / 5)  

 

ROZA
-Can acıtan töre-

Mevsimlik işçi olarak Urfa’dan Mersin’e göç eden Kürt kökenli bir ailenin dramı… Ailenin büyük kızı, babanın insancıl, merhametli ve demokrat yapısına rağmen diğer aile büyüklerinin baskısıyla amca oğluyla evlendirilmek istenir. Kızın gönlü yoktur ve evden kaçarak aşık olduğu başka bir adamla evlenir. Hayırsızın tekidir adam ve kısa sürede, kucağında bebeğiyle bir başına kalan kız için olmadık dedikodular ortaya çıkar ve gelişen olaylar, törenin emrettiği katı kurallara evrilir. Bu arada evin küçük kızı Roza, olan bitenin en yakın tanığıdır. Fikret Kuşkan ve Belçim Bilgin’in başrolleri üstlendiği dramın oyuncu kadrosunda yer alan diğer isimler; Burak Sevinç, Bahar Şahin, İrem Sultan Cengiz, Deniz Bolışık, İzzet Yüksek, Hasan Balay, Ayça Kuru, Berk Bakioğlu, Arin Alkış ve Ümit Çırak. Oyuncu kadrosunun başarılı olduğunu not düşmek gerek!
Mustafa Kotan’ın yönettiği yapım, Hamit İzol’un aynı adlı kitabından uyarlanmış perdeye. Senaryo, Sultan Turan Kızılay imzası taşıyor. Fikret Kuşkan’da senaryoya katkı vermiş. Eski Yeşilçam estetiği ve yapısı ile naif, saf, iyi niyetli bir genel duruşu var filmin perdede. Sinema dili, estetiği ve atmosferse daha iyi olabilir elbette. Coğrafyada kader haline gelmiş töre meselesi, yoksulluk ve yoksunluk, sevgi, fedakârlık, merhamet, dayanışma, iyilik, kötülük, ırkçılık, dostluk, kararlar, onaylar, aile olmak ve hepsinin ötesinde ‘masumiyete’ düşman yoz kurallar. İnsan kalbinin, baba yüreğinin imkânsızlıkla örülü bir coğrafyadaki ritmi! Gelenek halini almış, kemikleşmiş töre barbarlığı, yazılmamış katı kuralların inatçılığı, kötülük ve onun hemen omuz başında yer alan iyilik… Değişmesi oldukça zor bir durumun vicdanlı tespiti! (2,5 / 5)

Haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenilerine bakacak olursak…

‘The Jester / Jester: İntikam Gecesi’, Colin Krawchuk’un yönettiği gizemli bir korku-gerilim. Jester olarak bilinen kötücül bir cani, Cadılar Bayramı gecesinde küçük bir kasabanın sakinlerini terörize eder. Uzun zamandır görüşmeyen iki kız kardeş ise, Jester’ı yenmenin yolunu bulmak için bir araya gelmek zorundadırlar! Ken Arnold, Molly Bevetts ve Riley Collins oyuncu kadrosunu oluşturan isimler.
Ata Demirer’in senaryosunu yazdığı ve başrolü üstlendiği komedi ‘Bursa Bülbülü’, gazino kültürünün halen revaçta olduğu 1980’lerde, Bursa’da geçen müzikle iç içe bir hayatı taşıyor perdeye. Bursa’da bir çay bahçesinde şarkıcılık yapan ve en büyük tutkusu kaset çıkarmak olan Cengiz’in hayatı Taşkın’la karşılaşmasıyla değişir. Taşkın’ın babası, dönemin ünlü bestekârı Şerafettin’in yaptığı bir bestenin, kendi kaseti için çok iyi bir çıkış olacağını düşünerek ağabeyinden borç alan Cengiz’in bu süreçte Taşkın ve Taşkın’ın kız kardeşi Arzu ile yaşadığı birbirinden talihsiz olaylar zinciri eğlenceli olayların yaşanmasına neden olacaktır. Hakan Algül’ün yönettiği komedide Ata Demirer’e eşlik eden isimler Cem Gelinoğlu, Özge Özacar, Seda Türkmen, Tarık Pabuççuoğlu ve Celil Nalçakan.
Bilal Kalyoncu’nun yazıp yönettiği komedi ‘Hep Yek’, İstanbul’dan kaçan iki kafadar, Altan ve Gürkan’ın, İç Anadolu’nun en büyük mafyasının kızını kaçırmaları sonrası başlarından geçenleri anlatıyor. İnan Ulaş Torun, Önder Açıkbaş, Çağan Atakan Arslan, Burak Satıbol, Merve Cin ve Savaş Satış, başlıca rolleri üstleniyorlar.
Hakan, bir yazar, Asya ise müzisyendir. Asya bir sabah evlerinin arka tarafında bulunan mezarlıktan topladığı çalı çırpıları eve getirir ve bunları birleştirip duvara asar. Bu vesile ile istemeden de olsa binlerce yıldır uyuyan iblis ordusu harekete geçer. Umut Burçin Gülseçgin’in yönettiği korku filmi ‘Kent Mezarlığında Sızıntı’nın oyuncu kadrosunda yer alan isimlerse; Enfal Uzel ve Samet Gürsel.
Haftanın bir diğer korku öyküsü ‘Hazep’i Doğuş Arslan yazıp yönetmiş. Damla Taka, Cemal Aşkın Alpçetin, Doğuş Arslan, Arzu Özçamlıer, Belma Marangoz ve Yasemin Türkgeldi oyuncu kadrosunda yer alıyorlar.
‘Melez Prenses’ Melisa ve ‘Kurt Adam’ Erman’ın okulunda sadece masal kahramanlarının görebildiği bir kapı belirir! Kötü cadı Yasemin ve Cüce o kapıdan kötüleri getirip dünyayı ele geçirmeye çalışırlar. Melisa, Erman ve masal diyarından iyilere yardıma gelen Alper, kötülerin planını boşa çıkarmak için mücadeleye girişirler. Masal Konseyi ise iyilere yardım etmesi için hiçbir süper gücü olmayan Çılgın Kemal’i gönderir. Kubilay Güleçoğlu’nun yazıp yönettiği ‘Masal Zamanı 2: Sihirli Kapı’da başlıca rolleri Lavinya Ünlüer, Ata Berk Mutlu, Özkan Sağın, Kaan Yılmaz, Yasmin Erbil ve Nergis Kumbasar üstleniyorlar.
İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!

İyi seyirler herkese!


TARİHTE BU HAFTA
On üç ve altı yıl öncesine, 2006 ve 2017 yıllarına dönüyor, tarihte bu haftayı anımsıyoruz!


Vizyonda bu hafta (6 Ekim 2006)

GECENİN SESİ
Komik adam imajıyla tanınan usta aktör Robin Williams, son zamanlarda dramatik, problemli ve karanlık karakterlerle fazla haşır neşir olma alışkanlığını bu filmde de sürdürüyor. Dram ağırlıklı bir gerilim olan ‘Gecenin Sesi’, gazeteci-yazar ve sinemacı Armistead Maupin’in aynı adlı romanından beyazperdeye uyarlanmış. Filmin yönetmeni ise ilk uzun metrajı ‘The Business of Strangers’ ile Sundance Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü’ne aday gösterilmiş Patrick Stettner. Robin Williams’a başarıyla eşlik eden isim ise her rolün altından başarıyla kalkan yetenekli Avustralyalı aktris Toni Collette. Özel hayatında sorunlar yaşayan problemli bir yazar ve radyo programcısının gizini soruşturduğu bir roman ve onun gizemli yazarının peşinden atıldığı macera, oldukça dramatik anlar içeriyor. İnsanoğlunun ruhuna yakından bakan, duygusal, naif ve içli bir film ‘Gecenin Sesi’. Mütevazı, ölçülü ve etkili bir yapım.

ŞEYTAN MARKA GİYER
Moda dünyasının alacalı renkliliği içinde dönen dolapları, kişisel hırsları, ayak oyunlarını yani sektörün karanlık ve siyah beyaz yüzünü masaya yatıran dramatik komedi, ülkesinde büyük bir gişe başarısı elde etmiş durumda. Film, çok satanlar listesinin tepesinde altı ay kalan ve yirmi yedi dile çevrilen bir kitaptan uyarlanmış. Anlatılan bir açıdan, otobiyografik bir öykü. Bizzat ünlü moda dergisi Vogue’un ünlü editörü Anna Wintour’un asistanlığını yapmış ve kendi kişisel gözlem ve deneyimlerini kağıda dökmüş Lauren Weisberger’in aynı adlı romanından beyazperdeye adapte edilen filmin başrollerini dev aktris Meryl Streep ve genç yetenek Anne Hathaway paylaşıyor. Streep’in astığı astık, kestiği kestik acımasız dergi patronu rolünde, bilinen üstün performansını sergilediği film, şaşaalı bir dünya ve kendi idealleri arasında seçim yapmak zorunda kalan genç bir insanın öyküsünü anlatırken, değinmek istediği her meseleyi de fazlasıyla kurcalamayı başarıyor. Prada, Valentino, Dona Karan, Bill Blass ve Galliano markaları arasında gerçekçi bir yolculuk. Filmin açılış şarkısı ise Madonna’nın seslendirdiği ‘Vogue’. 

KAHRAMAN PİLOTLAR
Birinci Dünya Savaşı’na gönüllü katılan Amerikalı avcı uçağı pilotlarının, Fransa’da bulunan ‘Lafayette Escadrille’ filosunun gerçek öyküsü, gökyüzünde geçen sahneleriyle öne çıkan aksiyon yüklü bir macera. 1929’da Oscar kazanan ‘Wings’, ‘The Dawn Patrol’ ve ‘Hell’s Angels’ gibi ünlü filmlere konu olan ve William Wellman’ın 1958 tarihli filmine adını veren savaş filosunun macerasında başrolü, TV için çevrilen filmde efsane isim James Dean’i canlandırdığı performansıyla Altın Küre ödülü kazanan yetenekli ve genç aktör James Franco üstlenmiş. Usta Fransız aktör Jean Reno’nun katkısı, genç ve güzel aktris Jennifer Decker’ın samimi performansına kadronun diğer yetenekli oyuncuları eşlik ediyorlar. Karizmatik aktör Martin Henderson da bu oyunculardan biri. Filmi yöneten isimse, 1973 tarihli Oscar’lı klasik ‘Sting / Belalılar’ filminin yapımcısı, emektar aktör ve yönetmen Tony Bill.

ARAF
Yerli korku filmleri furyasının son ürünü olan ‘Araf’, 43. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ‘En İyi Film’ seçilmek için yarışmıştı. Basit tanımıyla arada kalmak, İslam inancına göre cennet ile cehennem arasında bir yer anlamına gelen ‘Araf’, bir kürtaj olayı ve sonuçları çevresinde gelişiyor. Birçok din bilimci, doktor, psikolog ve kürtaj yaptırmış kadınla görüşülerek üç sene içinde hazırlanan senaryoyu beyazperdeye yansıtan isim Biray Dalkıran. 

13
Ünlü Gürcü yönetmen Temur Babluani’nin oğlu olan 1979 doğumlu Gela Babluani’nin ilk uzun metraj filmi ‘13’, Sundance Film Festivali’nde ‘Jüri Büyük Ödülü’nün ve Venedik Film Festivali’nde ‘En İyi İlk Film Ödülü’nün sahibi olmuştu. Klostrofobik atmosferi, kara filmle özdeşleşen siyah beyaz görüntüleri, şiddet ile her an yükselen bir gerilimi başarıyla harmanlayan yapısıyla, sinefillerin ve eleştirmenlerin takdirini kazanan film, Brad Pitt’in sahibi olduğu Plan B şirketi tarafından satın alınmış durumda. Yaklaşık bir iki sene içinde ‘13’ün Hollywood versiyonunu da izleyeceğiz. Fransa-Gürcistan ortak yapımı, karanlık bir yolculuğa çıkan genç bir adamın hüzünlü, ironik, heyecanlı, karanlık ve gerilim dolu öyküsünü anlatıyor. 

2 KIZ
Etkileyici dram, 1925-2003 tarihleri arasında yaşamış usta Fransız sinemacı Maurice Pialat’ya ait bir proje. Pialat, okuduğu gazete haberini umutsuz hayatlar ve şiddet üzerine kurulu bir filme dönüştürmek istemiş hep. Ölümünden sonra yakın arkadaşı Patrick Grandperret, bu projeyi hayata geçirmiş. Bu yıl Cannes Film Festivali’nin belirli bir bakış bölümünde gösterilen ve jüri özel ödülü kazanan filmin başrolünü üstlenen oyuncu, Türk asıllı Hande Kodja. İlk uzun metrajını çeviren genç, güzel ve yetenekli aktris, filmde de Türk asıllı bir karakteri canlandırıyor. 20’li yaşların hemen başındaki umutsuz, yalnız ve sorunlu iki genç kızın dostlukları ve karşılarına dikilip duran acımasız hayat, bir yol öyküsü çerçevesinde işleniyor. 

ELVEDA AŞKIM
70’li yıllarda radikal solcu bir örgütün üyesi olan MassimoCarlotto’nun kendi tecrübelerinden yararlanarak kurguladığı romanından beyazperdeye uyarlanan filmin yönetmeni Michele Soavi. Terry Gilliam’ın ‘Grimm Kardeşler’ filmi dahil olmak üzere birçok önemli projede yönetmen asistanlığı yapan ve Dario Argento dahil pek çok usta İtalyan yönetmenle birlikte çalışan Soavi, belli bir ustalıkla çekmiş filmini. Anlatım, kamera kullanımı ve kurgu oldukça iyi. Geçmişiyle hesaplaşmaya giren ve ondan kaçamayacağını anlayınca durumu kabullenen kahramanın öyküsü, epey karanlık. Kolay izlenebilen, hareketli, dramatik yönü kuvvetli, çekici oyuncular ve yakışıklı bir jönle güçlenen fotoroman tipinde bir öykü beyazperdede duran. Yönetmen, zaman zaman politik göndermeler yapmaktan kaçınmamış. Filmin, eski bir militan ve acımasız bir katil olan anti kahramanı ‘Giorgio’ tiplemesi, Patricia Highsmith’in ünlü karakteri ‘Ripley’i hatırlatıyor.

SEN, BEN VE DUPREE
‘Arrested Development’ adlı TV serisinin Emmy ödüllü yönetmenleri Anthony ve Joe Russo kardeşlerin yönettiği komedinin başrollerini Owen Wilson, Kate Hudson ve Matt Dillon paylaşıyorlar. Usta aktör Michale Douglas’ın da rol aldığı sevimli komedide Wilson, ‘Wedding Crashers / Davetsiz Çapkınlar’da yaptığı gibi yine ortalığı karıştıran ve en yakın dostunun aile yaşantısının orta yerinde bitiveren ‘tatlı bela’ bir kişiliği canlandırıyor. Kate Hudson-Owen Wilson aşkını ortaya çıkaran yapım olarak da magazin gündeminde kendine yer bulan filmde Matt Dillon’ın başarılı performansı dikkat çekiyor. Yeni evli bir çiftin son ihtiyaç duyduğu şey, salonlarındaki yeni kanepede yatan bekar erkek arkadaş olmalı noktasından yola çıkan film, bol mizah içeren ve sıkılmadan izlenen keyifli bir seyirlik.


Vizyonda bu hafta (6 Ekim 2017)
Üçü yerli yapım olmak üzere, toplam yedi yeni filmin merhaba dediği vizyon; yine hemen her beğeniye seslenen nitelikte! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini kesinlikle bırakmayın. Herkese iyi seyirler.


BLADE RUNNER 2049: BIÇAK SIRTI
-Bizim büyük insansızlığımız!-

Ridley Scott ustanın 1982 tarihli kült filmi ‘Blade Runner’ın son jeneriklerinde filmin izleyiciyi fena halde avucunun içine aldığını fark edip, bizi gün ışığına çıkaracak olan merdivenlerden bir ‘replicant’ olarak tırmandığımı anımsıyorum. Philip K. Dick’in, ‘Do Androids Dream of Electric Sheep?’ adlı romanından uyarlanmış yapım, bilimkurgu sinemasında da gerek atmosfer, gerek mesel, gerekse biçim olarak bir mihenk taşı görevi görmüştü.
Distopya sinemasının kült ürünü, cyberpunk sanat eseri, film noir türünün teknolojiyle buluşma noktası gibi yakıştırmaların ardı arkası kesilmedi filmden sonra. Son derece evrensel ve insancıldı öte yandan ‘Blade Runner’. Kahramanı Rick Deckard’ın replika olup olmamasından öte, bambaşka değinileri, ilerici tavrı, politik, sosyal, kültürel çıkarımları, duyarlıkları vardı filmin. Harrison Ford, ‘şahane’ Rutger Hauer ve Sean Young’ın performansları zihne çakılıp kalakalmıştı.
Otuz beş yıl sonra, ‘Blade Runner’ ‘sequel / devam filmi’ olarak yeniden beyazperdede. Ridley Scott’un yürütücü yapımcılığında, günümüzün usta sinemacısı, yaratıcı Kanadalı Denis Villeneuve imzalamış kült bilimkurgunun yeni filmini. Üstü örtülü bir sırrı keşfettiğini düşünen K. adlı genç blade runner, otuz küsur yıl sonra, Rick Deckard’ı aramaya başlar. Hızla parıldayan yıldız aktör Ryan Gosling, Ana de Armas, Robin Wright, Jared Leto, Mackenzie Davis, Hiam Abbass, Dave Bautista, Slyvia Hoeks ve orijinal filmin yıldızı usta aktör Harrison Ford, nitelikli oyuncu kadrosunu oluşturan isimler. 
Atmosfer ve biçim olarak orijinal filmi aratmıyor devam filmi. Öykü de izletiyor kendini. Tabii ki orijinal ‘Blade Runner’ın üstünde değil ama o klasik yapıma yakın bir seviyede duruyor film. Villeneuve’ün titiz dokunuşu, duruma hakimiyeti, kurduğu son derece başarılı atmosfer, genel hissiyatı ve birinci sınıf işçilik, değerli kılıyor yeni ‘Blade Runner’ı! Roger Deakins ustanın ‘bilinçli’ kamerası, yine sözcükler ötesi. Joe Walker imzalı kurgu da dikkat çekici. Yapım tasarımına imza atan Dennis Gassner’ın çalışması ise uzun zaman akıldan çıkmaz!
Robotlaşan insanlar, insanlaşan robotlar ve yürekte derin bir yara olan ‘insansızlığımız’. Son dönem abur cubur yaşanan kapitalist ahlak ve ‘insan’ üzerindeki yok edici etki, izlediğimiz distopyayı asla yalnız bırakmayacak. Sürecek mesele üzerine kafa yoran filmler. ‘Blade Runner’ ise özel ve dokunaklı bir ilk olarak kalacak. Devam filmi, bu ‘ilk’ etkiyi köreltmiyor. İzlenmesi gerek! (4,5 /5) 


ÇAVDAR TARLASINDAKİ ASİ
-Yayımlamak değil, yazmak… Sadece yazmak!-

Dünya edebiyatının en önemli, en kişilikli, en gizemli, nevi şahsına münhasır isimlerinden, münzevi yaşam tarzıyla tanınan J. D. Salinger’in hayatına ve dünyayı algısına bakan biyografik dram, aktör ve senarist olarak tanınan Danny Strong’un ilk uzun metraj kurmacası. 
İlk olarak 1951 yılında yayımlanan ilk ve tek romanı ‘The Catcher in the Rye / Çavdar Tarlasındaki Çocuklar’ –ki ülkemizde ilk kez ‘Gönülçelen’ adıyla basılmıştı- ile adını edebiyatın en baba isimleri arasına yazdıran Salinger’in (1919-2010), Kenneth Slawenski tarafından kaleme alınan ‘J. D. Salinger: A Life’ adlı biyografisinden perdeye uyarlanan yapımda, dev yazarı; yıldızı hızla parlayan genç İngiliz aktör Nicholas Hoult canlandırıyor. Sarah Poulson, Zoey Dutch gibi genç aktrislere, usta isimler Kevin Spacey, Hope Davis ve Eric Bogosian eşlik ediyorlar. 
Orijinal adıyla ‘Rebel in the Rye’, kült yazar J. D. Salinger’ın bildik öyküsünün yanında iç dünyasına da bakma gayretinde. Film, ‘yazar adayı’ genç Salinger’ın ‘sesini’ arayışının, yaşadığı gönül ilişkilerinin, şekillenmesinde büyük rolü olan İkinci Dünya Savaşı cephelerindeki acılarının, nihayet klasik eserini kaleme alışının ve kazandığı ün sonrası hayatının gözden geçirip aldığı önemli kararların izini sürüyor. Bir kitapla kazandığı dünya çapında şöhret ve yazma eyleminin; onu, hayatının büyük bölümünde, toplumdan uzak bir yaşam sürmeye itmesi. 
Başarılı dram, uyarlandığı biyografinin sınırları içinde kalmış. Eğer bu sınırlardan kurtulup, edebiyatın belki de en eksantrik ve kendine has kaleminin ‘ruh altına’ biraz daha ‘içerden’ bakabilseymiş, büyük bir film yansıyabilirmiş perdeye. Çok yazıp, az yayımlaması ve insanlardan uzak sürdüğü münzevi hayatıyla bir diğer büyük edebiyatçı, topraklarımızın usta kalemlerinden Yusuf Atılgan’ı akla getiriyor izlenenlerin ardından Salinger’in öyküsü. Yazmanın karşılığı olmayan hazzı mı, yoksa sahtekar insanlar ve acı dolu dünyadan umudu kesmenin sonucu mu Salinger’in seçimi? Her ne olursa olsun gerçek edebiyatın ne olduğu belki asıl yanıt… (3 / 5)


KERVAN 1915
-Kostümlü bir okul piyesi-

İsmail Güneş imzalı tarihi dram, sineması ‘unutulmuş’ bir yapım öncelikle. Osmanlı hükümetinin Anadolu’daki Ermeni isyanlarını önlemek için 1915’de uyguladığı Ermeni tehciri üzerine öykü. Bu denli önemli, tartışılan bir mesele, filmde adeta romantik, hareketli bir mavi yolculuğun karada cereyan eden hali misali, bir kervanla yapılan uzun, biteviye yolculuğa dönüşmüş.
Katırcı Salim, Suriye’ye tehcire götürdüğü Ermeni vatandaşlarla beraber yola düştüğünde, taşıdığı her emaneti sağ salim teslim etmiş olmasının sorumluluğuyla çeşitli maceralar yaşar. Salim’in en güvendiği adamı olan Ahmet ile Ermeni kızı Suzan arasındaki aşk, yolculuğun romantik yanını oluşturacaktır.
Başroldeki Murat Han’a, İpek Tuzcuoğlu, İbrahim Kendirci, Ayşe Akın ve Fatih Ayhan eşlik ediyorlar. Önem arz eden tarihi bir dramın, adeta kostümlü bir okul piyesi görünümünde perdeye yansıması üzücü öte yandan. Keşke, bir sinema filmi değil de; üç bölümlük bir televizyon dizisi ya da bilemedin, uzunca bir TV filmi olarak vücut bulsaymış ‘Kervan 1915’. Sinema büyüsü, bütünlüğü ve devamlılığından o denli uzak ki film; elde değil, upuzun, yavan yolculuk sırasında gerçek bir yabancılaşma efekti yaşıyor insan. İzlenen önemli tarihsel oluşları, tarihi bilmeyen herhangi yabancı bir izleyici izlese, çölde ‘nedensizce’ seyahat eden bir kervanın başına gelenler olarak algılar sadece. Son derece tartışmalı, derin ve ağır mesele, sıradan, yavan ve sıkıcı bir boşluğa dönüşmüş. Kaba, yüzeysel, özelliksiz ve özensiz anlatı, içinde hiçbir gelişme barındırmayan uzun sürenin de etkisiyle sinema hissini yok ediyor. Yazık. (1 / 5)

Her bünyeye göre olmayan oldukça sert korku-gerilim ‘Frontière(s) / Sınır(da)’nın Fransız yönetmeni, Xavier Gens imzalı İngiltere-Romanya ortak yapımı korku filmi ‘The Crucifixion / Korku Kayıtları’, küçük izleyicilere seslenen animasyon ‘My Little Pony: The Movie / My Little Pony Filmi’ ve iki yerli yapım; Nihat Durak’ın yönettiği ve başrolü Çetin Tekindor’un üstlendiği dram türündeki ‘Babam’ ile Ömer Faruk Yardımcı’nın yönetip; Murat Akkoyunlu, Şinasi Yurtsever ve Mehmet Özgür’ün önemli rolleri üstlendikleri komedi türündeki ‘Dört Köşe’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Tekrar iyi seyirler herkese.
MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar