Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

05 OCAK 2024

04 Ocak 2024 Perşembe 14:38
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Yeni yılın ilk vizyon haftasındayız! 
Mutlu, sağlıklı, huzurlu, keyifli, özgürlük ve barış dolu, bol sanatlı ve tabii ki bol filmli bir yeni yıl dileğiyle öncelikle!
Bakalım yeni sezonda bizi neler bekliyor! Auteur’ü bol, yıllar boyu unutamayacağımız, zihne ve yüreğe yerleşip orada yatıya kalacak, şahane filmlerle dolu bir sezon olması dileğiyle ayrıca!
Sinema salonları eviniz olsun!


SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK

Le Bal / Balo
(Yönetmen: Ettore Scola / 1983)

Un dimanche à la campagne / Kırda Bir Pazar
(Yönetmen: Bertrand Tavernier / 1984)

Au revoir les enfants / Hoşçakalın Çocuklar
(Yönetmen: Louis Malle / 1987)

Tous les matins du monde / Dünyanın Tüm Sabahları
(Yönetmen: Alain Corneau / 1991)

Un coeur en hiver / Ayazda Bir Yürek
(Yönetmen: Claude Sautet / 1992)

 

Vizyonda bu hafta (5 Ocak 2024)
Beşi yerli yapım olmak üzere toplam yedi yeni filme ve sahipliği yapıyor yeni yılın ilk vizyon haftası!
Mehmet Ada Öztekin’in yönettiği ve iki film olarak beyazperdeye yansıyan ‘Atatürk 1881-1919’un ikinci filmi ile Ayşe Polat imzalı gerilim yüklü politik dram ‘Kör Noktada’, haftanın notlarımız arasında yer alan yenileri.


ATATÜRK 1881-1919 (2.FİLM)
-Geldikleri gibi giderler!-

Yönetmen koltuğunda Mehmet Ada Öztekin’in oturduğu ve önce TV için altı bölüm halinde çekilip, beyazperde için iki filmden oluşturulan ‘Atatürk 1881-1919’un ilk üç bölümü, yani ilk film 3 Kasım 2023’de izleyiciyle beyazperdede buluşmuştu! Aras Bulut İynemli’nin ‘Atatürk’ü ‘başarıyla’ canlandırdığı tarihi biyografik dram, Atatürk’ün hayatının fazla bilinmeyen tarihsel noktalarına değinen, yetim bir çocukken, gerçek bir kahramana nasıl dönüştüğünü, hangi özellikleriyle bir lider haline geldiğini; ezber edilen değil, yaşanmış gerçeklikleri; büyük lidere yakıştığı gibi; devrimci ve muhalif bir tonda aktaran başarılı bir biyografi! Hatta oldukça başarılı.
İlk filmde çocukluğundan başlayarak, onu bir lider yapan memleket ve dünya şartlarına, ince detaylarla değiniyordu yapım. Mustafa Kemal’in, görevlerini itinayla yerine getiren bir Osmanlı subayıyken, içinde yatan millet aşkını, Osmanlı’nın reforma kapalı, hatalı, baskıcı, köhnemiş yönetimini, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önderleri arasında yer alan Enver Paşa ile düştüğü fikir ayrılıklarını ve nihayet her şeyden fazla olan memleket sevdasını pek çoğumuzun unuttuğu hatta bilmediği tarihsel detaylarla öykülüyordu. Örneğin, Enver Paşa’nın atamasıyla pasif bir göreve, Selanik’te bulunan tren istasyonluğu şefliğine getirilişi, burada kaldığı süre boyunca kendini geliştirmesi, askeri manevra taktikleri başta olmak üzere hemen her konu üzerine bol bol okuyup, geleceğe dönük notlar alması; şahsen detaylarını bilmediğim bir dönemdi. Atatürk’ün asker olmanın ötesinde bir birey olarak toplumsal ve politik değişimlere karşı görüşleri de yer alıyordu yapımda. Onun salon adamlığı, kendini an be an geliştirmesi, kültürel yapısı, kişisel ilişkileri, dostlarıyla olan bağı, halkına ve ailesine olan sevgisi ilk filmin odağında yer alan diğer ayrıntılardı. 
İkinci film, bir dönüm noktası olan Çanakkale Savaşı ile başlıyor ve ülkenin içine düştüğü neredeyse çıkışı imkânsız şartlar içinde Atatürk’ün milli mücadeleyi başlatmak üzere Samsun’a çıkış kararıyla sona eriyor… Mustafa Kemal, 1915 yılında Gelibolu cephesinde büyük bir sınav vermiştir. Ancak onun önünde başka savaşlar da vardır. Doğu Cephesi’nde Ruslara, Suriye cephesinde ise İngilizlere karşı büyük bir mücadele verecek olan Mustafa Kemal, sonunda 1. Dünya Savaşı’nda ‘savaşı’nı kaybetmeyen tek Osmanlı Subayı olarak tarihe geçecektir. Ancak cephelerde verdiği bu büyük başarıların ardından İstanbul’a döndüğünde Mustafa Kemal’i kötü bir sürpriz beklemektedir! 
Sarp Akkaya, Songül Öden, Esra Bilgiç, Mehmet Günsür, Berk Cankat, Sahra Şaş, Bertan Asllani ve Celile Toyon, oyuncu kadrosunun öne çıkan diğer isimleri. Senaryosu Necati Şahin imzası taşıyan tarihi biyografinin görüntü yönetimi Danimarkalı Torben Forsberg. Titiz ve son derece ayrıntılı yapım tasarımı, dolayısıyla sanat yönetiminden kostüme ve makyaja dek birinci sınıf prodüksiyonun kanıtı! Özellikle savaş sahneleri, neredeyse Spielberg filmi ‘Saving Private Ryan / Er Ryan’ı Kurtarmak’ın açılış sahnelerinin, ‘Normandiya Çıkarması’nın çekim kalitesinde! 
Yüzyılın en önemli figürlerinden, dahi bir asker, devlet adamı ve devrimci olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ün, Atatürk olma yolunda yaşadıkları ilk filmin ana temasını oluşturuyordu. İkinci filmde ise iyi ve dahi bir asker olarak verdiği mücadele, vatan aşkı ve artık taşların iyice yerine oturup, Kurtuluş Savaşı için harekete geçmesini izliyoruz. Kimi anlar gözleriniz dolarak izleyeceğiniz, ayakları yere basan yapım, ajitasyon ve hamasetten uzak, tarihsel gerçeklikten kopmadan yaratılmış. En önemli başarısı da bu kanımca. Emeği bol, ‘yaman’ filmi mutlaka izlemelisiniz. (4 / 5)


KÖR NOKTADA
-Görebiliyor musunuz?-

Almanya’dan gelip Türkiye’nin kuzeydoğusunda ücra bir köyde çekim yapan bir film ekibi, yaşlı bir Kürt kadınla röportaj yapar. Kadın, yıllar önce kaybettiği oğlunun anısını canlı tutabilmek için kadim bir ritüel yürütmektedir. Alman ekibe Kürtçe çeviride yardımcı olan genç kadın, yedi yaşındaki Melek’in de bakıcısıdır aynı zamanda. Melek’in babası Zafer, Jitem mensubudur. Gizemli bir varlık Melek’e musallat olduğunda Zafer, örgüte sadakatiyle ailesinin esenliği arasında kalakalır. Yıkıcı gelişmeler bütün karakterlerin çevresini sarmıştır artık!
Ayşe Polat’ın yazıp yönettiği politik dram, korku-gerilim unsurları da içeriyor. Bir tarafıyla Haneke’nin ‘Cache / Saklı’sını da akla getiren yapım, son derece iyi yazılıp, iyi çekilmiş, iyi oynanmış, dört başı mamur bir film. Dünya prömiyerini Berlin Film Festivali’nin ‘Karşılaşmalar’ bölümünde yapan ‘Kör Noktada’, ülkemizde de Ulusal Yarışma’sında yer aldığı 42. İstanbul Film Festivali’nde En İyi Film seçilerek, ‘Altın Lale’yi kazanmış, aynı zamanda En İyi Senaryo, En İyi Kurgu ve FIPRESCI ödüllerinin de sahibi olmayı başarmıştı. Filmin ödül yolculuğu 34. Ankara Film Festivali’nde de sürdü. Ulusal Uzun Yarışması’ndan En İyi Yönetmen başta olmak üzere, Onat Kutlar En İyi Senaryo, En İyi Kurgu, En İyi Erkek Oyuncu (Ahmet Varlı), En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Nihan Okutucu), En İyi Görüntü Yönetmeni, En İyi Sanat Yönetmeni olmak üzere toplam yedi ödülle ayrıldı. 3. İzmir Sinema ve Müzik Festivali’nde ise yine En İyi Film seçildi politik dram. 
Başrolünü Ahmet Varlı’nın üstlendiği yapımın diğer önemli rollerinde ise Muttalip Müjdeci, Nihan Okutucu, Katja Bürkle, Çağla Yurga, Aziz Çapkurt, Tudan Ürper, Aybi Era ve artık maalesef aramızda olmayan usta aktör Rıza Akın’i izliyoruz. Politik cinayetlerin, gözaltında kayıpların yoğun yaşandığı 90’lar Türkiye’sine yeniden bakarak, küçük bir kızın masum zihninde dolaşıyor bir yandan da film. Gizemli oluşlar, görevli baba ve ailesinin etrafında hayaletlerle birlikte sürerken, can acıtıcı gerçeklerle de temas etmekten kaçınmıyor. Küçük kız çocuğuna, bilmesinin mümkün olmadığı soruları kim fısıldamaktadır? Kör noktayı bir tek Melek mi görmektedir? Görülmesi mümkün olmayan açı, psikolojide bastırılan ve inkâr edilen nokta, perdeye egemen oluyor tedirgin edici öykü ilerledikçe… Ruhi dengesi yavaş yavaş bozulan karakterler eşliğinde geçmişte, bugünde ve vicdanda yapılan bir yolculuk. Günahlarla hesaplaşma vakti. Farklı gözlerden ve açılardan meselesine yaklaşan ve hiçbir istismara kaçmadan sahici biçimde noktalanan film, açık yaralara ve toplumsal vicdana da sesleniyor. Gözetleme, bilme, saklama, öteleme, hesaplaşma, paranoya, suç, vicdan ve kirli bir dünyada masum kalabilme durumu… Yeni başlayan sinema sezonunun belki de en iyi yapımlarından biri duruyor perdede. Kaçırmayın. (4 / 5)

Haftanın notlarımızda ayrıntısıyla yer almayan diğer yeni filmlerine bakacak olursak…
‘Jojo Rabbit’ ile tanınan Yeni Zelandalı Taika Waititi’nin imzaladığı ‘Next Goal Wins / Atan Kazanır’, tarihinde 31-0 gibi bir yenilgi bulunan Amerikan Samoası futbol milli takımı ve bu takıma çekidüzen vermesi için göreve getirilen antrenörün hikâyesini anlatıyor. Güney Pasifik Okyanusu kesiminde konuşlanmış bir ada ülkesi olan Amerikan Samoası takımının gerçek öyküsünde başrolü usta aktör Michael Fassbender üstleniyor. Elisabeth Moss, Will Arnett, Oscar Kightley ve David Fane, oyuncu kadrosunun öne çıkan diğer isimleri.
‘The Little Mermaid / Küçük Deniz Kızı’, insan olabilmek için bir deniz cadısıyla anlaşma yapan bir denizkızının öyküsü! Hans Christian Andersen’in ünlü hikâyesinden uyarlanan animasyonu yöneten isim Rob Marshall. Senaryo uyarlaması ise David Magee imzalı.
Ulaş Bahadır’ın yazıp yönettiği kara komedi ‘Başkan’, seçimlerde mevcut belediye başkanını değiştirmek isteyen kasaba halkının yaşadıklarını mizahi bir dille yansıtıyor perdeye. Diren Polatoğulları, Necip Memili, Büşra Pekin, Nursel Köse, Şerif Sezer, Füsun Demirel, Muttalip Müjdeci, Bülent Çolak ve Salih Kalyon oyuncu kadrosunu oluşturan isimler.
En büyük hayalleri iyi bir film çekmek olan üç arkadaş Necmi, Çetin ve Muzo’nun bu hayali gerçekleştirmek için çıktıkları macerayı konu alan ‘Filme Gel’, İhsan Taş tarafından yazılıp yönetilmiş bir komedi. Erkan Petekkaya, Levent Ülgen, Fırat Doğruluoğlu’na, Tolga Güleç, Çiçek Dilligil, Aslıhan Karalar ve Orçun Kaptan eşlik ediyorlar.
Mustafa Miraç Kaya’nın yazıp yönettiği korku örneği ‘Demon: Azab-ül Kem’, satanizme merak salan içerik üreticisi dört arkadaşın gittikleri Süryani kasabasında başlarından geçen paranormal olayları taşıyor perdeye. Oyuncu kadrosunda yer alan isimlerse, Gizem Tan, İlkşans Tan, Tümay Genç ve Serdal Yazıcı.

İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!

İyi seyirler herkese!

 


TARİHTE BU HAFTA

On yedi ve altı yıl öncesine, 2007 ve 2018 yıllarına dönüyor, tarihte bu haftayı anımsıyoruz!


Vizyonda bu hafta (5 Ocak 2007)

ACEMİ ÖĞRENCİ AVCI ÖĞRETMEN
‘Old School’ ve ‘Road Trip’ gibi gençlik güldürülerinden tanıdığımız Todd Philllips’in yönettiği komedi, 1960 tarihli İngiliz filminin yeniden çevirimi. Filmin en büyük kozu başrolü üstlenen Billy Bob Thornton. ‘Napoleon Dynamite’ adlı komediyle kendine büyük bir hayran kitlesi edinen Jon Heder, filmin diğer silahı. Kendine güveni olmayan çekingen Roger, kişisel gelişim kursuna katılır ve öğretmeni Dr. P’nin kötü niyetli bir üç kağıtçı olduğunu fark eder. Ortada büyük bir sorun daha vardır. Dr. P, Roger’ın sevdiği kızla yakınlaşmaya başlamıştır. Özellikle genç izleyicilerin keyif alacakları güldürünün müzik kullanımı dikkat çekici. 

 

ZAMAN
‘İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış… Ve İlkbahar’, ‘Fedakâr Kız’, ‘Boş Ev’ ve ‘Yay’ gibi filmleriyle ülkemiz izleyicisinin de beğenisini kazanmış son dönem sinemanın ustalarından Güney Koreli Kim Ki-duk’un yeni filmi ‘Zaman’, sıra dışı bir aşk ve tutku öyküsü. 43. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ilk kez gösterilen film, yeni nesildeki güzellik ve estetik saplantısını eleştirirken, bir yandan saf sevgi ve fedakârlık gibi önemli değerleri kaşıyor ve ‘zaman’ kavramıyla ilgili ilginç değiniler de bulunuyor. Düşündüren ve çarpıcı bir aşk öyküsü.

 

IBERIA
Yedinci sanatın büyük ustalarından İspanyol Carlos Saura’nın yeni filmi muhteşem bir müzikal. Flamenko ve tango sevdalısı, yani müzik, dans ve aşka tutkun Saura, Isaac Albeniz’in başyapıtı olan Iberia Süiti’ni bestelenişinin yüzüncü yıldönümünde beyazperdeye taşımış. Müzikal-belgesel türündeki film, muhteşem bir görsel şov. Saura’nın ihtişamlı ve özgün sinemasının tadını her dakikasında duyumsayacağınız film için, dünyaca ünlü dansçılar, koreograflar ve müzisyenler bir araya gelmiş. Saura’nın kamerası, bazen bir dansçı, bazen de bir müzisyen kimliğine bürünerek ünlü süitin her anını sinemaya dönüştürmüş. Klasik bale, modern dans, Flamenko, aşk, hüzün, tutku ve tarifi zor duygular. Yedinci sanatın gerçek tutkunları mutlaka izlemeli.

 

DEJA VU
‘Bu anı daha önce yaşamıştım’ duygusunu, beyazperdede sık kullanılan ‘zaman makinesi’yle harmanlayan aksiyon, türün üstatlarından Tony Scott’ın imzasını taşıyor. Başrolde, yönetmenin ‘Crimson Tide’ ve ‘Man on Fire / Gazap Ateşi’nde de beraber çalıştığı usta aktör Denzel Washington var. New Orleans’taki bir feribota konan bombayla meydana gelen patlama, olayı araştıran ajan Carlin’i bir ‘deja vu’ durumunun içine sokacaktır. ‘On İki Maymun’ ve ‘Kelebek Etkisi’ne de göz kırpan bilimkurgu ve gerilim soslu aksiyon, Katrina kasırgasının altüst ettiği New Orleans şehrine saygılarını ve desteğini göndermeyi de ihmal etmiyor. Felaket manzaraları ve filmin hemen başındaki patlama sahnesine dikkat. Türün hayranları için tempolu, iyi bir seyirlik.

 

 

Vizyonda bu hafta (5 Ocak 2018)
Yeni yılın ilk haftası, biri yerli toplam dört filmle merhaba diyor sezona! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini yeni yılda da sakın ha bırakmayın. İyi seyirler herkese.


ARİF V 216
-Başka türlü bir şey-

Cem Yılmaz’ın senaryosunu yazıp başrolü üstlendiği yeni filmi ‘Arif v 216’nın yönetmen koltuğunda Kıvanç Baruönü oturuyor. ‘G.O.R.A.’ filmiyle tanıdığımız iyi yürekli, uyanık ve iş bilir esnaf Arif ile Robot 216, dünyada bir araya geliyorlar yeniden. Arif, sevdiği uzaylı arkadaşları ve ailesinden uzakta, ‘dünyevi’ işlerle ilgiliyken, eskimeyen dost 216 dünyaya gelir. Robotluktan fena halde sıkıldığını, ‘insan’ olmak istediğini söyler Arif’e. İki kafadarın zaman makinesiyle 1960’lı yılların naif günlerine seyahati ve hesapta olmayan macera, böylelikle başlamış olur.
Cem Yılmaz ve Ozan Güven’e eşlik eden isimler, Seda Bakan, Zafer Algöz, Özkan Uğur, Çağlar Çorumlu ve Özgür Emre Yıldırım. Mert Fırat, Özge Özberk ve Farah Zeynep Abdullah, konuk oyuncu olarak renk katıyorlar kadroya. Son derece titiz ve emek yoğun yapım tasarımı, epey çalışılmış sanat yönetimiyle desteklenmiş. Bütçesi yüksek, temiz çekilmiş film, 60’lı yılların Türkiye’sinin naif hesapsızlığını, Yeşilçam ve dönemin eğlence dünyasının efsane figürlerine saygıyı, iyilik, namus, temizlik gibi önemli hasletleri barındırıyor öyküsünde. Sanat güneşi Zeki Müren, Sadri Alışık, Ayhan Işık, Filiz Akın, Ajda Pekkan, Cüneyt Arkın, hep dönemin önemli yıldızları olarak resmigeçit yapıyorlar perdeden. Özellikle Zeki Müren, senaryoda önemli bir yere sahip. İyi, güzel… Fakat bu noktada önemle üzerinde durmamız gereken bir şey var; o da ‘sinema’! Bir sinemasal bütünlükten söz etmek hayli güç. Ardı sıra dizilmiş ve eklenmiş bir skeç mantığı var yine perdede, neredeyse son yıllarda bir çok popüler yerli filmde rastladığımız üzere. Temiz çekilmiş video klip veya eli ayağı düzgün bir skeç değil ki beklenti; salon kararıp, beyazperdeye film yansıdığı an!
Cem Yılmaz’ı şahsen, Leman dergisine karikatür çizdiği, Leman Kültür öncesi eş, dost, arasında gerçekleştirdiği ilk stand-up’larından itibaren izleyen, onun keskin, hazır cevap zekasını, mizah gücünü bilen biri olarak, ‘sinema’ alanında da ‘hakiki filmler’ bekliyordum kendisinden. (Bir ümit, halen de bekliyorum!) Beklediğim tabii ki Bresson’un ‘Rastgele Balthazar’ı, Bergman’ın ‘Persona’sı, Sokurov’un ‘Faust’u değildi! Arthouse değildi yani.  Sadece, ‘eli ayağı düzgün, emek yoğun, temiz çekilmiş popüler bir örnek’ten fazlasıydı! 2006’da Ali Taner Baltacı ile birlikte yönettikleri ‘Hokkabaz’, temeli sağlam atılmış, kendine has, nefesi ve sözü olan bir filmdi. ‘Hah dedim’ içimden, Cem Yılmaz, sinemada da kendine has bir nefes oluşturacak, imza sahibi olacağı filmler, hüzünlü kara komediler yapacak gelecekte! Fakat olmadı. Beklediğim tabi ki bir Capra klasiği değildi ama ‘G.O.R.A.’, ‘A.R.O.G.’, ‘Yahşi Batı’, ‘Pek Yakında’, ‘Ali Baba ve 7 Cüceler’de değildi! Fakat bu ‘olamamada’ tek suç Cem Yılmaz’ın mıydı? Hayır tabii ki! Toplumun beğeni düzeyinindi. Entelektüel birikim, eğitim, derinlik; Cem Yılmaz’dan hep ‘öteki’ türlü, ‘kolay tüketilen’ işler bekliyordu. İzle-geç filmler. ‘Ne kadar zeki espri bu’ denilen orta iki eğlenceleri, vb… Geçip gitti yıllar ve Cem Yılmaz, kolay olanı seçti mecburen! Karşılığını da aldı. Hobisi olan araba koleksiyonunu geliştirdi. ‘Reytingi yüksek, ’tutan’ işlere devam etti. Haklıydı da. Memleketin kelli felli kalemleri, eleştirmenleri de alkış tutuyordu kendisine! Çünkü ters düşmek, olan bitenle uzlaşmamak olmazdı. Satmazdı yani! Kızılır, dışlanırdınız… Sistem şahane biçimde işliyor, vasat olanın yıldızı günden güne parlıyordu. ‘Ustalık dönemi’ eseri dendi, son filmine örneğin. Daha yeni izlediğim filme! ‘İyi insanlığa, kaybettiğimiz asil değerlere’ vurgu yaptığı söylendi. İnsanlar, sosyal medya havuzunda, sanki kâr ve zarara ortaklarmış gibi ‘filmin gönüllerinden geçen gişeyi yakalamasını’ temenni ettiler. ‘Sinemayı çok seven’ bir adamın göndermelerle dolu öyküsüne bayıldıklarını söylediler! Cem Yılmaz’a zarar verdiklerini bir an bile düşünmeden üstelik… Eleştirmenliğin, izleyici olmaktan ‘farklı’ bir yanı olduğunu düşünmeyen insanlar methiyeler düzerken filme, asla düşünmüyorlardı Cem Yılmaz’ı, ülke sinemasını ve genel kültürel seviyeyi!
Uzun zamandır, epey uzun süredir düşünüyorum; çok yakın bir dostumla, değerli bulduğum eleştirmen bir arkadaşımla da paylaşıyoruz bu fikri. Cem Yılmaz, eğlence ve şov dünyasının, mizah evreninin önemli bir unsuru gerçekten. Sinema alanında yoluna yapımcı olarak devam etse ne kadar önemli bir işe imza atacak, hiç düşündünüz mü? Memlekette, yerli sinemamızda, imkân, olanak, yani para ve yapım desteği bulamayan o denli yetenekli genç sinemacı var ki. Tutsun birinin veya birkaçının elinden, tutamaz mı? Kolaylıkla tutar. Para versin, imkân sağlasın, yapım desteği versin ve adını yapımcı olarak sonuna dek duyursun beyazperdede. O denli önemli ki sinemamızda bu mesele! Cem Yılmaz’a çok yakışacağına ve onun da perspektifini, sinema macerasını başka bir yere taşıyacağına eminim bunun! Ama bir önemi yok benim düşüncelerimin. Ben kimim ki? Hiçbir yere bağlı olmayan, bağımsız, federe, yevmiyeli, yani günlükçü bir eleştirmen, yedinci sanatın varlığına inanan, ödün vermez bir sinema yazarı! Sansasyonsuz, sakin hayatımda, ikinci hatta üçüncü planda kalmaya azami gayret eden ve bundan büyük keyif alan biriyim. ‘Başka türlü bir şey benim istediğim, ne ağaca benzer ne de buluta’ sonuçta! Sadece kısa bir film eleştirisi olarak başlayıp, umut dolu olduğum ve potansiyeline halen inandığım birine dair fikirlerimi paylaştığım bir yazı sonuçta. Neyse, boş verin bütün bunları; siz gülmeye, iyi vakit geçirmeye devam edin. Filmin notuna gelince: (2,5 / 5)

 

İNGİLTERE BENİM
-Morrissey olurken…-

Müzikte yeni ufuklar açan alternatif rock grubu The Smiths’in ünlü sesi Steven Patrick Morrissey adlı ‘gencin!’, tamamen ‘içerden’ portresi. Morrissey’in 70’li yılların başında Manchester’da geçen ilk gençliği ve adım adım The Smiths’in oluşması yolunda atılan adımlar… 
Ödüllü kısa filmleriyle tanınan Mark Gill’in ilk uzun metraj yönetmenliği, usta müzisyeni, son derece sıradan bir insan olarak tamamen bir röntgen gerçekliğinde ele alıp, bir gencin, özgün bir sanatçı olma yolunda çektiği acıları, hayata bakışını ve onunla yoğrulmasını, gayet samimi, oldukça ‘içerden’ ve bazı anlar son derece stilize biçimde yansıtıyor perdeye. Morrissey’in arşınladığı yağmurlu, kasvetli, gri Manchester sokakları, esinlendiği müzikler ve şarkıcılar, hep ilgilendiği edebiyat, insanlar, yakın çevresi özellikle annesi ile olan ilişkisi ve en önemlisi, 70’lerin ada atmosferi.
Thatcher Britanya’sında işçi sınıfı için umutsuz, sıkıntılı günler. İsyanlar, işsizlik, çıkışsızlık hissi, çalkantılı günler ve küçük bir odada kurulan büyük hayaller! Okunan kitaplar, yazılan ve çöpe atılan satırlar, hep o ‘ilk’ adımı atabilmek için… Rastlantılar, hayal kırıklıkları, fırsatlar ve yaşamın üşüten gerçek yüzü. Morrissey’i canlandıran Jack Lowden oldukça hakiki. Jessica Brown Findlay ve Simone Kirby, biyografik dramın öne çıkan diğer isimleri. Tecrübeli görüntü yönetmeni Nicholas D. Knowland’ın birinci sınıf kamerası, depresif hissiyatın ruhunu yansıtmış. Hayran olunan bir müzisyenin ‘yetişme ve olma’ sürecine tanıklık etmek için enfes bir fırsat doğrusu. Ölüm, hayat, başlangıç, varoluş sancısı, yapabilme, güven, yetenek ve bilinç üzerine, toplumsal ve hayata dair güçlü değiniler içeren sahici filmi ıskalamayın! (4 / 5)


ÖLÜM ODASI
-Bankadaki Hayalet!-

Hep operada ve köhne evlerde yaşamaz hayaletler! Bu kez, bir bankada konuşlanmış! ‘Para’ meraklısı hayaletli suç öyküsü, sıradan bir korku-gerilim olarak yansıyor perdeye. İki kız kardeş, ağabeylerine yardım etmek amacıyla bir banka soygununa girişirler fakat içinde oldukları, bildik, sıradan bir banka değildir!
Dan Bush’un yönettiği filmin başrolünde, şaşırtıcı bir isim var: Günümüzün son derece yetenekli aktör-yönetmeni James Franco! Franco’nun varlığı, orijinal adıyla ‘The Vault’u kurtarmaya yetmemiş fakat. Taryn Manning, Jeff Gum, Scott Haze, Clifton Collins Jr. ve dev sinemacı Clint Eastwood’un kızı Francesca Eastwood, oyuncu kadrosunu oluşturan diğer isimler.
Örneklerine sıkça rastladığımız korku-gerilim unsurlarına, ‘başka’ bir atmosferde ve ‘düzlemde’ yaklaşmak gayretindeki yapım, çabasına karşılık bulamıyor maalesef. James Franco’nun varlığı bir an şaşırtıp, ilgiyi artırsa da, sarkan öykü içinde kaybolup gidiyor bu önemli ayrıntı veya hamle! Yine de korku-gerilim olsun da ne olursa olsun diyen ve beyazperdede ‘gizem’i seven izleyici için ilginç anlar vaat edebilir film. (2 / 5)

Çin yapımı animasyon ‘Bobby the Hedgehog / Bobby: Dikenlerin Gücü Adına!’ haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenisi. Tekrar iyi seyirler herkese!

MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar