05 ŞUBAT 2016
Beş filmle çıkagelen yeni haftanın, notlarımız arasında yer alamayan iki yapımı, ‘Hep Yek’ ve ‘Temel İle Dursun İstanbul’da’ adlı yerli komediler. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.
CAROL
‘Uzaklara bir bakışın vardı kafeteryada. Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.’
Yaman yönetmen Todd Haynes imzalı ‘Carol’, Cemal Süreya dizeleri gibi. Öylesine güçlü, yalın ve zarif. ‘Velvet Goldmine’, ‘Far from Heaven / Cennetten Çok Uzakta’, ‘I’m Not There. / Beni Orada Arama’ gibi nitelikli filmleriyle yüreğimizin odacıklarından birine yerleşen Todd Haynes, bu yıl Akademi Ödülleri’nde anlamsızca ‘en iyi film’ ve ‘en iyi yönetmen’ kategorilerinde aday gösterilmeyen yeni filmiyle karşımızda. Bu büyük haksızlık ve adaletsizlik, ‘en iyi kadın’ ve ‘en iyi yardımcı kadın oyuncu’nun da aralarında olduğu altı daldaki adaylıkla dengelenmeye çalışılmış. Akademi’nin Haynes’e ve hakiki sinemaseverlere büyük bir özür borcu doğmuş oldu ‘Carol’ sebebiyle, bu böyle biline! Polisiye edebiyatın önemli ismi Patricia Highsmith’in ‘The Price of Salt’ isimli romanından Phyllis Nagy tarafından enfes biçimde perdeye uyarlanan romantik dram, aynı zamanda en iyi uyarlama senaryo dalında yine Oscar adayı. Cate Blanchett ve Rooney Mara, kelimelerin kifayetsiz kaldığı ölçüde performanslar koymuşlar ortaya. Çok uzun süre akıldan çıkmayacağı garanti! Fonda, 1950’lerin New York’u var. Tamamen farklı sınıflara ve geçmişlere mensup, iki kadın yakınlaşırlar ve ‘hakiki’ bir aşka düşerler. Yürümeyen evliliğinden bunalmış, bir çocuk sahibi, kültürlü ve olgun Carol Aird ile bir mağazada tezgahtarlık yapan ve daha anlamlı, başka türlü bir hayat düşleyen Therese Belivet’in hikayesi. Kyle Chandler, Sarah Paulson, Jake Lacy ve John Magaro, son derece hassas ve zarif filmin diğer önemli isimleri. Cannes’de Altın Palmiye için yarışan ve Rooney Mara ile elde ettiği en iyi aktris ödülü dahil iki heykelcikle dönen dokunaklı dram, genel anlamda yapım tasarımıyla dikkat çekiyor. Filmin el yapımı zarif bir biblo görünümünde, incelikli sanat yönetimi ve kostüm tasarımı dışında özellikle görüntü yönetmeni Edward Lachman’ın büyük payı var. Carter Burwell’in iliklere dek işleyen orijinal müziğini de unutmayalım bu arada. Tutku, aşk, dostluk, hüzün, engeller, toplum ve alçak sesli, akıl almaz bir zarafet. Finaldeki o son bakış hatırına bile izlenecek, uzun zaman etkisinden kurtulmayacağınız bir film ‘Carol’. İnsan olmanın asgari müşterekteki kanıtı, sözün özü! Perdeye yansıyan güzelliğin halet-i ruhiyesine uygun biçimde, başladığımız gibi yine Cemal Süreya ile koyalım noktayı: ‘Hiçbir şeyim yok akıp giden sokaktan başka. Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.’ (5 / 5)
KÖTÜ KEDİ ŞERAFETTİN
Yerli malı animasyon, ülkenin en büyük animasyon stüdyosu Anima İstanbul yapımı. Bülent Üstün’ün yazıp çizdiği kült haline gelmiş çizgi roman dizisinden perdeye uyarlanan animasyonun senaryosu, yine Bülent Üstün ve Levent Kazak imzası taşıyor. Filmin yönetmen koltuğunda ise Mehmet Kurtuluş ve Ayşe Ünal ikilisi oturuyor. Kötü Kedi Şerafettin, namına yakışır ‘fenalıkta’ bir kedidir. Türlü kötülüklerle sürmekteyken hayatı, hiç de kolay değildir öte yandan devinmek Şero için… Kadim yancıları hırsız fare Rıza ve Martı Rıfkı ile günü kurtarmaktadırlar, akşamki mangal ve rakıyı ihmal etmeden. Sıradan bir Mart günüdür ve Şero’nun başına çok şey gelir. Önce, babası Tonguç tarafından evden kovulur, yakın arkadaşı Cemil’i kaybeder, ömründe ilk kez aşık olur; Misket adlı güzel kediye ve en önemlisi Tacettin adlı sevimli, küçük kedinin oğlu olduğunu öğrenir. Bu esnada, kaza sonucu, kedisini yitiren zombi çizer, intikam yemini edip, Şerafettin’in peşine düşmüştür. Baba Tonguç, ev sahibesi Hasene ve bakkal Şemistan, öykünün ‘insan’ kadrosunda yer alıyorlar. Ağzı bozuk, edepsiz, sıcacık, son derece sahici hikaye, ‘insan mıyız ulan biz!’ diye isyan ediyor ve insanlığın lüzumu yok diyor özetle. Seslendirme kadrosunda önemli isimler var. ‘Şero’ya Uğur Yücel hayat vermiş. Demet Evgar, biri sürpriz, iki karakter konuşuyor. Güven Kıraç, Cezmi Baskın, Ayşen Gruda, Okan Yalabık, Yekta Kopan, Ahmet Mümtaz Taylan ve Gökçe Özyol, kadronun diğer isimleri. İstanbul’un ‘öteki’ sahipleri, itilen, kakılan sokak hayvanları ve bütün özgür ruhlu fena abiler karşımızda! ‘Topağacı’ndan Mimoza’ anısı müthiş! Kötü Kedi Şerafettin, Hollywood’un ünlü ‘Ayı Teddy’sine bir cevap niteliğinde öte yandan. Yerli animasyon türünde, son derece önemli ve kalıcı bir örnek duruyor perdede. İstanbul sokaklarında geçen serüvenin, yetişkinler için olduğunu unutmayalım; aman ha! (3,5 / 5)
IP MAN 3
Orijinal adıyla Yip Man (1893-1972), Güney Çin kökenli dövüş sanatı Wing-Chun’u dış dünyaya tanıtıp öğreten ilk Kung-Fu ustasıdır. Aralarında Bruce Lee’nin de bulunduğu, daha sonradan kendileri de birer usta ve öğretmen olarak dövüş sanatları dünyasında söz sahibi olan birçok kişiyi yetiştirmiştir. Wilson Yip’in yönettiği Hong Kong yapımı dövüş sanatları kökenli aksiyon, popüler bir seri haline gelmiş ‘Ip Man’in üçüncü filmi. Üç filmi de imzalayan Yip’e, üç filmde de aynı senaryo ekibi eşlik ediyor. İlki 2008, ikincisi 2010 tarihli olan filmin yeni halkasında, fenomen haline gelmiş ünlü karakter ‘Ip Man’i, Çinli aktör Donnie Yen canlandırıyor. Aynı karakter, usta yönetmen Wong Kar Wai’nin 2013 tarihli ‘The Grandmaster’ filminde de yer almış ve ‘Ip Man’i, usta aktör Tony Leung canlandırmıştı. 1950’li yılların sonlarında geçiyor Kung-Fu’nun efendisinin yeni macerası. Çok sevdiği eşi ve oğluyla, sakin bir hayat süren Ip Man, oğlunun okulunun arazisine göz diken ve başında yabancı bir boksörün olduğu çeteyle büyük bir mücadele verecektir. Ip Man’in tesadüfen karşılaştığı, kendisi gibi bir aile babası olan Tin-Chi, Wing-Chun sanatında en önemli ismin kendisi olduğunu düşünmektedir ve zorlu mücadele esnasında Ip Man’e meydan okur. Genel çatısı Martial Arts olan; dövüş ve savaş sanatları olarak adlandırılan türün, kökenlerine uzanan yapım, her Uzakdoğu ve dövüş sanatları filmi gibi, içinde hafiften felsefe ve zarafet barındıran bir yapım aynı zamanda. Biyografik bir dram olarak da bakabileceğimiz film, gayet iyi çekilmiş dövüş sahneleri ve zarif koreografilerle dikkat çekiyor. Her şeyden önemlisi de, 70’li yılların Kung-Fu filmlerine götürüyor izleyicisini. Son derece sınırlı öyküsü ve çok iyi çekilmiş benzer tür filmlerine mesafesini ötelersek, geçmiş zamanın, özel bir dönemin naif ve kırılgan rüzgarını estiriyor salonda. Etrafındakilere verdiğin değerdir önemli olan diyor. Onur, erdem, iyilik, aşk, aile, ustalık, dostluk ve son tahlilde en hayati olan kavram, sevgi kutsanıyor. (3 / 5) MURAT ERŞAHİN